YUNUS EMRE’ NİN TESİR ALANLARI
Doç. Dr. A. Neclâ PEKOLCAY
PEKOLCAY, Ayşe Neclâ Doç, Dr„ Marmara Üniv. İlahiyat Fak., Türk-İslâm Edebiyatı Öğretim üyesi, doğm. 1 Ağustos 1926, İstanbul. Dr. Ali Rızâ ve Emine Satbe (Şendil) Pekolcay’ın kızları, İst. Üniv. Edebiyat Fak.’ den Dr. (1950); 1948-1963: MEB yayını İslâm Ansiklopedisinde Redaktör, mütercim, yazar; 1963-1982; İst. Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim üyesi: 1982-1990; Marmara Üniv. İlahiyat Fak. öğretim üyesi ve Birim Başkanı.
Eserleri Türkçe Mevlid metinleri (doktora tezi; 2 cild); Ve- sîletü’n-necât, İslâmî Türk Edebiyatı (4 kitap, Türkiye’de ilk defa); İslâmî Türk Edebiyatına giriş; İslâmî Türk Edebiyatında neviler (kollektif çalışma 4 ayrı kitap); İslâmî Türk Edebiyâtı (yayılış a- fanfarı); İslâmî Türk Edebiyatını tetkik metotları; Türk dil, İslâmî Türk Edebiyâtı, sosyal konularla ilgili 300 makale ve tercüme.
Müslüman Türk mutasavvıfları Kur’ân-ı Kerîm’in her topluluk içinde ön planda bulunması gerekli esasları ihtiva eden âyetlerini dayandıkları için, onların çoğunun bütün müslümanlar, hatta tek Tanrı’ya inanan başka din mensubu kişiler arasında da ayrı bir yeri vardır.
İslâm dini sevgi, disiplin ve müsamaha dinidir. Fakat, bu müsamaha başkalarının haklan ile sınırlıdır; yâni başkalarının haklarına tecavüz hoş karşılanamaz. Ancak, küçük ve ıslahı kabil kusurlara karşı hoşgörürlük bahis konusudur. Bir müslüman, önce kendi nefsini eğitecek, sonra başkalarının eğitilmesine çalışacak, ıslah imkânı bulunmayan suçluların da cezalandırılmasını sağlayacaktır. Aksi hâlde, toplum düzeni tehlikeye girer.
Günahların affı, insanın dışında bir konudur. Her konuda Allah’tan yardım beklenmelidir.; çünkü, O Gafûrü’r-Rahim’dir. Allah isterse, kulunun günahını affeder. İnsanın öncelikle sorumluluklarını bilmesi ve tedbirde kusur etmemesi lâzımdır.
Yukarıdaki esaslar istikametinde, gönlü evvelâ Allah sevgisi, sonra insan sevgisi ile dolup taşan büyük Türk mutasavvıflarından biri de Yûnus Emre’dir.
Yûnus, menfaate dayanmayan bir sevgi gerekliliğini her vesileyle dile getirmiştir. Onun bu konudaki beyitlerinde, dünyanın sevinci ile üzüntüsünün, Cennet ve Cehennem ‘in sık-sık geçtiği görülür. Bu geçici âlemin sıkıntısına katlanmak, sevincine aldanmamak gerekliliğini belirten Yûnus, Cehennem ’den korkmak yerine günahtan kaçınmak lâzım geldiğini, rahatı için Cennet’i istemek yerine Allah’ı ve O’nun rızasını istemeyi yeğlemek lüzumunu dile getirir. Kendisinin, bu gereği duyduğunu da ifadeye koyar :
Cennet Cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri
İsteyene ver onları bana Seni gerek Seni beyti bunun esaslı bir örneğidir.
Dünyanın izzetine aldananlar hakkındaki beyiti de dikkate şayandır.
Diliy ile ışk diyenler bilimezler ışk n’eydügin
Işkdan haber ayımasun kim dünyâ izzetin seve
diyen Yûnus Emre bir gönüle hem gerçek aşkın, hem de dünyâ izzetinin sığamayacağım güzel bir üslûpla ifadeye koymuştur.
Dünyâ, Yunus’tan önce yaşamış şâir mütefekkirlerin eserlerinde de süslü bir geline benzetilmiştir; ona aldanılmaması gerekliliğine işaret edilmiştir Fakat, ekseriya nasihat çerçevesine yerleştirilmiş bulunan beyan, Yunus’ta bir insanlık zaafının ifadesi şeklinde belirtisini bulmuştur. Aşağıdaki beyitte bunu açıkça görmek mümkündür:
Bu dünyâ bir gelindür yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakubanı doyamaz
Hakîkî sevginin Allah sevgisi olduğu ve mü’minlerin Allah sevgisini bütün sevgilerden üstün tuttukları Kur’ân’da belirtilmekte, onların en üstün insanlar olduğundan da bahsedilmektedir. Konuyla ilgili âyetler Bakara, 165, 177, 186; Âl-i imrân, 31; Enbiyâ, 90 olup, meâlen şöyledir :
“İnsanlar, arasında, Allah’ı bırakıp, O’na koştukları eşleri tanrı olarak benimseyenler ve onları, Allah’ı severcesine sevenler var
dır; Mü’minlerin Allah’ı sevmesi ise, hepsinden kuvvetlidir. Zalimler azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a âkit bulunacağını ve Allâh’ın azâbının şiddetli olduğunu keşki bilselerdi.” (Bakara, 165).
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki, Allâh’a, Âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allâh’ın rızâsını gözeterek) yakınlara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman, sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.’’ (Bakara, 177).
"Kullanm sana beni sorduğunda (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua edince, ben o dua edenin de dâvetine icabet ederim. O hâlde onlar da benim davetime (itaatle) icabet ve bana iman (da devam) etsinler. Tâ ki, o sâyede doğru yola ulaşmış ol al ar.” (Bakara, 186).
186. âyeti altında, M.Ü. İlâhiyat Fak. Vakfı’nın Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meal neşrinde şu not da bulunmaktadır:
(Rivayete göre bir bedevî Resulullah (s.a,s)’a: “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa, O’na fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım” dedi. Bunun üzerine, âyet indi. Allâh’ın dâveti iman ve itaattir. Allah, iman edip, itaat edenlerin dualarını kabul edeceğini vaat etmiştir. Gerçek manada iman edip, Allâh’a kulluk edenlerin duası kabul olunur.)
Bakara, 177. ayette açıkça belirtildiği üzere, gerçek manada iman sâhipleri, Allâh’a, Âhiret gününe, meleklere, Kitap’lar, Peygamberlere, öncelikle inananlar; Allah rızası için, yardım elini, yakınlardan başlayarak, muhtaçlara uzatanlar, namaz kılıp, zekât verenlerdir. Bu kimselerin sözünde durur, sabırlı ve doğru kişiler olduklarına da, aynı ayette işaret edilmiştir.
Yukanda da kaydettiğim gibi bu insani gerçekler, birçok müslüman Türk mutasavvıfının eserlerindeki gibi, Yunus’ta da dile getirilmiştir. Aynca, Yûnus Emre’nin sehl-ı mümtenî üzere, meydana getirdiği beyitlerin te’sir gücü kuvvetli olduğu için, toplumların birçok alanlarına da nüfuz etmiştir.
Yukarıdaki hakikatleri Yunus’un şiirlerinde dile getirdiği şekli ve durumu ile görmeye ve göstermeye çalışalım :
Diregensünler meşâyihe er eteğin dutsun dimiş
Ben severin şol kuhımı yoksul ola sabreyleye
Benden ana yol eyledüm mîrâcuma gitsün dimiş
Şol kahırla kazananlar güle güle yidürenler
Götürdüm perdelerini dîdâruma baksun dimiş
Herbir kişi Dost’a vara armağanın Dost’a vire
Anda bizi anmayanlar. bunda da unutsun dimiş
Fânî dünyeden geçerüz bâkî mülkine göçerüz
Armağan gerekdür Dost’a yüklü yükin dutsun dimiş
Ayıdun Yûnus’a tursun yüzin toprağa sürsin
Ögüdin kendüye virsün okuduğun dutsun dimiş
Tasavvufî metinlerde Dost, Allah yerine kullanılmaktadır. Ehl-i sünnetten mutasavvıflara göre, öncelikle İslâm’ın gerekleri yerine getirilecektir. Başta İslâm peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) olmak üzere, peygamberlere saygı gösterilecek, sonra da ermişlere yönelinecektir ki, bu parçada “er eteğin dutmak” şeklinde ifâdesini bulmuştur. Sonra da yukarıdaki âyetteki esaslara uymak lüzûmuna işaret edilmiştir; yoksulluğa sabredilecek, güçlükle, sıkıntı çekerek kazananlar kazandıklarım yoksullara güle güle yedireceklerdir. Allah, onların gözünden dünyâ perdesini kaldıracaktır ve o kişiler Cemâlullâh’ı göreceklerdir. Armağanını Dost’a vermekten maksat, bir işi Allah için yapmaktır. “Yüzünü toprağa sürmek” ise tevâzû göstermektir.
Şiirde belirtilen bu esaslar kuru bir nasihat şeklinde ifâdeye konulmamıştır; yumuşak bir tarzda beyân edilmiştir. Bilhassa, "öğüdünü kendine vermek”, “okuduğunu tutmak” deyişleri dikkate şayandır.
Allâh’ı seven bir mü’minin O’nun gönderdiği elçiye uyması da esastır ki, bu Âl-i İmran sûresinin 31. âyetinde belirtilmiştir :
“(Habîbim) de ki : "Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı Örtsün. Çünkü Allah çok yarlıga- yıcı, çok esirgeyicidir.”
Yûnus da bu gerçeği birçok beyitinde belirtmiştir. Bilhassa şu beyitleri dikkate değer :
Biti sumla elüne itdüğin gele yoluna
Tanuklar bile bulma dostun düşmenün andadur
Terk idesin taht ü tâcı bulasın itdüğin güci
Muhammed Hak yalavacı şefâatçimüz andadur
Yûnus, her zaman olduğu gibi, kusuru önce kendinde aramak lâzım geldiğini son beyitte şöyle ifâde etmektedir :
Yûnus eğer âşıkise varlığun yokluğa değşür
İman kuşağın berk kuşan di hep eksüklük bendedür
Hayır işlerinde peygamberlerin önde geldiğine, Enbiyâ sûre- sininin 90. âyetinde işaret edilmiştir ki, meâlen şöyledir :
“....Hakikat (bütün) bunlar (bu peygamberler) hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize duâ ederlerdi. Onlar bizim için derin saygı gösterenlerdi.”
O hâlde kullar da, onların yolunda olacaklar ve hayır işleyeceklerdir. Yûnus hakikati bu defa mukayeselere dayanarak dile getirmektedir :
Bir imâret göster bana kim som vîrân olmaya
Kazan şol malı kim senden dökilüp girü kalmaya
Dökülüp kalırsa malun ayruklar ala halâlün
Senden girü kalan malun sana assısı olmaya
Ol malun ki Halîlî’dür hayırlara ilter seni
Ol mal ki, ol Kârûnî’dür ıssı hiç rahat olmaya
İsrâfil sûrum ura tağlar depeler sürile
Bir karınca cevâbım bin Süleyman veremeye
Bu dünya hep ıssız kala altımı malı dökile
Sebil olubanı yata hergiz ıssı bulunmaya
Hey Yûnus Emre ölince var yüri doğru yolunca
Dünyâsını terk idenler yarın hasretde olmaya
Bu şiirde, iyi ve kötü yönleriyle, insan ele alınmıştır. İyi bi kişi, çalışıp kazandığı malı hayâtı boyunca, hayır işlerinde tüketecektir, Halili mal,, hayırlı maldır; Kârûnî mal ise, Kârûn kadar maddî Zenginliği olan kimsenin malıdır; ama, iyi işler için kullanılmadığı sürece insana faydası olmayan maldır.
“Her nefis ölümü tadacaktır”; fakat, “ölmeden önce ölmek”, yâni bu dünyânın zararlı arzularını terk etmek, misal. mala tama etmemek v.b. gereklidir; çünkü, “Ahirette herkese yaptığının karşılığı eksiksiz verilir (Zümer, 70; Zilzâl, 7-8).
Hz. Süleyman Peygamber, karıncaların bile dilini bilirdi (bk. Nemi, 16. -19. âyetler); lâkin îsrâfil sûrunu çalıp da dağlar tepeler sürüldüğü vakit, bir karıncanın bile cevâbını bin Süleyman (a.s.) ’m veremeyeceğini ifâde eden Yûnus, Kıyâmet gününün dehşetine işâret ettikten sonra, kendisinden bahsederek, "Hey Yûnus, ölünce vanp doğru yolunca yürü, (çünkü), dünyâsını terkedenler ’(‘ölmeden önce ölenler”), öbür dünyâda hasrette olmaz” demektedir.
Görüldüğü üzere, Allah’ı tam anlamiyle seven bir mü’min, toplumunun, yukarıdaki âyetlerde belirtilmiş sorumluluklarını taşıyacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, hizmetine birçok varlık ve imkânların verildiği belirtilen insan (bk. Bakara, 29; Ra-d, 2-4; îbrâhim, 32-34; Nahl, 5-14, 78, 80, 81; Isrâ, 70; Enbiyâ, 30, 32; Hac, 36, 37, 63-65; Şüarâ, 132-134; Nemi, 60-64, 86; Kasas, 71-73; Ankebût, 60-63; Rûm, 20-25, 50; Lokmân, 20, 29, 31; Secde, 27; Sebe’, 24; Fâtır, 12, 13, 27, 28; Yâsîn, 33-36; Zümer, 6-21; Mü’min, 61, 64, 79, 80; Zuhruf, 10-13; Câsiye, 12-13; Kaf, 7-11; Rahman, 1-12; Vakıa, 58-59, 63-65, 68-73; Mülk, 15; Nâziât, 30; Nebe\ 6-16), bunların kıymetini bilmekle yükümlüdür ki, bu konular, Yûnus’un şiirlerinde, taklîdedi- lemez bir üslûp ile işlenmiştir. Bilhassa, îsrâ sûresinin 70. âyetine (meâlen) Yûnus Emre’nin pek çok şiirinde yer verdiğini görüyoruz ki, o âyetin meâli şöyle verilmiştir : “Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vâsıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel nzıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”
M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı’nm neşrettiği “Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli”nde, bu âyete aşağıdaki not eklenmiştir :
(Görüldüğü gibi, bu âyette Allah Teâlâ, insanoğluna olan lütuf ve ikramının bir hulâsasını yapmakta ve âlemdeki Özel yerine işâret etmektedir. Müfessirlere göre, insanın şan ve şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü; Allâh’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz ve kulak gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka bir takım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, âletler îcâdetmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç alâkasını görmesi ve bu sayede, geleceğe yönelik programlar ve hazırlıklar yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel, çirkin kavramlarına sahip olması; kısaca, maddî ve bedenî, ahlâkî ve rûhî meziyetleri hâiz olmasıdır).
Yûnus Emre’nin, ilim ve âlim konulan üzerinde de çok durduğunu görüyoruz. Bu husus Fâtır sûresinin 28. âyetinde açıklanmıştır ki, meâlen şöyledir:
“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kullan içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, dâimâ üstündür, çok bağışlayandır.”
Dünden bugüne birçok müslüman mütefekkir ve şâir, ilmin değerini ön planda tutmuşlardır. Fakat, Yûnus bu konuyu da Kur’ân-ı Kerim’e dayanarak, mukayeseli bir şekilde ortaya koymuştur. Kur’ân’ın insan hayâtına nasıl yön verdiğini gösteren aşağıdaki parçası bunun -sağlam bir delilidir :
Lâ-Şerîk’ten okırsın yine şerik katarsın
Bire iki dimeği kimden fetva tutarsın
Dîn ü îman bünyâdı doğnılıg u girçeklik
Ol tamâm olmayıeak neyil din tutarsın
Çün Kur’an gökden indi Allah am buyurdı
Andan haber virsene hâ Kitab’dan utarsın
Çünki okıdun Kitab biş anca gerek edeh
Ol fariza sende yok eyle dut kim tadarsın
Dört Kitab’ın manîsin Mustafâ cem’ eyledi
Anı unutdun benzer zerkile zühd satarsın
İlm okımak bilmekdür belki kendüyi bilmekdür
Çün kendüyi bilmezsin bir hayvandan betersin
Um okumak hâsılı ibret anlamak içün
Çün ibretden degülsin görmedin taş atarsın
Bu gazel-ilâhînin 1. beyitinde Allâh’m eşi ve benzerinin bulun- madiği belirtilmiş olup, bu husûsa Kur’ân’ın birçok âyetinde işaret edilmiştir (bk. Bakara, 22; En’âm, 101; Meryem, 65; Şûrâ 11; îhlâs, 4),
2. beyitte, din ve İmânın temelinin doğruluk ve gerçeklik olduğu dile getirilmiştir ki. Allah sevgisi ile ilgili âyetlerde bu esas ortaya konulmuş bulunmaktadır. Bilhassa, İnsan sûresinin 3. âyetinde, insana doğru yolun gösterildiği açıkça bildirilmiştir.
3. beyitte Kur’ân’ın nâzil olduğuna dâir âyetlere telmih vardır (bk. Duhân, 2, 3, 22; Kadr, 1; Furkan, 31, 32; Bakara, 185; Ankebût, 50,51); aynı zamanda, Kur’ân’ın azameti de belirtilmiştir (bk, Haşr, 21).
4. beyitte beş vakit namaza işaret vardır ki, bir müslümanın tıamaz kılması gerekliliği Kur’an’da pek çok defa bildirilmiştir. Tes- bit edebildiğim kadariyle, bilhassa namazla ilgili 85 âyet mevcuttur. Namazın fara oluşu ise, Nisâ sûresinin 103, âyetinde açıklanmıştır.
5. beyitte belirtilen dört kitap, Tevrat, İncil, Zebûr ve Kur‘ân’ dır. Hz. Muhammed (s.a.s.) dört Kitab’ın mânâsını cem’etmiştir (bk. Ahkaf, 29-30; Yûsuf, 120). Bu beyitte, hile ile zâhidlik taslamaya da işâret edilmiştir. Allâh’ı seven bir mü’mınin mes’ûliyetleri ve yapması yapmaması gereken hareketler konusunda ilgili âyetleri belirtmiştik.
6. beyitte ilim okumanın maksadının bilmek olduğunu söyleyen Yûnus, konuyu, hattâ kendini bilmektir ifâdesiyle açıklığa kavuşturmaktadır. Üstün bir varlık durumunda yaratılmış bulunan insan (bk. Bakara, 34; A’râf, 11, 172, 173; Hicr, 29-30; Isrâ, 61, 62, 70; Tâ-hâ, 55; Tegâbun, 3; Tîn, 1-5) yaratılışının gâyesini bilerek, ibâdet etmelidir (Hicr, 99; Zâriyât, 56, 57; Mülk, 2; Cin, 16, 17).
7. İlmi ibret almak için okumak gerekliliğine de temâs eden Yûnus, burada insanıiı kendisinde mevcut ibretlere işâret etmiştir (Bk. Fussılet, 53; Câsiye, 4; Zâriyât, 21; Târik, 5-7).
Yûnus Emre, eserlerinde Kur’ân’ın toplumla ilgili ayetlerinden aldığı ilhamla konulara eğilmiş, yaralan açarak tedaviye çalışmış, bu gidiş yolu ile de beşeriyetin her alandaki problemine ışık tutmuştur. O, insanların dertlerine, Kur’ân-ı Kerîm ışığında çâre arayan mânevi bir tabiptir.
KAYNAKLAR :
Faydalandığım tefsirler Haşan Basri Çantay, Diyânet İşleri Bask, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Ankara, 1973); İFAV,, Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli (İstanbul, 1990). -
Faydalandığım Dîvan’lar, F.K. Timurtaş, Yûnus Emre Divanı (Kültür ve Turizm Bakanlığı nşr. (Ankara, 1986); Husûsî kütüp. yazmaları ve yazma fotokopileri (Bibi. Nat. ve H. Ritter yazmalarından).