Makale

Neden Yapıcı Değiliz

Neden yapıcı değiliz?

Halil SEVGİN
Diyanet İşleri Emekli Başkan Yardımcısı

Zaman zaman devlet çarkı’nın nasıl işlediğine, bürokrasinin nasıl çalıştığına bakıyorsunuz; insanlara sağlık hizmeti sunduğu için çok önemli görev ic- râ eden bir hastanenin içleri acıtan durumuna şahit oluyorsunuz. Bir müddet sonra oraya yeni bir başhekim atanıyor; hastane kısa zamanda düzeliyor. Sanayi ve ticaretle ilgili olup, devlete önemli gelir sağlayacak kurumlan izliyorsunuz, senelerce zarar içerisinde olan kurum; bir genel müdür değişikliği ile hemen olumlu yönde ilerliyor ve kâra geçiyor. Bunları görmek için allâme-i cihan olmaya da gerek yok. Bu tür uygulamalar, biraz gözlem sahibi olanlar, hafif araştırma rûhu taşıyanlar için apaçık ortadadır. Burada, yetişmiş ve seviyeli insan unsurunun önemini vurgulamak istiyoruz.
Öğretmenlik görevinde bulunduğum esnâda; en alt sınıftaki öğrenciler bile memleketin hâlinden şikayetçi oluyor, örnekler ortaya sürüyor ve benden çâre soruyorlardı. Ben onlara; sizin haklı olarak şikayetçi olduğunuz o kişiler hep şu sıralarda oturmuşlar ve bu okullardan mezun olmuşlardır; şeklinde cevap veriyordum. Çocuklar ne demek istediğimi çok güzel anlıyorlar ve Atatürk’ün gençliğe verdiği önemi, eğitimin millet hayatındaki yerini, benim bu sözlerimle daha güzel kavrıyorlardı.
Söz bu aşamaya gelmişken okullarımızın ve öğrencilerimizin durumuna biraz daha değinmek isterim. Okullarımıza ve öğrencilerimize dikkatle baktığımızda; oralarda maddî-manevî ne büyük bir hâzinenin varlığını görmemek için insanın her yönüyle çok duyarsız olması gerekir. Her öğretim yılında âileler, büyük bir ihtimamla hazırladığı sevgili yavrularım okullara teslim ederler. Bu yavrular tertemiz bir ruhla, her türlü kötülükten arınmış bir kalple, öğretmenin vereceği bilgileri ve terbiyeyi almaya hazır durumdadırlar. Daha açık bir ifâdeyle öğretmenin elinde imâlât için pek müsâit bir hammadde konumundadırlar. Bu hammaddenin çok büyük bir bölümü imâlâtçının mahâretine göre, her türlü olumlu kalıba girecek ve gelecekte memleketin hayrına iş yapacak nitelik ve yetenekte çocuklardır. Bu yeteneklerin gerektiği biçimde kanalize edildiği ve yetiştirildiği kanâtında değilim. Yani elde un var, şeker var, yağ var ancak helva ortaya çıkmıyor. Bu olmayınca da toplumun çoğunluğunu teşkil eden kimselerin ilim ve kültür yönünden istenen seviyeye ulaşmaları gerçekleşmiyor. Bu durum da ulusun kalkınmasını engelliyor.
Ben de bir müddet bu mesleğin içerisinde bulunduğumdan, kimsenin beni, şu kanâatımdan dolayı eleştirmesine gerek yoktur. Zira, önce kendimi tenkid ediyorum.
Ömer b. Abdülaziz Emevi halifelerinin seki- zincisidir. Annesi tarafından Hz. Ömer’in torunudur. Adâlet, ilim ve diyanetle muttasıf idi. Bu yönüyle dört halifeye ilâve edilerek, Müslümanlarca, bunların beşincisi sayılır ve Emiru’l-Mü’minin diye anılırdı. İşte bu muhterem zât; zamanın büyük âlimlerinden Ebû Bekr b. Hazm’e şu kayda değer mektubu yazmıştır: “Rasûlullâh’ın hadislerinden ne bulursan yaz. Zira ben ilmin yok olacağından ve âlimlerin göçüp gitmesinden korkar oldum. Hadisleri toplarken Rasûlullâh’ın sözlerinden başkası kabûl edilmesin. Bir de ilim sâhiplerine söyleyiniz, ilmi yaysınlar, herkese söylesinler. İlim ehli belirli yerlere oturarak ders versinlerki, bilmeyenlere öğretilmiş olsun. Zira ilim gizli birşey haline getirilirse yok olur.” (1),(2)
Şu sözlerden ve direktiflerden anlaşılmaktadır ki, ilmin öğretilmesi, onun yayılması ve gizlenmemesi, üzerinde önemle durulması gereken konuların başında gelmektedir. Çünkü temiz ahlâklı, faziletli olmamn yolunu ilim gösterir. Ömer b.Ab- dülaziz bu önemi iyi kavramıştır.
Zamanımızda imkanlar dünden daha fazla, ilim öğretme ve yayma yollan ve vâsıtaları dünden çok çok üstündür. Bu imkânları iyi değerlendirelim.
Ali Yakup Cenkçiler isimli bir zât kısa bir süre İstanbul’da hocamız oldu. Bu muhterem kişi bizle- re sık sık şöyle diyordu! “ Görüyorsunuz hiç boş vaktim yok. Şayet boş zaman bulabilirsem hemen İstanbul’un bir mezarlığına koşuyorum. Kabristanda dolaşmak, mezar taşlarındaki o kitabeleri okumak beni başka âlemlere götürüyor, rûhumu ibretlerle dolduruyor.” Bu vesile ile hocamızı rahmetle anıyorum.
-Hikmet sahibi bir kimseye soruyorlar; insanoğlu için en etkili nasihat hangisidir?
- O şöyle cevap veriyor: Ölüler mahallesine (mezarlığa) bakmak. (3)
Günlük hayatımızda adına sık rastladığımız, ve Abbâsiler devrinde yaşadığı bilinen Behlül Dânâ’yı bir aıa Bağdat mezarlığı’nın girişinde bekler, görürler ve derler ki, “Devamlı burada bulunmanızın sebebi nedir?
-O şöyle cevap verir: “Para kesem çalındı da.” -Para kesenizin çalınmasıyla mezar girişinde beklemenizin ne ilgisi var?
-İkinci kez cevabı şöyledir: “Onu alan kişi nasıl olsa bir gün buraya gelecektir.”
Bu tesbitlerden sonra şu hükme varmalıyız: Kendi menfatımızı ülke menfatına yeğ tutmayalım. Biraz olsun hak hukuk tanıyalım. Ben yerim, içerim, başkası ne yaparsa yapsın demeyelim. Bol bol tarih okuyalım. Mezardan ibret almaya çalışalım. Mahşer yerini, hesâb gününü düşünelim. İslâm’ın neden “oku” diye başladığını, kafalarımızda ve gönüllerimizde değerlendirelim ve şu aşamada yine biraz Mehmet Âkif Ersoy’u konuşturalım.
Göster, Allahım, bu millet kurtulur, tek mu’cize;
Bir “utanma hissi” ver gâib hazînenden bize!
Biraz yalın fakat; ibretâmiz olduğunu düşündüğüm şu yazıyı atalarımızın bir deyimiyle noktalayalım.
“Anlayana sivri sinek saz gelir,
Anlamayana davul zuma az gelir.”

(1): Tec. Sarih. Ter. 12/58.
(2): Tec Sarih. Ter. 1/82.
(3): Siyâsetti’1-Fühül; 106.


ALİ YAVUZ’UN ARDINDAN

Balıkesir’in Savaştepe İlçesinde vâiz iken kaybettiğimiz merhum Ali Yavuz’dan kısaca söz etmek isterim.
Ali Yavuz’la altmışlı yılların sonunda ve yetmişli yılların başında Diyanet İşleri Başkanlığında tanıştık. Bu tarihlerde ikimiz de, hem Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne devam ediyor, hem de Diyanet’te görev yapıyor idik. Rahmetli, İlahiyat Fakültesi’ne lise çıkışlı olarak gelmesine rağmen başanlı olmuş arkadaşlarımızdandı.
Mezuniyet sonrası Manisa-Demirci ve Çanakkale-Yenice Müftülüğü görevlerinde bulunduktan sonra, Başkanlığın İstanbul-Haseki’de açtığı Arapça kursuna katıldı. Böylece kader bizi ikinci kez bu kursta da bir araya getirmiş oldu. Adı geçen kursun sona ermesiyle Ali Yavuz, Balıkesir merkez vâizliğine tayin edildi.
Bu görev esnasında, o günkü ortamdan yararlanmak isteyen bazı kimselerin azizliğine uğrayarak kısa bir müddet tutukluluk hali de yaşadı. Bilahare işin asılsız ve düzmece olduğu mahkeme tarafından anlaşılınca, bu tutukluluk beraat- le sonuçlandı.
Ali Yavuz o hâdiseden sonra Tekirdağ merkez vâizliğine atandı. Merhum, bu zamansız atama olayını, kuramımdan destek beklerken, cezalandırma olarak algıladı ve istifa etti. Günümüzden bir yıl öncesine kadar ticaretle iştigal etmekte idi. Ticaret esnasında da; gayr-i resmi olarak irşad görevine devam ediyor, mahalli radyolarda konuşuyor, gerekirse köylerde va’z-u nasihatta bulunuyordu. Yaklaşık bir yıl önce Balıkesir/Savaştepe Vâ’izliği’ne atanmıştı. Bu görevinde de başarılı olduğunu, yapıcı konuşmalarının cemaat tarafından takdirle karşılandığını işitmekte idik.
Kendisinden daha üst görevler beklediğimiz, tecrübesinden ve olgunluğundan yararlanacağımız bir anda ve erken bir yaşta (52) onu aniden kaybettik.
Diyanet camiasına, yakınlarına ve bütün sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
Allah rahmet eylesin.
Halil Sevgin
Diyanet İşleri Emekli Başkan Yardımcısı