Makale

SUÇ VE CEZA KAVRAMLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

SUÇ VE CEZA
KAVRAMLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Doç. Dr. Fikret KARAMAN
Elazığ Müftüsü

Toplumun birer üyesi olan fertlerin olumlu ya da olumsuz davranışlarına karşılık olmak üzere konulan bazı ortak müeyyideler vardır. İnsanların birlikte yaşama teamülü dikkate alındığında, disiplin ve ahengi korumaya matuf olan bu müeyyideler daha da önem arz etmektedir. Çünkü insan unsurunun olduğu yerde hata, kusur, yanılma ya da örnek olmak gibi davranışlarla karşılaşmak kaçınılmazdır. İşte toplumda meydana gelen bu tür olumlu veya olumsuz olayların hukuk literatüründeki karşılığını “suç ve ceza” kavramlariyle açıklamak mümkündür.
Gelip geçmiş veya halen yaşayan bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi İslam Dini’nde de “suç ve ceza” unsuru üzerinde durulmuştur. Çünkü bu kavramlar arasında yakın bir ilişki vardır. Aralarındaki orantının daima birbirini denklemesi gerekmektedir. Aksi halde suç ve ceza anlayışı ya da uygulaması tarafların sübjektif değerlendirilmesine bırakılması halinde çoğu zaman kin, husûmet, zulüm hatta kan davasına yol açabilir. Esasen toplumun vaz geçilmez şartı olan adalet ilkesi de ancak suç ve ceza arasındaki hassasiyetin korunmasıyla sağlanabilir. Konunun detayına geçmeden önce bu iki kavramın tanımına göz atmakta yarar vardır.
Suç: Kanuna, töreye, ahlaka, toplumsal kurallara aykırı olan, yasalarda karşılığında ceza öngörülen fiil ve davranışlardır. Kusur, hata, şer ve cürüm gibi kelimelerle de ifade edilmektedir, (l) İslam hukukunda suç tarif edilirken genellikle “Yüce Allah’ın had veya tazir cezası koyarak menetmiş olduğu dinî mahzurlardır.” şeklinde açıklandığı görülmektedir. Buradaki “mahzurlar” terimiyle, yasaklanmış bir hareketi işlemek veya emredilmiş olan bir fiili yapmamak kasdedilmektedir. “Dini mahzurları” deyimiyle de bir şeyin suç olabilmesi için dinen yasaklanmış olması gereği şart koşulmuştur. Bu tanımdan da anlaşılıyor ki bir fiil yahut birşe- yi yapmak veya yapmamak, ancak bir ceza gerektirdiği zaman suç sayılabilir. Şu halde bir şeyin yapılması veya yapılmaması konusunda ceza gerekmezse o şey suç değildir. Zira, modem hukuk da, suçu kanunun yasakladığı bir şeyi yapmak veya kanunun emrettiği bir şeyi yapmamak diye tarif etmektedir. Şu halde bir şeyin yapılması veya yapılmaması konusunda ceza gerekmezse o şey suç değildir. (2)
Ceza: Sözlükte isim olarak “Bir şeyin karşılığı veya bedeli” masdar olarak da “iyi veya kötü olan bir fiil ve davranışın tam ve yeterli karşılığını vermek” anlamına gelir. İslam literatüründe cezanın terim olarak biri genel, diğeri, özel olmak üzere başlıca iki manada kullanıldığı görülür. Genel anlamda ceza; dünyevî veya uhrevî mahiyette özendirici veya caydırıcı müeyyideden ibarettir. Özel anlamda ise dünyada yerleşmiş, benimsenmiş kurallara aykırı davranışları önlemek amacıyla hukuk düzeni tarafından suçluya uygulanacak maddi ve manevi müeyyideyi ifade eder. (3)
İslam Dini iman, ibadet, davranış alanlarındaki prensiplerin uygulanmasını sağlamak, bunlarla ilgili emir ve yasakların ihlalini önlemek, ferdî ve sosyal hayatı bütün yönleriyle ıslah etmek amacıyla gerek dünya, gerekse ahiret hayatına yönelik olarak bir takım özendirici veya caydırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir. Bu nedenle cezada esas olan, işlenen fiil ve verilecek karşılık arasında makul bir dengenin bulunmasıdır. Başka bir ifadeyle iyilik veya kötülüğe verilecek karşılığın yapılan fiile denk ve dolayısıyla adil olması gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in yüz kadar ayetinde ceza kelimesi birbirine yakın anlamlarla zikredilmektedir. Bizim bu yazımızda üzerinde durmak istediğimiz asıl konu suç ve cezanın birbirine eşitliği hususudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in şu ayetleri de bu denklik konusunun önemine işaret etmektedirler:
“... Kim size saldırırsa, aynısı ile karşılık verin...” (4)
“... Kim iyilikle gelirse, ona yaptığı iyiliğin on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse, o sadece getirdiği kadariyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (5)
“Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun ödülü Allah’a aittir. Doğrusu o, zalimleri sevmez.” (6)
“Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa öylelerinin aleyhine bir yol yoktur, (onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar) (7)
Cenab-ı Hakk’m bu ayetlerle kullarına vermek istediği ortak mesaj, işlenen bir suça daha ağır bir ceza vermenin doğru olmadığı, yapılan kötülüğün cezasının, ancak dengi bir kötülük olabileceği şeklindedir. Fakat hatayı affedip uzlaşmak da mümkündür. Hatta bu son yolun tercih edilmesi daha uygun olduğu bildirilmektedir. Mekke’de nazil olduğu bildirilen şu ayetler de bu hususu teyid etmektedirler: “Affı al, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.” (8) “Eğer bir topluluğa azabedecekseniz, size yapılan azabın eşiyle azabediniz. Ama sabrederseniz, andolsun ki o, sabredenler için daha iyidir.” (9) Bu ayetlerle suç ve cezanın eşitliği ya da bağışlanması konusunda vurgulanmak istenen ana hatlar şöyle sıralanabilir:
1- Yapılan bir kötülüğe ancak onun dengi bir ceza verilebilir. Daha fazlası verilemez. Fakat kötülüğü affedip uzlaşmak veya bağışlamak daha iyidir.
2- Allah zulüm edenleri ve kötülük yapanları sevmez. Affedip uzlaşanları özellikle hakkından vazgeçip mertlik gösterenleri ödüllendirir.
3- Yapılan bir kötülüğe misliyle karşı koyanlar kınanmazlar, çünkü nefsi savunmak meşru bir haktır.
4- Durup dururken haksız yere başkasına saldıranlar kınanır ve Allah onları cezalandırır.
Kötülüğe karşı koymanın yani kendini savunmanın meşru bir hak, fakat affetmenin de bir fedakarlık olduğu belirtilmektedir. Ancak kamu düzenini bozacak, saldırganın cesaretini arttıracak ve onu başka saldırılara itecekse o zaman affetmek doğru olmaz. İnsanların el birliğiyle o kötülüğü önlemeleri ve suçluyu cezalandırmaları gerekir. Çünkü cezayı uygulamanın bir hikmeti de toplumun disiplin ve ahengini sağlamaktır. Toplumun huzur ve asayişini ilgilendiren bir hakkı ödemenin eksikliği ve fazlası zulüm, misli ile karşılık ise adalettir.
Günümüzde en modem toplumların bile kamu düzenini ve huzurunu sağlamak amacıyla teknolojinin bütün nimetlerinden yararlanmalarına rağmen nüfus hareketliliğinin olduğu yerlerdeki suç çeşitlerini ve oranlarını kontrol altına alamamışlardır. Bazı önemli yerleşim merkezlerinde işlenen polisiye suçların daima artma temayülünde olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin Almanya’nın Berlin şehrinde yıllık 250 bin suç işlenmekte olup bu şehir nüfusunun her 15 kişiden birinin, Fransa’nın başkenti Paris’te 300 bin suç işlendiği bu da nüfusun her 30 kişiden birinin, İstanbul’da ise yılda 125 bin suçun işlendiği bunun da her 77 kişiden birinin suç işlediği anlamına gelmektedir. Diğer ülke ve şehirlerde işlenen suç miktarları da bu örneklerden çok farklı değildir. O halde bu rakamları aşağıya çekmenin tek yolu işlenen suçun karşılıksız kalmaması, özellikle meçhul cinayet haline dönüşmeden durumuna uygun denk bir ceza ile caydırıcı olabilecek tedbirlerin alınmasıdır.
Ayrıca suçun mahiyeti, fert ve toplum düzenine verdiği zararı, bu tür davranışlarla gerçeğe ulaşılamayacağına dikkat çekilerek kaliteli ve kapsamlı bir eğitimin de önemini burada hatırlatmak gerekir. Aslında her toplum anayasal bir sorumluluk ve görev anlayışı içinde gençlik kesimi başta olmak üzere bütün fertleri içki, uyuşturucu maddeler ve kumar başta olmak üzere onları muhtemel tehlikelerden uzaklaştırmak sağlıklı, morali yüksek, kendi öz değerlerine bağlı, insan haklarına saygılı, azimli, sabırlı ve sağlam karakterli insan yetiştirmek olmalıdır. Böylece daha az suç işleyen model bir toplum olarak yaşamak mümkün olabilir.
Suç ve ceza işlemlerinin değerlendirilmesinde dikkat edilecek diğer bir husus da “Şahsîlik” prensibidir. İslâmî ölçülere göre suçtan sadece onu işleyen sorumludur. Ne kadar yakın dost veya akraba olursa olsun hiç kimse başkasının suçundan sorumlu değildir. Cezalar da şahsidir. Ancak suç işleyenler ile onlara iştirak edenlere tatbik edilebilir. Nitekim şu ayetler de bu hususu teyid etmektedir:
“Hiçbir günahkar (suçlu) başkasının günahını (suçunu) çekmez.” (10)
“Kim yararlı bir iş yaparsa, yararı kendinedir ve kim kötülük yaparsa o da kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (il)
Görüldüğü gibi herkesin yaptığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Allah kullarına haksızlık etmez yapmadıkları veya iradeleri dışında geçen işlerden dolayı cezalandırmak suretiyle onlara zulmetmez. Zira kulun iradesi dışında gelişen olaylardan ötürü cezalandırılması zulümdür. Oysa ki Yüce Allah zulümden uzaktır.
Suç ve ceza hakkında yapılan bu değerlendirmeden de anlaşıldığı gibi her ikisi de insan unsuru ile yakından ilgilidir. Elbette insan melek değildir. Fakat suç ve hataya sürüklenmesi için tamamen şehevî ve behimî duygularına esir olmuş şuursuz bir varlık da değildir. Tam tersine ikisinin ortasında Cenab-ı Hakk’m bütün canlı varlıkların içinde “Ahsen-i Takvim” üzere yarattığı ve yeryüzünde kendisine halife olarak seçtiği akıl, irade, iman ve muhakeme gibi nimetlerle donattığı sorumlu ve şerefli bir varlıktır. O halde insanın daima suç ve cezaların üzerinde tatbik edildiği bir varlık şeklinde görülmesi doğru değildir. Tersine o toplumun, huzur ve asayişinde üzerine düşen sorumluluğu ve emanete riayeti yerine getirmek zorundadır. Nitekim, akıl, iman, ahlak ve ibadet şuuru da bunu gerektirmektedir. Bir gün Ensardan Nevvas bin Sem’an Hz. Peygamber (a.s.)’e gelerek iyilik (Birr) ve kötülük (İsm) hakkında sordu: Sevgili Peygamberimiz (a.s.) da bu iki kavramı bütün beşeriyete hukuki, ahlaki ve sosyal anlamda bir ders olmak üzere şöyle cevaplandırdı:
- “İyilik, güzel ahlaktır. Kötülük ise, işlendiği zaman gönlünün rahat etmediği, göğsünün adeta karıncalanıp tırmandığı ve diğer insanların bu durumu bilmelerini arzu etmediğin davranışlardır.” (12)
Evet Kitap, Sünnet ve kamu vicdanının öngördüğü ölçülerle suç ve ceza kavramlarına bakıldığında bunlar etrafını tehdit eden ya da tehlike saçan eylemler değildir. Tersine fert ve toplumun huzur, güven ve sükûnetini korumaya matuf ikaz ve işaretlerdir. Bu hadisin örneğinde görüldüğü gibi sağlam bir iman ve olgun bir ahlak anlayışıyla toplumda her geçen gün artarak devam eden hırsızlık, yaralama, trafik kazası, kavga, zulüm, başkasının malına, canına ve ırzına tecavüz gibi olumsuz eylemlerin önüne geçilebilir. Çünkü kasıtlı olarak işlenecek her kötülük sadece muhatabını değil kendisinin iç dünyasını ve ruh âlemini huzursuz edecektir.
Sevgili Peygamberimiz (a.s.)ın şu hadisi de konumuzla yakından ilgilidir:
Aziz ve Çelil olan Allah şöyle buyurdu: Kulum bir iyilik yapmayı (zihninde) geçirdiği zaman, yapmadığı halde ben onu kendi lehinde bir iyilik olarak yazarım. Eğer yaparsa ben bunu on misli ile yazarım. Bir kötülük yapmayı (gönlünde) geçirir de yapmazsa, bu kötü niyetini mağfiret ederim. Eğer bunu gerçekleştirirse yaptığı kötülüğü aynı ile yazarım.” (13)
Bu hadis, genel manâ ve esprisiyle bütün insanlığı hayra, fedakarlığa, iyi niyete, dürüstlüğe, davet ve teşvik etmektedir. Buna karşılık insanın düşünce planında tasarlayıp henüz eyleme dönüştürmediği kötülüklerden sorumlu olmayacağı, hatta geri adım atarak bu düşüncesinden vaz geçmesi halinde onun da hayır ve güzellik olarak amel defterine tescil edileceği, şayet beşerî zaafına kapılarak düşünce planındaki bu kötülüğü eyleme dönüştürmesi durumunda da bunun tek bir hata olarak kabul edileceği belirtilmektedir. İstendiği takdirde zaman içinde tövbe ve pişmanlık yolu ile bu hata ve yanlışlıklarının da bağışlanabileceği kuvvetle muhtemeldir. Gerçekten Kur’an, Sünnet ve İslam’ın genel uygulama formülü de bu istikamettedir. Doğruluk, iyilik, hayır ve fedakarlık, daima en yüksek hedef olarak gösterilmiştir. Suç sayılabilecek her türlü, hata ve davranış biçimlerine de dikkat çekilmiştir. Ceza ise toplumun huzur güven, disiplin ve adaletin korunması için zulüm ve ayrılığa düşmeden suçun mahiyetine eşit olarak yerine getirilmesi gereken bir kamu görevi şeklinde değerlendirilmelidir.

1 Büyük Larousse, Sözlük ve Ansiklopedisi, Geli şim Yayınlan, 1986,1st., c.17, s. 10844
2 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Vakıf Yayınları İşletmesi, 1993,1st. c.7, s.469.
3 Abdulkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk (Tere. Akif Nuri), İhya Yayınlan, 1976, İst. c.l, s.89.
4 Bakara, 2/194.
5 En’am, 6/160.
6 Şûrâ, 42/40.
7 ŞÛrâ, 42/41.
8 A’raf, 7/199.
9 Nahl 14/126.
10 Fatır, 35/18.
11 Fussilet, 41/46.
12 et-Tac,c.5, s.3.
13 Müslim, İman, 205.