Makale

HZ. PEYGAMBER’İN ÖRNEKLİĞİNDE Birlikte Yaşama ve Hoşgörü

HZ. PEYGAMBER’İN ÖRNEKLİĞİNDE
Birlikte Yaşama ve Hoşgörü

Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı

Yeryüzü bütünüyle Allah’ın mülkü, insanlar da Allah’ın kuludur. Hz. Peygamber belli bir zaman ve mekâna ya da topluma değil, tüm insanlığa rehber olarak gönderilmiştir. O’nun vasıtasıyla tüm zamana ve insanlığa duyurulan evrensel mesaj, dillerin ve renklerin farklılığının Allah’ın ayetlerinden olduğunu özellikle belirtmektedir.
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/22.)
O hâlde bizler farklılıkları toplumsal bir zenginlik olarak görebilmeli, “insan” üst kimliğinde birleşerek, insana insan olduğu için saygı duyabilmeliyiz. Veda Hutbesi’nde Hz. Peygamber’in: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur.” hitabı, çağlar üstü bir mesajı; söylendiği anki hikmet ve değeriyle bugüne aynen taşımaktadır. Bu hitap aynı zamanda, Rasulüllah’ın yaklaşık yirmi üç seneyi bulan risalet sürecinde farklı din mensuplarıyla olan ilişkilerinin, topyekûn insanlığa bakışının ve bu anlayışla ortaya koyduğu uygulamalarının son aşamada kelama/evrensel bir mesaja bürünmüş hâlidir.
Hz. Peygamber hicretin hemen akabinde farklı dinî gruplarla anlaşma imzalamış, bu insanlarla komşuluk ilişkilerinde bulunmuş, alışveriş yapmış, hatta Yahudi asıllı olan Hz. Safiyye ile evlenerek, onu risalet hanesinin hanımları ve müminlerin anneleri arasına katmıştır. Bir gece vakti hüzün ve gözyaşıyla ayrıldığı Mekke’ye bir gün fatih olarak döndüğünde kimseye ceza vermemiş, hiç kimseyi inancını değiştirmek için zorlamamış ve müşriklerin öncülerinden olup da İslam’a girenleri değişik biçimlerde onurlandırmıştır.
Farklı görüşlere tahammülün giderek kaybolmaya başladığı ve insanların her geçen gün birbirlerini daha az anladığı hatta anlayamaz hâle geldiği günümüz dünyasında, karşımızdakini ötekileştirmeden, Allah’ın bir ayeti olarak görüp anlamaya çalışmak ve hoş görebilmek erdemine ve Rasulüllah’ın bu konudaki örnekliğine ne kadar da ihtiyacımız var.
Hoşgörülü olabilmek için olaylara ve insanlara bakışımızı değiştirmek, farklılıkları zenginlik olarak görebilmek gerekir. Hoş görmek, beraberinde engin bir sabır ve affedebilme erdemini gerektirir. Nitekim Yüce Rabbimiz öfkeyi yenme ve insanları affedebilmeyi başaranları övmekte, onları cennetle müjdelemekte ve bu kullarını sevdiğini açıkça ifade etmektedir. (Âl-i İmran, 3/134.)
Kutlu doğumunu andığımız Hz. Peygamber’in hayatında sabretmenin, affetmenin ve hoş görmenin en can alıcı örneklerini görmekteyiz. O, Taif’te taşlandığında; “Allah’ım! Zayıfım, güçsüzüm, herkes beni hor görüp aşağılıyor. Ey herkesin zayıf görüp dalına bindiği zavallıların Rabbi olan Allah’ım! Her taraftan kuşatıldım. Çaresiz ve kimsesiz kaldım. Beni kime emanet ediyorsun Rabbim.” diye yakarıyor, ardından da, “Eğer bana kızmadıysan, ben çektiklerime razıyım Allah’ım.” diyordu. Cebrail (a.s.) gelip, “İstersen şu dağı birleştirip, sana bunu yapanları canlı olarak toprağa gömeyim.” dediğinde, Rasulüllah’ın: “Hayır, ben Rabbimden bunu değil, onların soyundan sadece Allah’a kulluk eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil getirmesini dilerim.” (Buhari, Tevhid, 9.) cevabında, O’nun engin rahmetinin tecellisini seyretmekteyiz.
Bir başka zamanda o Kutlu Nebi’yi, kendisinden ganimet isteyen bir göçebenin, yakasından çekiştirip, canını yakması üzerine, olaya müdahale etmek isteyenleri durdurarak; “Bırakın o öğrenecek.” derken görüyoruz.
Bir keresinde de tuvalet kültüründen yoksun bir bedevinin mescidin bir köşesinde ihtiyacını gidermesi üzerine, tepki gösteren sahabeyi Rasulüllah yatıştırıyor ve bir kova su ile halledilebilecek olan bu meseleyi probleme dönüştürmek isteyenlere: “Siz kolaylık gösterici olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı değil.” diyordu.
Böyleydi Hz. Peygamber, başka türlü olması da düşünülemezdi. Zira Rabbi ona: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile!” (Âl-i İmran, 3/159.) hitabında bulunmuştu.
Hz. Peygamber (s.a.s.), insan haklarına saygı, insan onuruna hürmet ve insana hizmet adına, ona gülümsemeye de, yoldan eziyet veren bir şeyi kaldırmaya da sadaka ölçüsünde değer atfetmiştir. En temel insan haklarının ayaklar altına alındığı günümüzde, bu ifadelerin ve davranış modelinin taşıdığı anlamı yeniden keşfetmeye ne kadar muhtacız.
Hoşgörü eksikliğinin önemli bir sebebi; kendimizi sorgulayamamak, bilakis hep haklı ve kusursuz görmektir. Oysa İslam anlayışında nefis muhasebesi son derece önemli kabul edilmiştir. Rabbimiz de: “Kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva üzere olduğunu O çok iyi bilir.” (Necm, 53/32.) buyurmaktadır. Hucurat suresi 12. ayette de; “Birbirinizin ayıp ve kusurunu araştırmayın.” denilerek, kusur görme ve ayıp bulma hastalığından mutlaka kurtulmamız gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu hakikat, rahmet peygamberinin lisanından: “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter.” müjdesiyle bizlere duyurulmuştur.
Hoşgörünün temel ilkelerinden biri, insanların şahsiyetini rencide etmemektir. Günahkâr da olsa kimseye hakaret etmemek, onurunu kırmamak İslami bir prensiptir. Nitekim Hz. Peygamber, zina için kendisinden izin isteyen genci, onu rencide etmeden bu yanlış düşüncesinden vazgeçirmiş ve onu iffetli yaşamanın gereğine inandırmıştır.
Her ne sebeple olursa olsun insanları küçümsemek, onlarla alay etmek İslam ahlakıyla asla bağdaşmaz. Yüce Rabbimiz; “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat, 49/11.) buyurarak insanlarla alay etmenin kötü bir davranış olduğunu açıkça belirtmektedir.
İslam’ın özü incitmemek ve incinmemektir. Yunus ne kadar güzel ifade etmiş:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gördük
Yaratan’dan ötürü
Kutlu Doğum etkinliklerinin, magazin malzemesi yapılmasına fırsat verilmeden, gerçekten ihlas ve samimiyetle Hz. Peygamber’i anlamaya, bir haftaya serpiştirilen bilgi ve duygu şöleninden bir ömür boyu istifade edilecek gönül azığı derlemeye vesile olması temennisi ile Hz. Peygamber’i tanıma, anlama ve sevmeyle başlayan bu kutlu yolculuğun son durağında ‘fenafirrasul’ mertebesine erişerek, onun gibi olma imkânını bize sunmasını Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.


"“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/22.)"