Makale

CAMİLERİMİZ

Prof. Dr. İSMAİL CERRAHOĞLU
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

CAMİLERİMİZ

“Câmi" kelimesi, lügat manasından anlaşıldığına göre, toplayan, bir araya getiren manasındadır. Terim olarak, müslüman toplumun genç- ihtiyar demeden, belli bir maksat ve gaye için bir araya geldikleri, omuz omuza, gönül gönüle vererek, Mekke’de bulunan Kâbe’ye yönelip topluca ibâdet ettikleri yerin adıdır.
"Mescid" ’kelimesi Arap* çada eğilmek, baş eğmek, alnı yere koymak gibi manalara gelen "secede" kökünden mekan ismi olarak gelmektedir. İslamiyet’te, ibâdet yeri, Allah’a secde edilen yer ve câmi manasına kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de, hadislerde ve ilk İslam kaynaklarında câmi kelimesi pek kullanılmaz. Bunun yerine "mescid" kelimesi kullanılmaktadır. Câmi kelimesi, Is- lâmın ilk asırlarından sonra sadece Cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan "el-Mescldu’1 Câmi" tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Daha sonraları, içinde Cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minberi bulunan mescidler câmi; minberi bulunmayan, Cuma namazı kılınmayan küçük mabedler ise sadece mescid olarak anılır olmuştur.
Şüphesiz inananların birlik, kaynaşma ve dayanışma içinde bulunmaları ve
düşmanlarına karşı tek vücud halinde karşı koyabilmeleri için, bazı sosyal mü- esseselere ihtiyaçları vardır. Fertlerin biribirleriyle kenetlenmelerine vesile olacak bu müesseselerin en önemlilerinden birisi, belki de en önemlisi câmiler ve mescidlerdir.
Sosyal bir tesis olan camiler ve onun topluma olan faydalan hakkında ilim ve sanaat erbabının çeşitli açılardan birçok şeyler söylemesi mümkündür. Bu konuda, inanan insan için Yüce Yaratanımızın ve O’nun Sevgili Peygamberinin neler söylediğini bilmek, dinî ve sosyal hayatımızda fevkalade önemli bir yere sahip olan cami ve cemaat birliğinin aynı düşünce doğrultusunda olma, zorunluluğu vardır.
Mescid kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de tekil ve çoğul olarak, ayrıca sıfat tamlaması şeklinde birçok yerde geçer. Kâbe ve çevresini ifade eden "el-Mescidu’l- Harâm" terkibi onbeş yerde, "el-Mescidu’n- Nebe- vî" veya "Mescid-I Küba’mın kastedildiği takvâ temeli üzerine kurulan mescid (Tevbe 108), Ku- düsteki "el-Mescidu’l- Aksâ" (Isra 1) ve münafıkların Hz. Peygambere suikast hazırlamak üzere inşa ettikleri "el-Mescidu’d- Dırar" (Tevbe 109) birer ayette zikredilmektedir. "Mescid" kelimesinin çoğulu olan "mesâcld1’ Kur’an’da altı yerde geçmektedir. Bu ayetlerde genel olarak mescidler kastedilmektedir.
Câmi veya mescid bir ülkenin müslüman olduğunu belirten en mühim tapu senetlerinden biridir. İslam’ın tebliğ ve öğreniminin yapıldığı, bize bahşedilen hayatın can damarı, ilim ve hürriyetin kapısıdır. Kısacası bir milletin bağımsızlığının simgesidir. Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicretiyle, Islâm’da mescidin tarihi başlamıştır. O, Medine’ye birkaç kilometre mesafede bulunan "Kuba" köyünde konaklamış ve orada ilk mescidi inşa etmişti. Medineye ulaşır ulaşmaz, orada da bir mescid inşa etmeye başlamış ve çok kısa bir zamanda "el- Mescidu’n-Nebevi"yi tamamlamıştı. Böylece mescidler daha Hz. Peygamberin sağlığında yapılmış ve Islâm yayıldıkça mescidlerin sayıları çoğalmıştı.
Dinî ve dünyevî birçok fonksiyonları bünyesinde toplayan câmi ve mescidler, Kur’ân-ı Kerim’de, onların ancak inananlar tarafından imar ve inşâ edileceği belirtilmiştir. "Allah’ın mescidlerini sadece, Allah’a ve Ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allah’tan korkan kimseler onarır, işte onlar doğru yolda olanlardır." (Tevbe 18). Bu ayete göre câmi ve mescidleri imâr ve inşâ edecek kimselerde aranılacak özellikler açık bir şekilde belirtilmiştir. Bunlar da, Allah ve âhiret inancı, bu inancın namaz ve zekât gibi dışa yansıyan kısımları ve Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmamak gibi vasıflardır. Bu özellikler genelde, inananların bütün işlerinde uygulamaları gereken hususlar olduğu halde, özelde mescid inşasında Allah rızasının ön planda tutulması, namazın mescid inşasının ayrılmaz bir parçası oluşu, maddî yardım anlamında olan zekâtın esas alınışı, ayrıca ortaya çıkarılan ibâdet yerinin (mescidin) dıştan gelecek maddî ve manevî saldırılara karşı korunması için, Allah’tan başkasından korkmama gibi esaslar, Allah’ın yeryü- zündeki evleri olan câmi ve mescidleri inşa etmede lüzümlu olan şartlardır.
Bu şartlar sebebiyle, Kurân-ı Kerim açık bir şekilde müşriklerin mescid yapmalarını engellemektedir. "Putatapanların kendilerinin inkarcı olduklarını itiraf edip dururken, Allah’ın mescidlerinl onarmaları gerekmez. Onların işledikleri boşa gitmiştir. Cehennemde temelli kalacaklardır" (Tevbe-17). Bu ayetle Yüce Rabbımız, Allah’a kullak edilen ma- bedleri imâr ile, Allah’ı inkâr gibi birbirine zıt iki işi bir arada yürütmeye çalışanların hiç te uygun bir iş yapmadıklarını ifâde etmektedir. Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır. Mescidler (Allah’ın evleri) sadece Allah’a ait olduğuna, orada sadece onun ismi anılıp, ona ibadet edildiğine göre, nasıl olur da yürekleri tevhide ulaşmayan, Allah’la birlikte başka tanrılara niyaz eden ve açık bir şekilde küfürlerini ortaya koyan kimseler, onu imar edebilir? Bu durumda müşriklerin, Allah’ın evlerini kontrol altına alıp, onlara hükmetmeleri yasaklanmaktadır. Yoksa maddî anlamda, onların, mabedlerin inşaatlarında çalıştırılmayacakları, onları ziyaret edemeyecekleri manasında olmasa gerek.
Kur’an-ı Kerim’de, mescid yaptıkları söylenen ve tarihe "Mescid-I Dırar" olarak geçen münafıkların yaptığı mescid de (Tevbe- 107) hoş karşılanmamıştır. Amacı, müslümanlara zarar vermek, Allah ve Rasu- lünün hoşlanmadığı işlerin planını yapmak, nifaklarını takviye etmek, birbirine sağlamca kenetlenmiş olan müminleri parçalamak ve Allah elçisine karşı siyasî bir karargâh olarak kullanmak olduğundan, Hz. Peygamber bu mescidi yakıp yıktırmıştır. Bu bakımdan, Islâm’a zarar verecek amaçları taşıyan her yer "Mescld-1 Dırar" hükmündedir.
Kur’ân’da, mescidlerin kimler tarafından yapılıp, kimler tarafından yapılamayacağı belirlendikten sonra, Hz. Peygamber de, "Kim Allah İçin bir ev İnşa ederse (mescid yaparsa), Allah da cennette onun İçin bir ev yapar." (Buharî, salât 65; «Muslim, mesâcid 4; Nesâi, mesâcid 1; Ibn Mace, mesâcid 1.) diyerek, müslümanları mescid yapmaya teşvik etmiştir.
İslam Dini, diğer dinlerin aksine, müslümanları belli bir mekânda ibadete zorlamaz. Aksine temiz olmak şartı ile dilediği her yerde bu görevi yerine getirmesi için serbest bırakır. Zira, Peygamberimiz, "Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı." (Buhâri, salât 56) buyurmaktadır. Böyle olduğu halde, neden Peygamberimiz "Cemaatle kılınan namazın sevabı, yalnız başına kılanan namazdan yirmi beş veya yirmi yedi derece daha fazla olduğunu" (Buhârî, ezân 30; Müslim, mesâcid 42, 49), keza, "Cemaate gelmeyenlerin evlerini yakasım geliyor." (Buharî, ezân 29; Müslim, mesâcid 42) söylemişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, namazların mescid- lerde kılınmasına teşvik vardır, öyle sanıyorum ki, bu teşvik namazların toplu olarak kılınmasında, ziyade, Islâmın bir toplum dini oluşuna işaret içindir. İnsanın kendisini toplumdan soyutlaması ve bir kenara çekilip uzlet hayatı yaşaması hoş karşılanmamak- tadır. Müslüman toplum içinde yaşayacak, gerektiğinde bir din kardeşinin elinden tutacak, iyilikle emredip, kötülüklerden sakın- dıracaktır. Bunu uygulamanın en güzel yeri de câmilerdir. Aynı semtte oturan müminlerin günün beş ayrı vaktinde biribirlerinden haberdar olmaları, sıkıntısı olan birinin elbirliği ile bu sıkıntısının giderilmesi, hastaların yardımına koşulması, cemaate gelmeyenin meşrû bir mazereti olduğu gözönüne alınarak, evine gidip yoklanması ve müşki- linin giderilmeye çalışılması gibi hususlar için, namazların cemaatle yerine getirilmesine bu derece hassasiyet gösterilmiştir.
İslam’ın doğuşunda, birbirine düşman olan insanların, bir vücudun azaları gibi birbirine kenetlenip bir birlik teşkil etmelerinde mescidlerin büyük rolü olduğu bilinen bir hususdur. Şüphesiz ilk devirdeki mescidlerin, dinî, siyasî ve içtimâi bir çok görevleri vardı, özellikle Hz. Peygamber ve ilk halifeler döneminde tamamiyle bir hükümet konağı mahiyetini arzeden câmiler, dünyevî ve uhrevî bütün problemlerin çözüldüğü mekânlar olarak önemli görevler icra etmişlerdir. Pek çok hukuki meselelerin ve davaların görüşüldüğü muhakeme salonu, siyâsi meselelerin müzakere edildiği istişâre meclisi, diplomatik müzakerelerin yapıldığı resmi toplantı salonu olarak kullanılmıştır. Sosyal ve ekonomik meseleler burada görüşülür, sadakalar ve hediyeler burada toplanır ve ihtiyaç sahiplerine burada dağıtılırdı. Ayrıca savaşlarda, yaralananların tedavi edildiği mekanlar olarak kullanıldığı bilinmektedir. Islâm’ın ilk günlerindeki mescidlerin çok geniş olan bu fonksiyonlarının baztfâ- rı, yapılacak başka bir yer olmadığı için, mecburi olarak mescidlerde yapıldığı düşünülebilir.
İslam’ın başlangıcında, câmi ve mescidler, insanların biribirlerini tanımaları, biribirlerine yardım edip birlik teşkil etmelerini isteyen bir fonksiyona sahiptiler. Acaba bugün, bu ibâdetha- nelerimiz eskiden olduğu gibi bu görevi yapabilmekte midir? Câmi, cemaatı ile mana kazanıp bir bütünlük arzeder. Yukarıda Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği câ- miyi inşa esasları cemaatte mevcutsa, câmi ve cemaat bütünlüğü oluşmuş demektir. Bugün toplumu- muzda bu bütünlüğü teşkil edecek esasları bulmak biraz güçtür. Şahsî menfaat endişesinin hâkim olduğu, kendisinin dışındaki dertlerle dertlenmeyen, sadece kendi meseleleri ile meşgul olup, iştirak ettiği cemaatın meseleleri ile ilgilenmeyen bir kimse, Peygamberimizin müjdelediği yirmi yedi derece sevaba ulaşabilecek midir? Bu şekilde şahsi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen insanları bünyesinde toplayan câmi, cemaatı ile bir bütünlük ortaya koyamadığı için elbette fonksiyonunu yerine getiremeyecektir.
İslam’ın toplumun menfaati için tesis ettiği kurumlar- dan biri olan câmiler ve mescidler, asrı saadetten başlayarak, bugüne kadar bütün Islâm Âleminde müslümanların ibâdet, ilim ve meşveret merkezi olmuştur. Zamanla dünya işleri çoğalıp, siyaset aslî manasının dışına çıkmış, işler karmaşık hale gelince, o, artık kudsî havanın içinde barınamamış, orada sadece ibâdet ve ilim kalmıştı. Camilerimizde bugün, ibâdet ve ilmin ne derecede uygulandığı da münakaşa konusu olabilir. Bugün câmiler tam olarak fonksiyonlarını yerine gevremiyorlarsa, elbette bunun suçunu cemaat ve câmi bütünlüğündeki birliğin sarsılmasında aramak gerekir.
Şüphesiz, İslam Dini cemiyet dinidir. Müslümanlar toplum içinde yaşayacak, gerektiğinde bedenleriyle, malları ile ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşacaktır. İslam’da câmi inşasına verilen önem ve namazların cemaatle toplu bir şekilde kılınmasının özü bu olmalıdır. Günde beş vakit namazlarında, haftada bir defa Cuma namazında ve yılda iki defa kılınan bayram namazlarında müminler biraraya gelip kaynaşırlar, aralarında birlik ve dayanışmayı temin ederler. Bu işte vâsıta olan müesseseler de câmilerdir.
Günümüzde tamamen ferdî ve egoist bir toplum hayatı yaşandığından, bulunduğumuz muhitlerde cemaate devam edilip, diğer şahıslarla irtibat sağlanamadığı için, kimsenin kimseden haberi olmamaktadır. Aynı binada oturan komşular biribirlerini yeterince tanımadıkları gibi, bayramlarda bile biribirleriyle bayramlaşma yapmıyorlar. Biribirlerine yardım etmek şöyle dursun, bir din kardeşini faka bastırıp kandırmanın yollarını aramaktadırlar. Kimsenin kimseye güven duymadığı ve herkesin birbirine şüphe ile baktığı bir toplumla karşı karşıya bulunmaktayız. Aralarında birlik ve dayanışma olmayan menfaatperest bir toplumda, câmilerin fonksiyonlarını yapması beklenemez. Bunun sonucu olarak da câmilerimiz garip ve tezyinatsız kalmaya mahkûm olur. Şunu unutmamak gerekir ki, câmilerin en mühim tezyinatı, bugün olduğu gibi; mermerler, boyalar, oymalar, nakışlar, halılar, kubbeler değil, Allah’ın ve Peygamberinin önderliğinde câmi ve cemaat şuûru ile bezenmiş, kendi nefsinden ziyade, başkalarını düşünen diğergâm insanlar topluluğunu yetiştirilmeye ihtiyacımız vardır.