Makale

İNSAN HAKLARI

İNSAN HAKLARI

Alaattin KOÇAK

Konumuz insan hakları olduğu için, önce insandan ve onun Yüce Allah tarafından kendisine lütfedilen hususiyetlerinden bir nebze bahsetmek istiyorum. İnsan bu âlemde akıl cevheriyle ödüllendirilmiş tek varlıktır; çünkü, bu âlemde ne varsa hepsi insan mihverlidir! Yüce Yaratıcı’mn varlık âlemine getirdiği herşey o müstesna varlık için yaratılmıştır. Bu dünyada faydalandığımız bütün nimetler de insanoğlunun yararlanması için musahhar kılınmıştır. İnsan Yüce Yaratıcı tarafından; ikram edilmeye, değer verilmeye ve üstün tutulmaya lâyık görülmüştür.11’ Ayrıca, Kur’an’da insan unsuru yeryüzünün halifesi ve yöneticisi olarak tavsif ve tavzif edilmiştir.
İnsan, Allah tarafından yaratılan varlıkların en üstünü, en yücesi ve mükemmelidir. Zeka, yetenek, duygu ve düşünce sahibidir. Kâinatın en güzel sûrette yaratılanıdır,(2> Yüce Yaratıcı, dünyayı yarattıktan sonra, insanı vücuda getirmiştir. Onu bütün yaratıklardan üstün kılacak akıl, irâde, konuşma, karar verme, düşünerek yeni buluşlar meydana getirme kâbiliyeti ve nitelikleriyle donatmıştır!
İnsan denilen hârika yaratığın "Eşref-i Mah- lûkât", yani yaratılmışların en şereflisi olduğu, hem önceki semavî kitaplarda bildirilmiştir. Hem de âhir zaman peygamberi Hz. Muham- med (s,a.s.)’e indirilen, Allah’ın son Kitabı Kur’an-ı Kerîm’de beyan edilmiştir.
İnsanın yaratılışına dikkatle bakıp, onda gördüklerimizi doğru olarak okuduğumuzda; şu iki ana özellikle karşılaşmaktayız:
a) İnsanın rûhî ve manevî yapısı;
b) Onun Bedenî ve Maddî yapısı.
Bir başka ifadeyle, insan ruh ve beden (can ve ten)’den mürekkep olarak yaratılmıştır. Rûhu, onun manevî yönü ve özelliklerini yansıtır. Bedeni ise, maddî yönünü ve fiziksel mevcudiyetini temsil eder. Bu sebepten dolayı, insanla ilgili bir değerlendirme ve düzenleme yapılırken, onun bu iki özelliği gözden kaçırılmamalıdır.
İnsanın, gerek hak ve selâhiyetlerinin tanınmasında ve gerekse sorumluluk ve ödevlerinin uhdesine tevdi edilmesinde onun bu iki yönüyle ele alınması kaçınılmazdır. İster dinî, ister dünyevî meselelerinin çözümünde, insana hep bu gözlükten bakmak, bu çerçeve içinde yaklaşmak gerektiği izahtan varestedir. Zira; onun bir yönüyle ele alınması, diğer yönünün ihmal edilmesi bütün hesaplan ve düzenlemeleri boşa çıkartır. Konu, insan hakları konusu bile olsa durum değişmeyecektir. Bu hususta, bütün dünya milletleri el ele vererek, bütün insanlık objektif ve en üst düzeyde düşünerek, en sağlıklı insan hakları uygulamalarını bulmak, gerçekleştirmek ve yaşatmak zorundadır.
Bugün, dünyanın birçok yerinde sudan sebeplerle insanlık hakları ayaklar altında çiğnenen, onurları, şeref ve haysiyetleri rencide edilen, çağdışı ve insanlığa asla sığmayan çirkin muamelelere maruz kalan milyonlarca insan vardır. Kafalarına kurşun sıkılarak öldürülen insanlar, ırzlarına tecavüz edilen kadınlar, hiçbir şeyden habersiz olduğu halde; anne kucağından, baba ocağından mahrum bırakılan minicik yavrular... Hergün haber bültenlerinde gördüğümüz elem verici manzaralar yüreklerimizi dağlamaktadır. Görülmesi dahi, insanı insanlığından utandıran bu vahşetler; çağdaş dünyanın, biz medenî (!) İnsanlarına ne zaman "İnsan gibi, birarada yaşamayı" öğretecektir? İlimde, teknikte ve daha birçok alanlarda ilerlemeler kaydetmemize rağmen; insan hakları konusundaki geriliğimizi, ilkeliğimizi, bölgelere ve kıtalara göre insan hakları standardımızı gelecek kuşaklara nasıl anlatacağız?
İnsan hakları ve hürriyetleri konusunda, gelişmiş batı ülkeleri dışında kalan dünyanın dörtte üçü halâ yaya yürümektedir. Bu hususlarda bazı ilerlemeler kaydeden batılı ülkeler de, bu hakları daha çok kendi milletleri için lâyık görüyorlar. Dünyanın başka bölgelerindeki insan hakları ihlâllerini, burunlarının dibinde bile olsa; ya görmezlikten geliyorlar veya çok geç farkediyorlar! Halbuki, insan hakları; adı üstünde "İnsan hakları" dır. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın; hangi dile ve dine mensup olursa olsun, Allah’ın insan olarak yarattığı herkes bu haklardan hiç eksiksiz yararlanmalıdır. Bu yoldaki tüm engeller, birlikte ve elbirliğiyle ortadan kaldırılmalıdır!...
Zira beşeriyetin huzur ve mutluluğunu temin etmek için indirilen, Yüce Allah’ın son Kitabı Kur’an-ı Kerîm’in öğretisine göre; insanlar hangi cinsten, hangi ırktan, hangi renkten veya farklı özellikten olurlarsa olsunlar, aynı yaratılış ile yaratılmışlardır. Yaratılış mayası kuru bir çamurdur, kara balçıktır. İşte Kur’an’dan insanın yaratılışını anlatan bir âyetin yüce ifâdesi: “Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.”131 İnsan hakları açısından bakıldığında, yaratılışta; istisnasız bütün insanların eşitliğini bu derece net vurgulayan bir başka vesîka var mıdır? Üstelik, bu eşitlik belgesi 20. yüzyılın eşiğinde değil; Ondört asır evvel ve karanlıklar içinde kıvranan bütün insanlığa açıkça ilân edilmiştir.
Hak Kavramı Nedir?
Hak kavramı, sözlükte “gerçek, sabit ve doğru olmak; gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek” anlamlarını içermektedir. Ayrıca, “buyurmak, bir kanunla sabit hale getirmek; Allah’a ve insanlara karşı îfâ edilmesi gereken ödev, hukuk, imtiyaz” manalarına gelmektedir.
Hak kelimesi adâlet; adâletin veya geleneğin gerektirdiği veya kişiye tanıdığı şey, gerçek ve doğru olan şey, gerçeğe uygunluk, anlamlarında da kullanılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde ve diğer İslâmî kaynaklarda, hak kelimesi, diğerleri yanında “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddî veya manevî imkân, pay, eşya ve menfaatler; görev, sorumluluk, borç” gibi anlamlarda da kullanılmıştır.
Hak, bir başka ifadeyle de şöyle tarif ve izah edilmiştir: "Bir kimsenin sahip olduğu hak ve menfaatleri korumak üzere, kişinin bağlı bulunduğu hukuk düzenince; o kişiye tanınmış olan irâde kudretidir."
Dünyada İnsan Haklarının Özet Gelişimi
İnsan hakları, 1789 Fransız İhtilâli’nde ilkeleri ortaya konmuş ve bütün demokrasi hareketleriyle birlikte dünyaya yayılmış olan, çağdaş milletlerin ortak idealleridir. Bunlar; Hürriyet, eşitlik, adâlet, kardeşliktir, insan hakları arasında yer alan hürriyet ile eşitliğin, çağdaş demokrasilerde aynı ağırlıklarda benimsenmesi buhran meydana getirmektedir. Bu iki ilkeden birinin gerçekleşmesi ötekini kösteklemektedir. İnsan haklan kavramının başlangıcını Tevrat’ta gösterenler, Hıristiyanlıkta olduğunu söyleyenler; modern çağda, daha çok protestan felsefesinin benimsediğini iddia edenler vardır. İnsan haklarını, Fransızlar, 1789 İhtilâl Beyannâmelerine bağlarlar. Agnlo-Saksonlar, 1776 philadephia (Amerika İnsan Hakları Beyannamesi) Bildirisi’nin Fransızlarmkinden önce olduğunu belirtirler.
Doğrusu odur ki, insan hakları anlayışı tarih boyunca yavaş yavaş gelişmiş olmakla birlikte ilk ve mütekâmil şekliyle İslâm’la gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’in “Vedâ Hutbesi”, ilk insan hakları beyannâmesi; insanlık tarihinde çok önemli bir vesikadır. Bu hususta “Veda Hutbesi” baştan sona bir insan haklan âbidesidir. İnsan haklarının değil; insanların pazarlarda satıldığı bir devirde, günümüzden 1420 yıl önce insanlığın gündemine sokulmuş bir tarihî vesikadır. İslâmî Devletler tarafından gittikçe olgunlaştırılıp geliştirilen insan haklarının batı için, gelişmesi ancak XVIII. ve XIX. yüzyıllarda olmuştur. Yukarıda belirtilen “bildirf’lerden sonra, İnsan hakları Anayasa’lara da girmeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, yeni bir ilerleme ile daha sağlam teminata daha kapsamlı güvencelere kavuşmuştur.
İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi
İnsan Haklan Evrensel Beyannâmesi, Birleşmiş Milletler Teşkilatına üye olan devletlerce, bütün insanlara tanınan temel hakları belirten bildiridir. Ahlâk kâidelerinin bile çiğnendiği ve peşpeşe iki defa yaşanan cihan savaşlarından sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, bu kuralları 1776 Amerikan ve 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannâmelerinden çok daha müşahhas ve bütünleşmiş bir biçimde ortaya koymuştur. Sosyal ve milletlerarası ilişkileri düzenleyen kuralları belirleyerek, büyük ölçüde zedelenmiş olan “ırkların eşitliği” ilkesini yeniden ve kesin bir biçimde ilân etmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi, otuz madde ve bir giriş bölümünden oluşur. Bu Be- yannâme, uzun görüşmelerden sonra Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nm 10 Aralık 1948 tarihinde toplanan Paris Kongresin’de, teşkilâta üye olan 48 devletin olumlu oyuyla kabul edilmiştir. Bu oylamada, Eski adıyla Sovyetler Birliği, Polonya, Ukrayna, Yugoslavya, Çekoslavakya, Güney Afrika Birliği ve Suudî Arabistan gibi bir kısım ülkeler çekimser kalmışlardır.
Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Evrensel Beyannâmesi kaleme alınırken, onyedi maddelik Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannâme- si’nin büyük ölçüde tesirinde kalınmıştır. Bu bakından, Beyannâme’nin evrensellik niteliği ağır basar.
Bu iki beyannâme arasındaki benzerlikleri şöyle özetlemek mümkündür: İnsanların doğuştan eşitliği, insanın kanun önünde eşitliği, Başkalarının hürriyetlerine saygı, Keyfe bağlı tutuklamaların yasaklanması, her sanığın suçluluğu resmen tasdik edilinceye kadar suçsuz sayılması, Mülkiyet hukûkunun kabulü, Düşünce ve fikir hüniyeti, Devlet görevlerinin herkese açık olması.
İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’nin Kazandırdığı Yeni Haklar.
1948 Beyannâmesi, mevcut insan haklarına yenilerini getirmiştir. Bunlar: Konut dokunulmazlığı, Seyahat, Toplanma ve dernek kurma, Kadın-erkek eşitliği, Evlilik hakkı, Sosyal güvenlik ve yaıdım hakları, iş hakları, dinlenme hakkı gibi haklardır.
Ayrıca, 1948 Beyannâmesi; 1789 Beyannâ- mesi’ne uygun olarak, siyâsî haklann vazgeçilmez tamamlayıcısı saydığı eğitim ve kültür hak- lan’nı, oy verme haklarını ortadan kaldıran veya onları tesirsiz bırakacak şartları (gecikmiş veya usulsüz seçim, açık oylama usûlü v.s.) mahkûm etmiştir. Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin kurulmasından sonra insanlığa karşı işlenen suçları kınamıştır. İşkence’yi, ırkçılık’ı ve kölelik uygulamasını yasaklamıştır.
Bunlardan başka, 1948 Beyannâmesi, ırkî, millî, siyâsî (vatansız), sosyal (kölelik) ahlâkî (nikâhsız kadınlar, evlilik dışı çocuklar vs.) sebepler yüzünden; medenî ve siyâsî haklarını kullanamaz duruma düşmüş kişilerin yeniden topluma kazandırılması hususunda ilkeler getirmiştir.
1789 Beyannâmesi gibi, 1948 beyannâmesi de evrenselliği öngörmektedir. Buna rağmen, çağımız dünyasında marksizmin reddettiği kişi mülkiyeti konusu, değişik rejimler dolayısıyla yürürlükte olan ırk ayırımı ve kölelik gibi sınırlamalar; tam bir uygulama safhasına kavuşmamıştır. Beyannâmenin daha oylama aşamasındayken, sekiz üyesinin çekimser kalmasının da gösterdiği üzere, sosyal ve kültürel yapı ve özellikler sebebiyle, uygulamalar yönünden tam bir evrensellik modeli göstermemektedir. Dolayısıyla; şartların ortaya koyduğu bir belge olmaktan öteye gidememektedir. Bu durum, bütün devletler ve milletler için geçerli olabilecek, ortak bir düşünce ve ahlâk kâideleri kurmanın büyük zorlukları olduğunu ortaya koymaktadır.
Bununla berâber, bu konuda kaleme alınan birçok bildirilerin ve anayasalara konulan hükümlerin kabul edilmesi de göstermektedir ki, bu gibi belgeler, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi’nden ilham alınarak ortaya konmuş bulunmaktadır. Yeterli olmasa da, bu gelişmeler insanlık için elde edilmiş önemli kazanımlardır...
İnsan Hakları Günü
Bugün gerek ülkemizde ve gerekse dünyanın birçok ülkesinde “İnsan Hakları Günü” kutlamaları yapılmaktadır. 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi kabul edilmiştir. İnsan Hakları Günü’de işte bu gelişmenin yaşandığı tarihi günün yıldönümlerinde, bu teşkilâta üye olan ülkelerde törenlerle anılan uluslararası bir kutlama günüdür. Bu kutlamalar 1949’dan itibaren devam edegelmektedir. ülkemiz İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’ni 6 Nisan 1949 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla benimsemiş ve 27 Mayıs 1949 tarihinde yürürlük kazanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’nin 20. yıldönümü olan 10 Aralık 1968 tarihi de Dünya İnsan Hakları Günü olarak ilân edilmiştir.14’
İnsanın Aklı ve Psikolojik Özelliği Aslında, insanın bütün üstünlüğü onun bedenî kabiliyetlerinden ve maddî özelliklerinden ileri gelmemektedir. İnsanı insan yapan, diğer canlılara ve yaratılmış olan her şeye üstün kılan, onun ruhi yapısı ve özellikleridir. Akıl, irâde ve ruh gücü ile âletler ve vâsıtalar yaparak, idrak edebileceği bütün varlık âlemine maddî bakımdan da hükmetmektedir...
Halbuki; çeviklik, hızlı koşma, âlet kullanmadan uçma, parçalama, yüzme, tırmanma, ses ve koku alma vb. bakımlardan birçok hayvan vardır ki, insandan daha kabiliyetlidir. Ancak, Yüce Allah’ın hikmeti, insanı akıl ve irâdeyle donatmış ve onu diğerlerine üstün kılmıştır!...
Hakların Sınıflandırılması Haklar çok değişik şekillerde sınıflandırılmışlardır. Haklar, âit oldukları hukuk dalına göre kamu hukukundan doğan haklar ve özel hukuktan doğan haklar olmak üzere, iki büyük bölüme ayrılır. Kamu hakları, kişinin toplumla ve devletle olan ilişkilerinden doğan haklardır. Kamu haklarının klasik ve geleneksel türleri, kişisel haklarla siyasal haklardır. Kişisel haklar, kişinin belirli yaşama alanlarının mahfuz (saklı) tutulmasına ilişkin haklardır.
Kişinin maddî ve manevî varlığıyla ilgili olan ve bu varlığın geliştirilmesi amacını taşıyan kişisel hakların başlıcaları; kişi ve konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, düşünce ve düşünceyi serbestçe ifade özgürlüğü gibi haklardır. Siyasal haklar ise, devlet yönetimine katılmayı amaçlayan yurttaşlık, seçme, seçilme, kamu hizmetlerine girme v.b. haklardır.
Diğer taraftan, sosyal ve ekonomik alanlarda da kişilerin sahip olmaları gereken mülkiyet, çalışma, sözleşme, öğrenim görme, sağlık ve sosyal güvenlik gibi haklar söz konusudur.
Allah Hakları:
Temelde bütün haklar Allah’a ait olduğu halde, bazı haklar özellikle O’na izafe edilmiştir. Söz konusu haklan, detaylarına girmeden şu şekilde özetlemek mümkündür:
a) İman ve ibadetler gibi yalnızca O’nun zâtına mahsus olan haklar,
b) Fertlerden ziyade; toplumun menfaatini ilgilendiren haklardır. Burada şu hususunda altını özellikle çizmek lazımdır ki: Allah’ın haklarını hiçbir kul af ve ıskat edemez.
Kul Hakları:
İslâm Hukukunda kul haklan Umumî (Genel) kul haklan ve hususî (özel) kul hakları olmak üzere, iki kategoride mütâla edilmiştir.
a) Umumî Kul Hakları: Toplumun ortaklaşa meydana getirdiği veya ortaklaşa sahip bulunduğu varlık ve imkânlardan faydalanma haklarıdır. Sağlık, eğitim-öğretim, adâlet, sosyal yardım vb. haklar bu guruba dâhil haklardır. Bunlardan her bir ferdin istifade etme hakkı vardır.
b) Hususî Kul Haklan: Bir kimsenin işi, eşi ve özel mülkü üzerindeki şahsa mahsus haklarıdır. Bu haklar üzerinde, başkalarının ortaklığı söz konusu değildir.
Bu tasnifin dışında kalan bir de karma haklar vardır ki, bunlar ne sadece fertlere ne de topluma aittir. Bazan biri, bazan da diğeri ağır basar. Örneğin; insanın ruh ve beden sağlığını, hüniyet ve servetini korumak, seçme-seçilme, devlet idaresine fiil ve fikri ile katılma haklan, Allah hakkının ağır bastığı haklardır. Diğer taraftan kısas, katıksız Allah hakları içinde sayılmamakta, kul hakkının ağır bastığı karma hak olarak telakki edilmektedir.’51
Hak Kavramının Unsurları:
Hak kavramının dört ana unsuru bulunmaktadır. Bu unsurları şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Hakkın konusu: Genelde maddî bir mal, menfaat veya bir şahıs üzerindeki yetki şeklinde ortaya çıkar.
b) Hak sahibi: Hakkın aktif süjesi olup, mu- âmelat hukuku alanında hak sahibi kural olarak insandır.
c) Hakkın borçlusu: Hakkın pasif süjesi olup, genelde mükellef adıyla anılan kişi veya kişilerdir.
d) Hakkın meşruiyeti: Dinin, hukuk düzeninin bu hakkı tanımış olması veya yasaklamamış bulunmasıdır.’6’
Hakkın Menşe’i
Hukukun, toplumda beşerî ilişkileri adâlete uygun olarak düzene koymak, fertlerin hak ve sorumlulukları arasında denge kurmak gibi önemli bir fonksiyonu vardır. Bu durum göz önünde tutulunca; hak kavramının hukuk telakkisiyle birlikte insan toplumlarının tarihi kadar eski olduğu kanaatine varıyoruz. Hatta, bu kavramın fikrî ve felsefî boyutu ölçü alınırsa; insanlık tarihi kadar bir geçmişe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fert ve toplumların her yönüyle hak ve sorumluluklarının belirlenmesi ciddi bir gerekliliktir. Bu iki unsurun dengelenmesi İlâhî dinlerin de ana konularından birini teşkil eder.
Bu meyanda, İslâm hukuk düşüncesinde, hak ister öncelikli olarak ferdin yararına taalluk eden özel bir hak (kul hakkı); ister toplum yararının baskın bulunduğu umuma ait bir hak (Allah hakkı) olsun, varlığı ve meşruiyeti temelde şer’î hükme bağlıdır. İslâm hukukçuları, öteden beri insanın sırf insan olması sebebiyle haklara sahip bulunduğu veya hakkın menşe’inin toplum olduğu tarzında bir açıklama yerine, hakların esasen Allah’ın insanlara bağışı ve lütfü olduğunu ifade etmişlerdir.17’
İnsan Hakları
Günümüzün en fazla tartışılan konularından biri de insan hakları meselesidir. Hukuk sistemleri, siyasî rejimler, felsefî ve dinî ekoller; insanın kişiliğine bağlı olarak dokunulmaz, vazgeçilmez ve başkalarına devredilemez bazı hak ve hürriyetlerinin olduğunu kabul etmektedirler. Ancak; insan haklarının mâhiyeti ve sınırları konusunda henüz tam bir fikir birliği sağlanamamıştır.
İnsan hakları insanlara ait tabiî haklardır. İstisnasız herkes insan haklarına eşit bir şekilde sahiptir. İnsan hakkı ve hukuk devleti terimleri 18. yızyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında Batı düşünce çerçevesinde ortaya çıkmıştır.’9’ Hukuk öğretisinde insan haklan yerine genelde temel haklar, temel özgürlükler, kamu özgürlükleri tabirleri tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Uluslararası sözleşmeler dilinde ise, genelde kullanılan ya da seçilen terim insan hakları tanılamasıdır.
İnsan haklarını: a) Klasik haklar, b) İktisadî ve İctimâî haklar şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Klasik haklan ise: hayat, özgürlük ve mülkiyet hakları şeklinde tesbit genellikle kabul edilmektedir. Bunlar içinde ilk ve temel hak; hayat hakkıdır. Dünyaya gelen her insan yaşamak ve yaşayabilmek için gerekli eylemleri yapmak haklarına sahiptir. Özgürlük ve mülkiyet hakları da hayat hakkından türemektedir. Bu haklar; hayat hakkının tabiî ve doğal uzantılarıdır.’"’
İnsan Hakları Teriminden Ne Anlıyoruz
Günümüzde insan hakları denilince terim yalnızca klasik hakları ifade etmektedir. Bununla beraber, genel olarak İktisadî ve sosyal hakları da kapsayacak anlamda kullanılmaktadır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ilk 21 maddesi klasik hakları, diğer dokuz maddesi ise İktisadî ve sosyal hakları ihtiva etmektedir. Bu bildiri ana hatlanyla, insanların yaşam haklarını, eşitliğini, mülkiyeti, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü içermektedir.
Bir diğer ifadeyle, insan hakları doktrininde temel hak ve hürriyetler insanın:
a) Vücut bütünlüğüne yönelik olanlar,
b) Düşünce ve inançlara yönelik olanlar,
c) Ekonomik ve sosyal nitelikli olanlar olmak üzere üç temel gurupta toplanmaktadır.
Kişi dokunulmazlığı, zorla çalıştırma yasağı, işkence yasağı, beden bütünlüğünün korunması, yaşama hakkı, seyahat ve yerleşme hakları birinci gurupta yer alan haklardandır. Düşünceyi açma ve yayma hürriyeti, basın ve yayın hakkı, ilim ve sanat öğrenme hakkı, inanç ve ibâdet hakkı, siyasî düşünce ve kanaat hakkı, dernek kurma, siyaset yapma ve siyasî partilere girme hakkı ikinci gurupta yer alan haklardandır. Mülkiyet hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı, sağlıklı yaşama hakkı gibi hak ve hürriyetler ise üçüncü gurupta yer alan haklardandır."2’
Diğer taraftan moral değerler; insanın şeref, haysiyet ve üstünlüğünü belirten İnsanî değerler, temel insan haklarının aslî unsurlarıdır.
İnsan Haklarının Yüksek Sesle İfade Edilmesi
İnsan Haklan ve Hukuk Devleti terimleri her ne kadar xıx. yüzyılın başında batıda ortaya çıkmışsa da bu durum; insan haklarının daha önce olmadığı anlamına gelmez. Batı’da uzun mücadelelerden sonra ancak geçen yüzyılda ifâde edilebilen bu haklar, aslında dinlerin moral öğretilerinde var olan ilkelerden kaynaklanmaktadır. Bütün büyük dinler ve kültürler bir takını hakların mevcûdiyetini asırlardan beri kabul edegelmişlerdir. Ancak uygulamadaki eksiklik ve aksaklıklar sebebiyle hayata geçirilemeyen bu hususlar, son zamanlarda uluslararası platformlarda yüksek sesle konuşulmaya ve tartışılmaya başlanmıştır.
Aslında, insanın şeref ve haysiyetini, üstünlüğünü, insan hakkı ile adalet ve hukuk devleti kavramlarını istisnasız bütün insanlığa veren unsur ilahî vahiydir; dolayısıyla dindir."3’
İslâm’da İnsan Hakları İslâm Hukukunda haklar; Allah hakkı ve kul hakkı şeklinde iki ana bölüme ayrılmıştır. Bununla birlikte bir kısım fiil ve hükümler, hem kul, hem de Allah hakkını ilgilendirdiğinden, zorunlu olarak karma nitelikli haklar şeklinde üçüncü bir guruptan söz edilmiştir. Hatta bu üçüncü gurup da kendi arasında Allah hakkının veya kul hakkının ağırlıklı oluşu ve gâlip gelişine göre ikiye ayrılmıştır.
İslâm inancına göre yaratıkların en şereflisi insandır. Kâinattaki her şey insanın emrine verilmiştir. Ancak bu, diğer varlıkları sömürme anlamına gelmemektedir. İnsan hakları ve hürriyeti ile insani onur, İslam toplumundan olup olmamaya bağlı değ4işken bir değer de değildir. Bu nitelikler bütün insanlara aittir. Ve her müslüman tarafından saygı gösterilmelidir. İnsan, insan olarak yaratılmasının bir icabı ve gereği olarak başkalarının hakkını da gözetmekle yükümlüdür.
İslâm Hukukuna göre insan hakları, Allah tarafından konulmuş ve Allah vergisi olan haklardır. Dolayısıyla İlâhî menşelidir.
İnsan hakkı, adâlet ve adâlet devleti kavramlarını insanlığa veren İlâhî vahiydir. İslâm dünyasında İlâhî vahye uyulmasını istemek, insan haklarına ve adâlete uyulmasını, temel hukuk ilkelerine bağlı kalınmasını istemek demektir. Adâlet; İlâhî kökenli ve evrensel niteliği olan ilkeler üzerine kurulan hassas bir dengedir. Yine İlâhî kökenli eşitlik ve hürriyet ölçüleri, adâleti gerçekleştirmenin araçlarından başka bir şey değildir.’14
İslâm’da insan hakkı kavramı Allah’ın iradesine dayanır. İnsan hakkı, maddî ve manevî boyutlarıyla tam olarak bireye tanınmıştır. İnsan hakkının tam olarak tanınmış sayılması için önce yaşama hakkı tam bir güvenceye alınmalıdır. Toplumun hiçbir ferdi, can ve mal derdine düşürülmemelidir. Yarınından endişesiz vargücüyle çalışmalı ve üretmelidir. Mutlu bir vatandaş olarak, devletinin ve toplumunun yücelmesine ve daima ilerlemesine katkıda bulunmalıdır. İnsanlık âilesinin her bireyi kendi sahasında emin adımlarla yürürken, kendi haklarına sahip çıkarken, diğer insanların haklarına riâyet etmeyi bir görev ve bir insanlık borcu bilmelidir. Zira insan hakları, insan olan herkes için geçerlidir. Belli bir ırkın, rengin, cinsin, zümrenin veya bir din mensuplarının malı değildir!
Şunu bütün insanlığın dikkatine iftiharla sunmalıyız ki: İnsan hakları alanında bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacak olan bütün düzenlemelerin temelini ve bel kemiğini teşkil eden; İnsanın “Hayat hakkı”na en çok Kur’an-ı Kerim sahip çıkmıştır. Öylesine sahip çıkmıştır ki; bir insanın hayatına haksız yere veya yeryüzünde fesat çıkartmak için son verilmesini, bütün insanlığın öldürülmesiyle eşdeğer kabul etmiştir. Bir insan hayatının kurtarılmasını da, bütün insanların hayatının kurtarılmasıyla eşit saymıştır. (Mâide/32).
İslam Hukukunda Klasik ve Sosyal İnsan Hakları
İslâm’ın ezelî ve ebedî mesajı Kur’an-ı Ke- rim’e göre, insana hilâfet görevinin verilmesi hem klasik anlamda insan haklarını, hem de sosyal hakları kapsamaktadır. Kişinin yaşama hakkı hukukî güvenceye kavuşturulduğu gibi, insana irade özgürlüğü verilmiş olduğu için, düşünce özgürlüğüde tanınmıştır. Düşünce özgürlüğünün bir çerçevesi ve sının söz konusu değildir/15’
İslâm Hukukunda güvenceye alınmış olan insan hakları evrenseldir. Temel haklardan yararlanma bakımından insanlar arasında herhangi bir fark gözetilmemiştir. Bütün insanlar şan ve şeref sahibi kılınmıştır (el-İsrâ, 17/70).
İslâm inancına göre; Yüce Yaratıcı insanı yaratırken onun haklarını da belirtmiştir. Haklar insanın kişiliğinin bir parçasıdır. Bu tabiî haklar ile dinler arasında da sıkı bir ilişki vardır. Kanunlar, haklann korunması için yapılıp uygulanır,<16)
İslâm’a göre insan en güzel biçimde yaratılmıştır (et-Tîn, 95/4). Ve İslâm Dini: Can, mal, akıl, din ve nesilin korunmasına özel bir önem vermiştir. “Allah katında değerli oluşun ölçüsü O’na saygı ve kulluktur.” (el-Hucurat, 49/13).
İlâhî kitapların sonuncusu olan Kur’an-ı Ke- rim’in getirdiği Yüce İslâm Dini’nin mesajı yalnız müslümanlara değildir. Bu İlâhî mesaj bütün insanlığa şâmildir. Kur’an, bir çok âyetlerinde, müslümanlığın dışındaki din mensubu azınlıkların hak ve hukuklarına vurgu yapmıştır. Diğer dinlerden olan insanların ferdî ve İçtimaî haklarına, aynen müslümanların hukuku gibi yer vermiştir. Bütün insanların hak ve hürriyetlerini teminat altına almıştır.’17’
İslâm nazarında insanlar yaratılış açısından eşittirler. Çünkü insanlar Hz. Adem’den, Hz. Adem de topraktan yaratılmıştır. İslâm’ın bu prensipten hareketle en mükemmel bir hukukî sistemi temelleştirdiğini anlamak zor değildir. Çünkü Kur’an nerede yaşarlarsa yaşasınlar, bütün insanların aynı kökten geldikleri anlayışını daima ön planda tutmuştur.
Meseleye bu açıdan baktığımız zaman, İslâm’a göre müslümanların lehine olan hukukî müeyyide ve düzenlemelerin müslümanlarla beraber yaşayan diğer azınlıkların da lehine, müslümanların aleyhine olan durumların zimmîlerin de aleyhine olduğu görülecektir. Müslüman olanlar ve diğer dinlere mensup olanlar; insan olmaları nokta-i nazarından; Hz. Adem’in soyundan türemiş olmaları bakımından ve insan haklarına sahip olma liyâkati açısından eşittirler. Dünyaya gelen her insan, benzer donanımlarla ve eşit haklarla yaratılmışlardır. İslâm’ın temel prensipleri arasında yer alan bu gerçeği Kur’an-ı Kerim bir çok ayetleriyle vurgulamıştır.(l8>
Kur’an nazarında yaratıkların en şereflisi olan insan aynı zamanda yeryüzünde Allah’ın vekili, halifesidir."’”
İnsanoğlu bu konumu itibariyle, yeryüzünde insan hakları ve özgürlüklerden, istisnasız bütün insanların eşitlik ve adâlet ilkelerine uygun biçimde yararlanması için, elinden geldiğince çalışmak ve mücadele etmekle vazifelidir!...
Denilebilir ki, ilâhî kitaplar içinde insan haklarına ve hürriyetlerine en geniş şekilde yer veren, bu hürriyet ve hakları en geniş kapsamı ile teminat altına alan yegane ilâhî kitap Kur’an-ı Kerim olmuştur. “İnsanların hakkı olan şeylerikısmayın, Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın”’20’ buyuran da Kur’an-ı Kerim’dir.
Yeryüzünde hangi hukuk sistemi olursa olsun, bu sistemin öncelikle üzerinde durması gereken en önemli konu, kişinin "hak ve hürriyeti, insan hakları konusu" olmalıdır. Bu yapılmadığı; insan hak ve hürriyetleri güvence altına alınmadığı takdirde, diğer bütün hukukî düzenlemelerin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
İşte İslâm’ın uyguladığı ve geliştirdiği bu hakcı ve hürriyetçi tolerans iklimi, İslam toplumlarında yaşayan diğer dinlere mensup insanların kendi hür iradeleriyle İslâm’ı seçmelerini sağlamıştır. İnsan hak ve hürriyetlerine en geniş ölçüde yer ve önem veren İslâmiyet; çeşitli ırk, renk, dil ve kültürlere sahip bütün insanları kucaklamıştır. Hiç bir insanı mağduriyete uğratmayacak, hiç bir insanı hor ve hakir görmeyecek hak ve hukuk düzenlemeleri getirmiştir.
İslâm; bütün insanlara, her iki cihanda da hu- zûr, saâdet, dirlik ve düzenlik vadetmiştir.


1) İsrâ Sûresi,âyet: 70.
(2) Tîn Sûresi, âyet : 4.
(3) Hicr Sûresi, âyet: 26.
(4) Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Yayını, c. 4; s. 1476, İst.1985.
(5) Hayreddin Karaman, Anahatlarıyla İslam Hukuku, İst. 1987, 1,139-145.
(6) Ali Bardakoğlu, TDV İslam Ansiklopedisi, XV, s. 141.
(7) Ali Bardakoğlu, a.g.m., s. 142.
(8) Şükrü Karatepe, “İnsan haklarının İlâhi temelleri” Doğuda ve Batıda İnsan Hakları, Ankara 1996, s. 109.
(9) Ömer Faruk Harman, Diyanet İlmî Dergi, c. 34, sayı : 3, s. 6-7
(10) Ömer Faruk Harman, Diyanet İlmî Dergi, c. 34, sayı : 3, s. 6.
(11) Atilla Yayla, “İnsan Haklarının Kavramsal ve Aktüel Anlamı" Türkiye Günlüğü XIV (1991) s. 104.
(12) Şükrü Karatepe, a.g.m., s. 109.
(13) Ömer Faruk Harman, Diyanet İlmî Dergi, c. 34, sayı : 3, s. 7.
(14) Şükrü Karatepe, a.g.m., s. 112.
(15) Hüseyin Hatemî,“İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları”, Doğuda ve Batı’da İnsan Hakları,s.1-11.
(16) Şükrü Karatepe, a.g.m., s. 113.
(17) Osmanlıİmparatorluğu’nun İmparatorluk hudutları dahilinde zenci esir satışını yasaklayan kanunu 1889 yılında yayımlanmış olması, insan haklan ve hürriyetleri açısından önemli bir gelişmedir.
(18) Bkz. Mâide, 8; En’âm, 152; Tevbe. 29; Müm- tehine, 8.
(19) Bkz. Bakara, 30; En’âm, 165; Fâtır, 39; Yunus, 14; Sâd, 26.
(20) Şuara, 183.