Makale

İMÂM-I AZAMI’N MÜCTEHİTLER ARASINDAKİ MEVKİİ

BİSMİ’ LLÂHİ’ R-RAHMÂNİ’ R-RAHÎM

ÖRNEK İNSANLAR:

İMÂM-I AZAMI’N MÜCTEHİTLER ARASINDAKİ MEVKİİ

Ömer Nasuhî BİLMEN

İmam Ebû Hanîfe Hazretleri, bütün ehl-i sünnet tarafından tebcil edilen dört büyük müctehidin birincisidir. Gerek kıdem itibariyle gerek mezhebindeki vüs’at ve azamet itibariyle ve gerek kendi fıtratındaki ulviyet ve celâdet cihetiyle bu birinciliği bihakkın ihraz etmiş, “İmâm-ı Âzam” denilince yalnız kendisi hatırlara gelmekde bulunmuştur.

Vâkıa İslâmiyetin ilk feyyaz asırlarında tabiîni kiram vesaire ara­sından bir çok büyük müctehitler zuhûr etmişdi. Fakat bu zatların usûl-i içtihâdiyesi ve içtihat ettikleri mesâil, lâyıkiyle zabtedilmemiş, kendi­lerine tâbi olanlar da az bir zaman içinde münkariz olduklarından on­ların mezhepleri devâm edememiş, yalnız kendilerinin mübarek isimle­ri (Tabakâtü’l-müctehidîn) i tezyin etmekte bulunmuştur. İçtihad et­miş oldukları bâzı mes’eleler de bu dört müctehidîn tabileri tarafından yazılan kitaplarda münderiç bulunmaktadır.

İmâm-ı Âzam, içtihad sâhasında emsalsiz bir tarîk vücuda getirmiş, içtihadını pek mükemmel, muhalled esaslar üzerine kurmuş, daha hayatda iken kendi içtihadına tâbî yüzlerce yüksek âlimlerin yetiştiğini görmüştür. Vefatından sonra da onun içtihâdına tâbi her asırda binlerce fukaha yetişmişdir.

Hanefî mezhebinin ne derecelerde her tarafa intişâr etmiş olduğunu anlamak ve İslâm âleminde vaktiyle husule gelip bugün târihe karışmış olan ilm-ü irfân ve hukuk tecellîsini de hazin hazin düşünmek için (Kevâkib-i Muzia) dan naklen şunu kaydedelim: “Vaktiyle Semerkande tâbi Hâkirdir kasabasında bir mezarlık var idi ki buna “Türbe-i Muhammedîn” denirdi. Burada her birinin ismi Muhammed olmak üzere Hanefî fukahâsından telîfat sâhibi dört yüz âlim medfun bulunuyordu. Bunla­rın hepsi de mezheb-i Hanefî üzere fetva vermiş, kitap telif etmiş, ted­ris ile meşgul olarak nice tilmizler yetiştirmişlerdi.”

İmâm-ı Azam’ı, gerek bir çok faziletli muâsırları ve gerek kendi­sinden sonra Dünyâya gelmiş olan bir kısım âlimler, müçtehidler, birer lisânı tâzim ile sena etmiş, onun zühd ve takvâsım, ahlâkındaki metanet ve nezâheti, içtihâdmdaki ulviyeti, mezhebindeki suhûlet ve mükemme­liyeti îtirâfa mecbur olmuşlardır.

Pek büyük, muhterem bir âlim olan İbnü’l-Mübârek diyor ki: “Ebû Hanîfe, nâsın en büyüğüdür, en fakîhidir, ondan fakîh kimse görmedim, bütün fezâil husûsunda Allâhu Teâlâ’nın âyetlerinden bir âyet idi.”

Pek büyük muhaddislerden olup Bağdat’da hadis tedris ederken ba­şında yetmiş bin kişi toplanıp istifâde eden ve (206) târihinde vefât etmiş bulunan Yezid İbn-i Hânın da “Hanefî kitaplarına bakmak câiz midir?” tarzındaki bir suâle cevaben şöyle demiştir: “Gidiniz, o kitap­ların mütalâasından müstefit olunuz. Bu hususun kerâhatine kail olan fakih görmedim. Hattâ işitdim ki, Süfyan-ı Sevil bile bir hiyle ile Ebû Hanîfe’den Kitâbü’r-rihni alarak bir nüshasını yazmış.”

Yine İbn-i Hârun’a sorulmuş, “Sizin yanınızda imam Mâlik’in reyi mi daha makbuldür? Yoksa Ebû Hanîfe’nin reyi mi?” Cevaben demiş ki: “İmam Mâlik’in hadîslerini zabteyleyiniz, çünkü hadîslerin râvîlerini te­miz ve intikad eder. Fıkıh ilmi ise Ebû Hanîfe ile eshâbma mahsûs bir sınâat-ı celîledir. Onlar, sanki bunun için yaratılmışlardır.”

“İmâm-ı Âzam nasıl bir zatdır?” diye İmâmı Mâlike sormuşlar, o da şöyle cevâb vermiştir: “’Ben onu öyle gördüm ki, şu direk altındır diye iddia etse, bu iddiasını isbat için hüccet ikâmesine kâdir olurdu.” Şafiî fukahasından, muhaddis İbn-i Hacer’in (El-hayratü’l-hısan fi fazâili’n-numan) adındaki eserinde şöyle yazılıdır: “Abdullah İbn-i Mübârek demiştir ki: "Ben bir gün imam Mâlik’in yanında idim, imam Ebû Hanîfe teşrif ettiler, İmam Mâlik, onu meclisin sadrına oturttu, hakkında pek ihtiramda bulundu, gittikten sonra da bize hitâben dedi ki: Bu zat, "Ebû Hanîfe” denilen “Numan İbn-i Sabit” dir ki “Şu direk altındır” dese filvâkî dediği gibi çıkar, İlm-i fıkhın dakik mes’elelerini çıkarmak, kendisine gâyet kolay bulunmuştur. Herkesin hayretde kaldı­ğı mes’eleler hakkında külfetsizce doğru hükme muvaffak olur.

Yüksek âlim, Zâidül’-Kevseri’nm (Akvemü’l-mesâlik) adlı eserin­de yazılı olduğu üzere “Derâ verdi” demiştir ki: "Ben imam Mâlik’ten işittim, diyordu ki: Benim yanımda Ebû Hanîfe’nin fıkhından altmış bin mes’ele vardır.”

Filhakika İmam Mâlik Hazretleri, Hanefî fıkhına pek mükemmel muttali olmuş, belki de ondan bir çok mülhem bulunmuştur. Nitekim İsmâil İbn-i İshak demiştir ki: “İmam Mâlik çok kere mes’elelerde Ebû Hanîfe’nin kavline itibar ederdi.”

Yine Derâverdî demiştir ki: “Ben İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanifeyi yatsı namâzından sonra Rasûlûllâh sallallahu aleyhi ve sellemin Mescid-i Saâdetinde müzâkere ve müdârese hâlinde gördüm, her biri diğerinin kabul ve kendisi ile amel etmekde olduğu bir kavle vâkıf olunca taassup göstermeksizin, tahtie etmeksizin dilini tutuyordu, sabah nâmâzmı kılıncaya kadar bu hal üzere devam ettiler.”

İmam Şafiî Hazretleri de demiştir ki: “Bütün nâs, fıkıh husûsıında Ebû Hanîfe’nin ıyâlidir, -yâni: onun sayesinde barınmaktadır.- Ben ilmi fıkha ondan daha ziyâde vâkıf bir zat bilmiyorum.”

İmam Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleri de, İmâmı Âzam Hazretlerini pek çok anar, rahmetle yâd ederdi, uğradığı mihnet günlerinde ağlar, o büyük imâmın kadılığı kabul etmediğinden dolayı hapsedilmiş, döğülmüş olduğunu düşünerek müteselli olmağa çalışırdı.

(İslâm’ın Nûru Mec. Sayı: 1 - Nisan 1951’den)

Vefatının yıldönümü dolayısiyle:

EDİRNEYİ utanmadan istiyen düşmanlara yine bir düşma­nımız Lozan’da: “O olamaz, alamazsınız, zira orada Türklerin dört minareli bir tapu senedi var” demiştir. Boylece burasını da bize yıllarca sonra Koca Sinan kazandırıyor.