Makale

HAYAT DİNİ: MÜSLÜMANLIK

HAYAT DİNİ: MÜSLÜMANLIK

Hayrullah HAMİDİ

(Geçen sayıdan devam)

İSLAM DİNİ NELER GETİRDİ?

1) İSLÂM DİNİ HER ŞEYDEN ÖNCE, FERDİN HAKLARINI TE­MİN EDEN ADALETİ GETİRMİŞTİR.

Sürüde bir hayvan derekesine indirilmiş olan insanı, mevkii ne olursa olsun, beşeriyetteki kardeşleriyle ayni seviyeye getirmeği hedef tutmuş­tur. Câhil veya bilgin, fakir veya zenginin hak bakımından hiç bir fark­ları olamazdı. Bir mayiden vücud bulmuş, ayni sonuçla dünyadan çekil­mesi tayin ve takdir olunmuş kardeşler arasında sun’î fark yaratmakta mânâ olamazdı, işte bu ayırıcı tutum ortadan kaldırılmıştır:

(Adâlette bulununuz. Adâlet; Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Maide : 8)

(Ey Müminler; Adâleti daimî surette, olduğu gibi hakkıyle icra edi­niz. Zengini sevmek veya fakire merhamet gibi şahsî meyil ve maksat­larınızın tesiriyle adaletten sapmayınız. Nisa’ : 134-135)

(Ey Hakimler! Bir zâlimin korkusundan veya büyük tesirlerden çekinmeden haksız hükümlerinizden dolayı benden çekininiz. Size indir­diğim ahkâmı rüşvet ve mevki ile değiştirmeyin. Allâh’ın indirdiği ahkâm-Adalet = mucibince hükmetmeyenler bu hiyanetlerinden dolayı kâ­firdirler. Mâide : 44)

(Allâh’ın indirdiği ahkâma göre hükmetmeyenler sapık sefihlerdir. Mâide : 47)

(Bir şey hakkında hüküm veya şahadet ettiğiniz vakit taraflardan biri akrabanız olsa dahi, şer’i hükümleri tatbik ve adaleti tutmak sure­tiyle hükmediniz. En’am : 152)

Yukarıda zikrolunan âyet-i kerîmelerle (Mülkün temeli adâlettir) mefhûmuna ne kadar önem verilmesi gerektiği en veciz şekilde emrolunmuştur. Âile içinde ve dışında, milleti teşkil eden fertler arasında adalet hüküm sürmezse, âilenin de, milletin de ve devletlerin de zeval bulduk­larını vakıalar ve târihler bize nakletmişlerdir. Adaletsizlik; zulüm, hat­tâ vahşettir. Kuvvetli bir hayvanın, zaif bir hayvanın yiyeceğini önünden alması gibi, kudret sahibi bir İnsanın, zaiflerin hakkını yemesi veya ziyâna uğratması arasında bir fark yoktur. İnsanoğlu bu kadar alçalmamalı. (Mazlumun âh’ı çıkar aheste aheste.)

Cemiyetin düzeni, karşılıklı hak ve vecîbelere riâyet etmekle kâim­dir. Adâleti hakkıyla icrâ etmeyenler (kâfir, zâlim ve fâsık) sıfatlariyle adlandırılmışlardır. Bu zillete düşmek isteyenler; varsın, yollarına devam etsin. Allâh’ın cezasından kurtulamıyacaklarını bilmelidirler.

İslâm dini, bu konuda, din ve mezhep farkını gözetmemiş, yahudi Hıristiyan, zenci, beyaz, hür veya köle gibi tasnifleri aslâbir tercih vası­tası olarak kabul etmemiştir. Hak ve nasafet’in yerine getirilip getirilme­me derecesine göre, saadet veya ızdıraplarının âmili olmaktadır. Bu bah­si şu âyet-i kerîme ile bitirelim. “Ey Muhammed, Kitap ehli (Yahudi ve Hiristiyanlar) arasında da Kur’ân hükümlerine göre hükmet, hak ola­rak indirilen ahkâmdan saparak arzu ve maksatlarına uyma.” Mâide 48.

2) FERTLERİN YEKDİĞERİNE KARŞI HAK VE VECİBELE­RİNİ GETİRMİŞTİR:

a) FERDİN, KENDİ NEFESİNE KARŞI YAPACAĞI VAZİFE­LER:

Hazret-i Peygamber Efendimiz İslâm dinini tebliğ etmeğe memur kılındığı zaman, kendisine verilen istikamet şu çelil âyetlerle tâyin olun­muştur: "Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk ta uyar. Tanrı’nı tâzım et, giydiklerini temiz tut, kötü şeylerden sakın, yaptığın iyiliği çok göre­rek başa kakma, Tanrı’n için sabret” (Müddesir : 1-7)

Bu âyet-i kerîmelerden hiçbir şüpheye mahal kalmayan gayeler bel­lidir. İnsanı sapık yoldan döndürmek, kâinatta neler varsa, cümlesinin yaratıcısına olan minnet ve şükrânını ifade etmek, üstünü başını temiz tutmak, (Müslüman olanlar İslâm dini tesiri altında pis kalmışlardır) diye iftira eden bedbahtların iddialarına rağmen temizliğe önem vermek, aklın ve vicdanın kabul edemiyeceği kötü işlerden sakınmak, yardıma muhtaç olanlara yapılan yardımı çok görerek, minnet altına sokarak, haysiyesini zedeleyerek başa kakmak, her zahmet ve musibeti sabırla karşılamak gibi vecîbeler gelmektedir.

b) FERDİN AİLESİNE KARŞI VECİBELERİ

İslâm dini, aile münasebetlerini, bütün dinlerden daha çok iyi şekil­de tanzim etmiş, evlenme, boşanma, ihtilâflar ve ayrılıktan sonraki dev­releri en medenî şekilde halletmiş, sevgi, saygı ve İtimadı âilenin temel unsurları hâline getirmiştir:

“Tanrın, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana- babaya içten gelen hislerle muamelede bulunmanızı emir buyurdu. Şayet ikisinden biri veya her ikisi yanında iken ihtiyarlayacak olurlarsa, canın sıkıldığı anlarda onlara karşı (Of) bile deme, onları azarlama, ikisine de tatlı söz söyle.” (İsrâ : 23)

Âile riyaseti erkekte olmasını zarurî kılmış, ancak kocanın, karısına iyi muamele etmesi emrolunmuştur: “Koca ile karı arasında karşılıklı haklar vardır.” (Bakara: 228), “Birbirinize karşı iyilikte bulunmayı unutmayınız.” (Bakara: 237), “izdivaç sebebiyle kadınlar ile erkekler arasında Allah sevgi ve şefkati yarattı.” (Rûm: 21), “Zevcelerinize tatlı dille, insaflı hareketlerinizle iyi muâmele edin, onlardan sıkılırsanız, sab­redin ve ayrılmayın”. (Nisa: 19)

Âile düzen ve saâdetini mutlak olarak gaye edinen İslâm dini hak­kında bu konuda ileri geri söyleyenler utansın, demekten kendimizi ala­mıyoruz.

c) Ferdin Milletine, İnsanlığa ve Dindaşlarına karşı Görevi:

Ey Mü’min! İslâm dini değil senin, bütün insanların saadeti için tü­kenmez bir hazinedir, sayısız asırlara yetecek bir saâdet kaynağıdır. Bu hâzineyi kudsî kitabın olan Kur’ân-ı Kerim’de bulursun. Kusursuz bir insan hâline gelmen için muhtaç olduğun ışık, sadece gözlerini değil, kâ­inatı kamaştıracak kudrettedir. Şahsın, âilen, milletin, dindaşların ve hatta dindaşın olmayan bütün insanlar ile olan münâsebetleri tâyin et­miştir. Güçlüklere uğramadan, külfetlere katlanmadan bu hükümleri kendine rehber edinmek zorundasın. Çünkü, bu güne kadar süregelen umursamazlığın yüzünden yaşayış düzenin, hatta düşünüş tarzın değiş­miş, bozulmuş ve neticesiyle kendine, milletine hatta iftihar duyduğun di­nine bile zarar vermişsindir.

Kendinde ve memleketinde görülen gerilik sebebi, dinin olan Müslü­manlığa yükletilmektedir. Bunu iyice bil ve bilmeyerek işlediğin güna­hın büyüklüğünden dehşete kapıl. Ortada olan iddialara göre; Müslü­manlığı kabul eden bütün memleketler ve halkı temizlik bilmez. Bu din onları cehalete sürüklemiştir. Şüphesiz ki, iftira olan bu iddiaların sebe­bi bu dine düşman olanların uydurmasıdır. İslâm dini, temizliğe, okuma­ğa ve bilgiye önem vermiştir. Okuma yazması olmayan insanla okumuş insanı bir tutmamıştır, işte bu husustaki âyet-i celîle sözlerimizi te’yide yeter derecededir: “Ey Muhammed; de ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer: 10). Temizlik konusuna gelince, bunun hakkında yukarıda gerekli bilgi verilmiştir.

Bir Müslümanın nasıl olması lâzım geldiğini belirten âyetleri sıra­lamakla yetineceğiz. Bu âyetlerin açık olan mânâları, her türlü izahtan müstağnidir. Allah’tan dileğim, aşağıya aldığımız âyet-i kerîmelerin, bü­tün âile fertleri tarafından temel düstur olarak ezberlenerek hükümleri gereğince hareket olunmasıdır. Yorgunluğu gerektirmeyen, külfeti olma­yan bu hükümleri kendine tatbik eden Müslüman; Allah’ın, emirlerini ye­rine getirmekle kalmayarak şahsının, ailesinin ve milletinin saâdetini sağlamış olur. Aksi, Tanrı’ya isyandır.

*