Makale

İSLAMDA MEDENİYET VE ÇALIŞMANIN ÖNEMİ

İSLAMDA MEDENİYET VE ÇALIŞMANIN ÖNEMİ

Doç. Dr. İbrahim Agâh ÇUBUKÇU

Bir çoğumuz bu günkü İslâm âleminin durumuna bakarak İslamiyetin insanları tembelliğe götürdüğünü sanırız. Hiç değilse halkının çoğu Müslüman olan devletlerin geri kalmasının sebebini İslamiyet’te ararız. Bu yüzden din denince dudak büküp geçeriz, Veyahutta dinin zararlı ol­duğu inancına vardığımızdan İslamiyet’e karşı da durum alırız. Fakat biraz İslâm medeniyeti tarihi okusak ve gerçekten İslamiyet’i incelesek bu türlü düşünüş ve davranışın karşısında oluruz.

Burada her şeyden önce belirtelim ki İslâmda aklî, ilmî ve felsefî ça­lışmalar ortaçağ Avrupasından çok evvel başlamıştır. Henüz sekizinci yüzyılda Müslümanlar eski Yunan kültürü ile temas imkânı bulmuşlardı. Hele dokuzuncu yüzyıl başında belli başlı bütün Yunan düşünürlerinin eserleri Müslümanlarca tanındı ve Arapçaya çevrildi. Daha sonraları Meşşâiyyûn denen filozoflar Kur’ân’a, Aristo ve Eflâtun’a dayanan fel­sefî düşüncelerini alenen yaymak imkânlarını buldular. Kindi, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi büyük filozoflar Yunan düşüncesini körü körüne taklit et­mediler, Felsefelerinde Kur’an’dan da faydalandılar. Aklı ön plânda tutan bu gibi filozoflar İslâmda serbest düşüncenin gelişmesine yardım ettiler.

Başlıca, temsilcileri Sühreverdî al-Maktul ve İbn Tufeyl olan işrâkiye felsefesi de Yunandan çok İslâm düşüncesinin izini taşımaktadır. Hele Endülüs’te yetişen İbn Rüşd’ün Avrupa’nın Aristo’yu tanımasına yardım ettiği, inkârı güç bir gerçektir.

Burada şu hususu belirtmek gerekir ki, Müslümanların Yunan, Hint ve İran kültürü ile temasa geçtiği 8-9. yüzyıllarda Avrupa halkı koyu fikir karanlıkları içinde yüzüyordu. Mezhep kavgası almış yürümüş, aklî düşünce verimsiz kalmış, taassup son derecede artmıştı. Bu sebeple de İslâm âleminden çok geri durumda idiler.

Hıristiyanlar, Müslümanların sekizinci yüzyılda Endülüs’e ayak bas­maları sayesinde İslâm Kültürü ile daha çok temas etme imkânları buldu­lar. Evelce seyyahatlerle başlayan kültür alış verişi Endülüs’ü Müslümanların almasından sonra arttı. Haçlı seferleri de Avrupalıların Müslümanlardan çok şeyler öğrenmelerini sağladı. İslâm Kültürünün Avrupaya akı­şını sağlayan okullar Endülüs’te olduğu kadar Güney İtalya’da da kurul­du. özellikle Sicilya ve Napoli okulları bu hususta önemli roller oynadı.

Matbaa Avrupadan çok önce Kore’de ve Çin’de biliniyordu (1). Kâ­ğıt sanayii daha sonra Türkler ve Araplar arasında gelişti. Bu sanayii Avrupalılar Araplardan öğrendiler. Bir Arap olan Yusuf Amr 706 yılında ipek yerine pamuk kullanarak kâğıt yaptı, özellikle Şam kâğıtları Avru­pa’da tanınmıştı. 1270-1300 yıllarında kâğıtçılık Avrupada da başladı (2). Daha sonra matbaacılık Avrupada hızla gelişti. 15. yüzyılda müteharrik harfli matbaa kuruldu. 16. yüzyılda batılılar kitap basma tekniğini daha İleriye götürdüğü halde, İslâm âlemi taasup sebebiyle hu hususta onlar­dan geri kaldı.

Ziraat alanında da İslâm medeniyeti Avrupa’dan üstündü. Pirinç, pamuk, fıstık, şeker kamışı, kına ve safran gibi mahsûller Sicilya ve İspanya’ya ilk kez Müslümanlar tarafından götürüldü. Yine portakal, limon, mandalina, dut ağacı, hurma ve muz gibi meyveleri İspanya halkına Müslümanlar tanıttılar. Müslümanlar ziraat usullerini, sulama işlerini ve iyi sebze yetiştirme ilmini batılılara öğrettiler (3).

Müslümanlar İspanya’yı aldıktan sonra şehircilikte, bayındırlık iş­lerinde, maden işletmesinde, deri imalâtında ve ipek sanayiinde büyük İlerlemeler oldu.

Bu gün Avrupalıların kullandığı rakamlar bile Müslümanlar tara­fından onlara öğretildi. Aynı rakamların daha önce Hintliler tarafından kullanıldığı söylenir.

Dil konusunda da Batılılar üzerinde Arap etkisi vardır, örneğin co­ton, sucre, amiral kelimeleri Arapçadaki kotn (pamuk), sukker (şeker) Ve emîr el-mâ (suyun emiri, kaptan) sözlerinden alınmıştır. Ortaçağda bazı İspanyol kralları üzerinde hem İspanyolca ve hem de Arapça iba­reler bulunan paralar bastırmışlardı. İspanya’da yetişen bir çok çiçek­lerin adlan halâ Arapçadır. Zamanla bu etki Fransızcaya da az çok geç­miştir. Esasen Akdeniz kıyısında bulunan Marsilya İslam medeniyetinin etkilerinden uzak değildi.

Pusula ve barut ilkin uzak doğuda ve özellikle Çin’de biliniyordu. Müslümanlar bunları doğudan aldılarsa da geliştirmesini başaramadılar. Pusula ve barutu Müslümanlardan öğrenen batılılar ateşli silâhları icat ettikleri gibi denizcilikte de ileri gittiler.

Ortaçağda tıp ve eczacılık alanında da Müslümanlar batılılardan üstün idiler. Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriya ar- Razî’nin Kitab al-Havî’si ve İbn Sînâ’nın al-Kanun fi’t-Tıbb’ı Lâtinceye çevrilmişti. Batılılar bilgin İbn Zuhr’u eczacılıkta en büyük üstat olarak tanıyorlardı. Musiki alanında da Müslümanlar İleri durumda idiler. Sol anahtarını ilk kez onlar kullandılar. 5 çizgili notayı da Müslümanlar buldu. Ebu’l-Farac Ali b. Muhammed’in Mecmuat al- Elhan adlı eseri Lâtinceye çevrilmişti. Yine tanınmış filozof Fârâbî’nin Kitab al- Musiki’si de Lâtin âlemi tarafından tanınıyordu.

Riyaziye ve astronomide de Müslümanlar ilerleme kaydetmişti. Ta­nınmış riyaziyecilerden Ali b. Abdurrahman b. Yunus (Ben Jonis), Ebû Ali Haşan (Alhacen ve Muhammed b. Cabir al-Battanî (Albatagnus) Lâtin âleminde iyice biliniyordu (4).

Astronomide de İslam âlemi bir çok bilginler yetiştirmiştir. Bunlar­dan Birunî güneş parametrelerinin hesabını yapacak kadar ileri gitmiş­ti (5).

Bütün bunlara ek olarak felsefî alanda da İslam felsefesinin ve filo­zoflarının Ortaçağ hıristiyan düşünürlerine etki yaptığını kaydetmeliyiz. Bu etki Arapçadan Lâtinceye yapılan çevrilerle oldu. Endülüs’te Ray­mond ve Dominicus Cundisalvi’nin çabalariyle bir çevirme okulu kuruldu. Çeşitli alanlardaki İlmî ve felsefî Arapça kitapları Lâtinceye çevriliyordu.

Çevrilen kitaplar arasında Kindî’nin Kitab al-Akl ve Kitab al-Ce- vahir al-Hamse’sini, Farabî’nİn Fusus al-Hikem ve Ihsa al-Ulûm’unu, İbn Haysem’in Kitab al-Menazır’ını, İbn Sina’nın Şifa ve Kitab an-Nef’sini, Gazzali’nin Makasıd al-Felasife’sini, İbn Rüşd’ün Kitab Tehafut at - Tefafut’ünü sayabiliriz.

Hiç şüphe yoktur ki Batıda Rönesans’ın doğmasında İslâm Mede­niyetinin etkisi büyük olmuştur. Saint Thomas tanınmış eseri Summa’da çok kez Farabi’nin düşüncesini yansıtmıştır. Demek oluyor ki, Ortaçağ­da İslam âlemi gerek teknikte ve gerekse felsefede Avrupadan çok üs­tündü. Eğer İslam dini çalışmaya, akla ve medeniyete önem vermeseydi, İslam âlemi bir kaç yüz yıl içinde böyle üstün bir seviyeye ulaşamazdı. Müslümanların bilfiil kurdukları imparatorluklar da İslamiyet’in ilme ve çalışmaya verdiği değeri gösterir.

Endülüs Emevî Devleti, Büyük Selçuklu imparatorluğu, Osmanlı İm­paratorluğu gibi tarihte önemli bir yer alan devletler hep Müslümanlar tarafından kurulmuştur. Bu devletleri meydana getiren güç, şüphesiz ki ilim ve teknikten gelmektedir, örneğin XVI. Yüzyılda Osmanlı İmpara­torluğunun her haliyle dünyanın en büyük devleti olduğu söylenebilir. Fatih Mehmet teknikte üstün olduğu için İstanbul’u aldı. Ne yazık ki daha sonraları Müslümanlar dar düşüncelere saplandılar. Avrupa’da başlıyan uyanma ve serbest düşünce hareketlerine ayak uydurmadılar. Avru­pa hızlı adımlarla ilerlemeğe başlarken, Müslümanlar oldukları yerde saydılar ve hattâ zihniyet bakımından gerilediler. Müslümanların gerile­mesini İslamiyet’te, Avrupalıların ilerlemesini de Hıristiyanlıkta arama­mak gerekir. Düşünmek gerekir ki bu gün Habeş milletinin çoğunluğu hırıstiyan dinine bağlı olduğu halde Habeşistan dünyanın geri ülkelerin­den biridir. Yine başka bir örnek olarak Kuzey ve Güney Amerikayı verebiliriz. Kuzey Amerika ileri, Güney Amerika milletleri geri durumda­dır. Oysa ki sözü geçen kıt’anın gerek güneyinde ve gerekse kuzeyinde yaşıyan milletler hıristiyandırlar.

Avrupa’nın XV-XVI. yüzyılından itibaren daha hızlı adımlarla iler­lemesinin başlıca sebepleri matbaacılığın ilerlemesi, yeni dünyanın keşfi, ateşli silâhların gelişmesi, san’atda yükselme ve hür düşüncenin doğma­sıdır.

Demek ki, bizatihi İslâm Dini geriliğin, Hıristiyanlık da ileriliğin sebebi değildir. İslâm Dini nasıl geriliğin, tembelliğin ve fikirsizliğin sebe­bi olabilir?

Tarihî bakımdan İslam medeniyetinin yükseldiği ilim, teknik ve dü­şünce seviyesinden yukarıda söz ettik. Şimdi de bizzat İslâm dininin hü­kümlerini inceleyerek İslamiyet’in ilme, san’ata ve çalışmaya verdiği değeri gösterelim:

(Devamı gelecek sayıda)

Dipnotlar

(1) Bak. W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, s.74, Ankara 1963.

(2) Bak. Ord. Faof, Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefe ve itikadının Garba Te­siri, İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı: 1962, s.4, Ankara 1963.

(3) Bak. Barthold, anılan eser, s.161-162. Haydar Bammat, İslâmiyetin Mâ­nevi ve Kültürel Değeri, s. 100-101, Ankara 1963.

(4) Bak. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Anılar, makale, s.4.

(5) Bak. Doç, Dr. Sevim Tekeli, Birûni’nin Güneş Parametrelerinin Hesabı, Bel­leten, c. XXVII, sayı: 105, Ankara 1963.

KUR’AN-I KERİM

Bu Kitabtır : Her insana için, dışın Öğreten ;

Gökte, yerde, tende, canda bir Yaradan sezdiren.

Bu çobandır: Kavalını koyunlara dinleten;

Sürüleri akar sular kıyısında gezdiren!...

Bu kitabtır : Her kişiye benlik veren, yol açan;

İnsanlığın sergisine armağanlar astırtan

Bu çerağdır : Obalara, saraylara nur saçan;

Bir köylünün işlerini târihlere bastırtan...

Bu Kitabdır: yürekleri iyilikle besliyen;

El bağına girme... diyen, dost yarasın bağlatan

Bu anadır : Her öksüze "yavrum” diye sesliyen,

Nice canlar kardeş eden, birbiriyçün ağlatan...

Bu Kitabdır : Akıllara her bir şeyi sordurtan;

“Düşün sonra inan...” diyen, doğru yollar gösteren.

Bu bilgidir: Ululuğun yapıların kurdurtan;

Çıplak dağlar yeşilleten, viran köyler şeni eten!..

Ey kardeşler, şu küçücük armağanım atmayın;

Bir koncadır, Muhammed’in gül bağından derildi.

Sakın, bunu yapma çiçek demetine katmayın;

Bu şey size özünüzü açmak için verildi!..

Mehmet Emin YURDAKUL