Makale

İSLAM'DA SOSYAL YARDIMLAŞMA MÜESSESELERİ VE ZEKÂT

İSLAM’DA SOSYAL YARDIMLAŞMA MÜESSESELERİ
VE ZEKÂT

Mustafa BEKTAŞOGLU

İslâm, yakından başlayarak bütün insanların birbirleri ile yardımlaşması yolunda hükümler getirir. Allah’a ibadet edildikten hemen sonra; “Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve emrinizde çalışanlara iyilik edilmesi” " Kur’an’da emredilmektedir. Böylece Kur’an, bütün toplumun yardımlaşması yolunda mü’minleri uyarmaktadır. Hatta komşusu aç iken kendisi tok yatanın, mü’minin vasıflarından uzak bir davranış içinde bulunduğunu belirten peygamberimiz, insanların kendisi için arzu ettiğini başkaları için de arzu etmesi, kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyi diğer insanlara yapmaya ve yapılmasına da razı olmaması gerektiği <2) prensibini koyarken, toplumun huzur ve sükûnunu temin eden çok önemli bir ölçüyü koymuş oluyor.
Nitekim, İslâm tarihinde Müslümanların bu ölçüye uygun davranışlar içinde bulunduklarını görüyoruz. Hz. Peygamberle birlikte Medine’ye hicret eden Müslümanlarla,
Medine’nin yerli Müslümanları kardeş ilân edilmişlerdi. Bu kardeşlik, evsiz, yurtsuz Medine’ye gelenlerin başlarını sokup barınacak bir yer bulmalarını temin etmek içindi. Kardeş olan bu Müslümaıılar, kendi aralarında mallarını ve kazançlarını paylaşmak suretiyle geçimlerini sürdürüyorlardı. Bu durum, Medine’ye hicret edenlerin ev bark ve iş sahibi olmalarına kadar sürmüştür.
İslâm’ın ilk andan itibaren ırk, renk, memleket ve dil farklarını ortadan kaldırıp, bunlar arasında dostluk kurarak barış halinde bulunmaları düsturunu getirmiş olmakla, insana verdiği değeri ortaya koyar.
İslâm, ferdi hak ve hürriyetleri güven altına alan bir birlik ve hareket dinidir. Bunu sağlarken; iktisadi bakımdan da, ahlâkî yönden de kendisine insanı esas unsur olarak alan İslâm dini, şahsiyete değer verir. Onu bütün gayret ve gücüyle Allah’ın ve insanlığın hizmetine girmeye hazırlar.
Onun yarattığı dünyada insanlar, sosyal seviyelerine, renklerine, sınıflarına veya kazançlarına göre değil, yaşayış ve inanış tarzlarına göre değerlenir ve bir mana kazanırlar. İslâmiyet ferde; özel mülkiyet, miras mülkiyeti, serbest teşebbüs, meşru kazanç hürriyeti ve diğer hakları tanır.
Bunun yanında; insanların hak ve menfaatlerini düzenleyip, milletin muhtaç olduğu refahı, huzur ve sükûnu sağlayabilecek bir teşkilât olan devletin kurulmasına da önem verir.
Böylece insan, cemiyetle bütünleşir. İçinde bulunduğu toplumun devamı için gerekli olan İktisadî ve kültürel sahalarda olduğu gibi, ahlâkî ve hukukî sahalarda da gelişmeleri temin edecek müesseseleri kurup geliştirir ve yaşatır.

VAKIFLAR
Vakıflar, sosyal yardımlaşma müesseselerinin önemlilerinden biridir. Toplumun yaşayışı için gerekli olan ve onların ihtiyaçlarını karşılayan çeşme, sebil, sarnıç, havuz, kuyu gibi tesisler ile; hastane, ölenlerin defnedilmesi için vakıfların yapılması , Müslümanların kalplerindeki cömertliği ve inceliği, acıma duygusunu ve yardım hislerinin derecesini göstermektedir.
Yolculara yardım etmek, mübarek günlerde para, yiyecek dağıtmak, fakir kızlara çeyiz hazırlamak, fakirlerin cenazelerini kaldırmak ve bu gibi birçok vakıfların tesis olunması, İslâm toplumunda merhamet ve yardım duygularının ne derece gelişmiş olduklarını gösterir.
İnsanoğlu yalnız yaşayan bir varlık değildir. Biri diğerine çeşitli sebeplerle muhtaçtırlar. Aile olarak, akraba olarak, komşu olarak beraber yaşamak zorundadırlar. Yaratılış itibariyle farklılıklar gösterdiği gibi, ekonomik olarak da farklılıklar arzetmektedir.
Zira, insanlar gerek fikrî kapasite açısından ve gerek bedenî ve malî güç açısından birbirinden farklı yaratılmışlardır. Kuvvetlileri de vardır, zayıfları da vardır. Toplum hayatının hayatını koruyan intizam ve asayişin en büyük şartı ise; insanların bu iki tabakası arasında boşluk kalmaması ve sosyal dengenin korunmasıdır. Tabakalar arasında yakınlaşmayı temin eden en önemli faktör, karşılıklı yardımlaşmadır. Zayıflarda daima bir sığınma hissi mevcuttur. Kuvvetlilerde sahip çıkma ve himaye etme duygusu görülür. Bu hisler insanları toplum halinde yaşamaya sevke- der. Karşılıklı yardımlaşmanın iki şeklinden biri, karşılık beklemeden yapılanıdır. Bunun da en güzeli vakıf ve zekâttır. Bu sebeple Hz. Peygamber “Zekât İslâm’ın köprüsüdür" buyurmuştur. İslâm dünyasında insanlara faydalı olan her hizmetin ibadet telâkki edilmesinin sonucu olarak vakıflar, her sahada sağlam birer teminat ve sigorta vazifesi görmüşlerdir.’"’
Vakıfların Hizmet Sahaları
Vakıflar, sadaka-i cariye denilen hayu- çeşitlerinin başında gelmektedir. Bu bakımdan, İslâm dünyasının hemen her yerinde rastladığımız vakıfların, yardım elini uzatmadığı bir saha düşünülemez. Yoksulların elem ve ızdırabını gidermek, yollar, köprüler, çeşmeler, su bentleri, okul, cami, hamam vs. gibi daha nice hizmetleri yerine getiren bu müesseselerin pek çok çeşidi bulunmaktadır.
Allah’a karşı büyük bir günah işleyen bir mü’min, bu günahın affedilmesi için yapacağı ilk işi içtimai bir yarayı sarmak, fakirleri doyurmak veya giydirmektir. Sosyal hayata bu derece yaklaşan servet-din ilişkisi, vakıfların kaynağında aranması gereken en büyük sebeplerden biri olmaz mı? Elbette vakıflar, dünyevî hizmetleri görecek; hastalara, deva arayan yerleri kuracaklardır.161
AHİLİK
Sosyal yardımlaşma müesseslerinden biri de Ahiliktir. Bu kurumda, sosyal yardım ve dayanışma prensibi, Ahi birliklerinin ekonomik faaliyetlerini belirleyen unsurlardan biri olmuştur.
Ahi birlikleri; daha fazla kazanmak, spekülasyon ve serbest rekabet yerine, karşılıklı yardım ve sosyal dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç, meslekî hürriyet, menfaat çatışması yerine; bütün topluma hakim bir nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlâk kaideleri üzerine kurulmuş, barışçı, geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş ahlâkı, Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
Ahi baba vekilleri, hem dinî hem de meslekî lider pozisyonunda olup, yalnız ustaların değil, kalfa ve çırakların da haklarını korumak durumunda idiler. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları kişilerin davranışlarından mes’uldü. Bu sebeple bazı durumlarda çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine rastlan- maktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile, bunların haksızlığa uğramalarından yalnız ustaları değil, kademeli olarak bütün esnaf mes’uldü. Bu anlayış, çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız ustalarına değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve böy- lece müessir bir otokontrol sistemi kurulmuştur.
Yaşamak için yaşamak gerektiğine inanılan Ahilikte, her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir. Bir insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılır. ‘Komşusu aç iken tok yatan’ın ağır bir dille suçlandığı bu düşünce sisteminde, sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır.
Ahi birliklerinde, can ve mal beraberliği olarak ifade edilen dayanışma duygusu o kadar ileriye götürülmüştür ki, Ahinin kazancının geçiminden arta kalanın fakir ve işsizlere yardım için kullanılması ahlak kaidesi haline gelmiştir. Ahi birlikleri, dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı kazanç arzusu bile engellenmiştir. Ahi birlikleri, esnafı tasarrufa yöneltmiş, kimseye yük olmamayı, helalinden kazanmayı öğretmiş, karşılıklı yardımlaşmayı sağlamıştır.
Ahi birliklerinde, can ve mal beraberliği olarak ifade edilen dayanışma duygusu o kadar ileriye götürülmüştür ki, Ahinin kazancının geçiminden arta kalanın fakir ve işsizlere yardım için kullanılması ahlak ka- I idesi haline gelmiştir.
Orta sandıkları, gerek ihtiva ettiği prensipler, gerekse insanlığa ve çalışanlara tuttuğu ışık ve yol bakımından, kooperatifçilik ilkeleri ile büyük bir yakınlık göstermektedir. Nitekim, İngiliz John B. Higgins, bu benzerlikler üzerinde durmuş ve dünya kooperatifçiliğinin oluşmasında Ahi birliklerinin önemli tesirleri olduğu sonucuna varmıştır. Kooperatifçiliğin temeli olan demokratik idare, karşılıklı yardımlaşma, üyelere sosyal yardım götürme ve sermayeden çok insana önem verme prensipleri, bu kurumdan çok daha önce kurulmuş bulunan Ahi birliklerinde mevcuttur.
Ahi birlikleri bir sosyal yardım ve sigorta kurumu gibi çalıştıkları gibi; köprü, yol tamiri gibi kamu hizmetlerini de gönüllü olarak yapmışlardır. Ahilikteki sosyal yardımlaşma ile ilgili ahlâk kaideleri dolayısıyladır ki, hiçbir Ahinin önemsenecek sermayesi olmazdı.
Genel felsefelerine uygun olarak iş hayatının düzenlenmesinde de Ahi birlikleri, toplumu bir bütün olarak ele alıp, bütün sosyal grupların menfaatlerini düşünmüşlerdir. Çatış- macılığı reddederek, uzlaşmacı sosyal ve ekonomik münasebetlerin kurulmasını gaye edinen Ahi birliklerinin bu özelliği, sosyal huzuru sağlama açısından, insanlığa ışık tutacak temel motifleri taşımaktadır.
Ahi birlikleri, üretim ve tüketim arasında denge kurarak üretici ile tüketici arasındaki münasebetlerin sosyal huzuru sağlayacak şekilde gelişmesinin devamına çalışmışlardır.
Bu maksatla, zaman zaman üretim sınırlamaları getirerek emeğin değerini bulmasını sağlarken, geliştirilen narh sistemi ile de tüketicinin korunmasını sağlamıştır.<7)
Ahiliğin Sosyal Hayatı Düzenlemedeki Rolü
Ahilik, orta çağlarda Anadolu’nun sosyal yaşantısının düzenlenmesinde büyük rol oynamıştır. XIII. Yüzyılın ortalarından başlayarak, Türk gençlerini aylak kalmaktan ve türlü kötü akımların etkisinden kurtarmıştır. Aynı zamanda; o zamanlar devletin çok ihtiyacı bulunan askeri güce katkıda bulunmak için organize edilmiş olan Ahi kuruluşu, çok yönlü sosyal yapıya sahiptir.
Esnaf ve sanatkârlıkta önemli bir sorun olan üretici- tüketici çıkar ve ilişkilerini, biı- birleriyle sürtüşmeye düşmeyecek biçimde ayarlamıştır.
Şehirlerden köylere, ülkenin en ücra köşelerine, dağ başlarına kadar yayılan bir zaviye yani, toplantı ve konuk evleri örgütü kurulmuştur. Orta Asya’dan Anadolu’nun en uzak köşelerine kadar yüzyıllar boyu süren Türk göçü ile gelen her türlü konuğa sıkıntılı günlerinde kucak aşan bu konuk evlerinin, o devirlerde ne büyük bir sosyal fonksiyon yerine getirdiklerini söylemeye gerek yoktur. 8

ZEKÂT
İnsanın var olup yaşayabilmesi için toplumsal hayatın gerekliliği öteden beri "İnsan, tabiatı itibariyle medenidir" sözüyle ifade edilir. Bu bakımdan tek tek kişiler, bireysel varlıklarını devam ettirebilmek için bir topluma, toplumsal organizasyona katılmak durumundadırlar.
Toplum, varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için, toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve fertler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda zenginlerin ve fakirlerin bulunması doğaldır. Fakat doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemesi ve sosyoekonomik açıdan bir bakıma sünne- tullah denilebilecek bu durumun, toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir.
Kur’an-ı Kerim’de bu yönde yapılan düzenlemeler adeta böyle bir gerilimin potansiyel varlığım ima edip, bunun engellenme ve giderilme yolları teşhis edilmektedir. Kur’an’da cennet ehli müttakiler tanıtılırken, onların dünyada güzel davraran kimseler olduğundan söz edilip ve mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardı” buyrulur. Kur’an’ın başka bir yerinde; namaz kılan ve namazlarında daim olanların eline mal geçip zengin olunca, pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek: “Bunlar, sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumun belli bir hakkı bulunduğunu unutmazlar”<l0) buyrul- muştur. Bu teşhis ve belirlemenin Medine’de İslâm toplumunun oluşmasından önce, daha Mekke döneminde yapılmış olması, problemin sadece İslâm toplumu için değil, bütün toplumlar için geçerli olduğunu da ima eder.
Aynı anlamda olmak üzere Kur’an’da “Güzel bir söz ve bağışlama, eziyete dönüşen bir sadakadan daha iyidir; Allah zengindir ve halimdir. Ey inananlar! Zekât dahil her türlü sadakanızı başa kakmak ve eziyete dönüştürmek suretiyle boşa çıkarmayınız. Bu, inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kişinin tutumudur” 11 denilmiştir.
Bu düzenleme, toplumdaki ekonomik dengesizliğin yol açabileceği muhtemel olumsuz sonuçların azaltılabilmesi için zekâtı önemli bir araç olarak sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bunun işleyişinde son derece önemli insani meziyetlere, psikolojik faktörlere de işaret ediliyor. "12
Toplumda fakirlerin haklarına riayet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir. Vaktinde tedbir alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına veya ölmesine yol açarsa; aynı şekilde fakirlerin hakkına riayet edilmemesi sosyal bir kanamadır. Vaktinde tedbir alınmazsa bir canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını, belki varlığını yitirmesine yol açacaktır. Bu hal, toplum üzerindeki İlâhi elin, rahmetin çekilmesi demektir. Bütün bunlar, zekâtın sosyal bünyenin sağlıklı bir şekilde var olmasını sağlamaya, sosyal dokunun korunmasına yönelik doğal bir çaba olduğunu gösteriyor.
Zekâtın toplumsal temizleme ve arıtma anlamında oluşu, Kur’an’da “Onların mallarından sadaka (zekât) al. Onunla kendilerini temizlemiş ve arıtıp geliştirmiş olursun”"denilerek belirtilir. Ayet ve hadisler zekâtın malı değil, öncelikle toplumu temizleyen ve geliştiren bir mekanizma olduğunu gösterir.
Zekât, müslüman toplumlarda sosyal yapıyı koruyucu ve iyileştirici, müslüman topluma ayrı bir bütünlük ve kimlik kazandırıcı, bedeni ibadetleri ifa kadar başkaları için malî harcama yapmanın da dinî bir ödev okluğu bilincini yerleştirici anlam ve işleve sahiptir. Günümüzde zekâtın, zihinlerde teorik bakımdan önem ve anlamını koruduğu söylenebilirse de, uygulamaya yansıyan ve müslüman toplumlarda ısrarla sürdürülen şekliyle gerçek anlam ve amacına hizmet ettiği kolaylıkla söylenemez."5’
Zekâtın Mahiyeti ve Önemi
Kur’an-ı Kerim’de zekâtın mana ve öneminden bahseden birçok ayet vardır: "Hidayet ve müjde; namaz kılan, zekât veren mü’minler içindir” ,l6’ "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Asıl iyi olan; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere sevdiği maldan harcayan, namaz kılan ve zekât verenlerdir."17
Kur’an-ı Kerim, müşrikleri kötülerken onların vasıflarından birinin zekât vermemek olduğunu zikreder: "Yazıklar olsun o müşriklere ki, onlar zekât vermezler ve ahireti de inkar ederler."18 Burada hem onların toplumdaki ihtiyaç sahibi kimseler için harcama yapmadığı, bencil davrandığı ifade edilmiş, hem de zekâtın ve ahi- rete imanın mü’minlerin iki temel özelliği olduğu vurgulanmıştır.
Zekât vermeyen bir zengin, Allah’ın geniş rahmetine, Allah ve Rasulünün dostluğuna da hak kazanamaz. Zira Allah Te- âlâ şöyle buyurur: "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Ben onu, sakınan, zekât veren ve ayetlerime iman edenlere has olmak üzere tespit edeceğim." 1191 "Sizin dostunuz ancak; Allah, O’nun elçisi ve boyun bükerek namaz kılan, zekâtı veren mü’nıinlerdir."120’
Bütün bu ayetler zekâtın ne büyük önem taşıdığının açık delilleridir. Bencillikten kurtulan, paraya ve mala düşkünlükten temizlenen, darda kalmışların yardımına koşmayı huy edinen kimseler, Allah’ın ve elçisinin ahlâkı ile ahlâklanırlar.
Zekât, Allah’ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi ibadetler, Allah’ın ihsan ettiği vücut sıhhat ve selâmetinin şükrüdür. Başta zekât olmak üzere yapılan gönüllü mali ödemeler de mal nimetinin şükrüdür.
Zekât, zenginin sadece kötü huy ve duygularını gidermekle kalmaz, onun malını da başkalarının haklarından temizler. Zenginin malında fakirin ve ihtiyaç sahibinin hakkı bulunduğundan, bu hak ayrılıp verilmedikçe mal temizlenmiş sayılmaz.
Sosyal dayanışma sisteminin temelini oluşturan zekâtın, bir ibadet anlayışıyla ele alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslâm dininin toplumsal bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem atfettiğini gösterir.
İslâm ekonomisinin ekseni olan zekâtın en dikkate değer özelliği; İslâmın şartlarından sayılıp, tek tek fertlerin vicdanına mal edilmiş olmasıdır. Vatandaşların, vergilerden kaçmaya çabaladıkları ve bu uğurda çeşitli muhasebe oyunları geliştirdikleri göz önünde bulundurulursa, zekâtın bu yönü daha iyi anlaşılır.
Zekât sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi oluşur. Zengin zekâtım verirken fakiri incitmemek için azami titizliği gösterir. Çünkü Kur’an, bu şekilde muamele edenleri övmüş, iyilik yapıp da bunu insanların başına kakmanın, yapılan iyiliğin değerini düşürdüğünü haber vermiştir. (21)


1- Nisa, 36.
2- S. Buhari. Tecrit Tere., 1/30, Kitabü’l-iman. Hadis no: 13; S. Müslim Terc.(Ahmed Davudoğlu),
1/256-257, Kitabü’l-iman, Hadis no: 64-65.
3- Şeker, Mehmet, İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, 2-3,DIB. Yay., Ankara-1984.
4- Şeker, a.g.e., 111.
5- Akgündüz. Ahmel. İslâm Hukukun da ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, 1-2. T.T.K.. Ankara- 1988.
6- Kara, Mustafa, Tekkeler ve Zaviyeler, 94-95. Dergah Yay., İstanbul- 1977.
7- Ekinci, Yusuf, Ahilik, 65- 70, Ankara-1993.
8- Çağatay, Neşet, Bir Türk KurumuOlan Ahilik, 90-91, Ankara-1989.
9- Zariyat, 19.
10- Mearic, 22-25.
1 I - Bakara, 263-264.
12- İlmihal -I, İman ve İbadetler, 419420. İSAM Yay.
13- Tevbe, 103.
14- İlmihal -I, 421.
15- İlhimal -1,422.
16- Lokman, 3-4.
17- Bakara, 177.
18- Fussılet, 6-7.
19- A’raf, 156.
20- Maide, 55.
21- İlmihal -I ,425-427 .