Makale

ESKİ DEVRİN KİTAPÇILARI Sahaflar

ESKİ DEVRİN KİTAPÇILARI
Sahaflar

Mustafa BEKTAŞOĞLU

Sahaf, eski devrin kitapçılarına denilirdi. Bu tabir, kitap alıp satan manasına gelmektedir. Bugün ise sahhaf denilince, daha çok elden düşme kitapları satanlar anlaşılmaktadır.
Sahhaflar, başta İstanbul olmak üzere her şehirde bir çarşı içinde, aynı sokakta toplanır; hattatlar, mücellitler, müzehhipler, kağıtçılar, kalemtraşçılar, mürekkepçiler ve diğer eski kitapçılık sanatları erbabı da sahafların çevresinde yerleşirlerdi.
Sahaflar çarşısı-, kalem erbabının, okuma meraklılarının, medrese talebelerinin, nadide ve muteber eser meraklısı kişilerin sık sık uğradıkları, saatlerce oturdukları, dükkan dükkan dolaştıkları bir edebi ve ilmi toplantı yeri gibiydi. Sahaflar, kitap alacak parası olmayan medrese öğrencilerine veya okumaya hevesli gençlere okuma imkanını vermeyi bir milli an’ane olarak muhafaza etmişlerdir. Onlara dükkanlarının mevcudunu arzettikten başka, okudukları kitaplardan diledikleri yerleri kopya etmek müsadesini bahşetmişlerdir. Sahaflar, ellerine geçen bazı önemli eserleri hattatlara yazdırmışlardır. Böylece eserlerin nüshalarını çoğaltmışlar-, yani zamanımızın kitap basan matbaa ve yayıncıların yerini tutmuşlardır.
Sahaflar, zaman içerisinde ve kitapçılık tarihimizde-, kitaplardan istifadeyi, kitap ve okuma sevgisini, ilmi böylesine teşvik eden müspet fonksiyonunu yerine getirmiştir."’ Kitap satıcısı olan sahaflar, sadece kâr gayesi güden tüccar değildiler. Onlar, kendilerine okuma ve mütalâa imkânı sağlayan ve aynı zamanda âlimleri ve edipleri dükkânlarına çeken kültürlü ediplerdi.
Abbasiler zamanında kitapçılık mesleği, ticari akidler ve kitap satışı çerçevesinde kalmamış; o devirde son derece önemli olan kültür alışverişine de sahne olmuştur. Zira bu kitapçılar, büyük kıymeti haiz kitapları çoğaltıp, bu işin heveslilerine arz ediyorlardı. Karşılığında da, her kitaptan ortalama bir dinar’ı geçmeyen, cüz’i miktarlarda bir para alıyorlardı. Meselâ Câhız, kitapçı dükkanlarını kiralar ve kitaplara bakıp faydalanmak için orada gecelerdi. Sonraları bu dükkanlar, öğrencilerin ve ilim adamlarının müzakereler ve münakaşalar yaparak ruhen beslendiği ve dolup boşaldığı yerler oldu.
İbnü’l-Cevzî, kendi zamanının Bağdat kitapçılar çarşısı için “O, âlim ve şâirlerin düşüp kalktığı büyük bir çarşı idi" der. Şairin birisi de "Pazarda oturmak kötü bir şeydir. Bunların içinde öyle olmayanları da vardın At pazarı, silah pazarı ve kitap pazarı. Bunlardan başkasına yaklaşma. İşte sana edep ehlinin sermayesi!...’’ demiştir.
Kitapçı dükkanlarının çoğu kere, sahiplerine olduğu kadar onların ailelerine de taşan aklî bir tesiri vardır. Gırnata yakınlarında yaşayan kitapçı Zeyd’in iki kızı Zeynep ve Hamde, bunun en bariz misalidir. Bu iki kız, edebiyat ve diğer ilimlerde birer otorite olmuşlar ve devrin üstadları ile boy ölçüşecek duruma gelmişlerdi.’2’
Kitapların değerini ortaya koyan Câhız: "Kitap; susturduğunuz zaman sessiz, konuşturduğunuz zaman konuşkan, meşguliyetiniz varken sohbete başlamayan, çalışma zamanlarınızda sizi yalnız bırakan, kendisi için süslenip giyinme ve utanıp sıkılma külfetine sokmayan bir gece misafiri; yüzünüze karşı dalkavukluk etmeyen bir arkadaş; azdırıp sapıtmayan bir dost; bıktırıp usandırmayan, münafıklık yapmayan ve size karşı yalan söyleyip dolap çevirmeyen bir yoldaştır" yorumunda bulunmuştur.
Câhız, kitapseverlerden Muhammed b. Abdülmelik ez-Zeyyât’ı evinde ziyaret etmeye niyetlendi ve ona götüreceği hediye üzerinde düşünüyordu. Nihayet Kitâbü Sibe- veyh’i hediye olarak götürdü. İbnü’z-Zeyyat’ı hiçbir şey bu kadar sevindirmemişti. Hediyeyi alırken Cahız’a: “Vallahi, şimdiye kadar bana böylesine makbule geçen bir şey hediye etmemiştin!” demiştir.’31
El yazmasında gelişmeler
Türk kitap el yazması döneminin Uygurlarla başladığı bilinmektedir. Bunların çoğu deri üzerine yazılmıştır. El yazması kitapta asıl gelişme, İslâm kültürünün benimsenmesinden sonra görülmüştür. Cilt ve ciltçilik, süslemecilik de kitaba bağlı olarak gelişmiştir. Osmanlılarda kitap süsleme sanatlarından olan tezhip, saray nakkaşları elinde hat sanatıyla birlikte gelişti. Fatih Sultan Mehmet devrinde tezhip sanatında zengin motif düzenleri yapılmaya başlandı. Nilüfer, ıtır yaprağı, çeşitli hatayı ve goncalar, ayrıca rûmîlerle yapılan kompozisyonlar, lâle, karanfil, yaprak, bulut gibi motifler değerli eserleri süsledi.
Yazı kompozisyonlarında süslemelerin kullanılması, hat sanatını ortaya çıkarmıştır. Köşeli harflerle çivi yazısını hatırlatan “küfî" yazı türü geometrik süslemeye uygun olduğundan çok sık kullanılmıştır. Kur’an’ın daha seri yazılmasını sağlayan, daha akıcı bir yazı karakteri olan ’’nesih" doğmuştur.
Matbaanın kurulmasından sonra basma kitap dönemi başlamıştır. Basım tekniğinin gelişmesi ile matbaacılık Avrupa’da hızla yayılmıştır. Özellikle Almanya’da kısa bir sürede birçok şehirde basımevleri açılmıştır. Kitaba kapak geçirme ve buna kitap adı, yazar adı, basımevi adı, baskı tarihi koyma işleminin Köln’de başladığı bilinmektedir.
Bohçacılar
Bohçacılar, sahafların enteresan tiplerindendi.
Bunlar, ele geçirdikleri nadir yazmaları, minyatürlü eserleri ya bir bohçaya sararak ya da koyunlarında saklayarak konak konak gezerlerdi.
Özellikle zenginler bu eserleri değerine, bohçacıyı memnun bırakacak bir rakam ilavesiyle alırdı. Ancak onun devamlı kendisine çalışması, yani bulduğu yeni eserleri de kendisine getirmesini sağlayabilmek için paranın hepsini birden ödemez, taksite bağlarlardı.
X. yüzyıldan itibaren el yazmalarına özel bir değer verildiğini ve kitap koleksiyoncularının nadir yazmalara büyük paralar ödendiğini görüyoruz. Diğer taraftan muharrirler (yazarlar) kitaplarının satışından asla para beklemezdi. Onların geçimini hükümdarlar veya büyük zenginler temin ediyordu. O devrin İslâm dünyasında edebiyat ve sanat, asilzadelerin veya büyük zenginlerin zevklerini tatmin etmek için bir vasıtaydı."”
Bir süre Fransız sefareti tercümanı olarak 17. yüzyılda aramızda yaşamış bulunan Galland, yazma esere karşı duyulan isteği şu şekilde anlatmıştır:
“Türklerin matbu kitaplardan zevk aldıklarını sözüme ilâve etmeliyim. Basma kitabın okunmasının kolay olduğunu kabul etmekle beraber, işlek olmayan bir yazıyla yazılmış bile olsa, Türkler yazma kitapları en iyi basmalara tercih ediyorlar. İstanbul’da bir kitapçıda İbn-i Sina’nın basma eserlerini gördüm. Bu kitap, Arap harfleriyle basılanların en güzeli, yazısı el yazısına en yakını olduğu halde, uzun bir müddet satılamadı. Halbuki aynı kitabın yazma nüshaları diğer kitapçılar tarafından gayet pahalı olarak satılmaktaydı.”
Bunda, el emeğine olan saygı ve metnin tahrif edilmemiş olduğu inancının da rolü vardır. Sahaflarda kitaplar raflara konmaz, birbirlerinin üstüne konmak suretiyle yerleştirilirdi. Sahaflar Çarşısı’nda uzun süre yazma eserler alış verişi yapılmıştır. Ancak yazma eserlerin günden güne azalması, bunun yanında matbaa baskısı kitapların çoğalması ve aranması, sahaflardan bir kısmını basılı eser alıp satmak zorunda bırakmıştır. Artık yeni harflerle yayımlanan ve mevcudu tükenen eserler de sahaf çeşidi olmuştur.151
Memleketimize matbaanın girmesiyle, elyazısı kitaplara olan ihtiyacı azaltmıştır. Bunun neticesi, hat sanatının ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Hat sanatının ortadan kalkması, diğer bütün eski kitapçılık sanatlarımızın da ortadan kalkması neticesini doğurmuştur. Sahaflara kendine mahsus bambaşka bir hava veren, onu besleyen ve onun hakiki çehresini çizen bu eski kitapçılık sanatlarımızın yavaş yavaş ortadan silinmesine paralel olarak, sahaflar da her geçen gün aslî fonksiyonlarını kaybetmişlerdir.
Bugün ise, sahaflar kendine has canlı ve renkli havasını çok geride bırakmış, eskiden sahip olduğu içtimai ve kültürel fonksiyonunu kaybetmiştir. Sadece, eski, elden düşme kitapların ve sayısı az kalmış çeşitli eserlerin satıldığı yerler olmuştur.16’

1- Bin ark, ismet, Eski Kitapçılık Sanatlarımız, 91-92, Ankara-1975.
2- Çelebi, Dr. Ahmet, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi (Tere Prof. Dr. Ali Yardım), 39-41, Damla Yay., İstanbul-1998.
3- Çelebi, a.g.e., 106-1 OF.
4- Durant, Will, İslâm Medeniyeti, 88, 1001 Temel Eser.
5- Akbulut, Dr. İlhan, "Sahaflar Çarşısı", Kültür ve Sanat, 64-66, Eylül-1991.
6- Binark, a.g.e., 95