Makale

AVRUPA HASTAHÂNELERİNDE DİN

AVRUPA HASTAHÂNELERİNDE DİN

Hakkı MAVİŞ

Almanya ve Avusturya’da hattâ genellikle bütün Avrupa hastahânelerinde dîne çok ehemmiyet verilmiştir.

Hastahânelerde başlıca üç dînî teşkilât vardır:

1 — Cenâze teçhiz teşkilâtı

2 — Râhibe teşkilâtı

3 — Kilise ve papazlar teşkilâtı.

1 — Cenâze Teçhiz Teşkilâtı:

Her hastahânede gayet modern bir cenâze yıkama odası vardır. Bu odanın ortasında bir metre yüksekliğinde teneşir tahtası yerine geçen mermerden bir yer yapılmış olup, bunun tam üzerinden hortumla sıcak su gelmektedir. Bu­rada yıkayıcının eline giymesi için lâstik eldivenler vardır. Yıkayıcı cenâzeyi kendi dinlerine göre yıkar ve onun en iyi iç ve dış elbiselerini, ayakkabılarına, şapkasına varıncaya kadar giydirir. Hattâ kadınsa dudaklarına ruj, yüzlerine allık ve gözle­rine sürme çeker. Böylece ölüyü aynı sağlam insan gibi hazırlar ve tabuta yatırıp kapağını kapatır. Gasilhânenin bitişiğinde bulunan duâ odasına getirir. Duâ oda­sının ortasında bir musallâ taşı vardır. Tabut o musalla taşının üstüne konur. Bilâ­hare ölünün akrabaları, dostları gelir, hastahâne râhip ve râhibeleri hep beraber ölünün ilk duâsını yaparlar. Bu dînî âyini müteakip, cenâze özel araba ile mezar­lığa gönderilir. Cenâze yıkayıcı yüksek tahsilli olmadığı için âyin yaptırmağa selâhiyeti yoktur. O sadece ölüleri yıkar.

2 — Râhibe Teşkilâtı:

Almanya ve Avusturya’da olduğu gibi bütün hür Avrupa memleketlerinde râhibe teşkilâtına çok ehemmiyet verilmiştir. Râhibe zâhirî mânâsıyla her ne ka­dar kadın din görevlisi anlaşılırsa da tatbikatta hiç de öyle değildir. Râhibeler, hastahâne hemşiresi veya başhemşiresi, doktor, anaokulu, ilk, orta, lise öğret­menleri, hizmetçi vs. olarak her meslekte çalışabilirler. Okullarda bütün branşlar­da ders okutabilirler.

Kıyafetleri: Aynı bizim çarşaflı kadınlar gibi üzerlerine bir siyah çarşaf giyin­mişler, başlarını da yine siyah bir başörtü ile gâyet güzel kapatmışlardır. Saçla­rının hiçbir kılı görünmediği gibi çenesinin altına kadar da tamamen kapanmıştır. Râhibelerin sadece saç biten yerlere kadar yüzü görünür. Yâni bunlar tam mütesettire hanımlardır. Bunlar özel hayatlarında böyle gezdikleri gibi normal mesai saatlerinde hastahâne, okul, üniversite ve sair devlet dairelerinde aynı kıyafetle görevlerini huzur içersinde yaparlar. Atom devrini yaşamakta olan Avrupa’da bun­ların kıyafetleri normaldir, kat’iyyen yadırganmaz. 20. yüzyılda bu kıyâfetle ders verilemez diye bir düşünce mevcut değildir. Bilâkis bunlar her sınıf halkın hür­met beslediği fedakâr, faziletli kimseler olarak tanınırlar. Buna rağmen râhibeler dairelerde her tarafı kapalı olarak vazife yaptıkları için, bunların mensup olduk­ları devletler geri kalmamışlardır.

Rahibelerin tahsil durumları: Râhibeler 4 yıl ilkokulda ve 6 yıl da lisede okuduktan sonra şâyet hastahâne hemşiresi olmak istiyorsa 3 yıl da hastabakıcılık okulunda okur, aynı zamanda kiliselerde papazlardan da din dersi görerek dînî bilgilerini artırırlar. Hastabakıcılık okulunun da iki branşı olup, biri çocuk has­tabakıcılık, diğeri ise büyük hastabakıcılıktır. Bu 13 yıl tahsilden sonra herhangi bir tarikata veya manastıra bağlı hemşire olabilmek için 2,5 sene daha okurlar ve böylece "Ordenschwester" olurlar. Şâyet kendisini daha fazla takvaya vermek is­terse 5 sene daha tahsil görür ve parmağına yüzük takmak hakkına haiz olurlar.

Katolik mezhebine bağlı râhibe hemşireler, evlenme hakkını haiz olmadıkları halde yüzük takmaları, onlarca mânen Hz. İsâ ile nişanlanma anlamına gelmek­tedir. Hastahânelerde başhemşirelik görevi, dâimâ bu gibi kendilerini tamamen dîne adamış yüzüklü râhibe hemşirelere verilir. Çünkü bunlar çok ciddî çalıştık­ları gibi diğerlerinden de bunu isterler.

Bunların dışında hastahânelerde serbest hemşireler de bulunur. Fakat bu ser­best hemşireler de en az 13 yıl tahsilli oldukları için kâfi derecede dinlerini öğrendiklerinden, onlar da diğerlerine ayak uydurmaya gayret ederler. Ra­hibeliğe girebilme 18 ilâ 30 yaşları arasında mümkündür. 18 yaşından önce 30 ya­şından sonra râhibe olmak mümkün değildir.

Râhibe olan bir bayan şâyet varsa bütün malını kiliseye, bağışlamak zorunda­dır. Bunların hiçbir dünyâ malı edinmeye hakları yoktur. Kiliseye âit binalarda yatar kalkar ve oradan yiyip içerler. Kilise kendilerine sâdece otobüs ve tramvay parası gibi zarurî harçlıklarını verir o kadar. Ceplerinde sâdece 99’luk bir tesbih vardır, o da açıkta sallanır.

Râhibeler şâyet okullarda öğretmen ise diğer öğretmenler gibi Millî Eğitim Bakanlığı’ndan, şâyet hastahânelerde hemşire ise Sağlık Bakanlığından maaşlarını alırlar. Fakat maaşlara hiç ellerini sürmeden olduğu gibi kiliseye verirler. Kilise bu paraları hayır işlerinde kullanır. Aynı zamanda râhibelerin ölünceye kadar gö­rüp gözetilmesi kiliseye âittir. Râhibeler için bütün eğlenceler yasaktır. Caddelerde tek başlarına gezemezler, ancak 2, 3, 4 kişilik gruplar halinde gezebilirler, akra­balarını ziyaret edemezler, akrabaları ancak senede bir veya iki defa kendilerini görmeye gelebilirler. Sinemaya gitmek kilisenin müsaadesine bağlıdır. Danslar, ba­lolar tamamen yasaktır.

Hastahânelerde sırf dînî gayretle çalışan bu râhibe hemşirelerden gerek has­talar ve gerekse doktorlar çok memnundurlar.

3 — Hastahânelerde Kilise ve Râhipler:

Şüphe yok ki insanlar Allah (C.C.)’ı daha ziyâde hastalık ye felâketli za­manlarında hatırlarlar ve O’ndan imdat beklerler. Onun için Almanya ve Avustur­ya’da her hastahânede bir kilise ile bir de müstakil olarak yüksek tahsilli yâni ilahiyat Fakültesi mezunu bir din adamı vardır. Bu din adamı sâdece hastalar için tâyin edilmiş olup maaşı Sağlık Bakanlığı tarafından ödenir.

Hastahânede din görevlisi kadrosunda çalışan rahip her gün sabahleyin erken hastahâneye gelir, teker teker bütün hastaları ziyaret eder, onların hal ve hatırlarını sorar, şikâyetlerini dinler ve onlara duâ eder. Hastaların şikâ­yetleri veya dilekleri olursa papaz bunları ayrı ayrı not edip, başhemşireye du­rumu bildirir. Başhemşire de zaten rahibe olduğu için bu dilekleri derhal yerine getirir.

Bundan başka papaz yürümeye muktedir olan hastaları, sabah, öğle ve ak­şamları ile Pazar günleri hastahâne kilisesinde toplayarak onlara dînî âyin icra ettirir ve vaaz eder. Böylece hastalar, hastahânede bedenen olduğu gibi mânen de tedavi olmak imkânını bulurlar. Hayatlarından tamamen ümidini kesmiş olan­lar, tekrar Allah (C.C.)’a bağlanıp O’ndan imdat beklerler.

Memleketimizde bu husus tamamen ihmâl edilmiştir. Bizim hastahânelerimizde sâdece bir ölü yıkayıcı vardır. Bu ölü yıkayıcının belki tahsili de yoktur. Yalnız hasta öldükten sonra onu yıkar, kefenler, birkaç kişi ile namazını kıldıktan sonra mezarlığa defneder. Buna mukabil hastalarla meşgul olan ve onların moralini, maneviyâtını yükselten, onlara ümit veren ve duâ eden herhangi bir din adamına rastlanmaz. Ayrıca ibâdet etmek isteyen hastalar için bir mescit de mevcut de­ğildir.

_____________________________________

HZ. PEYGAMBER (S.A.S)’İN MÜBAREK DUALARINDAN

( … )

“Allah’ım! Beni bir an nefsime bırakma ve bana verdiğin iyi şeyleri, benden geri alma”.

(Bezzar)

( … )

“Allah’ım, kötü günden, kötü geceden, kötü (zaman) dan, kötü arkadaştan, kötü komşudan Sana sığınırım”.

(Taberânî)

( … )

“Allah’ım! Bir kimse ümmeti­min işlerinden bir işi tevellî eder de (üzerine alır da) onlara meşakkat verirse, ona meşakkat ver ve bir kimse ümmetimin işlerinden bir iş tevellî eder de (üzerine alır da) rıfk ile muamele ederse, ona Sen de rıfk ile muâmele et”.

(Müslim)

( … )

“Allah’ım, fayda vermeyen ilim­den, kabul olunmayan amelden, müstecâb olmayan duadan Sana sığınırım”.

(Ahmed İbn-i Hanbel)