Makale

BAZI SÛRELERİN BAŞLANGIÇ HARFLERİ

BAZI SÛRELERİN BAŞLANGIÇ HARFLERİ -III-

Doç. Dr. İsmail CERRAHOĞLU

Yukarıda zikrettiğimiz bütün bu görüşler, muhtelif yönlerden tenkide açık kapı bırakmaktadırlar49. O halde bazı surelerin bu şekilde harflerle başlamış olmasının se­bebi ne olabilir? Bana göre de bu görüşler arasından en doğru olanı, kendilerinden ke­lâmın terekküb ettiği bu harfler, bu sesten sonra ne gelecektir diye dinleyicileri tembih etmektir. Et-Taberî de, Mefâtih-i sûver hakkında, “Bence bu sözlerden doğru olan onların hurûfu’l-mu’cem oluşudur. Allah onları mukatta’a harf yapmış, bazısı bazısına ulaşmaz. Allah bunlarla bir mânâ değil, çok mânâlar çıkabileceğini ifade etmiştir”50 demektedir.

Bu harflerin bulunduğu sûrelerin iki tanesi müstesna 27 tanesinin Mekkî sûrelerde bulunduğunu söylemiştik. Hazret-i Peygamber (S.A.S.) bunları Mekke’de müşrikleri İslam’a dâvet, vahyi ve nübüvveti ispat etmek için okuyordu. Hakîkaten bu harflerden sonra gelen lâfızlar, vahyi ve nübüvveti teyit edici, akideyi muhataba derhal zerk edici mahiyettedir. Medine’deki dâvet ise ehl-i kitâbadır. Meryem, Ankebut, Rûm ve Nûn Sûreleri’nin gayrında Kitabın zikri geçer. Meryem Sûresi’nde, Yahya ve Zekeriyyâ kıssa­larından sonra, Meryem kıssası açıklanır. Yine onun içinde İbrahim, İsmail, Mûsâ ve İdris Peygamberlerin risâletleri, ( … ) ibaresiyle Kur’ân-ı Kerîm kastedilerek, şirki iptal, tevhidi ispat ve Allah (C.C.)’ın oğul ittihazını nefy, ba’s ve ceza akidesini takrir ederek nihayet bulur.

Ankebut ve Rûm Sûreleri’ne gelince, her ikisinde de ( … ) den sonra dâvete müteallik olan işlerin ehemmiyetlilerinden bir işin zikri ile başlar. Birincisi dindeki fitnedir. Bu, kuvvetlileri zayıflarla bir hizaya getirir. Sonra Rûm Sûresi’ndeki hâdise, Hazret-i Peygamber (S.A.S.) zamanında olmuştur. Bu hâdise Hazret-i Peygamber’in risâletini ispat eden en mühim alâmetlerden biri ve Kur’ân’ın en açık mûcizelerindendir.

Nûn Sûresi’ne gelince, başlangıcı ve sonu Rasûl’ün şânını tâzimdir ve O’ndan deli­lik şüphesini reddetmektedir. Hazret-i Peygamber (S.A.S.) fakir bir kişidir. Kavminin reisi ve ordunun kumandanı da değildir. Şiir ve hitabet yönünden de halk arasında te­mayüz etmiş değildi. O, küfür ve fısk içerisinde bulunan herkesi dâvet ediyor. Yâni O, mahlûkatı hidâyete ulaştırmak için Allah (C.C.) tarafından gönderilmiş bir elçidir. Demek oluyor ki bu dört sûre başındaki harflerden sonra her ne kadar Kitap ve Nübüv­vet lâfzı geçmiyorsa da, sûrelerin muhteviyâtının ifade ettiği mânâlar bu eksikliği ta­mamlamaktadır.

Şimdi biraz da müsteşriklerin görüşleri üzerinde duralım. Müsteşrikler de bu harf­ler üzerinde durmuşlar ve tabiî olarak onları kısaltmalar olarak kabul etmişlerdir. Bu kısaltmaların neye delâlet ettiği husûsunda birçok nazariyeler ortaya atmışlardır. Bu hu­susta Alman müsteşriki T. Nöldeke, Kur’ân Târihi adlı eserinin (ki bu Avrupa’da Kur’ân tetkikleri târihinde ilk eser sayılır) birinci tâb’ında, bazı sûre başlarındaki bu münferid harflerin Kur’ân metninin asıl parçası olmadıklarını söyledikten sonra, o harfler Pey­gamber zamanında yaşayan ve Kur’ân’ın sûrelerini şahsî mecmualarında toplayan arka­daşlarının isimlerinin başlangıç veya son harfleridir, der. Böyle ( … ) el-Mugîre, ( … ) Ebû Hureyre, ( … ) Sa’d b. Ebî Vakkas, ( … ) Osman b. Affan’dır. Bunlar mukaddes metne dikkatsizlikle sokulmuş basit tasarruflardır, diyerek ve bunların girişinin de mukabele esnasında olduğunu ileri sürerek, onları Kur’ân’dan addetmemeye yönelir.51

Nöldeke, bu görüşündeki hatasını anlamış olacak ki, bundan vazgeçme ihtiyacını duymuş ve şu yeni nazariyesini ileri sürmüştür: “Peygamber, bu harflere husûsî bir mânâ vermemiş, fakat yalnız esrarlı bir tarzda, semâvî metni, levh-i Mahfûz’u hatırlat­mak istemiştir”.52 Eğer bu nazariyye de doğru olmuş olsaydı, bunların bazı sûrelerin ba­şında bulunması değil, belki bütün vahiylerin başında bulunması îcâb ederdi. Zaten Nöldeke’nin ilk fikrinden dönüşünü, meslektaşı Schwally ihmâl ederek ve gafletle eserinin ikinci tâb’ında neşretmemiştir.

İslâm Ansiklopedisine Kur’ân maddesini yazan Buhl, bu hususta şöyle demektedir: “Son zamanlarda âlimler arasında en çok müsâid karşılanan faraziye yine kısaltma faraziyesidir. Fakat bu takdirde, tıpkı eskilerde olduğu gibi bulmaca sistemine vâsıl olun­makta ve hal tarzları, nâdiren mahir bulucusundan başkasını ikna edememektedir. Bil­hassa H. Bauer, sûrelerin isimlerini, başlarında bulunan harflerin adlarından alması nok­tasından hareket ederek, tefsir için daha emin bir yol aradı. Fakat bu netice hiç de kat’î değildir”.53

Kur’ân-ı Kerîm’in musikî ile ilgisi üzerinde duranlar, Kur’ân’ın dar mânâda bir mu­sikî ile hiçbir ilgisi olmadığını söylemişlerdir. Ancak geniş mânâdaki musikî ile bir irti­bat kurmanın mümkün olabileceğine işâret etmişlerdir. Bazı sûrelerin başlarındaki harf­leri, sesli remizler ve musikî işâretleri olarak kabul etmişlerdir. Bu nazariyyeyi Nölde­ke de benimsemiştir. Bunun isbatı için de örnek olarak Nûn ve Kâf Sûreleri’ni ileri sür­müşlerdir. Zîrâ nûn harfi Nûn Sûresi’nin 52 âyetinde 124 defa tekrar etmektedir. Keza kâf harfi de Kâf Sûresi’nin 45 âyetinde 57 defa geçmektedir. İşte bundan dolayı bu sûrelerin başına bu harfler konulmuştur. Eğer bu iki sûrede nûn ve kâf harflerinin birbirleriyle yerlerini değiştirirsek sûrelerdeki âhengin bozulduğunu görürüz. Bu görüş de bütün sûreler için geçerli bir nazariyye değildir.

H. Hirschfeld de, bu harfler aslında birtakım işâretlerdir, demek sûretiyle Nöldeke’nin ilk nazariyyesini benimsemiş olur.54 Müsteşrik Sprenger ise, o da bu sâhadaki su­suzluğa şifa vermeyen bir yolu tercih etmiştir. ( … ) hakkında bâriz bir şekilde ( … ) âyetine delâlet ettiğini söyler. Buradaki ( … ) bâriz olarak ( … ) daki ( … ) dır. ( … ) ve ( … ) ise ( … ) daki ( … ) ve ( … ) dir. Müsteşrik Loth ise Sprenger’in bu hatalı görüşünden çekinir.55 Bauer ise ( … ) rumuzunu Tûr-u Sînîn ve Mûsâ olarak takdim eder. Çünkü bu sûrede Tûr-u Sînâ ve Mûsâ’dan bahsedilmektedir. Keza ( … ) de Cehennemin kısaltılmasıdır, der. Zîrâ Arapça’da ( … ) harfinin ( … ) harfi ile karıştığını söyler.56 Tabiîdir ki bu ihtimaller yalan ve zandan daha ileri gidemez. Régis Blachère haklı olarak bütün bu görüşleri reddetmektedir. O ( … ), ( … ), ( … ) gibi harflerle yapılacak bilmeceli terkipler arkasında pek çok formüller bulunabilir. Zekâ oyunlarıyla bu sırlara ulaşmak teşebbüsleri boşuna gay­retten ibarettir. En iyisinin, Müslümanların görüşüne yönelme olacağını tavsiye etmek­tedir.57

Anlaşılıyor ki bu görüşlerde açık ve kat’î neticelere ulaşılmamaktadır. Çünkü bu harfler isimlere irca edilince, bunlardan pek çok terkip ve tertip ihtimâlleri karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan Buhl, “Yapılan tefsirlerin son derecede farklı olmasının da ispat ettiğine göre, bunların gerçek mânâları hakkındaki bütün hâtıralar kaybolmuş idi1”.58 demekle, bazı İslâmî gerçeklerin kaybolduğu şüphesini ileri sürmesi, onun samimiyetsiz­liğinin bir delîli olmaktadır. Bu harflerin îzâhı husûsunda Hazret-i Peygamber (S.A.S.)’den bir söz gelmemiştir. Bu harfler hakkında geçmişte ve halde pek çok şeyler söylenmişse de, gelecekte de daha pek çok şeyler söylenecektir. Bu da İslâm’ın fikir hürriyetine ver­diği önemin bir örneğini teşkil eder.

Kur’ân-ı Kerîm’i Fransızcaya terceme eden şahıslar da bu harfler hakkında fazla bir bilgi vermemektedirler. Şimdi onlardan birkaç tanesinin fikirlerini görelim: M. Savary, "Bu harfler Kur’ân müfessirlerinin dediklerine göre esrarengiz bir karakter taşımaktadır­lar. Onların mânâsını araştırmaya lüzum yoktur. Bunları Allah (C.C.), Peygamber (S.A.S.)’in bilgisine vahyetti, onları fâni olanlar bilemeyecektir"59 demektedir.

M. Kasımirski, "Kur’ân’ın birçok sûreleri, ister başlangıç için, isterse ilk âyet olması bakımından münferid harfleri ihtiva eder. O harflerin vasıfları ve değeri bilinemez"60 der. E. Montet de, "Bunların hepsi hemen hemen esrarengiz harflerdir. Birçok sûreler Arap alfabesinin harfleriyle başlar ki bunları, o sûrelerin isimleri diye işâretliyoruz. Veya bunlar gizli olarak özel isimlere delâlet eder. 12 nci sûre (Yûsuf Sûresi) deki 3 harf ( … ) harfleri ( … ) formülünün kısaltılmışıdır. Bunlar husûsîlik arz ederler ve vahyin gelişinde kullanılırlar.61 M. Hamîdullah da, "29 sûrenin başında bulunan bu harf­ler kelime değildir, münferid başlangıç harfleridir, husûsî bir mânâsı yoktur. Bizzat bu hu­susta, eski ve yeni müfessirler tarafından sayısız tefsirler telkin edilmiştir. Onları olduğu gibi bırakalım. Bununla beraber şunu da hatırlayalım ki, Arap alfabesinin harflerinin belli adetleri vardır. Ayın 28 menzili gibi, Arap alfabesi de 28 tanedir. Bunların her biri 1’den 1000’e kadar rakamları mükemmel bir şekilde ifade eder. Kur’ân’da sûre başlarında bulunan bu münferid harfler çok yüksek bir mânâyı ifade ederler ve onların adedi 14 tanedir"62 demektedir.

Netice: Bazı sûrelerin başında bulunan münferid harfler hakkında denilenleri bir sınırda durdurmak ve bunların mânâlarını çözmeye olan meyillere ve hırsa paydos di­yebilmek çok zordur. Düşünen ve bu sahada çalışan herkes gerek şahsî görüşünü, ge­rekse mensup olduğu mezhebin veya dinin görüşlerini aksettirmeye çalışmışlardır. Yâni bu harflerin mânâsı, her müfessirin temayülâtı ve şahsî görüşlerine göre değişmektedir.

Ortaya atılan bütün bu görüşler bazı yönlerden akla uygun geliyorsa da, hemen hemen hepsinin tenkide açık bir kapı bıraktıkları gözden kaçmamaktadır. Her görüşün, kat’iyyetle bu görüşü ifade ettiğine dair kuvvetli delillerine sâhip olamıyoruz. Niçin nûn harfi en-Nûr’a delâlet eder de en-Nâsır olmaz, niçin kâf, el-Kâhir olur da el-Kuddûs, el- Kadîr veya el-Kavî olmaz, niçin ayn harfi el-Alîm olur da el-Azîz olamaz, sâd es-Sâdık olurda es-Samed olamaz? Bunun gibi daha pek çok sualler sıralanabilir. Amma bunların ikna edici bir cevabı bulunamaz. Akla en uygun olanı, bu harflerin tembih ve bunların Kur’ân’ın i’câzını beyan eden delillerden biri oluşudur. Bu harflerin her sûrede olmayışı bu görüşü zayıflatan sebeplerden olmaktadır. 20 nci asır düşüncesine sâhip olan bizler, bu harflerin bir tesâdüf eseri olduğunu da söyleyemeyiz. Kendisine Kitap gelen Hazret-i Peygamber (S.A.S.) de bu hususta bir şey söylemediğine göre, onlar hakkında kesin bir hüküm vermek çok zordur. Bu bakımdan bizlere Allah (C.C.) ile Rasûlü (S.A.S.) arasında bir şifre olduğunu söylemekten başka diyecek bir şey kalmamaktadır.

_______________________________

(49) Bkz. Tefsîru’r-Râzî, I. 233; Te’vilu Müşkîli’l-Kur’ân, s. 231.

(50) Tefsirü’t-Taberî, I. 220.

(51) T. Nöldeke, Geschihte des Qorans. I. ère éd. p. 215 ; B. Blachére, Introduction au Coran, Paris 1959, p. 147.

(52) Encyclopédie de l’Islâm, II. 1134.

(53) İslam Ansiklopedisi VI. 1006.

(54) Aynı yer.

(55) Introduction au Coran, p. 148.

(56) Aynı eser, p. 149.

(57) Introduction au Coran, p. 148-149.

(58) İslâm Ansiklopedisi, VI, 1006.

(59) M. Savary, le Koran, p. 114.

(60) M. Kasımirski, le Coran, II, 597.

(61) Edouard Montet, Le Coran, Paris 1949, p. 331.

(62) M. Hamidullah, le Saint Coran, p. 4.

_______________________________

HADÎS-İ ŞERİFLER

( … )

“Yanı başındaki komşusu aç ol­duğu halde, kendisi tok yaşayan mü’min (kâmil) mü’min değildir."

(Hâkim - Beyhâkî)

( … )

“Emniyet ve afiyet insanların çoğunun aldandığı (kıymetini bil­mediği) iki büyük nimettir”.

(Taberânî)