Dinî Bayramların
Toplum Üzerindeki Etkisi
Doç. Dr. Nevzat Aşk
D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
İslâm Dininde iki büyük bayram vardır: Ramazan ve Kurban Bayramı. Dini metinlerde Ramazan Bayramı’na "îdu’l-Fıtr", Kurban Bayramı’na ise ; "Îdu’l-Edhâ" denir.
Arapça’da "îd" in karşılığı olan bayram kelimesi Türkçe’ye Farsça’dan geçmiştir. Kaşgarlı Mah- mud’un tesbitine göre kelimenin aslı Farsça "bezrem-bezrâm" olup, "sevinç ve eğlence günü" demektir. "Beyrem-bayram" telaffuzu Oğuzlar’a aittir.(1) Resûlullah Medine’ye hicret ettiği zaman burada meskûn ‘halkın cahiliyye döneminden kalma, senede iki defa kutladıkları bayramları olduğunu görmüş ve: "Allah size bu ikisinin yerine eğlenip kutlayacağınız daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır"(2) buyurmuştur.
Her iki bayram da, bayram namazı ile başlar. Hz. Peygamber bu hususu okuduğu bir bayram hutbesinde şöyle ifade etmiştir:
Berâ İbn Âzib naklediyor:
"Bu günümüzde yapacağımız ilk iş namaz kılmamızdır... Her kim böyle yaparsa şüphesiz bizim sünnetimize uygun iş yapmış olur."(3)
Bayram namazları cemaatle kılınır. Mazeretleri sebebiyle Bayram namazlarını ilk gün kıla- mayanlar, Ramazan’ınkini ikinci, Kurban Bayramının namazını ise ikinci ve üçüncü günü de kılabilirler.
Ramazan ve Kurban Bayramları hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır.
Allah Resûlü’nün bayram günleri ve bu günlerin mahiyeti hakkında şöyle bir hadisleri vardır:
"Arefe, Kurban ve Teşrik günleri biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme, içme günleridir."(4)
Hadiste açıkça belirtilmektedir ki bayram günleri yeme, içme ve ikram günleridir. Bunun için oruç tutmak senenin her gününde caiz olduğu halde Ramazan Bayramı nın birinci günü ile Kurban Bayramı nın birinci gününden itibaren dört günü caiz görülmemiştir.
Bayramlar, sevinç ve neşe günleridir. Bunları dini ölçüler içinde eğlence ve oyunlarla geçirmek caizdir. Hatta gereklidir. Çünkü bu durum, aile ve toplumda sıkıntı ve üzüntülerden uzaklaşarak kaynaşma ve mutluluğa sebeb olacaktır.
Hz. Peygamber, düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da eğlence ve oyuna karşı çıkmamış, hatta bunu teşvik etmiştir. Konuya ışık tutacak iki hadisi aşağıda sunalım:
Hz. Âişe şöyle rivayet ediyor:
"Kurban Bayramı’nın ilk üç günlerinden birinde idi. Resûlullah (S.A.S.) yanıma geldi, karşımda Buâs ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanmış ve mübarek yüzünü çevirmişti. Derken içeriye Hz. Ebû Bekir girdi. "Bu ne hal? Allah Resülü’nün yanında şeytan mizmarı öyle mi?" diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.S.) ona dönerek: "Onlara ilişme ya Eba Bekir, her milletin bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır." buyurdu.
Yine bir bayram günü Hz. Âişe’nin, Habeşlilerin Mescid-i Nebevî’de harbeleri ile kalkan mızrak oyunu oynadıkları bir sırada onları seyretmek için izin istemesi üzerine Resûlullah, ona muvafakat etmiş ve "Tamam, yeter" deyinceye kadar beraberce bu oyunu seyretmişlerdir.^)
Bu hadislerden anlaşılmaktadır ki daima iman, ilim, ahlâk ve irfan sahibi olmamızı isteyen Resûlullah (S.A.S.) müslümanca ve insanca eğlenmeye karşı çıkmamıştır.
İslâm dini her konuda itidali (=ortayol) emir ve tavsiye eder. Mü’min olmak, fert ve aileleri mutluluğa götüren meşru yolları tıkayarak, dünyayı bir şikayet ve ağlama duvarı haline getirmek değildir. Ana ve babaya yakışan, bayramları aile ve çevresindeki- lerle neşe ve zevk içerisinde geçirmeyi gerçekleştirmeye çalışmaktır.
Ancak bayramlar sadece bir ibadet günleri olmadığı gibi tamamen bir eğlence ve oyun günleri de değildir. Her iki özelliği de taşıyan günlerdir.
İnancımızın kemal derecesini bulması için bayramlarda yapacağımız en önemli işlerden biri de yetim, kimsesiz ve biçarelerle ilgilenmek, onlara maddi-manevi destek olarak, kendilerine yalnızlıklarını hissettirmemektir.
Yetim ve kimsesizlere hep acınır. Ama unutmayalım ki onlar, bizler için bu toplumda Allah rızasını kazanmamıza vesile olacak birer can simididir.
İnanmış, Allah’a gönül vermiş insanlar bencil olmaz. Sadece kendisinin ve yakınlarının sağlık ve mutluluğunu değil, bütün kardeşlerinin mutluluğunu da düşünür. Bu konuda çaba sarfeder ve dua eder.
Bir gün Mescid-i Nebevî’de, "Allah’ım! bana ve Muham- med’e rahmet et, başkasına değil" şeklinde dua eden bir sa-
habiye Resûlullah: "Allah’ın geniş olan rahmetini daralttın..." buyurarak(7), bu şahsı tenkit etmiş ve ona diğer kardeşlerini de katarak nasıl dua edeceğini öğretmiştir.
Merhamet, insan kalbinin merhemidir. Acıma, sevgi ve saygı duygusundan uzak olan kimseler, katı yürekli olmanın yolunu tutmuşlar demektir. Bu duruma düşenler derhal bundan kurtulma çarelerini aramaya koyulmalıdırlar.
Hz. Peygamber’e bir sahabi gelerek kalbinin katılaştığını hissettiğinden şikayet etti. Allah Elçisi ona: "Kalbinin yumuşamasını istersen yoksulları doyur ve yetim başını okşa" buyurdu.(8)
Ahmed İbn Hanbel in Müsned’indeki bir başka rivayete göre ise, "Kim Allah için bir yetimin başını şefkatle okşarsa elinin değdiği her saç teline karşılık o kişiye sevap verilir" (9) diyerek bu ilgiye muhtaç çocuklara fiziki temasın önemine dikkat çekmiştir.
Kadın sahabîyeler arasında kocası öldükten sonra sadece yetim kalan çocuklarını büyütmek ve yetiştirmek için evlenmeyen güzel ve iffetli bir hanıma işaretle: "Ben ve bu fedakar hanım kıyamet günü cennette şu iki parmağım gibi yanyana beraber olacağız"(10) buyurmuştur.
"Evlerden Allah’ın en fazla sevdiği ev, içinde sevgi, saygı ve ikram gören yetimin bulunduğu evdir."
"Müslümanlar arasından bir yetimi alıp yediren, içiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse elbette Allah onu cennetine koyacaktır"(11) gibi sözler, Hz. Peygamber’in bu konudaki hadislerinden sa-ı dece birkaçıdır.
Bilindiği üzere affedilmeyecek günah Allah Teâla’ya ortak koşmaktır.
Bayram günleri barış ve sevinç günleridir. Dargınlık dinen yasaktır. Elbette bir arada yaşayan aile ve toplum fertleri arasında anlaşmazlıklar, sürtüşme ve tartışmalar olabilir. Bu gayet normaldir. Ama bunları dargınlık safhasına vardırmamak gerekir. Bilhassa İslâm Hukukunda ayrı ve özel yeri bulunan akrabalar sıla-i rahim denilen ziyaret bağı ile aradaki bağlarını kuvvetlendirmelidirler. Uç günden fazla dargın durmamak dîni prensibi, sıradan kimseler içindir. Akraba bunun dışında mütalâa edilmiştir.
Peygamberimiz (S.A.S.), "Sı- la-i rahimin arşda asılı olduğunu, ziyaretle onu yaşatanın Allah Teâla’yı ziyaret etmiş, onunla aradaki bağları koparanın ise, Allah ile kendi arasındaki bağları koparmış olacağı- m"(12); "Kıyamet günü iki grup insana Allah’ın bakmayacağını, bunlardan birinin sıla-i rahmi kesen, diğerinin ise kötü komşular olduğunu" ifade ettiğini biliyoruz.(13)
İntikam almak dinimize göre haramdır, insanı bu noktaya getirecek kin, nefret, haset vs. gibi duygular da çok tehlikeli ve yasaktır. Eğer müslümanın imana, sevgi ve saygıya yataklık etmesi gereken ve ancak bu şekilde iyi ve doğruya giden yolu aydınlatabilecek olan kalbi, bu kötü ve çirkin duygularla delik deşik edilirse manevi fonksiyonunu icra edemez. Sahibine ışık tutamaz. Bağımsız ve rahat görev yapamaz.
Bunun içindir ki, intikam alma imkanı varken bağış yolunu tutmak büyüklüğün ta kendisidir ve Allah katında çok makbul bir harekettir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim buna şu ayetle işaret etmektedir:
"Kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır. Fakat kim bağışlar, barışı sağlarsa mükâfatı Allah’a aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri asla sevmez."(14)
Daima bağış yolunu tutma mü’minin başta gelen özellikleri arasında sayılır. Konu ile ilgili ayeti(15) açıklarken Resûlullah:
"Sana gelmeyene gideceksin, vermeyene vereceksin, zulmedeni ve haksızlık edeni affedeceksin" buyurmuştur.(16)
Barışma ve bağışlama konusunda pek çok ayet ve hadislerin olduğu bilinen bir husustur. Bizim için yegane örnek Resûlullah’ın (S.A.S.) hayatı bu konudaki yüzlerce af ve hoşgörü misalleri ile doludur.
Müslümanlar Ramazan ve bayrama gönüllerini bu manevi kir ve lekelerden arındırarak girmeye çalışmalıdırlar.
İbadetler kul üzerinde müsbet tesirler bırakır. Hele bu Ramazan ayına mahsus, oruç, teravih, fitre... gibi ibadetler olursa bunların tesirini ilgili toplumun her kesiminde görmek mümkündür. Toplum bir bayrama girerken kendisinin dini yönden güçlenmesini engelleyecek gaflet penceresini yırtınalı, yeni bir aksiyon kazanmalıdır. Bayramda ve bayram sonrası benim diyebildiği yegâne iki nimeti, sağlık ve zamanını değerlendirme şuuruna erişmelidir.
Kur’ân-ı Kerim, manevi güç kaynakları ihmal ederek, sadece mide ve nefsin tatminine dayanan ve gaflet içinde geçen zamanı tasvib etmez.(17)
Resûlullah da: "Kabul edileceğine inanarak, içten gelen bir samimiyetle dua etmek gerektiğini ve Allah’ın gafil ve boş bir kalble edilen duayı kabul etmiyeceğini" ifade buyurur.(18)
Şimdi kul, Ramazan’ı ihya ederek bayrama eriştiği halde, nazargâh-ı İlâhî olan gönlünü kin, haset, nefret, bencillik, intikam, dargınlık ve menfaat gibi manevî ve dinî hayatımızı kemiren; çok kısa olan ömrümüzü heder etmekten başka hiçbir işe yaramayan, dinen yasaklanmış, kınanmış olan bu kötü duygulardan kurtaramamış ise manevi ilerleme kaydedememiş demektir.
(1) Bayram kelimesinin etimolojisi için bkz. Osman Turan, İA, İstanbul, 1943, II, 420-422; Sargon Erdem, TDVİA, İstanbul 1991, sy. 38, s.
257.
(2) Nesâî. Sünen, Mısır, 1383/1964, 19 îdeyn 1, (III, 179-180).
(3) Buhârî, Sahih, İstanbul 1979, 13 îdeyn 3, (II, 3).
(4) Müslim, Sahih, nşr. M.F.
Abdulbâkî, Mısır 1374/1956, 13 Sıyâm 23, (II, 800) nr. 1141; Ebû Davud, Sünen, Hıms 1388/1969, 8 Savm 49 (II, 804) nr. 2419;
Tirmîzî, Sünen, Hıms 1385/1965;
6 Savm 59, (III, 116) nr. 773.
(5) Buhârî, Sahih, 13 îdeyn 3 (II, 3); Müslim, Sahih, 8 îdeyn 4 (II, 608).
(6) Buhârî, Sahih, 8 Salat 69, (t, 116-117); 13 îdeyn 2, (11,3); Müslim, Sahih, 8 îdeyn 4, (II, 607-608 nr. 892/18.
(7) Ebû Davud, Sünen, 1 Tahâra 138,
(I, 623-624) nr. 380.
(8) Ahmed Ibn Hanbel, Müsned,
Beyrut 1389/1969, II, 263, 387.
(9) Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, V,
250, 265 krş. IV, 3.
(10) Ebû Davud, Sünen, 35 Edeb 130,
(V, 355) nr. 5149.
(11) Tirmizi, Sünen, 28 Birr ve ’s-Sile 14, (VI, 169), nr. 1918.
(12) Müslim, Sahih, 45 Birr ve‘s-Sile 6 (IV, 1981) nr. 2555.
(13) Konu ile ilgili hadisler ve kaynakları için bkz. Mu’cemü’l-Müfehrez li Elfâzu’li-Hadisi’n Nebevi (Concordance) Lıden, E.U. Brill 1936-1969, V, 218-221, 222-223.
(14) Şu’arâ 26/40.
(15) Bkz. A’râf 7/199.
(16) Muhtasarıı Tefsiri Ibn Kesir,
İhtisar ve Tahkik: Muhammed Ali es- Sâbunî, B. Almanya 1396, II,
76.
(17) Bkz. A ’râf 7/179-205; İbrahim 14/34; Nahl 16/96; Enbiya 21/1.
(18) Tirmizi, Sünen, 49 De’avât 66 (IX, 156) nr. 3474.