Makale

TÜRKMENİSTAN: Türklerin Atayurdu

TÜRKMENİSTAN: Türklerin Atayurdu

Harun Özdemirci
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

“Yeni Bir Bahar”

Daha ilkokul çağında tarih derslerimizde Türk göçlerini okurken, küçücük yüreğimde müthiş bir heyecan doğar, bu tarihi serüvenin geçtiği topraklara karşı zihnimde bir merak oluşurdu. Daha sonra atalarımızın yönlerini Anadolu’ya çevirip, bu topraklardan Malazgirt ovasına at koşturup, Anadolu’yu yurt edinmelerini, Horasan Erenlerinin bu toprakları İslamlaştırma ve Türkleştirme faaliyetlerini öğrendikçe de Ata yurdumuza karşı ilgi ve alâkam artmıştı. Milletlerin ayakta kalmalarının köklü bir tarih şuuruna sahip olmaları ile mümkün olacağını öğrendiğimde ise, bu ata topraklarında, milli kimliklerinden, inançlarından, geleneklerinden uzaklaştırılmak istenen, hürriyetleri ve bağımsızlıkları çiğnenmiş soydaşlarımızın çektiği sıkıntı ve acılar artık olgunlaşan yüreğimde derin yaralar açıyordu. Hele babamın "oğlum dedelerimiz, Bolşevik ihtilalinden sonra komünist rejimden dinlerini ve Türklüklerini unutmamak için kaçıp, Anadolu’ya yerleşmişler" deyip, uzun uzun dedemden dinlediği hatıralarını bana aktardığında, bu topraklarda yaşayan soydaşlarımıza olan hasretim dayanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Cenab-ı Allah’ın bir lütuf olarak Gorbaçov’un zihnine "yeniden yapılanma" fikrini yerleştirdiğinde ise, son yetmiş yılı ana vatan ile ata yurt arasında her türlü irtibatın koparılmış olduğu yüzyıllık hasret bitiyordu. 1991 yılından itibaren Orta Asya’da yaşayan soydaşlarımızın teker teker bağımsızlık ilanlarını medyadan öğrendikçe, bütün milletimizin hissettiği mutluluğu ve yeniden yeşeren ümitleri ben de hissediyordum. Artık, bu topraklara giden heyetlerin haberlerini, kaleme aldıkları eserleri büyük bir heyecanla okuyor, o topraklardan gelen soydaşlarımızla yapılan mülâkatları, konuyla alâkalı düzenlenen sempozyum ve konferansları büyük bir coşkuyla takip ediyordum.
Geçtiğimiz günlerde Başkanlığımızın öncülüğünde Ata yurdumuz Türkmenistan’ın Başkenti Aşkabat şehrinde yaptırılmış olan Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’nin açılış merasimi için Başkanlığımızdan giden ön heyetin arasında olduğumu öğrendiğimde ise beni bambaşka bir heyecan ve merak sarmıştı. Bu ziyaretimizde merak ettiğim hususların belki bir çoğunu öğrendim, fakat orda yaşadıklarımız ve gördüğümüz güzellikler karşısında heyecanım ve coşkum bir kat daha arttı. Aziz milletimizin ata yurduna olan vefa borcu ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na duyduğu güven sonucu yaptıkları fedakârane katkıları sayesinde Başkanlığı’mızca yaptırılmış olan Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii ve bu caminin açılışı ile ilgili bilgileri verirken, bu heyecanı da siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istedim.
Türkmenistan, Orta Asya’da dost ve kardeş bir devlet. Sultan Sencer’in ölümünden 830 yıl sonra, Sapar Murad Türkmenbaşı’nın öncülüğünde tekrar kendi milli devletini kurup, 7 yıl gibi kısa bir sürede, tarih sahnesine geleceğinden emin adımlarla yerleşen sevimli bir ülke.1 Asırlık hasretin son bulup, vuslatına erdiğimiz soydaş ve dindaşlarımızın bağımsız, hür yaşama azmi ve aşkıyla yeniden bayındır hale getirmeye çalıştıkları gencecik bir cumhuriyet.
Diğer Türk Cumhuriyetleri gibi, bağımsızlık öncesi belli bir süre, kendi öz kültürüne yabancı bir kültürün, yabancı bir sistemin tesiri ve baskısında kalmış, Sovyetler Birliğince tüm dünyadan izole edilmiş bir ülke iken, Bilge Kağan’ın "Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön !" haykırışını asırlarca gönlünde ve zihninde yaşatan bir milletin, inancına, geleneğine, milli kültürüne vurulan prangalara rağmen 70 yıllık baskı rejimine baş kaldırış ve yeniden diriliş destanının adıdır Türkmenistan.
Başka bir ifadeyle, sahip olduğu kaynakları kendi halkına kullandırılmamış, manevi duygularının, öz kültür ve anlayışının önüne set çekilmiş, din ve vicdan hürriyeti hiçe sayılmış, yıllarca milli kimliği yok edilmeye çalışılmış bir baskı rejiminden, demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine dönüşün adıdır Türkmenistan.
Başkan Yardımcımız Sami Uslu, Dış İlişkiler Dairesi Başkanımız Yusuf Kalkan, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanımız Kadir Bozlu, Emekli Hukuk Müşavirimiz ve Aşkabat Camii Emanet Komisyonu Başkanı Şemsettin Yazırlı ve Başkanlık Mühendisi Cengiz Bacak’la birlikte bindiğimiz uçağımız İstanbul Yeşilköy Havalimanı’ndan havalanıp, Türkmenistan semalarına doğru yol almaya başladığında bunları düşünüyordum. Uçakta yan yana oturduğumuz Başkan Yardımcımız Sami Uslu Bey, bana yolculuğumuz süresince, Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’nin yapıldığı arsayı teslim almaya gittiği 1992 yılında nasıl bir Türkmenistan’la karşılaştığını anlatıyor, o anlattıkça ben bağımsızlığın, din ve vicdan hürriyetinin, insan haklarının bir ülkenin fertleri için ne kadar önemli olduğunun bir kez daha altını çiziyordum. Sabaha karşı Aşkabat Havaalanı’na uçağımız iniş yaptığında son derece güzel bir havaalanı ile karşılaştık. Sami Bey “Bu havaalanını bir Türk şirketi inşa etti, eski havaalanı çok bakımsız ve ilkel bir havaalanı idi” dedi. Aprondan yolcu salonuna girerken kapının hemen üzerine Latin harfleri ile yazılmış "Vatanı başımıza taç etmeliyiz" sözü dikkatimi çekti. Ve işte dedim, bağımsız yaşamak ancak kutsal vatan toprağına sahip çıkabilmekle mümkündür. Bu ifade, asırlarca bağımsızlık ve hürriyet mücadelesi veren bir milletin, dost, düşman herkese istiklallerini haykırışının veciz bir ifadesiydi.
Havaalanının salonunda bizi Aşkabat Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavirimiz Sait Tandoğan karşıladı. Biz hasret giderirken, giriş işlemlerimiz de süratle tamamlanmıştı. Salondan çıkarak grubumuza tahsis edilen araçlara binip Ertuğrul Gazi Camii ve Kültür Merkezi’ne doğru yol aldık. Geniş ve düzgün caddelerden geçerken eski Rus yapısı binaların yanında, yeni modern binaların yükseldiğini gördük. Arabamızı kullanan Türkmen kardeşimiz Çağrı yeni binaları göstererek "bunların hepsini sizin şirketleriniz yaptılar" dediğinde ise ayrı bir gurur ve mutluluk duyduk. Ertuğrul Gazi Camii Kültür Merkezi’ne geldiğimizde, karşılaştığım manzara itiraf edeyim beni adeta büyülemişti. Zira gecenin karanlığını yırtarcasına yavaş yavaş ağaran tan yeri gibi, muhteşem bir aydınlatmayla ışıklandırılmış ve geniş bir alanın ortasına yerleştirilmiş klasik Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmiş ihtişamlı bir cami ile modern bir kültür merkezi de sanki asırlarca Türkmenistan’ın üzerine çökmüş acı ve ızdırap yüklü karanlıktan aydınlığa çıkışın simgeleriymişçesine karşımızda duruyordu. O anda hissettiklerimi ve zihnimde oluşan düşüncelerimi satırlara dökmem imkansız gibi bir şey. Birden yüreğimin titrediğini ve gözlerimin nemlendiğini ifade etmekle yetineceğim.
Dış İlişkiler Dairesi Başkanımız Yusuf Kalkan ile birlikte kültür merkezinde bize ayrılan caminin kıble tarafına bakan odamıza çıktığımızda ikimiz de sanki anlaşmış gibi elimizdeki eşyaları bırakarak, hemen camiye bakan ve tamamen camla kaplı olan cepheye doğru yöneldik, uzun bir müddet hareketsiz ve sessiz, muhteşem camiyi seyre daldık. Bir ara göz göze geldik zihnimizden geçenleri ve heyecandan hızla çarpan yüreğimizde hissettiklerimizi gözlerimizden okuyor gibiydik. Tekrar camiye döndük, uzun uzun bu ulvi yapıya baktık, baktık. Bir ara Yusuf Kalkan nemli gözlerle bana dönerek, " Tarih akan bir nehir misali. Türkmenistan’dan Anadolu’ya akan bu sevgi ve barış seli, bu gün Anadolu’dan Türkmenistan’a, Ata yurdumuza yön değiştirdi ve yine aynı coşkuyla akıyor. Dün atalarımız bu topraklarda edindiği inancını, kültürünü Anadolu’ya taşıdı ve bu inanç ulu camilerle, Selimiyelerle, Süleymaniyelerle ve daha niceleriyle abideleşerek bize kadar ulaştı. Şimdi ise o kahraman ataların torunları bu müşterek mirası ata yurdunda bu cami ile abideleştiriyor. Muazzam bir şey, Allah’a hamdolsun." dedi. “Yusuf Bey dedim, camiye bakarken ne düşündüm biliyor musun? Adriyatik’ten Çin Setti’ ne kadar şu yedi iklim coğrafya” da yaşayan tarihi mirasımızı, kültürümüzü, inancımızı hiç bir güç yok edemez. Belki bir sonbaharda dökülen yapraklar gibi bizleri gövdemizden ayırabilirler ama, ardından gelen yeni bir ilk baharda daha taze ve daha güçlü yeşerir, yeniden diriliriz. İşte o ilkbaharı bir kez daha yaşıyoruz. Allah bir daha ayrılık göstermesin.” Ve dudaklarımdan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu mısraları döküldü;
"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım...
Garb’ın afâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!"dediğin tek dişi kalmış canavar."2
O kadar duygu yüklüydük ki, ikimiz birden Türkmenistan’ın meşhur şairlerinden Mahdumkulu’nun "Türkmenin" adlı şiirini mırıldanmaya başladık;
"Ceyhun bilen Bahrı-Hazar arası,
Çöl üstünden öser (eser) yeli Türkmenin,
Gül-gunçası-gara gözüm garası,
Gara dagdan iner sili (seli) Türkmenin
....
Könül hovalanar, ata çıkanda.
Daglar lagla döner, gıya bakanda,
Bal getirer, coşup derya akanda,
Bent tutturmaz, gelse sili Türkmenin."
Uçağımız İstanbul aktarmalı gelmişti. Türkiye ile Türkmenistan arasında üç saatlik bir saat farkı vardı, uzun bir yolculuk yapmıştık, ama hiç bir yorgunluk hissetmiyorduk. Fakat bizi bir kaç saat sonra, yoğun bir program bekliyordu, biraz istirahat edelim mi? diye bir birimize baktık ve yataklarımıza uzandık. Bir kaç saatlik kısa bir dinlenmeden sonra kalktık ve Cumhurbaşkanımızın da teşrifleriyle gerçekleştirilecek açılış merasimi hazırlıklarına başladık.
Cumhurbaşkanımız Demirel Türkmenistan’da
Bu konudaki diğer yazılar için buraya klikleyin
Aşkabat Atatürk Parkı’nın, Türkmenistan Milli Müzesinin ve Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’nin açılış merasimlerine katılmak ve resmi görüşmelerde bulunmak üzere Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, beraberinde Devlet Bakanı Prof. Dr. Ahat Andican, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, Kültür Bakanı İstemihan Talay, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Karayalçın, Devlet eski Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Ekrem Ceyhun ile birlikte Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz’ın da içerisinde bulunduğu çok sayıda üst düzey bürokrat, YÖK ve üniversite mensupları, valiler, belediye başkanları, akademisyen ve sanatçılar, işadamları ve bazı meslek kuruluşu temsilcileri ve basın mensuplarından oluşan kalabalık bir heyetle 11 Kasım 1998 Çarşamba günü Türkmenistan yerel saatiyle 15.30’da Aşkabat Havaalanı’na geldiler. Cumhurbaşkanımız ve beraberindeki heyeti burada Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sapar Murad Türkmenbaşı sıcak bir ilgiyle karşıladı. Cumhurbaşkanımız ve beraberindeki heyet kendilerine tahsis edilen Grand Türkmen Oteli’ne hareket ettiler. Daha sonra resmi karşılama töreni için Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na geçildi. Burada yaklaşık bir saat süren iki dost ve kardeş ülke Cumhurbaşkanları baş başa bir görüşme gerçekleştirdiler. Bunu takiben iki ülke heyetleri arasında görüşmelere geçildi. Görüşmeler sonunda iki ülke Cumhurbaşkanları tarafından basına ortak bir açıklama yapıldı.
TÜRKMENİSTAN CUMHURBAŞKANI SAPAR MURAD TÜRKMENBAŞI CUMHURBAŞKANIMIZ ONURUNA BİR AKŞAM YEMEĞİ VERDİ
Aynı günün akşamı Sayın Türkmenbaşı, Cumhurbaşkanımız onuruna Aşkabat Ayna Restoran’da bir akşam yemeği verdi. Akşam yemeğine sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte Türkmenistan’a gelen Türk heyeti, Aşkabat Büyükelçimiz Oktay Özüye, elçilik mensuplarımız ve Türkmenistanlı Bakanlar ve üst düzey yöneticiler katıldılar. Diyanet İşleri Başkanımız ve Aşkabat Din Hizmetleri Müşavirimiz ile beraber iştirak ettiğimiz yemekte her şey o kadar güzeldi ki, Türk ve Türkmen heyetler yan yana oturdukları masalarında dostluk ve kardeşlik üzerine sohbetler yaparlarken, Türkmen kardeşlerimiz de Türk’e has misafirperverliklerini büyük bir hassasiyetle icra ediyorlardı.
Sayın Türkmenbaşı’nın bir dergide yayınlanan mülâkatında belirttiği gibi, Türkmenler ile Türkler Oğuz-Selçuklularının doğrudan nesilleridir. Kader bizleri çeşitli coğrafyalarda yaşamaya mecbur etmişse de, etnik, dil, kültürel ve manevi yakınlığımız bağımsızlık sonrası birbirimizle hızla kaynaşmamıza ve yakınlaşmamıza imkan veren faktörler olmuştur.3 Bu husus iki ülke Cumhurbaşkanının yemekte yaptıkları konuşmalarda bir kez daha vurgulanmış ve dünya kamuoyuna ilan edilmiştir.
SAYIN TÜRKMENBAŞI’NIN YEMEKTE YAPTIĞI KONUŞMA
“Benim Kıymetli Dostum ve Kardeşim Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kıymetli Türk Kardeşlerimiz!
Sizi atalarımızın toprağında, Türkmenistan ve Türkiye halklarının manevi zenginlikleriyle beslenen kendi atalarımızın yurdunda selamlıyorum. Biz birkaç gün önce Türkmenistan’ın bağımsızlığının 7. yılı kutlamalarının hemen ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. Yıl bayramlarına katıldık. Ankara buluşmamızda söylediğimiz gibi, bu bayramlarımızın arka arkaya gelmesini biz, Türkmen ve Türk halklarının ortak kaderlerinin güzel bir sembolü olarak görmekteyiz.
Kıymetli Türk dostlarımız olan sizlerle devamlı görüşüyoruz. Türkmen-Türk işbirliğinin siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda daha da geliştirilmesi yollarını arıyoruz. Önceki yıllarda, gerçekleştirdiğimiz düzenli devlet bakanları zirveleri ve sonrasında gittikçe artan hükümetler arası temaslar işbirliğimizi daha da pekiştirmiştir. Bugüne kadar imzaladığımız 53 ikili belge ilişkilerimizin temelini oluşturmuştur ve gelecekteki ilişkilerimizin de dayanacağı kuvvetli zemini teşkil edecektir. 3 Aralık 1998 tarihinde, imzalanışının 7. yılını dolduracak olan, Dostluk ve İşbirliği Anlaşması ilişkilerimizin siyasi, ekonomik ve beşeri alanlarda karşılıklı menfaatlerimizin korunması ve gelişmesini sağlayan ilk ve en önemli belgedir...
Kıymetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel!
Sizinle yaptığımız görüşmeler daima Türkmen-Türk ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmaktadır. Türkmenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra uluslararası topluluğun bağımsız, demokratik, laik ve tarafsız bir üyesi olmuş ve kendine saygın bir yer edinmiş; böylece siyasi, ekonomik tercihlerinde hür iradesiyle kendi amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik kararlar almıştır. Bağımsızlığımızı elde etmemizin ve kendi kaderimizi kendimizin belirlemesinin üzerinden 7 yıl gibi az sayılabilecek bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu kısa süre zarfında ülkemizde sayılmayacak kadar çok köklü reformlar yaptık.
Biz kalkınma amacıyla bu reformları gerçekleştirip, kendi yolumuzu seçerken, Aşkabat’ta güzel bir parka adı verilen Mustafa Kemal Atatürk’ün "Devletin ve halkın, başka hiçbir devlet ve halka değil, ancak kendine benzemesi gerektiğinin" önemine değinen sözlerini hiçbir zaman unutmadık. Bu ilkeye sıkı sıkıya bağlıyız. Dost seçerken de sadece bir hususa; dostlarımızın samimiyetine ve dürüstlüğüne önem veregeldik ve vermekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerimizin yeniden canlandırılarak iki kardeş halk arasındaki tarihsel ve kültürel bağların yeniden tesisi bizim için bağımsızlık dönemimizin en önemli olaylarından biridir...
Kıymetli Türk Dostlarımız!
Açıkça ifade etmek gerekirse; enerji, petrol, doğal gaz, ulaşım, ticaret alanları ile tüketim malları üretiminde geniş ölçüde yapacağımız işbirliği bu belli başlı alanları oluşturmaktadır, böylece ilişkilerimizi genişletmek mümkün olacaktır. Bundan başka, hükümetlerimize kültür, bilim ve sanat; kısacası, beşeri ilişkilerimizin tüm yönlerinde sorunların birlikte çözülebilmesi için direktif verilmiştir. Bunun sonucunda, halklarımızın manevi ve kültürel hazinesi daha da zenginleşecek, "İki devlet bir millet" denilen coşkulu sloganımız ise, yeni bir anlam kazanacaktır.”
CUMHURBAŞKANIMIZ SÜLEYMAN DEMİREL’İN YEMEKTE YAPTIKLARI KONUŞMA
Sayın Cumhurbaşkanımız da; "Kıymetli Dostum, Aziz Kardeşim Cumhurbaşkanı Sapar Murad Türkmenbaşı" hitabıyla başladığı konuşmasında iki kardeş ülke arasındaki ilişkilere ve tarihi bağlara değindi. Türkiye’nin kardeş Türkmen Cumhuriyetini ilk tanıyan ülke olduğunu, Birleşmiş Milletler ve uluslararası teşkilatlara Türkmenistan’ın üyeliği hususunda da Türkiye’nin önemli görevler üstlendiğini, iki ülke arasında tam bir ekonomik işbirliğinin bulunduğunu, bu ilişkilerin daha da ileri seviyelere ulaştırılacağını belirtti ve Sayın Türkmenbaşı’nın 7 yıl gibi kısa bir sürede ülkesini 30 yıl ileri götürdüğünü ifade etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Siyasi sebeplerle bizim irtibatlarımız yüz sene kopmuştur. Bugün biz, nihayet kardeşler, gurbetten dönünce ne yaparlar? Birbirleriyle kucaklaşırlar, bunda yadırganacak ne vardır? İnsanların birbirlerinden senelerce uzakta kaldıktan sonra, birbirlerini yeniden gördükleri zaman kucaklaşmaları insani bir duygudur. Bizim ülkemizin tarihinde, bu ülkenin tarihinde geçen iki bin senenin müşterekleri aynıdır. Düşünürleri aynıdır, ilim adamları aynıdır ve hepsi Anadolu’daki Türklerin, Türkmenistan’daki Türklerin, hepimizin büyükleridir. Destanları aynıdır, şiirleri aynıdır, şairleri aynıdır, ninnileri aynıdır, adetleri aynıdır. Şu yemek masaları aynıdır, şu masada gördüğünüz çorba aynıdır, mantı aynıdır, dolma aynıdır, yoğurt aynıdır. Ve nihayet din aynıdır, dil aynıdır. Peki bu kadar ayniyet varsa bu insanlara kardeş demeyeceksiniz de kime kardeş diyeceksiniz.
Bizim aradığımız şey, barıştır, sevgidir, kardeşliktir, refahtır, mutluluktur. Ebediyete intikalinin 60’ıncı yıl dönümü dündü Büyük Atatürk’ün. O, medeniyet ve refah arıyordu, barış arıyordu ve bütün insanlığa bunu söylüyordu. Biz de onun mücadelesini yapıyoruz. Ve bu güzel ülkede Türkmen kardeşlerimizin çağdaş dünyanın geldiği seviyeye gelmesini istiyoruz. Onların, uygarlığın bütün nimetlerinden yararlanmasını istiyoruz. Velhasıl onların mutlu olmalarını, müreffeh olmalarını, zengin olmalarını, barış içerisinde yaşamalarını istiyoruz. İşte Türkmenistan ile Türkiye dostluğunun kökünde yatan budur. Çünkü, eğer kardeşlerden birisi fakir, diğeri zengin ise bu bizim içimize sinmez. Kardeşlerin hepsi zengin olmalı, hepsi. Hepsi mutlu olmalı.
Bu düşüncelerle, aziz kardeşim, değerli dostum 7 sene zarfında 30 senelik bir gelişmeyi bu ülkede meydana getirmiş bulunan fevkalade muktedir Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı’nın sağlığını ve Türkmen halkının sağlığını, Türkmen halkının mutluluğunu, refahını, Türkiye-Türkmenistan dostluğunun kalıcılığını temenni ediyorum. Yaşasın Türkiye-Türkmenistan dostluğu! Hepinize saygılar sunuyorum."
İKİ CUMHURBAŞKANINDAN İKİ ANLAMLI DAVRANIŞ
Caminin açılış hazırlıklarını yapmak için Türkmenistan’a geldiğimizde caminin adını Aşkabat Süleyman Demirel Camii olarak biliyorduk. Böyleydi de. Daha sonra caminin isminin Cumhurbaşkanımızın talebi üzerine "Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii" olarak değiştirildiğini öğrendik. Aşkabat Din Hizmetleri Müşavirimiz Sait Tandoğan bu değişiklikle ilgili olarak şunları nakletti;
"1993 yılından bu tarafa inşaatı sürdürülen caminin adı 1997 yılının Haziran ayına kadar Aşkabat Türkiye Camii idi. Resmi yazışmalarda da böyle geçti. Ancak o tarihte Türkmenistan’ın değerli Cumhurbaşkanı Sapar Murad Türkmenbaşı Büyükelçiliğimiz aracılığı ile caminin isminin "Süleyman Demirel Camii" olarak değişmesi isteğini bildirdi. Teklif Cumhurbaşkanımıza iletildi ve prensip olarak kabul edildi. Bir yıldan fazla bir süre caminin ismi bu şekilde anıldı. Ancak Kasım ayı başında sayın Cumhurbaşkanımız kendi isminin değil de Türk ve Türkmenlerin müşterek atası olan Ertuğrul Gazi isminin verilmesini arzu ettiğini Büyükelçiliğimiz aracılığı ile bildirdi. Sayın Türkmenbaşı ve Türkmen dostlarımız bu isteği memnuniyetle kabul ettiler ve caminin ismi Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii olarak değiştirildi."
Görülüyor ki, Sayın Türkmenbaşı, Aşkabat’a böyle bir cami yapılması fikrini ortaya koyan ve yapımı için direktif veren ve bu mutlu günün yaşanmasına vesile olan Cumhurbaşkanımızın isminin söz konusu cami ile ebedileşmesini istemiş, Sayın Cumhurbaşkanımız da büyük bir tevazuyla, "Tek millet iki devlet" felsefesinin ebediyete kadar yaşaması arzusuyla bu topraklardan çıkıp Anadolu’nun bizlere kalıcı yurt olmasının temellerini atan Atamız Ertuğrul Gazi’ nin isminin verilmesini uygun bulmuşlar. Böylece müşterek tarihimizin buluştuğu nokta olan ulvi yapı iki kardeş topluluğa ismi ile de anlamlı bir mesaj verir olmuştur. Bu iki alicenap davranış yaşanan mutlu güne ayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. Bu ileri görüşlülüklerinden dolayı her iki Cumhurbaşkanına da şükranlarımızı sunuyoruz.
Türkmenistan’da Ortak Değerlerimizi
Simgeleyen Üç Eserin Açlışı
İki dost ve kardeş ülke Cumhurbaşkanları, ortak değerlerimizi, mirasımızı, bugün ve gelecekte yaşatacak olan üç önemli eserin açılışını, tarihi bağımızı, kardeşliğimizi, dostluğumuzu dile getiren konuşmalar yaparak görkemli merasimlerle gerçekleştirdiler. 7 yıl gibi kısa bir süre önce bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan’ın bayındır hale gelmesi, kalkınması için el ele vermiş iki ülke, bir dizi ekonomik anlaşmaların, birlikte gerçekleştirilen birçok sanayi yatırımlarının yanında, Ata yurdumuzda tarihi, kültürel ve manevi değerlerimizi de, birlikte ve tam bir işbirliği anlayışı içerisinde yaşatma kararlılığını ortaya koydular. Bu bakımdan 12 Kasım 1998 Perşembe günü, Türkiye ve Türkmenistan açısından önemli bir gün olarak tarihe geçti.
Türkmenistan’ın bağımsızlığını ilk kabul eden ülke olan Türkiye’nin Aşkabat Büyükelçiliğinin tam karşısında, Cumhuriyetimizin 75. Yılı anısına oluşturulan Atatürk Parkı ve bu parka yerleştirilen Atatürk anıtı, ülkemizden Türkmenistan’a gönderilen bir çok tarihi eserin de sergilendiği Türkmenistan Milli Müzesi ve Ertuğrul Gazi Camii biraz önce de ifade ettiğimiz gibi iki dost Cumhurbaşkanının birlikte açılışını gerçekleştirdikleri tarihi mirasımızın üç yeni eseri olmuştur.
EZANSIZ GEÇEN YILLARA İNAT GÖK YÜZÜNE UZANAN BİRLİK SEMBOLÜ MİNARELER- AŞKABAT ERTUĞRUL GAZİ CAMİİ
"1914’den sonra olan olayları iyi hatırlarım. 1917-1918 yıllarında Stalin’in ve Lenin’in devrinde ihtilal oldu. Rusya’nın her tarafından adamlar getirerek komünistler Türkmenistan’a sahip oldular. Yurt bozulmaya, değişmeye başladı. O zamanlarda Türkmen Müslümanları için her şey yasaktı. İbadetlerimizi gizli yapıyorduk, her on kişiden birisi bu gizlilik nedeniyle ancak namaz kılabiliyordu. Hiç bir yerde mescit yok, medrese yok. Camileri, mescitleri yıktılar, yıkmadıklarını ise başka amaçlar için kullandılar. Kiliselerde olduğu gibi bizim mescitlerimizi de yıkmayıp, keşke içerisine buğday koymuş olsalardı, bu halde bile biz namaz kılmış gibi olurduk. Fakat sığır bağladılar ve beslediler..."
Bu ifadeler, neredeyse asırlık bir tarihin hüzün ve kederle dolu tüm çizgilerini yüzünde taşıyan ve kilometrelerce uzaktan bu mutlu günü yaşamak için Aşkabat’a gelen 95 yaşındaki Türkmen Aksakalı Atanepes Pelvanov’a aittir. Bu sözler, Başkanlığımızca Türkmenistan’ın başkentine yaptırılan Ertuğrul Gazi Camii’nin açılış gününün anlam ve önemini, bu esnada yaşanan sevinç ve heyecanın nedenini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Daha açılıştan bir gün önce cami ziyaretçi akınına uğramış, ziyarete gelen Türkmen kardeşlerimizin yüzlerindeki anlamlı belirtiler bizlerin de heyecanını bir kat daha artırmıştır.
Açılış merasiminin saat 13.00’te yapılacağı önceden duyurulmuş olmasına rağmen sabahın çok erken saatlerinde çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar, her yaştan yüzlerce Türkmen kardeşlerimiz cami bahçesini doldurmuş, açılış saatini beklemeye başlamışlardı. Türkiye’den gelen Mehteran Bölüğü, caminin bahçesinde yerini almış, mehter marşlarımızdan örnekler veriyordu. Caminin ihtişamı ile mehter marşlarımızın büyüleyici nameleri Türk, Türkmen herkesi manevi bir atmosferde aynı duygu ve düşüncede bütünleştiriyordu. Yaşlı gözler, titreyen dudaklardan dökülen "Bugünleri yaşatan Yüce Allah’a hamdolsun" dualarının eşliğinde birbirine bakıyordu.
BEKLENEN AN: AÇILIŞ MERASİMİ
İki dost Cumhurbaşkanı yeni bir tarih yazarcasına mehter marşları eşliğinde geçmişin günümüzle buluştuğu mukaddes bir yapının açılışı için geldikleri Ertuğrul Gazi Camii avlusunda coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandılar. Camii’nin cümle kapısında iki Cumhurbaşkanına Türkmenistan geleneklerine uygun olarak tuz ve ekmek ikram edildi. İki Cumhurbaşkanı el ele halkı selamlayarak kendilerine ayrılan yere doğru yürüdüler. Önce huşu içerisinde İsmail Coşar tarafından okunan Kur’an-ı Kerim dinlendi. Daha sonra konuşmalara geçildi.
İlk söz, Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’indi:
"Sayın Cumhurbaşkanı, Aziz Kardeşim, Aziz Türkmen Kardeşlerim, Değerli Misafirler!
Şu anda açılışı yapılan bu mabed, Türk halkının kardeş Türkmen halkına ebedi bir hediyesidir. Türk-Türkmen kardeşliğinin manevi bir sembolüdür. Dinimiz, Türkmenistan ile Türkiye’yi birbirine bağlayan manevi bağların atlasıdır. Dinimiz ilerlemeyi, yükselmeyi emreder. Mükemmel insan yetiştirmeyi, mükemmel insanlardan meydana gelen medeni millet olmayı ön görür. Sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı ve barışı öğütler. Biz Türkmen kardeşlerimizle pek çok şeyi olduğu gibi bu yüksek ve ulvi değerleri de paylaşıyoruz.
Bu değerleri temsil eden camilerin Türkmenistan’da görülür hale gelmesi ve yaygınlaşması bağımsızlıkla birlikte mümkün olmuştur. Aşkabat’a ilk gelişimde, şehirdeki minare eksikliği dikkatimi çekmişti. Bağımsızlık inanç özgürlüğünü de beraberinde getirince, bu eksikliğin telafisi de mümkün olmuştur. Bu muhteşem cami, her geçen gün daha da bayındır hale gelen Aşkabat’ın en güzel eserleri arasındaki yerini alabilmiştir.
Bundan yıllarca önce bu topraklardan kalkıp 400 çadırla Anadolu’nun Söğüt Kasabası’nda içinde bulunduğumuz bin yıla silinmez damgasını vuran, muhteşem Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran, Türkmen Yörükleri’nin Kayı Aşireti’nin Beyi Ertuğrul Gazi Türkiye ile Türkmenistan ebedi kardeşliğinin temelini atan büyük ulularımızın başında gelmektedir. Bugün Ertuğrul Gazi (ki, 700 seneyi aşkın bir süredir, her sene Türkiye’de anılmaktadır), ismiyle simgelenen bu caminin açılışı ile yeniden manen ata yurduna, topraklarına geri dönmektedir. Böylece, bu büyük manevi coğrafyanın, iki ucunda bulunan Türkiye ve Türkmenistan bir kez daha kucaklaşmakta, ortak medeniyetimizin büyük evladı Ertuğrul Gazi’nin ruhu şad olmaktadır.
Bu toprakların gerçek anlamda vatan haline gelmesi için bizi biz yapan manevi değerlerimize sahip çıkmak, korumak, bir millet için en temel görevdir. Aziz kardeşim Türkmenbaşı’nı ve Türkmen kardeşlerimi bu uzak görüşlülükleri için kutluyorum.
Değerli kardeşim Türkmenbaşı’na ayrıca teşekkür borçluyum. Bu cami fikrini ilk ortaya attığım zaman hemen benimsedi, yer tahsis etti ve gelişmesini yakından izledi. Diyanet İşleri Başkanlığımıza teşekkür ediyorum. Onların maddi, manevi katkıları bu caminin finansmanını, inşasını ve bir baş yapıt halinde gerçekleşmesini sağladı. Emeği geçenlerin, mimarımızın, mühendisimizin, ustalarımızın, taş, tahta, yazı ustalarımızın, cam ustalarımızın, işçilerimizin nasıl bir özenle çalıştıklarını biliyorum.
Ecdadımız bir büyük coğrafyada, Balkanlar’da, Orta Doğu’da, Anadolu’nun her tarafında, Kafkaslar’da, Orta Asya’da, Orta Asya’nın çeşitli yörelerinde çok güzel camiler yapmışlardır. Bu cami daha önce yapılmış olanların hiç birinden geride kalmayan bir şaheserdir. Türk-Osmanlı mimarisinin büyük bir yaratıcılıkla ve emekle gerçekleştirilmiş çağdaş bir örneğidir. Sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda mimari bir şaheserdir.
Bu camiyi pek çok zorluklar altında meydana getiren müteahhit şirket Gama Şirketi’ne ve onun değerli başkanı, aziz arkadaşım, kardeşim Erol Üçer’e ve bu camiyi meydana getirmek için onunla beraber canla başla çalışan herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Cami hayırlı olsun. Cenab-ı Hak’tan niyazım odur ki, içinde yapılan duaları, Cenab-ı Allah’a yükselen elleri, Ondan yapılan talepleri kabul buyursun. Hepinizi sevgiyle selamlıyorum, hayırlı olsun."
Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sapar Murad Türkmenbaşı (Niyazov)’nın Konuşması:
“Aziz kardeşim ve dostum Süleyman Demirel’e ve Aşkabat’ın ortasında böylesine güzel bir camiyi yapıp bize hediye eden Türk kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Bizim atalarımızın bir sözü var; "Bir yere mescit yapanların makamları cennet olur" diye. Ben de bu emekleri karşılığında Allah’tan aziz kardeşim Süleyman Demirel’e ve Türk kardeşlerime cenneti vermesini niyaz ediyorum.
Kardeşim Süleyman Demirel’in güzel dinimiz, kültürümüz ve tarihimiz hakkında söylediği her sözüne canı gönülden katılıyorum. Bu camiye Ertuğrul Gazi adı verilmesi bizim için kutlu bir iştir. Türkmenler ile Türkler Oğuz-Selçuklularının doğrudan nesilleridir. Bu boyun Beylerinden Ertuğrul Gazi 400 yoldaşıyla buradan çıkmış, Anadolu’ya dinimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi götürmüş ve oğlu Osman’la birlikte büyük bir imparatorluk kurmuştur. Müşterek atamız Ertuğrul Gazi, Anadolu ile Türkmenistan arasında 800 yıllık bir köprü oluşturmuştur. Onun için bu camiye adının verilmesi, bu manevi köprünün kuvvetlenmesi ve Türk-Türkmen kardeşliğinin pekiştirilmesi için önemli bir simgedir. Bizim için kutlu bir iştir.
Biz yedi senede 200’ün üzerinde Türkmenistan’da cami yaptık. Bu camilerde kötülük olmaz, haram işler yapılmaz. Camiler Allah’ın evleridir. Buralarda Allah’ın adı anılır. Kavga olmaz, barış vardır. Bu mukaddes mekanlarda Allah ile kulunun arasına kimse giremez.
Yüce dinimiz İslamiyet, barışı, kardeşliği, sevgiyi öğütlemiştir. Yüce dinimizin güzelliklerinin gelecek nesillerimize öğretilmesi için caminin yanında bir eğitim ve kültür merkezi yapılmasını kardeşim Süleyman Demirel’den istemiştim, sağ olsun, ömrü uzun olsun bu gerçekleşti. Ebediyete kadar var olmasını istediğimiz bu mukaddes mekanlarda genç, ihtiyar her yaştan halkımız ibadetlerini yapacaklar. Buralarda birliğimiz, kardeşliğimiz kuvvetlenecek. Bu mekanlarda gençlerimiz, çocuklarımız Kur’an’ı, yüce dinimizi, onun öğütlediği, barışı ve sevgiyi öğrenecekler. Bu bizim için çok önemli bir meseledir. Dolayısıyla aziz kardeşim Demirel’e ve dost Türk halkına böyle bir yapıyı bize hediye ettikleri için tekrar minnettarlığımı bildiriyorum. Hayırlı olsun diyorum."
Bu konuşmalardan sonra, İki Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz ve Gama Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer ile birlikte kurdeleyi keserek bu muazzam eseri ibadete açtılar.
İLK NAMAZ
Ankara Hacıbayram Camii İmam-Hatibi Abdulkadir Şehitoğlu ve Kocatepe Camii Müezzin-Kayyımı İsmail Coşar’ın birlikte okudukları çifte ezanın eşliğinde camiye girildi. Bugün, gece karanlıkları gibi geçen acı yıllar geride kalmış, aydınlık günlere çıkan yolda, gök yüzüne uzanan birlik sembolü minarelerden ezanlar, dalga dalga Türkmenistan semalarına yayılarak inanç hürriyetinin hazzını hasret dolu gönüllere nakşeder olmuştur.
Türk ve Türkmenler, açılışı gerçekleştirilen bu mukaddes mabedde yan yana saf tuttular. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın kıldırdığı ilk öğle namazında, Yüce Yaratıcının tek millet olarak yarattığı bu insanlar, asırlar sonra O Yaratıcının huzurunda birlikte tekbir aldılar, birlikte secdeye vardılar. Ve namaz bitiminde omuz omuza verdikleri saflardan ellerini açarak, bu günleri kendilerine bahşeden Yüce Mevla’dan "İki devletin dostluğunun, kardeşliğinin araya hasret girmeden kıyamete kadar devam etmesi" için dua ve niyazda bulundular. Herkes huşu içinde, yaşanacak mutlu günlerin yüzlerine vuran aydınlığında bir kez daha bu muhteşem yapıya bakarak camiden ayrıldılar. Çıkışta Türkmen kardeşlerimiz minnettarlıklarını iletme arzusuyla Diyanet İşleri Başkanımızın elini sıktılar ve hayır dualarla bu tarihi gün, yaşayanların hatıralarında yerini almış oldu.
Ekrem CEYHUN
Devlet eski Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı
Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde Türkmenistan’a yaptığı bir ziyaret esnasında Türkiye tarafından Aşkabat’a böyle bir cami yapılması için Sayın Türkmenbaşı ile görüşülmüş ve karara bağlanmıştı. O zaman ben de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı görevini yürütüyordum. Sayın Diyanet İşleri Başkanı’na gerekli talimatları verdim. Bir komisyon oluşturuldu ve işe başlandı. Bu gün, 1993 yılında Sayın Türkmenbaşı ile birlikte bu ulvi yapının temeline harç koyuşumuzu hatırlıyorum. Çok heyecan duymuştum. Şimdi görüyorum ki bu heyecanımız boşa gitmemiş, çok güzel bir eser ortaya çıkmış, emeği geçen herkesi kutluyorum, Diyanet İşleri Başkanlığımızı kutluyorum.
Burası bizim Ata yurdumuz. Ortak tarihimiz var. Bu eser Anadolu Türklüğünün ata yurduna ve atalarına olan vefa borcunun gereği olarak yapılmış ve Türkmen kardeşlerimize hediye edilmiştir. Burada bulunmaktan, bu ulvi yapının içerisinde ibadet etmekten büyük heyecan duydum. Bu muazzam eser başta Türk ve Türkmen halkına ve İslam alemine hayırlı uğurlu olsun.
Zeki ÇELİKER
Türkiye Parlamenterler Birliği Başkanı
Allah’a şükür, Allah’a inanır ve Ona ibadet etmeyi bir görev kabul ederim. Ancak, özellikle yurtdışı ibadetleri çok daha büyük vecd yaratıyor. Hele böyle muhteşem ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın eseri olarak vücuda gelen, ihtişamlı ve İslam’a yakışır bir eser yaratılmış olmasını büyük bir memnuniyetle müşahede ettim. Böyle nice camilerin teessüs etmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim. Hayırlı uğurlu olsun.
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI
Muğla Üniversitesi Rektörü
Bir kere çok heyecanlandığımızı ifade edeyim. Sayın Cumhurbaşkanımızın seyahat programında böyle bir caminin açılışını okuduğumda zaten heyecanım o zamandan başladı. Çok karışık duygular da denebilir buna. İnsanın kendi mensup olduğu, yaşadığı topraklardaki tarihinin kurucularının ata ocağına geliyorsunuz ve burada yine onların oluşturduğu bir sitilde, Osmanlı sitilinde bir büyük cami ile karşılaşıyorsunuz. Yani, burada heyecan duymamak, bir Müslüman olarak, bir Türk olarak gurur duymamak mümkün değil. Onun için ben, başta Devletimiz olmak üzere, bu işe öncülük eden herkesi gönülden kutluyorum, hepsinden Allah razı olsun diyorum. Ertuğrul Gazi’nin Anadolu’da Türklüğün ve İslamiyet’in oluşmasını sağladığı gücün, burada yeniden şahlanışını görmek, ben, en azından ileride çok daha mutlu günlerin geleceğinin bir müjdesi olarak değerlendiriyorum bunu. Allah mübarek etsin.
Sayın Fığlalı, 70 yıllık yasaklı bir dönemden sonra bu caminin içerisinde Türkler ve Türkmenler birlikte saf tutup, kıbleye döndüler. Görüldü ki, geçen 70 yılda yaşanan din yasağı dini vecibeleri yerine getirmeyi unutturamamış, bu konuda ne dersiniz?
Efendim, o bir kere mümkün değil. Zaten hiç bir zaman, yer yüzünde insanların vicdanlarından dinin sökülüp atıldığına şahit olunmamış ki. Yani, siz onu ancak bastıra bilirsiniz, işte bastırdığınız zaman bir takım yanlış yönlere de sapabilir. Burada böyle bir yanlışlığın olmadığını görüyoruz. Belki bilgi noksanlığı vardır ama, insanımız işte dedesinden görerek, saklı da, gizli de olsa bu işi yapmış. Sayın Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı’nın öncülüğünde çok iyi işlerin yapıldığını burada müşahede ediyorum. Umuyorum ki, bu caminin içerisi de, yine İslamiyet’in 21. yüzyıla ışık tutacak zengin bilgileri ve yaratıcı güçle donanacaktır. Buradaki Türkmen çocuklarının, bizim belki Türkiye’de başaramadığımız kültürlü ve dinini en saf, en temiz şekilde öğrenmiş insanlarla dolu camilerin oluşmasını da yine burada Ertuğrul Gazi Camii’nde yaşamaya başlarız.
Nitekim, Türkiye’nin kuruluşu da Orta Asya’dan gelen insanımızın başlattığı bir hamle olmadı mı? Burada bakarsınız, yine dinimizin, böyle kararmamış, saf, berrak yüzünün bu insanların aracılığı ile yine batıya doğru aktığına şahit oluruz. Bundan ancak kıvanç duyarız, memnuniyet duyarız.
Barış MANÇO
Sanatçı
Bu kadar muhteşem bir eser üzerine anlatılacak pek fazla bir şey yok. Şöyle ki, Türkmenistan Türk ve Müslüman bir ülke, uzun yıllardır, bu güzellikte, bu görkemde Türkmenistan’da bir caminin olmayışı hepimizin dikkatini çekiyordu. Tabi ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın da dikkatini çekmiş. Bir kaç kez buraya çekime geldiğimde böyle bir mabedin olmayışı benim de dikkatimi çekmişti. Bundan 6-7 ay önce Cumhurbaşkanımız bir programıma katılmıştı. Sayın Cumhurbaşkanıyla bu konuyu konuşurken bana "Barış, biz çok güzel bir jest yapıyoruz, Türk milleti, Türk halkı ve Türk Devleti adına, muazzam bir cami yapıyoruz, bunun açılışına beraber gidelim sen de gel" dedi.Bu kadar güzel bir açılışta bulunmak benim için çok büyük bir onur.Tabi ki Cumhurbaşkanlarının müştereken açtıkları Atatürk Parkı, Müze dahil Ertuğrul Gazi Camii açılışında bulunmak cidden büyük bir onur. Tabii ki, böyle ortamlarda çok hoşluklar oluyor. Ben kendi programımda da söyledim, dilerim bu cami bütün Türk dünyasına, İslam alemine hayırlı olsun. Ben bir kere ülkemin böyle bir jest yapmasından onur duydum. Burada fabrikalar kuruyoruz, oteller yapıyoruz, okullar açıyoruz, ne güzel bir de cami yapmışız, bence seriyi tamamlamışız. Ayrıca burada namaz kılmak bana da nasip oldu, çok duygulandım.
Kemal DEMİR
Kızılay Derneği Başkanı
Müstesna, fevkalade güzel, çok güzel bir cami, duygulanmadan gezmek, görmek, izlemek mümkün değil. Katkıları olanlara şükran duygularımı sunuyorum, Allah razı olsun. Önder olanlara, yardımda bulunanlara, bu yardımları değerlendirenlere de şükranlarımı sunuyorum. Onlardan da Allah razı olsun. Değerli Diyanet İşleri Başkanımızdan burası ve bu cami ile ilgili güzel şeyler dinlemiştim, çok mutlu olmuştum. Fakat, muhterem hocamın bana söylediklerinden çok daha güzel bir cami yapıldığını gördüm, iftihar ettim, övündüm. Efendim ecdada layık bir ibadethane bir cami yapılmıştır. Ayrıca bu esere Ertuğrul Gazi adının verilmesi de müstesna bir şeydir, doğru olan yapılmıştır.
İsmet Solak
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilci Yardımcısı
Muhteşem bir şey, yani beni çok etkileyen bir olay oldu. Benim Türkmenistan’a bu altıncı gelişim. Ancak unutamayacağım bir olayı bu gelişimde yaşadım. Cami çok güzel olmuş. Böyle bir caminin yapılıp, Türkmenistan’a hediye edilmesinde emeği geçen herkesi kutluyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kutluyorum.
Mamoru Shimazu
(Başkanlığımızca Japonya’da İnşasına Başlanılmış Olan Tokyo Camii Müteahhit Firması KAJİMA CORPORATİON’un Mimarlık ve Projelendirme Departmanı Genel Müdürü)
Sayın Shimazu, siz Başkanlığımızın Tokyo’da inşasına başladığı caminin müteahhit firmasının mimari ve proje departmanının genel müdürüsünüz. Yine Başkanlığımızca burada yapımı tamamlanmış bir caminin açılışında bulundunuz, neler söyleyeceksiniz?
Ben, Aşkabat Camii’nin projesini ve bazı fotoğraflarını daha önce görmüştüm. Fakat o zaman caminin böylesine ulu, böylesine yüce ve böylesine güzel bir cami olduğu hissiyatı bende uyanmamıştı. Bugün camiyi görünce projenin bu denli güzel oluşunu ancak kavraya bildim. Ben Aşkabat’a gelmeden hemen önce İstanbul’da bir kaç gün geçirdim. Bu esnada İstanbul’da bulunan bir çok camiyi görme fırsatım oldu. Hele hele Osmanlı mimarisinin altın çağı kabul edilen Mimar Sinan dönemine ait bir çok eseri ziyaret ettim. Şunu ifade edeyim ki, Mimar Sinan’ın o dönemin temsilcisi olabilecek nitelikte çok güzel, çok büyük projeleri var. Bunları gördüm. Bununla birlikte İstanbul’da bazı bölge ve yörelere has o yörenin ihtiyaçlarını karşılayacak ölçülerde yapılmış, irili ufaklı aynı güzellikte camiler de var. Bunları da gördüm. Bildiğiniz gibi Diyanet İşleri Başkanlığı ile şirketimiz Tokyo’da da bir cami yapıyor. Bu açıdan düşündüğümüzde Aşkabat Camii ve Tokyo Camii arasında büyüklük olarak kıyasladığımızda farklılıklar var. Yani Tokyo Camii biraz daha küçük bir cami. Ama bu demek değildir ki, Tokyo Camii’nin önemi daha küçüktür. Böyle bir şey kesinlikle söylenemez. Tam tersine o yöreye has bir mimari ve ihtiyaçları karşılayacak bir tesis olduğu için Tokyo Camii’nin öneminin daha da fazla olduğunu düşünüyorum.
Sayın Shimazu, söz Tokyo Camii’nden açılmışken, cami inşaatıyla ilgili bilgi verebilir misiniz? İnşaat şu anda ne aşamada, bitirilme zamanı nedir, bir de proje özellikleri nelerdir ?
İnşaat 1998 yılının Nisan ayında başladı ve programlandığı gibi 18 ay içerisinde tamamlanacak. Şu anda bodrum katının betonları atılmış vaziyette, şimdiden sonra demir seviyesinden itibaren yukarıya doğru gözle görülür bir yapı oluşacak. Projeden basit olarak söz edecek olursak, proje üç buçuk katlı bir proje. Zemin katta bazı sınıflar ve ofisler bulunmakta, giriş katta ise çok amaçlı bir sergi salonu var. Bunun üst katı cami katı oluyor ve projedeki en büyük mekan da burası. Onun da üzerinde yarım kat biçiminde hanımlar mahfili bulunmaktadır. Bunun için projemize üç buçuk katlı diyorum. Projenin giriş katında aynı zamanda kütüphanemiz ve diğer çalışma odalarımız da mevcuttur.
Müsaade ederseniz, tekrar birinci sorunuza dönmek istiyorum. İşte İstanbul’da gördüğüm Mimar Sinan’ın eserlerinden kafamda oluşan bir imajla buraya geldim. Aşkabat’ta, yani burada gördüğüm ise bu imajın bugünki devirde gerçekleştirilmiş bir uzanımı veya görüntüsünü taşıyan muazzam bir eserdir. Böylesine güzel bir eserin açılışında bulunmaktan son derece mutluyum.
Bu esnada, Tokyo’daki hadiseler aklıma geldi. 1994 yılında Sayın Sami Uslu ve beraberinde mimar Hilmi Bey Tokyo’ya gelmişlerdi. İlk görüşmemizde, hemen çalışmalara başladık. O günden bugüne çeşitli teknik konularda olsun, proje bazında olsun bir çok problemlerle karşılaştık. Türkiye gibi coğrafya açısından son derece uzak bir ülkede Japonya’da, Türk insanının kültürünü, özelliğini, öz verisini, sanatını, son derece değişik bir kültüre nasıl yansıtabiliriz diye çok kafa yorduk. Diyanet İşleri Başkanlığı ve şirketimizin başlatmış olduğu bu proje, Başkanlığın istekleri doğrultusunda tam manasıyla bir sanat şaheseri biçiminde, çeşitli manalarda oranın halkına hizmet edebilecek efektif bir proje olması için elimizden geleni yapıyoruz. Aşkabat Camii’ni de gördükten sonra bunu da gerçekleştirebileceğimize inanıyorum. Bundan emin olabilirsiniz.
Mütevazi Bir Plaket Töreni
Camide kılınan ilk öğle namazından sonra, Selçuklu mimarisinin modern bir uygulaması olan kültür merkezine geçilerek burada mütevazı bir plaket töreni yapıldı. Törene Diyanet İşleri Başkanımız, Türkiye Parlamenterler Birliği Başkanı Zeki Çeliker, Türkmenistan’da bulunan Başkan Yardımcılarımız ve Daire Başkanlarımız, 25 İl Müftümüz, Aşkabat Din Hizmetleri Müşavirimiz, Azerbaycan Din Hizmetleri Müşavirimiz, Almanya Din Hizmetleri Müşavir Vekilimiz, Gama Holding Yönetim Kurulu Başkanı, caminin Mimarı, Şantiye Şefi ve Türkmenistan Dini İdaresi Temsilcileri katıldılar. Yapılan konuşmalardan sonra, Diyanet İşleri Başkanımız
Mehmet Nuri Yılmaz tarafından Aşkabat Büyükelçimiz Oktay Özüye, Gama Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer, Gama Holding İnşaat Sorumlusu Cenap Toroslu ve Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii Mimarı M. Hilmi Şenalp’e plaketleri verildi. Cumhurbaşkanımızın yoğun programı nedeniyle merasime katılamayan Büyük Elçimizin plaketini Aşkabat Din Hizmetleri Müşavirimiz Sait Tandoğan aldılar. Türkmenistan Başmüftüsü Nasrullah Bin İmadullah’ınplaket töreninde yaptığı konuşma:
"Muhterem Diyanet İşleri Başkanı, bütün Müftülerimiz, İmamlarımız. Bugün Türkmenistan Yurdu bayram kutluyor, en mutlu gününü yaşıyor. Milleti bir, dini bir, peygamberi bir, mezhebi bir olan en yakın kardeşimiz, Türk kardeşlerimizin bize inşa ettiği ulu camisinin, bayram gününe katılıyoruz. Bütün günlerimiz, bugüne benzer bayram gibi geçsin. Yaptığınız hizmetlerin karşılığını Allah versin, Allah ecrini versin. İki yurdun, iki devletin arasındaki dostluk ve ilişkiler bundan sonra daha da gelişsin. Cumhurbaşkanlarımız Sapar Murad Türkmenbaşı ve Süleyman Demirel’in ömürleri uzun olsun. İki devletin başında, halkın başında durmalarını, yeşil tuğumuzun yurdumuzun üzerinde ebediyyen dalgalanmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Bütün Türkmenistan halkının, Türkmenistan Müslümanlarının, Türkmenistan Dini İdaresi’nin ve Türkmenistan Müftülüğü’nün adına, böyle bir bayramı bize yaşattıkları için Türk kardeşlerimizin hepsini kutluyorum. Sağ olun."
Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri YILMAZ’ın plaket töreninde yaptıkları konuşmaları:
"Sayın Milletvekilleri, teşkilatımızın değerli mensupları, Türkmenistan Dini İdaresinin değerli Başmüftüsü ve görevlileri, Gama İnşaatın değerli sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı, Mimarımız, muhterem misafirler, sözlerime başlarken hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.
Yıl 1992. Sayın Cumhurbaşkanımızla Türk Cumhuriyetlerini dolaşıyoruz. Türkmenistan’a geldik. Ben dini idareden Durdu Kılıç’ı aradım. Türkmenistan’ın dini hayatı hakkında kendisinden bilgi aldım. Hiç caminin olmadığını, oda şeklinde namaz kılınan bir kaç mescidin mevcudiyetinden söz ettiler ve minareli tek bir caminin bile olmadığını dile getirdiler. Bunun üzerine ben durumu Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettim. Aşkabat Büyükelçilik binamız da o gün açılmıştı. Büyükelçimizin odasında oturuyorduk. Sayın Türkmenbaşı vardı, bir de Allah Rahmet etsin Sayın Alparslan Türkeş vardı. Cumhurbaşkanımız, Türkmenbaşı’na bize lütfeder bir arsa tahsis ederseniz, burada bir cami yaparız dedi. O’ da memnuniyetle kabul etti. Cumhurbaşkanımız, bana "ne kadar paramız var" diye sordu. "Otuz milyar kadar paramız var" dedim. Cumhurbaşkanımız "bu para ile cami inşaatını ikmal ederiz" dedi. Demek ki o gün otuz milyara böyle bir cami yapılabiliyordu. Türkiye’ye döndük ve hemen işe başladık. Zaten Cumhurbaşkanımız her vesileyle soruyordu. Başkan Yardımcımız Sami Uslu Bey bir heyetle birlikte geldi ve arsayı teslim aldı. Bismillah dedik işe koyulduk ve işte bu gördüğünüz muhteşem eser vücuda gelmiş oldu. Tabi ki, otuz milyar hiç bir şey ifade etmedi. Bu cami yirmi milyon dolara yakın bir maliyetle yapılmış oldu. Fakat bu gün böyle bir cami zannedersem ancak 60-70 milyon dolara yapılabilir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettikleri gibi, bu camiyi biz Türkmen halkına yadigar olsun diye yaptık. Bu bir hediyedir. Çünkü İslamiyet buralardan Anadolu’ya yayılmış, buralarda yetişen çok büyük ilim adamlarının eserleri medreselerimizde, okullarımızda okutulmuş ve okutulmaya devam edilmektedir. Bizim buralara bir vefa borcumuz vardır, bu borcumuzu ödüyoruz. Bir taraftan cami yaptırmak suretiyle, diğer taraftan geçen yıl açılışını yaptığımız İlahiyat Fakültesiyle buranın dini hayatına bir canlılık kazandırmayı kendimize şiar edindik. Gerekirse yeni okullar ve mescitler inşa ederiz. Nitekim Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı’nın köyüne onun adını taşıyan bir cami de Diyanet Vakfı tarafından inşa edilmiştir.
Efendim, Ertuğrul Gazi Camii hakikaten Orta Asya’nın en büyük, en muhteşem bir camiidir. Örnek bir camidir, hiç bir kusuru yoktur. Kocatepe Camii ile kıyasladığımız zaman, sanat bakımından çok daha ileridedir. Böyle bir camiyi vücuda getirmek herkese nasip olmaz. Gama İnşaata nasip oldu. Gama İnşaata çok teşekkür ediyorum, tebrik ediyoruz kendilerini, bize çok büyük bir eser bıraktılar, Türkmen Halkına çok büyük bir eser bıraktılar. Biz de hakedişlerini kendilerine zamanında ödeyemedik, dolayısıyla Gama Şirketi bu işten kâr etti de diyemeyiz. Allah razı olsun, çok sıkıntılı günler geçirdiler. Ama hepsine sabır gösterdiler, tahammül gösterdiler. Yaptıkları hizmetin karşılığını Allah katında şüphesiz göreceklerdir. Ayrıca değerli mimarımız Hilmi Şenalp Bey İslam dininin tevhitçi, bütüncül ruhunu ince sanatında göstermiştir. Tevhid ruhunu duvarlara nakşetmiştir. Caminin mistik havası çok farklı, ben buradaki manevi zevki diğer camilerde görmedim dersem doğrudur. O da kendi ruhunun bir eseridir. Eser müessiri gösterir. Müessirinin ruhundaki o aşk, şevk camiye aksetmiştir. Minarelerinde, kubbelerinde görmek mümkündür. Bir ahenk, bir tenasüp vardır. Kendilerini tebrik ediyorum. Allah kendilerinden razı olsun. O da çok büyük fedakârlıklar gösterdi. Bu eser böyle meydana geldi. Onun için elbette feyizli olacaktır. Çünkü ihlasla, samimiyetle yapılmıştır. Ayrıca Cenab Toroslu’ya ve diğer çalışanlara çok teşekkür ediyorum. Maddi, manevi katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun ve nice böyle eserlere bizleri muvaffak kılsın.
İl Müftülerimiz, sizler de çok büyük yardımlarda bulundunuz, zaten siz olmasaydınız, bu eser meydana gelmezdi. Cemaatten paralar toplamak suretiyle çok büyük fedakârlıklarda bulundunuz. Allah sizlere de mükafatını ihsan edecektir. Böylece hepimizin bir eseri olarak ortaya çıktı bu cami. İsim zikretmek gerekirse Sami Uslu, Şemsettin Yazırlı, Kadir Bozlu ve Cengiz Bacak, yani Aşkabat camii emanet komisyonu, bunlar da çok sıkıntılar çektiler, hep birlikte sıkıntılar çektik, bu kişilere de çok teşekkür ediyorum. Cenab-ı Hak bu tür eserlerin adedini artırsın, cemaatini çoğaltsın, burada ibadet edenlere şuur versin. Tabii caminin dolması önemli, cemaat önemli, caminin ziyneti cemaattir. İlahiyat Fakültesi’nde yetişen gençlerimiz de burada hizmet edeceklerdir. Ben, burada tekrar herkese teşekkür ediyor, bu eserin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Sevgiler, saygılar."
İlk Cuma
Açılışın ertesi günü cuma idi. Daha sabah namazından itibaren cami cemaatle dolmuş, çok uzaktan gelen Türkmenler bile ilk cuma namazını kılmanın heyecanını yaşamak için geri dönmemişlerdi. Çeşitli yaşlardan çocukların camiyi gezerken duydukları sevinç ise onları izleyenlere ayrı bir mutluluk veriyordu. Çocuklar camiyi geziyor ve Başkanlığımızın Türkmen lehçesinde bastırıp gönderdiği yayınlarını alabilmek için bir birleri ile adeta yarışıyorlardı. Cuma vakti geldiğinde yeni bir heyecanla dolmuştu ata yurtta Ertuğrul Gazi Camii, bu kez binlerce Türkmen, Türkiye’den gelen misafirleri ile birlikte, ancak, hür ve bağımsız olan toplulukların eda edebileceği cuma namazını kılmak için saf tutmuşlardı. Çocuk, genç, ihtiyar her yaştan insanlar Türkmenistan Başmüftüsü Nasrullah Bin İmadullah’ın irad ettiği hutbeyi dinledikten sonra Allah’ın huzurunda saf tutup, el bağladılar. Asırlarca uğruna mücadele ettikleri hürriyetin ve bağımsızlığın kazandırdıklarının sonsuz mutluluğunu ve hazzını Türkiye’den gelen kardeşleriyle ibadet vecdi içerisinde paylaştılar.
Duygu Yüklü Bir İhtida Merasimi
Cuma günü akşamı, düzenleyeceğimiz "Türk-Türkmen Dostluk Gecesi"nin son hazırlıklarını yapıyorduk. Bu esnada Kocatepe Camii Müezzin-Kayyımı İsmail COŞAR yanında genç bir bayanla Kültür Merkezine geldi. Din Hizmetleri Müşavirimiz Sait Tandoğan’ın boynuna sarılarak, hıçkırıklar arasında, bu genç bayan okuduğumuz ezandan etkilenmiş Müslüman olmak istiyor dedi. İsmail Coşar, böylesine ulvi bir hadiseye katkıda bulunabilmenin sevinç gözyaşlarına mani olamıyordu.
Lida, gencecik Rus asıllı bir Türkmen kızı. "Çocukluğumdan beri İslam’a ilgi duyuyordum. Bu caminin açılış merasimi nedeniyle de iki gündür, buradan ayrılamadım. Bu süre zarfında okunan ezanları dinledim. Ezanları dinledikçe yüreğimin hafiflediğini, açıldığını hissediyordum. En son akşam ezanını da dinledim. Sanki başka bir aleme doğru yolculuk yapıyordum ve Müslüman olmaya karar verdim. Namazdan sonra da koşarak size geldim" dedi Lida. Aşkabat Din Hizmetleri Müşavirimiz tarafından ihtida işlemi için gerekli hazırlıklar yapılarak, iki gündür hoş sedalarıyla Aşkabat semalarında yankılanan ezanları okuyan Abdulkadir Şehitoğlu ve İsmail Coşar’ın da şahitlik için hazır olduğu ihtida merasimine geçildi. Müslüman olduktan sonra hangi ismi almak istediği sorulan Lida, başını kaldırdı ve orada bulunan şahitlerin gözlerine baktı. Bu gözler diyordu ki, benim bu yeni hayata adım atmama sebep olan sizlersiniz, öyleyse yeni hayatımdaki ismimi de siz koyun. İsmail Coşar biraz da Lida’yı çağrıştırsın, ismi Aylin olsun dedi. Böylece Kelime-i Şehadet getiren Lida, daha ömrünün baharındayken Aylin ismiyle yeni bir hayata adımını attı.
Türkiye’ye döndükten sonra, Aylin’ in her gün müşavirliğimize uğrayarak, Kur’an-ı Kerim ve din dersleri aldığını, caminin açılışından sonra müşavirliğimize ihtida işlemi için müracaat edenlerin sayısının oldukça arttığını öğrendik. Bu Ertuğrul Gazi Camii’nin Türkmenistan’ın manevi hayatına etkisinin neler olacağının bir belirtisidir. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun.
Türkmenistan’a Genel Bakış
Yüzölçümü: 488.1 bin km2.
Nüfus: 4.483.000 (1995 yılı sayımı)
Başkenti: Aşkabat (yaklaşık 600 bin nüfusu var)
Önemli Şehirler: Mari(EskiMerv),Çarçov,Daşhovuz, Türkmenbaşı,Nebitdağ. Bugün idari yapıda Türkmenistan Akhal, Balkan,
Daşhovuz, Lebap ve Mary olmak üzere 5 eyalete ayrılmıştır.
Etnik Dağılım: %78 Türkmen, %9 Özbek, %6 Rus, %2 Kazak, %1 Tatar, %4 diğer (Azeri, Ermeni, Alman, Ukraynalı, Gürcü, Lezgi, Rus Yahudisi)
Din: Müslüman %88(Sünni-Hanefi), Hıristiyan%10(Ortodoks), %2 diğer.
Okur Yazar Oranı: %98
Yönetim Şekli: Tek partili demokrasi
Resmi Dil: Türkmence (24 Mayıs 1990’da kabul edildi)
Sınırlar: Kuzeyinde Kazakistan ve Özbekistan, kuzeydoğu ve doğusunda Özbekistan, Güneydoğusunda Afganistan, Güneyde İran, batıda Hazar Denizi bulunmaktadır. Türkmenistan’ın topraklarından %80’i dünyanın en büyük çöllerinden Karakum Çölü ile kaplı bulunmaktadır. Buna göre Türkmenistan biri çöl, diğeri vaha bölgesi olmak üzere iki kısımdan meydana gelir. Kopet dağı etekleri, Murgab, Orta ve Aşağı Amu Derya (Ceyhun) başlıca vahaları teşkil ederler. Yaz aylarında kuru ve sıcak bir havaya sahip olan Türkmenistan’da haziran-eylül ayları arasında ortalama sıcaklık 40 derecenin üzerinde, kış aylarında ise ortalama sıcaklık -4 ile +6 derece arasında değişmektedir.
Devlet Sistemi: Türkmenistan’da Başkanlık sistemi bulunmaktadır. Türkmenistan Devlet Başkanı aynı zamanda Bakanlar Kurulunun başkanı olarak yürütmenin de başında bulunmaktadır. Hükümetin dışında yılda bir veya bir kaç defa toplanan Halk Maslahatı, Türkmenistan’ın tamamından mahalli temsilciler ve bilim adamlarının katıldığı bir danışma organı olup, başkanlığını devlet başkanı yapmaktadır. Türkmenistan’da yasamayı yerine getiren seçimle işbaşına gelmiş 50 üyeli bir meclis bulunmaktadır. Ülke’de yüksek mahkeme, yargının en üst noktasında görev yapmaktadır.
Türkmenistan’da Dini Hayatın Dünü Bugünü
Bu konuyla ilgili yorumlarımıza geçmeden önce, Türkmenistan’da gerçekleştirdiğimiz ve bu hususa ışık tutacak bir kaç röportajı arka arkaya sunmak istiyoruz.
Açılış merasiminden hemen sonra, camiyi dolduran cemaat arasında yaşlı bir Türkmen dikkatimi çekti. Yanına yaklaştım ve kendisiyle söyleşi yapmak istediğimi söyledim. Bana kim olduğumu, nereden geldiğimi, bu röportajı nerede yayınlayacağımı tek tek sordu. Kendimi tanıttım ve yapacağımız söyleşiyi Diyanet Aylık Dergi’de yayınlayacağımı söyleyerek röportaja ikna ettim. Camiden birlikte Kültür Merkezine geçtik ve röportaja başladık. 1914’ten itibaren Türkmenistan’da yaşananları bütün sadeliğiyle bize anlattı. 95 yaşındaki, ATANEPES PEVLANOV (Atanefes Pehlivanoğlu)’un röportajını aynen yayınlıyoruz.
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Kısaca kendimi anlatayım. İsmim Atanepes (Atanefes), babamın adı Pelvan (Pehlivan), onun babasının adı Niğmetullah, dedem Türkmenbaşı’nın köyü Kıpçak’da yaşamış, mezarı da ordadır. Ben de o köyde doğdum. Ben çok yaşadım, 95 yaşındayım. Eski medresede okudum, son zamanlarda Bayramali İlçesinde Yusuf Hamadani Türbesinde 23 sene çalıştım ve şu anda emekliyim. Ben Cumhurbaşkanımıza minnettarım. Eski dinimizi yeniden canlandırdık. Komünistlik devrinde bizi çok horladılar ve işkence çektirdiler. 1914 yılından sonra olanları iyi hatırlıyorum. O savaşlarda vardım. Almanya ile Çarlık Rusya’nın savaşlarını hatırlıyorum. Bu savaş esnasında İran’a kaçtım. Kaçamayanlar Ruslar tarafından yakalanıp, işkenceye tabi tutuldular ve hapse atıldılar. Bunların içerisinde benim de bir çok akrabam vardı. Allah’a çok şükür şimdi hayatımızdan memnunuz, razıyız. Ayrıca sizin Türkiye Devletiyle ilişkiler kurarak bu camiyi yaptılar. Sizin Cumhurbaşkanınız, bizim de Cumhurbaşkanımız buraya geldiler, bir çok konularda anlaştılar, mutabakata vardılar. Onlar bize yardım etmek için gelmişler, biz çok minnettarız. Süleyman Demirel’e de, kendi Cumhurbaşkanımıza da minnettarız. Allah’tan istediğimiz gök yüzü âsûde olsun, savaş olmasın, daim barış olsun. Yer yüzünde refah olsun, kavga olmasın, kıtlık olmasın. İslam dinine de Allah kuvvet versin. Sadece bizim devletimizde değil, bütün dünyada İslam gelişsin.
Bize Bolşevik İhtilali’nden önceki ve sonraki Türkmenistan ile bugünki Türkmenistan’ı anlatır mısınız?
Biraz öncede söylediğim gibi 1914’ten sonra olan olayları iyi hatırlıyorum. O zamanlarda Türkmenler bağımsız yaşıyorlardı. O zaman en son Nikolay padişahtı, hükümdardı. O Türkmenlere dokunmazdı. Türkmenlerin her şeyi kendilerine aitti. Malı, mülkü, hayvanları, kısaca her şeyleri kendilerine aitti.1914’te Nikolay Türkmenlerin arasından kendisine asker seçti. Almanlarla olan savaşa gönderdi. 1917-1918 yıllarında Komünistler gelerek ve Rusya’nın her tarafından adamlar getirerek Türkmenistan’a sahip oldular. Stalin’in ve Lenin’in devrinde ihtilal oldu. Nikolay devrinin zengin Menşevikleri gittiler, iktidara Bolşevikler geldi. Yurt bozulmaya ve değişmeye başladı. Bizim eski zenginleri, işhanları (molladan yüksek din adamı), mollaları hapse attılar. Bir çoğunu Sibirya’ya gönderdiler. Benim babamı da 1929’da yakalayıp Sibirya’ya sürgün ettiler. Nerede kaldı, ne oldu bilemiyorum. Kendimiz İran’a kaçtık.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsız devlet olduk. Çok şükür savaş olmadı. Cumhurbaşkanımıza minnettarız. Dünyanın her yerinde savaş var hamdolsun Türkmenistanımızda bunların hiç birisi yok. Komşu devletlerimiz olan İran’da, Afganistan’da, isimlerini söylemek istemediğim başka devletlerde, hatta Amerika’da bile savaş var. Biz de yok Allah’a şükür.
Allah’a şükür âsûde bir devlette, barış içerisinde yaşıyoruz. Allah’tan tek dileğimiz de budur. Artık gönlümüz genişledi, rahatladık. Biz küçük bir yurt bile olsak, özgür bir devlet olduk.
Komünizm döneminde dini hayat nasıldı, biraz da bu konuda bilgi verebilir misiniz?
O zamanlarda Türkmen Müslümanları için her şey yasaktı. Oruç tuttuğumuzda Ramazan ayında sahurluk yemeklerimizi önceden hazırlardık. Bütün pencerelerdeki perdeleri sıkı sıkı kapatırdık. Gece saat 3’te, 4’te sahura kalktığımızda ilk önce evin etrafını gezip, kontrol ederdik. Evin içerisinden ışık sızıyor mu, dışarıdan onu kontrol ederdik. Eğer birileri ışığın sızdığını görse gider şikayet ederdi, o zamanlarda da kendisini para için satanlar vardı. O tür insanlara ateist derlerdi. Abdest almaya (Taharet kılmaya) gittiğimizde elimizi cebimize sokarak ibriği elbisemizin içerisine alıp tutuyor ve böylece saklıyorduk. Kısacası ibadetlerimizi gizli yapıyorduk. Her on kişiden belki birisi namazını kılabiliyordu. İnsanlar kurbanlarını kesemediler. Kesenler ise, bir gün iki gün önce veya sonra keserlerdi. Ne yapsınlar zavallılar, geleneği nesillere aktarabilmek için tavuk keserlerdi. Başka türlü yemekler hazırlarlardı ve kurban geleneği yaşasın, gençler bunu unutmasın diye böyle yaparlardı. Şehirlerde çocukları sünnet ettirmek çok zordu. Fakat köylerdeki gariban insanlara pek fazla dokunmazlardı. Ancak devlet dairelerinde çalışanların, çocuklarını sünnet ettirdikleri duyulursa hemen işten atarlardı.
Hiç bir yerde mescit yok, medrese yok. Camileri, mescitleri yıktılar, yıkmadıklarını ise başka amaçlar için kullandılar. Kiliselerde olduğu gibi bizim mescitlerimizi de yıkmayıp, keşke içerisine buğday koymuş olsalardı, bu halde bile biz namaz kılmış gibi olurduk. Fakat sığır bağladılar ve beslediler. Mescitlerimize ipek böceği koyup, koza ürettiler. Kopet dağının eteğinde kuyular vardı. Bu kuyular 50 metre arayla derin olarak kazılmış su kuyularıydı. Buralardan su ihtiyacımızı giderirdik. (1948 depreminden sonra kuyulardaki sular çekildi) İşte komünizm devrinde zenginleri, imamları, işhanları ve mollaları komünistler öldürerek bu kuyulara attılar. Bir çoğunu da Sibirya’ya sürdüler.
Bugün caminin içerisinde çok sayıda Türkmen aksakal (yaşı ulu) ile birlikte gençleri (yaşıla) de gördük. 70 yıl din yasağına rağmen bunlara namaz kılmayı nasıl öğrettiniz?
Bak oğlum, biz de bir söz vardır. "Akan su bent tutmaz" diye. Yani akan bir suyun önünü kapatırsınız ama, yine de ince ince tel halinde su sızar. Aynen bunun gibi. Ne kadar yasaklasalar da saklı gizli olarak, imkanları zorlayarak, tehlikeleri göz önüne alarak dinimizi yaşama gayreti içerisinde olduk. Rus zamanında öğrenmek yoktu. Ancak duaları birbirimize öğretme gayreti içerisinde olduk. Latin alfabesini kullanarak bir şeyler öğretmeye çalıştık.
Bugün Allah’a şükür Aşkabat’ta hem laik ve hem de dini eğitim veren bir İlahiyat Lisesi ve bir de İlahiyat Fakültesi var. Bu okulları da siz açtınız. Bunun için de minnettarız. Dün İlahiyat Lisesi’ne gittim, çocuklarla görüştüm, onlarla birlikte bazı şeyler okudum. İnşallah 34 yaşında vefat eden oğlumun oğlunu, torunumu bu okula vereceğim. Allah bir daha o eski karanlık günleri bizlere göstermesin.
Bağımsızlığınızı kazanmadan önce Anadolu’daki Türklerden haberiniz var mıydı?
Haberimiz yoktu. Ama biz Atatürk’ü duyuyorduk. Ben Türkiye’nin nasıl bir devlet olduğunu, devlet sisteminin ne olduğunu bilmiyorum. O zamanlarda Türkler hakkında bir bilgiye de sahip değildik. Belki o tarihlerde Türkmenistan’a gelenler de olmuştur. 1929’da babamı Sibirya’ya sürdüklerinde ben İran’a kaçtım ve orada evlendim, bir müddet İran’da kaldım. Daha sonra Türkmenistan’a döndüm. Geri gitmek istedi isem de gidemedim. Belki o zamanlar gelenler olmuş ise ben onları görmedim. Ama şimdi Allah’a şükür burada bir çok Türk kardeşimi tanıyorum. Bugün açılışı yapılan camide çalışanları ve İlahiyat Fakültesi’nin dekan yardımcısını tanıyorum; zaman zaman Türkiye’den gelen misafirlerle tanışıyorum, bazen onları evimde de ağırlıyorum. O zamanlar tabi böyle serbestlik yoktu. Böyle ilişkilerimizin olması mümkün değildi.
Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’nin açılışına çok uzaktan geldiniz, duygularınızı öğrenebilir miyim?
Bundan 30-40 gün önce akrabalarımız Aşkabat’ta sadaka verdiler. (Sadaka: Türkmenlerde ölünün arkasından veya bazı önemli günlerde tertiplenen hayır yemeği.) Bu sadakaya iştirak etmek için Aşkabat’a geldiğimde camiyi gezdim ve cami inşaatından sorumlu Cenap Toroslu ile görüştüm. Caminin açılışına Demirel’in geleceğini söylediler ve tam tarihini bilmiyoruz ama sana araba gönderelim merasime katıl dediler. Ben onlara lazım değil, size zahmet olmasın dedim. Evvelki gün bana araba göndermişler, ben hastayım diyerek arabayı geri gönderdim ve o arabayla gelmedim. Çünkü, bize böyle bir eseri yaptıran Cumhurbaşkanını görmeye kendi imkanlarımla gelmeliydim. Onların gönderdiği arabayla gelmek bana yakışmazdı. Bundan rahatsızlık duyardım. Onlar bu kadar zahmet çekmişler bizim din yolumuzu açmak için çaba sarf etmişler, benim de bu kadarcık bir zahmete katlanmam lazımdı.
Sabah erkenden kahvaltı yaparken radyodan Süleyman Demirel’in 11-13 Kasım arası Türkmenistan’da olacağını ve camiyi açacağını öğrendim. Çocuklarıma ben yarın Aşkabat’a gideceğim dedim. Benim yaşadığım yer Bayramali ilçesi, bu ilçe buraya 420 km. mesafededir. Bayramali’den Merv’e arabayla, Merv’den buraya da uçakla geldim. Bu açılışı, bayramı görmek ve Süleyman Demirel’i yakından görüp, tanışmak, onunla selamlaşmak için buraya geldim. Kendisini gördüm, ama yanına yanaşamadım. Ona selamımı ve duyduğumuz minnettarlığımızı söylerseniz memnun olurum.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ülkemize geldi. Biz çok memnun olduk. Bizim devletimiz küçük bir yurt bile olsa, kendi büyük devletini bırakmış, hal hatırımızı sormaya gelmiş, bizim dini yollarımızı açmaya gemiş. Allah’a şükür bugünleri de gördük. 3-5 yıldır inşaat süren camimiz açıldı. Bizim artık çok camimiz var, bağımsızlıktan sonra her köye, her şehire cami yapıyoruz. Fakat bu camii çok güzel oldu. Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanı bize namaz kıldırdı, imamlık yaptı. Ne kadar memnun olduk bilemezsiniz.
Bu arada bir isteğimi de dile getirmek istiyorum, bizim kadrolarımız da var, ama burada ezan okumaya, namaz kıldırmaya Türkiye’den imam getirdiğiniz için teşekkür ederim. Ancak Türkiye’den gelen imamlar biliyorum ki, çok durmazlar, yakın zamanda giderler, siz buraya sürekli Türkiye’den gelen bir imamı bırakıp gitseniz, namazları hep onlar kıldırsalar çok memnun oluruz. Çünkü onlar çok iyi yetişmiş kişilerdir. Gerçi bizim İlahiyat Fakültesi de iyi öğrenciler yetiştiriyor, ama daha mezun vermedi, hiç olmazsa o zamana kadar siz buraya bir imam bırakın. Benim böyle bir arzum var, bunu kime söylemek lazımsa, ona söylemek istiyorum. Hiç bir şeyden şikayetçi değilim, canım sağ, vaktim hoş geçiyor. 95 yaşındayım, elim, ayağım sağ. Biraz gözlerim eskidi ama, tam kapanmadan bugünleri de gördüm ya, gerisi gam değil.
Ben size çok minnettarım. Siz vatanınızı bırakarak buraya geldiniz. Bana saygı göstererek, işlerinizi, arkadaşlarınızı bırakıp, benimle sohbet ettiniz, bunun için asıl ben teşekkür ederim.
Aşkabat Din Hizmetleri Müşaviri Sait Tandoğan
Kendi Yurdumda Yaşıyor Gibiyim
Sayın Tandoğan, Türk insanının merak ettiği bir hususu sorarak söyleşimize başlamak istiyorum. Bir asra yakın bir süre din ve vicdan hürriyetinden yoksun bırakılmış, milli kimlikleri unutturulmaya çalışılmış bu topluluklar, milli kimliklerini, öz kültürlerini, dini inanç ve geleneklerini yitirmeden bugünlere nasıl gelmişler, buradaki gözlemlerinize dayanarak bizi bilgilendirir misiniz?
Öncelikle, bugün Aşkabat’a Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından yaptırılan caminin açılış törenleriyle ilgili işlemleri yapmak üzere geldiğinizden dolayı sizlere teşekkür ediyorum. Gelişiniz bana her açıdan güç vermiştir. Ben 1996 yılının 31 Mayısında bir Cuma günü Aşkabat’a geldim ve aynı gün buradaki görevime başladım. Aşkabat’a geldiğim zaman kendimi hiç yabancı hissetmedim. Çünkü Türkmenistan Lehçesi ile Türk Lehçesi arasında çok yakın bir benzerlik var. Dolayısıyla dinimiz, dilimiz, kültürümüz aynı olan bir ülkede hizmet verirken yabancılık hissetmem de mümkün değildi. Kendi yurdumda yaşıyor gibiyim. Tabi vatanı güzelleştiren, o topraklar üzerinde yaşayan insanlardır. Ben böyle bir güzellik gördüm burada. Bu hususu belirttikten sonra, burada bulunduğum süre içerisinde edindiğim bilgilere dayanarak sorunuzun cevabını arz edeyim, efendim.
Türkmenin özünü, öz benliğini, Müslümanlığını nasıl muhafaza ettiği konusu çok önemli bir husustur. Komünizm döneminde bir kere her şey gizli yapılmış, sünnet merasimleri bile gizli yapılmış, bir kişinin sünnet merasimi yaptığı duyulmuş ise, eğer fabrika işçisiyse fabrikadan atılmış, öğretmen veya başka bir devlet memuruysa işinden çıkartılmış. Ama Türkmen bunu gizlice yaşamış, bazen bunu örf olarak yaşatmış, edebiyatında, şarkılarında, ninnilerinde yaşatmış.Belki dinin özünden, bilimsel özünden baskı sebebiyle uzak kalmış, ancak bu kimliğini özünde yaşatma çabası içerisinde olmuş. Hatta öyle yaşatmış ki, bu Türkmenin kıyafetine dahi yansımış, mesela sokakta Türkmen kadını ile Türkmen olmayan kadını kolayca ayırt etmeniz mümkün. Türkmen kadını uzun giyiniyor, başına yağlık dedikleri bir örtüyü bağlıyor. Geleneklerini nikahlarında yaşatmışlar, nikahlarını kesinlikle hocaya kıydırmışlar ve dua ettirmişler. Önemli günlerinde dost, akraba, komşu, ahbaplarını davet etmişler, yemekler vermişler, bu davetlere "Huday Yolu", "Sadaka" adı vermişler, dinimizdeki infakı, paylaşmayı bu şekilde yaşatmaya, nesillere aktarmaya çaba göstermişler.
Türkmen halkı sanata ve edebiyata çok düşkün bir halk. Türkmenin edebi hayatına hakim büyük bir şahsiyet var Mahtum Kulu, hatta bu şairin divanı Türkiye’de de bastırıldı. Bu kişi o dönemlerde de edebi hayatta çok etkili olmuş bir zattır. Çoğu Türkmen onun şiirlerini ezbere bilir. Ben bu şairi Türkmen kimliğinin korunması ve dini anlayışlarının nesillere şiir yönüyle aktarılması açısından Mehmet Akif Ersoy’a benzetirim. Bu ve bu gibi şairler Türkmenin gerek milli, gerekse dini hayatının yaşatılmasına vesile olmuş, ön ayak olmuş kişilerdir. Bu gün bağımsızlık sonrası Türkmenistan’da en büyük caddeye Mahtum Kulu’nun adı verilmiştir. Bir çok yerde de heykeli vardır. Bir de Yunus Emre ve Köroğlu var ki bizim ortak kültürümüzün temsilcileridir onlar. Türkmenler Yunus divanını bilirler, bizim Köroğlu diye bildiğimiz destanlar aynen burada da söylenir. Onlar Köroğlu’na Göroğlu diyorlar. "Göroğlu Divanı" bilinen ve yaşatılan bir destandır Türkmenistan’da.
Milli kimliğin korunmasında en önemli unsurlardan birisi de hiç şüphesiz ki atasözleridir. Nesilden nesile intikal eden Türkmen atasözlerinin de gelenek ve kültürün yaşatılmasında çok büyük etkisi olmuştur. Burada şunu da hemen ifade etmeliyim ki Türkmen atasözleri ile bizim atasözlerimiz arasında müthiş bir benzerlik söz konusudur. Elbette ki bu tabii bir sonuçtur, biz aynı kültürden, aynı gelenekten gelen tek bir milletiz. Bilinmesi gereken bir husus vardır ki o da Türkmenin geleneklerine çok bağlı bir topluluk oluşudur. Türkmenistan’da %99 oranında Türkmen kadını yabancıyla evlenmemiştir. Böylece irsi bir asimilasyon olmamıştır. Belki fikri bir asimilasyondan bahsedilebilinir.
Öz kimliğin yaşatılmasında önemli gördüğüm bir husus ta ninnilerdir. Bizdeki gibi yaygın bir şekilde ninni kültürü Türkmen geleneğinde de vardır. Anne daha beşikteki, kundaktaki yavrusuna ninni söylerken milli ve dini hislerini ona terennüm etmiş, burada enterasan bulduğum bir hususu da kaydetmek istiyorum. İhlas Suresi ninni formunda çocuklara ezberletilmiş. Hatta bize sorarlar "Sen Gulhiyi bileyen mi?" onu biliyorsan Müslümansın. Bunu yaşatmışlar. Dolayısıyla belki namaz kılmasını tam olarak bilmeyen, diğer sureleri okuyamayan insanlara rastlaya bilirsiniz ama İhlas Suresini bilmeyen yok denecek kadar azdır. Halk oyunlarında, sazında, çalgısında dini ve milli motiflerin işlendiğine şahit olursunuz, bunlar güzel şeylerdir.
Kısacası Türkmen o yasaklı dönemlerde örfle, gelenekle, görenekle, şiirle, şarkıyla dini ve milli kimliğini korumaya çalışmıştır. Malumunuzdur ki, Türk milleti savaşsız, baskısız İslamiyet’i kabul eden bir millettir. Bu topraklar Türklerin İslamiyet’le tanıştığı topraklardır. Bizim de Ata yurdumuzdur. Bu topraklarda öyle büyük insanlar yetişmiş ki, kök sağlam olduğundan, 70 yıl bir nesil yok edilmeye çalışılmış, ama Türkmeni dininden uzaklaştırmaya muvaffak olunamamıştır. Tabi bağımsızlık sonrası, her şey serbest olunca hızlı bir şekilde öze dönüş başlamıştır.
Sayın Tandoğan, Din Hizmetleri Müşavirliğimizin Türkmenistan’daki faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
Tabi burada ben gelmeden önce müşavir arkadaşlarımın başlatmış olduğu hizmetler vardı. Mesela açılışını yaptığımız Ertuğrul Gazi Camii inşaatı ben gelmeden önce başlatılmış bir inşaattı. Arkadaşlarımızın bıraktığı yerden hizmet bayrağını ileriye götürme çabası içerisine girdik. Burada onları minnet ve şükranla anıyorum. Bir de hemen şunu ifade etmek istiyorum ki, buradaki hizmetleri yürütmemizde Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Türkiye Diyanet Vakfı her zaman bize destek ve yardımcı olmuştur ve olmaktadır.
Bu gün Türkmenistan’da bu muazzam caminin yanında İlahiyat Lisesi ve İlahiyat Fakültesi açmış bulunmaktayız. Bu okullar Türkmenistan Bilim Bakanlığı ve Mahtum Kulu Üniversitesi ile Türkiye Diyanet Vakfı arasında imzalanmış bir protokolle açılmış bulunmaktadır. Bu okullara öğrenci seçilmesinde hemen kolları sıvadık ve eğitim-öğretim faaliyetine geçmesini temin ettik. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve Diyanet Vakfı’na burada teşekkür etmek istiyorum. Bu öğrencilerimizin her türlü ihtiyaçları Türkiye Diyanet Vakfı’nca karşılanmaktadır. Binalarını da Türkiye Diyanet Vakfı yaptırmıştır. İlahiyat Fakültesi ve İlahiyat Lisesi öğrencilerimiz Aşkabat’ta örnek gösterilen talebeler haline gelmişlerdir.
Tabi faaliyetlerimiz sadece bahsettiğim eğitim hizmetleriyle sınırlı değil. Bazı vilayetlere giderek seminer, konferans şeklinde çalışmalarımız da oluyor. Çeşitli vesilelerle buradaki yerli imamlarla toplantılar yapıyor, onların bilgilerinin artırılması cihetine gidiyoruz. Türkmenlerin hacca gidişleriyle ilgili organizasyonu Müşavirliğimiz düzenliyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi huday yolu veya sadaka diye ifade edilen Türkmen toplantılarına katılıyor ve onlara konuşmalar yapıyoruz. Türkmenlerin zaman zaman dini soruları oluyor, onları cevaplandırıyoruz. Türkmen Dini İdaresi de bu hususta sürekli bizle yardımlaşıyor. Türkmenlerin Müşavirliğimize son derece olumlu bir bakışları var. Gördüğünüz gibi Kültür Merkezimizde Türkmen Dini İdaresi ile birlikte faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Türkmen kardeşlerimizin dini ihtiyaçlarına birlikte cevap vermek için elimizden geleni yapma gayreti içerisindeyiz. Bunlar Türkmen kardeşlerimize dönük faaliyetlerimiz.
Bir de burada bildiğiniz gibi çok sayıda Türkiye’den gelen işveren ve işçilerimiz var. Çeşitli şirketler aracılığı ile buraya gelen Türk vatandaşlarımız sanki seçilip de gönderilmiş buraya. Hakikaten kalifiye elemanlar. Kendi sahalarında kalifiye oldukları gibi karakter yönüyle de kaliteli insanlar. Bu işçilerimize yönelik de seminer ve konferans çalışmalarımız oluyor.
Türkmenistan’da bağımsızlık sonrası dini yapılanmadan söz eder misiniz?
Bağımsızlık sonrası Türkmenistan’da Dini İdare adı altında bir teşkilat kurulmuştur. Bu dini idare direk Cumhurbaşkanına bağlıdır. Bu idarenin Türkmence tam adı "Türkmenistan Prezidentinin Yanındaki Din İşleri Baradaki Geğenş" dir. Bu şu demektir; "Türkmenistan Cumhurbaşkanına Bağlı Din İşleri Başmüşavirliği". Bu bizdeki Diyanet İşleri Başkanlığı’na eş değerde bir teşkilattır. Baş Müşavirin üç tane de yardımcısı vardır. Bu yardımcılardan birisi Türkmenistan Başmüftüsüdür ve Müslümanları temsil eder. Bir diğeri papazdır. O da Hıristiyanları temsil eder. Bir de devletle olan ilişkilerden sorumlu yardımcı vardır. Bu teşkilatlanma yenidir. Din İşleri Başmüşaviri protokolde Bakanlardan önce gelir. Resmi tören ve merasimlerde Cumhurbaşkanının hemen yanında bu dini idare başkan ve yardımcıları yer alır. Her törende Türkmenistan Başmüftüsü Kur’an okur ve dua eder. Türkmenistan’daki bu dini idare ile 1997 yılı Haziran ayından itibaren içinde bulunduğumuz Kültür Merkezinde birlikte hizmetleri yürütüyoruz. Bu gün bağımsızlık sonrası halk Türkmenistan’da 260’ a yakın cami yaptırmıştır. 1991 yılında, yani bağımsızlık öncesi Türkmenistan’da metruk halde sadece 4 mescidin bulunduğunu göz önüne alırsak hızlı bir dini yapılanmanın gerçekleştiğini ifade edebiliriz.
Sayın Tandoğan, din hizmetleri açısından oldukça bâkir olan bu ülkede, dini hayatı etkileyecek faaliyet yürüten Türkiye’nin dışında bir ülke veya grup var mı?
Bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Çünkü bunun açık açık anlatılmasında yarar var. Bir kere Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç karşılık beklemeden bir kardeşlik görevi olarak bu hizmetleri yürütüyor. Sayın Türkmenbaşı "Biz Türkiye ile bir Millet iki devletiz" diyor. Dolayısıyla biz bir birimize bu kadar yakın iki topluluğuz. Kan bağımız, din bağımız var. Türkmenler Ehli Sünnettir ve Hanefi mezhebine mensuptur. Bu nedenle bizim getirdiğimiz hizmetler Türkmen halkının arzu ettiği hizmetlerdir.
Bizim dışımızda burada dini faaliyet gösteren bazı ülkeler var. Bunların içerisinde Müslüman olanlar var, Hıristiyan olanlar var. Müslüman olanlar içerisinde en önemli örnek İran’ı gösterebiliriz. Hatta şunu söylemek istiyorum, buraya ilk geldiğim tarihlerde İran Büyükelçisi Mescid-i Aksa Camii’nde vaaz ediyordu. Zaman zaman da benim vaaz ettiğim camilerde ertesi hafta vaaz etmeye başladı. Tabi onlar kendi dini anlayışlarının propagandasını yapma gayreti içerisindeler. Ama onların okul faaliyetleri bulunmuyor. Bir kültür merkezi yaptılar, yakında faaliyete geçirecekler. Aşkabat’a bir de cami yapıyorlar. Tabi devlet olarak komşuluk ilişkileri var, ancak Türkmenler geçmişte Ruslarla yaptıkları savaşlarda İran’ın Rusya’yı desteklediğini biliyorlar. Suudi Arabistan’ın faaliyetlerinden söz etmek mümkün, fakat onların faaliyetleri burada pek ilgi görmüyor.
Dini faaliyetler arasında Amerikan Barış gönüllülerinden de bahsetmek gerekir. Bunlar köy köy, kasaba kasaba dolaşıp misyonerlik faaliyeti yapıyorlar. Türkmenler gibi giyinip, Türkmenlerin evlerinde yatıp-kalkıyorlar, parasal yardımlarda bulunuyorlar ve Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde bulunuyorlar. Diğer taraftan Bahailik buraya çok erken girmiş, onların da küçük çapta da olsa üniversite gençliği ve entellektüel kesim arasında bir takım faaliyetleri görülüyor.
Burada sevindirici bir husustan bahsetmek istiyorum; Türkmenistan nüfusunun yaklaşık %12’si Rus asıllı kişilerden oluşmaktadır. Ben yüz kadar Rus asıllı şahıs arasında bir anket yaptım. Bu kişilere "Allah var mı? Hz. İsa kimdir? Hz. Muhammed kimdir?" gibi sorular yönelttim. %80’e yakını şöyle cevap verdi; " Allah vardır, birdir, ortağı yoktur İsa O’nun Peygamberidir. Muhammed de Peygamberdir." %20’si de "Allah vardır. Birdir. İsa O’nun oğludur ve Muhammed Müslümanların Peygamberidir." cevabını verdiler. Bundan şunu anlıyoruz; Komünizm devrinde bütün dinler yasak olduğu gibi, Hıristiyanlık da yasaktı, dolayısıyla onlar da Hıristiyanlığı bilmiyorlar ve mantıkları da teslis inancını kabul etmiyor. Bu sebepledir ki Ruslar arasında Müslümanlığı seçenlerin sayısı gün gittikçe artıyor.
Türkmenistan’da tahsil oranı oldukça yüksek, Türkmenler ve burada yaşayan Ruslar okumuş insanlar. Bu insanların büyük bir çoğunluğu yüksek tahsilli ve okumayı seviyorlar. Başkanlığımızca buraya gönderilen Türkmen lehçesindeki kitaplara da ilgi duyuyorlar. Bu bakımdan ateizm, iman, kardeşlik, sevgi konularını işleyen kitaplara ağırlık verilmesinde büyük yarar var. Özellikle ateizm ve iman konularını işleyen Rusça kitapların gönderilmesi gerekiyor. Bu husus ibadet gibi konuları işleyen kitaplardan daha önemli.
Sayın Tandoğan, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Buradaki çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Ben teşekkür ediyorum. Türkiye’deki kardeşlerimize selamlar, saygılar sunuyorum. Buna delalet etmenizi arzu ediyorum. Ve buraları unutmasınlar, elinden gelen herkes buralara yardım etsin. Çünkü burası bizim Ata yurdumuz. Türklüğün ve İslamlaşmamızın menşei, nüvesi. Buralardan almak yok, vermek var. Türkmenistan ileride büyük gelişmelere gebe bir ülke. Atayurttan, Anavatana sevgiler, saygılar, bağlılıklar.

Türkmen Dini İdaresi ile Görüşme
Türkmenistan ziyaretimiz esnasında Türkmen Dini İdaresi ile de görüştük. Yönelttiğimiz sorularımızı tüm içtenlikleriyle cevaplandırdılar. Türkmenistan’ın dini hayatının dünü ve bugünü konusunda bizi aydınlatacağını düşündüğümüz bu söyleşiyi de sizlere olduğu gibi aktarmak istiyorum. Bu görüşmemizde Türkmenistan Dini İdare Başkanı Yagshi Murad Atamuradov, Başkan Yardımcıları Nasrullah Bin İmadullah ve Orazguliyeviç Murad Gariyev hazır bulundular.
Türkmenistan bağımsızlığını kazanmadan, yani 1991 yılından önce Türkmenistan’da bir dini idare var mıydı?
Yagshi Murad- Usulen böyle bir idare vardı, ancak sadece kağıt üzerindeydi. Ancak bu konuyu size idari yardımcım Murad Gariyev anlatsın, o bu konuda daha geniş bilgiye sahiptir.
Murad Gariyev- Devlet Başkanının yanında, kabine içerisinde bir dini idare şurası vardı. Başka her hangi bir teşkilat yoktu. 1991 yılına gelinceye kadar Türkmenistan’da 4-5 mescit vardı. Ama bu gün 265 cami var. Her köyde, her ilçede şimdi en az bir cami var. Eskiden Yagshi Murad Ağa gibi, Nasrullah Hoca gibi bir kaç kişi bu şûrada bulunurdu. Fakat her hangi bir faaliyet yapamazlardı. Yani bu şûranın sadece kağıt üzerinde adı vardı, ama bir faaliyeti yoktu, yasaktı. Sovyet zamanında namaz kılmak olmazdı. Ziyaretullah (hacca gitmek) olmazdı, oruç tutmak olmazdı. Nasrullah Bey gibi hocalar ancak namaz kılabilirlerdi, oruç tutabilirlerdi. Başkaları bunu yapamazdı, yasaktı. Hele devlet adamları namaz kılsın, oruç tutsun görevine son verilirdi. Halk için de yasaktı. Sadece din görevlilerinden bir kısmı için serbestti. Devletimiz bağımsızlığını 1991 yılında kazanınca, artık öz adetlerimizi yeniden canlandırıyoruz
En önemli nokta, Sovyet zamanında çocuklara, gençlerimize dini bilgileri vermek de yasaktı. Kur’an okutmak da yasaktı. Kur’an-ı Kerim’i Türkmenistan sınırları içerisine sokmak da çok zordu. Mesela biz yaşlılar bazı İslam ülkelerine turist olarak gidebiliyorduk. Sovyet yasalarına göre yurt dışı çıkışları sadece Moskova havaalanından yapılırdı. Geri dönüşte Kur’an getirsek, biliyorduk ki, yurda sokamazdık. Bize "yanınızda Kur’an varsa, bırakın, eğer vermez iseniz başınıza problem çıkarırız" derlerdi.
1991 yılına yani bağımsızlığımızı kazanıncaya kadar, kendi örf ve geleneklerimizi yaşatmak da yasaktı. Eğer bir devlet adamı çocuğunu sünnet ettirirse, hemen işten atılırdı. Köylerde saklı gizli olsa da sünnet yapılabiliyordu. Biz devlet adamları ise çocuklarımızı hastaneye yatırırdık ve "Fimoz" hastalığı var diye sünnet ettirirdik. Fimoz hastalığı bir nevi penis iltihabıdır, işte bu hastalık var diyerek sünnet ettirirdik.
Yagshi Murad- Ama şunu biliniz ki, Türkmenistan’da sünnetsiz bir tek Türkmen yoktur. Gizli, saklı çeşitli yollarla herkes yasaklı devirde kendisi için tehlikeli de olsa çocuğunu sünnet ettirmiştir.
Bağımsızlık sonrası, Dini İdarenin oluşmasındaki mekanizmayı anlatır mısınız?
Murad Gariyev- Yukarıda da söylediğim gibi, bağımsızlığımızı kazandığımızda da Sovyet döneminde olduğu gibi Bakanlar Kurulunda Din Şûrası vardı. Bu 1994 yılına kadar devam etti. 1994 yılında Bakanlar Kurulu’na bağlı bu şûra feshedildi, kaldırıldı ve direk Cumhurbaşkanına bağlı Din İşleri ve Hizmetleri Müşavirliği kuruldu. Cumhurbaşkanımız Sapar Murad Türkmenbaşı’nın kendisi öksüz ve yetim büyüdüğü, kendi gözleriyle o hayatı gördüğü için büyüklere (yaş ululara) yardım etti, izin verdi. Çünkü kendisi de bu hayatı bizzat yaşamıştı. Mesela sadaka adı verdiğimiz yemeklerimiz olurdu. Polisler böyle bir merasimi duyunca, bu toplantıyı basıyor ve hazırlanan yemekleri döküyorlardı. Kurban bayramında bayramlaşanları, kurban kesenleri yakalıyorlardı. Bu olanları kendi gözleriyle gördüğü için devletin başına geçince, bağımsızlık sonrası her şeye izin verdi.
Bir teşkilat şeması çizersek, başta Cumhurbaşkanı, ondan sonra Din İşleri ve Hizmetleri Müşavirliği Başkanı, başkana bağlı üç yardımcı, bu yardımcılardan biri Müslümanların din işleriyle ilgili, ikincisi müşavirliğin devletle olan ilişkilerinden sorumlu yardımcı, üçüncüsü de Hıristiyan toplulukların din işleriyle ilgili yardımcı (Andrey Sapunov) diyebilir miyiz?
Murad Gariyev- Burada bir konuyu açıklamak lazımdır. Cumhurbaşkanına doğrudan bağlı olan bu Din İşleri ve Hizmetleri Müşavirliği’nin başı Yagshi Murad Bey’dir. Nasrullah bin İmadullah ise Türkmenistan Başmüftüsü’dür ve hem de başkan yardımcısıdır. Devletle ilişkilerden sorumlu olan yardımcı ise benim. Bir de papaz vardır ki, bu da Başkan Yardımcısıdır. Bu teşkilatlanmada ayrıca tüm Türkmenistan’da dini meselelere bakan tek müftü vardır. O da Nasrullah bin İmadullah’tır. Yine Cumhurbaşkanlığı Din İşleri ve Hizmetleri Müşavirliği’ne ve 6 eyalet valisine bağlı müşavirler vardır. Bunlar da önce valiliğe sonra da bizim müşavirliğimize karşı sorumludurlar. İdari açıdan böyle bir yapının yanında dini meseleleri yürüten ve vilayetlerdeki müşavire bağlı her caminin de bir imamı vardır. Dini meselelerin yürütülmesinde bunlar vilayet müşavirlerine, vilayet müşavirleri de müftüye bağlı olarak çalışırlar.
Bu durumda şöyle diyebiliriz; Cumhurbaşkanı’na bağlı müşavirlik başkanlığı, 3 başkan yardımcısı, 5’i eyaletlerde, biri de Aşkabat’ta olmak üzere 6 vilayet müşaviri bulunur. Bunların hepsi devletten maaş alır. Ayrıca köy ve ilçelerde her camide bir de imam bulunur, bunlar ise cami cemaatinden ücretlerini alırlar. Dini meseleleri de müftüye bağlı olarak yaparlar. Yani ibadet ve fetva ile ilgili işleri Türkmenistan Müftüsüne bağlı olarak yürütürler.
Papaz Andrey Sapunov’da Din İşleri ve Hizmetleri Müşavirliği Başkan Yardımcısıdır ve o da devletten maaş alır. Tüm Türkmenistan’da 10 adet kilise vardır. Bu kiliselerde görev yapan papazlar ise devletten maaş almazlar. Her vilayetteki müşavirin de üç adet yardımcısı vardır. Onlar da devletten maaş alırlar.
1991’den önce 4 cami olduğunu, şimdi ise 265 caminin bulunduğunu söylüyorsunuz, bu camiler nasıl yapıldı? Halk mı yaptırdı, yoksa devlet mi?
Yagshi Murad- Bu camilerin tamamına yakınını halk yardımlaşarak yaptırmıştır. Fakat Göktepe Camii’ni devlet Fransızlara yaptırmıştır. Azadi Camii’ni Katar Emiri Halid Abdullah, Türkmenbaşı’nın köyündeki Camiyi Türkiye Diyanet Vakfı, bugün açılışı yapılan Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii’ni de bildiğiniz gibi Türkiye Devleti’nin Diyaneti yaptırmıştır.
Camilerde görev yapan imamlar nasıl belirlenmektedir?
Nasrullah bin İmadullah- Camilerde görev yapacak kişiler hakkında bir araştırma yapılır, dini bilgisi nedir, imamet yapabilir mi, ahlaki durumu nasıldır? Bu konular araştırılır, eğer yeterli görülürse müftü olarak ben bir ferman çıkarırım ve böylece göreve atanır.
Murad Gariyev- Bu dini idarenin kuruluşu tamamen Cumhurbaşkanı tarafından ortaya konmuştur. İki-üç sene devamlı bu konuda özel görüşmeler yapmıştır. Halkla istişare etmiştir, onların isteklerini ve taleplerini karşılayacak bir sistem kurmayı düşünmüş ve bu yapı ortaya çıkmıştır. Burada kurulan yönetim sistemini, başka devletler, Bulgaristan, Kazakistan, hatta Özbekistan bile öğrenmeye çalışmaktadır.
Sizler ve Türkmenistan’daki din adamları dini eğitimlerini nereden ve nasıl almışlardır, bunu öğrenebilir miyim?
Murad Gariyev- Şimdi din adamlarımızın çoğu nesilden nesile aktarılan bilgilerle yetişmişlerdir. Mesela Başkanımız Yagshi Murad Bey atadan gelme hocadır. Onun büyükleri de, ataları da din adamı idi. Müftümüz Nasrullah Bey ise Mısır’da el-Ezher Üniversitesi’nde din eğitimini almıştır. Sonra Taşkent’de Din Enstitüsünü bitirmiştir. Buhara’da da medresede okumuştur. Diğer din adamlarımızın hemen hemen hepsi atadan gelmedir. Ama bundan sonra böyle olmayacak, çünkü İlahiyat Fakültemiz var.
Türkmenistan’da Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yaptırılmış olan iki din eğitimi veren okul var. İlahiyat Lisesi ve İlahiyat Fakültesi. Bu okullarla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Murad Gariyev- Evet, Türkiye Diyanet Vakfı bu okulları yaptı ve öğretime açıldı. Teşekkür ediyoruz. İlahiyat Fakültesi Bilim Bakanlığımıza bağlı ve üniversite bünyesinde eğitim yapan bir fakültedir. İlahiyat Lisesi ise bu fakülteye bağlı olarak eğitimini sürdürmektedir. Henüz bu iki okul da mezun vermiş değil. Dolayısıyla mezunlarının istihdamı hakkında şimdi bir şey söyleyemiyorum. Bir daha gelirseniz ve bu okullar da mezun vermiş olursa o zaman görüşür, konuşuruz.
Nasrullah Bin İmadullah- İlahiyat Lisesini bitirenler, istedikleri alanlarda üniversiteye gidip okuyabilecekler, isterlerse doktor, mühendis fakültelerinde tahsillerine devam edebilecekler, İlahiyat Fakültesine de gidebilecekler. İlahiyat Fakültesini bitirenler ise imam olabilecekler, dini idarede vazife alabilecekler, Türkiye’ye gidip doktoralarını yapabilecekler. Ancak daha mezun vermediği için kesin bir şey söyleyemiyoruz.
Siz zaman zaman Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertiplemiş olduğu Avrasya İslam Şûrası, Din Şûrası gibi toplantılara katılıyorsunuz. Başkanlığımızın bu faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murad Gariyev- Ben Birinci Din Şûrası’na ve Avrasya İslam Şûralarına katıldım. Bu toplantılar çok yararlı oluyor. Arkadaşlarıma da anlattım, öğreneceğimiz çok şey var. Buralara katılan profesörler, doktorlar konuşmalar yapıyor, onlardan çok şey öğreniyoruz. Mesela devlet tarafından kayıtlı olmayan dinler var, Yahova şahitleri, Bahailik gibi, onlara karşı nasıl bir harekette bulunabiliriz, neler yapabiliriz, bu konularda çok güzel bilgiler alıyoruz. Bence çok gerekli bir hizmettir ve Diyanet bu tür hizmetlere devam etmelidir. Çünkü bu toplantılara Türkiye her Müslüman devletten adamlar davet ediyor, onlar da kendi ülkelerinde karşılaştıkları problemleri anlatıyorlar ve birlikte çözüm yolları bulmaya çalışıyoruz. Biz de kendi ülkemizde yapmamız gerekenleri öğreniyoruz.
Nasrullah Bin İmadullah- Avrasya Şûraları bizim için bir ders oldu. Çünkü orada başka dinlerin temsilcileriyle problemsiz, hiç bir anlaşmazlığa düşmeden işbirliği yapmayı öğrendik. Ayrıca bizim halkımız orucunu tutuyor, namazını kılıyor. Dini bayramlarımız var. Türkiye’de büyük rasathaneler bulunuyor, ilim adamları inceleyerek vakitleri doğru belirliyor ve sistematik olarak bir takvim hazırlıyorlar ve bize sunuyorlar. Biz de oradan yararlanarak, halkımıza kolaylıkla vakitleri anlatabiliyoruz.
Verdiğiniz bilgiler için sizlere çok teşekkür ediyorum.
Murad Gariyev- Siz Diyanet’te Yayın Dairesi Başkanı’sınız. Size ilk önce minnettarlığımızı ve şükranlarımızı bildirmek istiyoruz. Büyük yardımda bulunuyorsunuz. Türkmence, Rusça kitaplar basıp bize gönderiyorsunuz. Biz bu kitapları okuyoruz ve kitaplardan çok memnunuz. Bu kitapları bütün Türkmenistan’a dağıtıyoruz. Çok faideli bir iştir. Biz her türlü konuda böyle kitaplara ihtiyaç duyuyoruz, Türkmenistan’da bu kitapları basma imkanımız yoktur. Dolayısıyla bu açığımızı kapatıyorsunuz. Buna lütfen devam ediniz.
Nasrullah Bin İmadullah- Türkiye’de video filmler, kasetler var. Bize başka ülkelerden kasetler gönderiyorlar, ama biz onları kabul etmiyoruz, geri gönderiyoruz. Bu kitapların yanında bize kaset gönderirseniz onları da kabul ederiz. Bu kasetlerin de Türkiye’den gelmesini istiyoruz. Türkiye’deki video kasetlerinde didaktik, eğitici yönler var, onları biliyor ve izliyoruz.
Yagshi Murad- Bizimle böyle bir söyleşi yaptığınız için size teşekkür ediyoruz. Ayrıca sizin aracılığınızla bizlere böylesine güzel bir camiyi hediye eden Türkiye’deki kardeşlerimize minnettarlığımızı bildirmek istiyorum. Gelecek günler daha güzel alacak inşallah. Sağ olun.
Ben de sizlere teşekkür ediyorum, böyle bir söyleşi fırsatını tanıdığınız için.

Mahtumkulu-Türkmen Devlet Üniversitesi
İlahiyat Fak. Dekan Yard. Doç. Dr. Yaşar Aydınlı
Türkmenistan’ın bu gününde ve geleceğinde dini hayatına yön verecek olan, İlahiyat Lisesini de bünyesinde barındıran Mahtumkulu-Türkmen Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Yaşar Aydınlı ile de bir röportaj yaptık. Şimdi bu röportajımızı sunuyoruz.
Sayın Aydınlı, Türkmenistan İlahiyat Fakültesi’nin eğitim-öğretime açılışıyla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Bizim Fakültemiz 1994 yılında Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Sapar Murad Türkmenbaşı’nın kararıyla açılmış bir fakültedir. Bu fakültenin açılışında bilindiği gibi Türkiye Diyanet Vakfı öncülük etmiştir. Fakültemize 1994-1995 öğretim yılında öğrenci alımı yapılmış, bu öğrenciler iki ülke arasında imzalanan protokol doğrultusunda Türkiye’ye Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne gönderilmişlerdir. Bu öğretim yılında inşallah ilk öğrencilerimiz mezun olacaklardır. Halen fakültemizin hazırlık ve birinci sınıfları Türkiye’de anılan İlahiyat Fakültesinde öğrenim görmekte olup, bu sınıflardaki eğitimlerini tamamlayan öğrencilerimiz Aşkabat’ta 1996-1997 öğretim yılında faaliyete geçirilen gördüğünüz okulumuzda eğitimlerini sürdürmektedirler. Türkiye Diyanet Vakfı ile Türkmenistan Devlet Üniversitesi arasında yapılan protokole göre öğrencilerimiz 2. sınıftan itibaren burada eğitimlerini sürdürebilmektedirler.
Bir protokolden bahsettiniz, bu protokole göre Türkmenistan’da açılan İlahiyat Fakültesi’nin açılış gayesi ve hedefi nedir?
Türkmenistan İlahiyat Fakültesi’nde, Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinin müfredatı esas alınarak eğitim verilmektedir. Yani Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinin kuruluş amacı ne ise, fakültemizin kuruluş gayesi de odur. Fakültemizin kuruluşuna dair Sayın Sapar Murad Türkmenbaşı’nın yayınladığı fermanda, okulumuzun açılış gayesi "Dinini, tarihini ve onun filozofyasını derinlemesine bilen yüksek hünerli adamlar yetiştirmek" şeklinde belirlenmiştir. İşte temel amacımız budur. Burada sadece din adamı yetiştirmek değil, aynı zamanda din eğitimi verecek elemanları yetiştirmek de hedeflerimiz arasındadır.
Türkmenistan’da din eğitimi veren okul olarak sadece İlahiyat Fakültesi ve bu Fakültenin bünyesinde eğitim yapan İlahiyat Lisesi mi bulunuyor?
Evet efendim, sadece din eğitimi veren bu iki okul bulunuyor. İsterseniz biraz bu okulların idari yapısından bahsedeyim.
Efendim bizim fakültemiz, Türkmenistan’da tarihi boyunca ilahiyat adı altında ilk defa açılan bir fakülte. Türkmenistan tarihinin 70 yıllık yakın geçmişinde malumunuz olduğu gibi dine karşı bir eğitim sistemi yürütülmüştür. Yeni bir fakülteyiz. Hem toplum açısından yeniyiz, hem de üniversite açısından yeniyiz. Bu güne kadar gösterdiğimiz faaliyetlerle ve oluşturduğumuz ikili ilişkilerle üniversite bünyesinde kendimize göre bir yer edindik. Halk nezdinde de molla imajı dışında yeni bir ilahiyatçı din adamı imajı oluşmasını sağladık. Bu bizim için son derece önemliydi.
Fakültemizin yönetim şekli, bahsetmiş olduğumuz protokolle belirlenmiştir. Bu protokole göre İlahiyat Fakültesi’nin dekanı Türkmen tarafından, dekan yardımcısı ise Türk tarafından tayin edilir. Aynı protokol gereği fakültemiz Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile irtibatlandırılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’den gelecek yöneticiler öncelikle bu fakülte öğretim elemanları arasından belirlenmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı ile Mahtum Kulu Üniversitesi Rektörlüğü arasındaki görüşmeler neticesinde, eğer mevcut kapasite yeterli ise yönetici dışındaki öğretim elemanları da bu fakülteden temin edilmektedir. Şuanda fakültemizde 5 adet öğretim üyesi bulunmaktadır. Bu öğretim üyelerinin ikisi Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden, üçü de İSAM’dan gelmiştir. Bizim bu güne kadar derslerimize giren bütün öğretim üyelerimizde aradığımız temel nitelik doktorasını bitirmiş olmasıdır. Bu bizim için çok büyük bir süksedir. Bizim derslerimize doktorasını yapmamış hiç bir öğretim elemanı girememektedir. Türkmenistan’da ciddi bir lisansüstü eğitim söz konusu olmadığı için diğer fakültelerde okulu bitiren bir öğrenci hemen derslere girebilmektedir. Bizim durumumuz elbette ki diğer fakülteler arasında bir ayrıcalıktır.
İlahiyat Lisesine gelince, bu okul da bizim fakültemiz bünyesinde eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkmenistan’daki diğer liseler doğrudan Bilim Bakanlığı’na bağlı iken İlahiyat Lisesi fakültemize bağlı olarak çalışmaktadır. Bilim Bakanlığı ile sıkı ilişkiler içerisindeyiz, lisemizin müfredatını bu bakanlıkla birlikte gerçekleştirdiğimiz için bu idari yapı, öğrencilerimiz için herhangi bir dezavantajı doğurmamaktadır. İlahiyat Lisesini bitiren öğrencimiz istediği üniversiteye gidebilecektir.
Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim, bizim hem lisemiz ve hem de fakültemiz öğrencilerin yatılı kalmasına müsait bir şekilde kurulmuştur. 180 öğrenci kapasiteli bir yatılı yurdumuz var. Diyanet Vakfı öğrencilerimizin iaşe ve ibate masraflarıyla birlikte ders kitaplarını da karşılamaktadır. Ayrıca öğrencilere bir miktar burs da verilmektedir. Binalarımız son derece modern cihazlarla donatılmıştır. Bu sebeple hem lise ve hem de fakülte olarak büyük bir taleple karşı karşıyayız. Bu da bizi seçici olmaya zorlamaktadır. Öğrenciyi seçerek almaktayız. Böylece eğitimimizin kalitesi yükselmektedir.
Sayın Aydınlı, siz Türkmenistan’da üniversite seviyesinde din eğitimi veren bir fakültede hem idareci ve hem de öğretim görevlisi olarak bulunuyorsunuz. Türkmenistan’ın bugününe baktığımızda, dini hayatla ilgili bize verebileceğiniz bilgiler mutlaka vardır. Bunları bizimle paylaşmak ister misiniz?
Elbette, malum olduğu üzere, Türkmenistan, diğer Türkî Cumhuriyetler gibi bağımsızlık öncesi, belli bir süre kendi öz kültürüne yabancı bir kültürün, yabancı bir sistemin tesiri ve baskısı altında kalmış bir ülke. Bu tesir ve baskı sözcüklerini sıradan kelimeler olarak kullanmak mümkün değil. Sovyet komünist rejiminin bilinçli ve gerçekten iyi düşünülmüş, nihai planda Sovyet adamını, "Homo-Sovyetikus" u gerçekleştirmek üzere iyi düşünülmüş bir sistemin tesiri altında yaşamış bir ülke. Tabi biz meseleye özellikle din açısından bakıyoruz. Bu süre içerisinde Türkmenistan’da dinle ilgili olan her şey olumsuz şekilde etkilenmiştir.
Türkmen toplumu esasında Müslüman bir toplum, İslamiyet’i Türklerle birlikte kabul etmiş bir toplum. Dolayısıyla sosyo-kültürel geçmişinde dini unsurları ağırlıklı olarak barındıran bir toplum. Fakat Sovyet rejiminin eğitim sistemi içerisinde, özellikle insanları dini duygularından soyutlamak için her türlü çareye başvurulmuş, aklınıza gelen her şey bu hedefi gerçekleştirmek için uygulanmış. Mesela benim görebildiğim ve işittiğim kadarıyla bütün köylerde kreşler var. O dönemde bu kreşlerin yöneticileri büyük ölçüde Ruslardan seçilmiş, Rus olmayanlar da Ruslaştırılmış. Çocuk iki yaşından itibaren, az önce belirttiğimiz hedef doğrultusunda planlanmış bir eğitimin içerisinden geçirilmiş. Bu eğitimin çeşitli aşamaları var, ama maksat bir. İşte bugünki nesil yani orta yaşlı nesil bu eğitim sisteminin bir ürünüdür. Orta yaşlı insanların zihinleri bu eğitim sistemi içerisinde bir güzel yıkanmış, dinle ilgili olan gelenek ve görenekler büyük ölçüde zarar görmüş. Zarar görmüş diyoruz, ama ortadan kalkmış diyemiyoruz. Çünkü dini duygular insanın tabiatında bulunan, insanın olmazsa olmaz şartı olan bir unsurdur. Biz buna felsefede varlık şartı diyoruz. İnsanın varlık şartları din, bilim, teknik ve dildir. Bunlar olmaz ise insan da olmuyor. Bu bakımdan dini tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Rus eğitim sisteminde din duygusunu tatmin etmek üzere ateizm belli bir açıdan din olarak yerleştirilmeye çalışılmış, bunun yanında bir komünist ahlak, belli ilkeleri olan, dinin hiç bir formunu muhtevasında barındırmayan bir komünist ahlak aşılanmaya çalışılmış. Fakat bu toplumun Müslümanlıkla ilgili boyutunu bütünüyle ortadan kaldırmaya güç yetirememiş, ama önemli ölçüde zarara uğratmış.
Ne olmuş, İslam kendini başka formların içerisinde saklamış. Bu formlar özellikle folklorik, sosyolojik diyebileceğimiz unsurlardır. Yani İslam bir din olarak değil de gelenek olarak, atadan, dededen devşirilmiş, devralınmış bir gelenek olarak hayatiyetini sürdürmüş, törenlerde, merasimlerde, olağanüstü durumlarda varlığını bir şekilde sürdürmüş. Başka ne olmuş, din tabiri caizse sıcak vurduğunda karın yüksek dağlarda kalması gibi, Sovyet nüfuzunun daha az etkili olduğu bölgelere çekilmiş, köylerde yaşanmış. Teknolojinin ve kontrolün uzak olduğu yerlere çekilmiş. Ama hayatını bir şekilde sürdürmüş. Folklorik de olsa, sosyolojik de olsa, yöresel de olsa bugün İslami motifleri Türkmen kültürü içerisinde bulabiliyoruz.
Örnek verebilir misiniz?
Bugün hangi Türkmen’e sorarsanız sorun kendinin Müslüman olduğunu söyleyecektir. Mesela, komünist dönemde kurban kesmek yasakmış, özellikle parti mensuplarının, partiye üye olan insanların kurban kesmesi kesinlikle partiden ve işlerinden ihraç edilmekle neticeleniyormuş. Tarih içerisinde kurban olgusu, kurban fenomeni yaşanmış ama şekil değiştirmiş. Kulaktan kan akıtma formu içerisinde saklanmış. Baskının etkili olduğu kurban bayramı günlerinde kurban kesmek mümkün değil. Fakat vatandaş kurbanını alıyor, kurban bayramı günleri içerisinde kurbanlık olarak aldığı hayvanın kulağından kan akıtıyor, baskının azaldığı bir hafta veya on gün sonra bu hayvanı kurban ediyor. Buna dönemin mollaları cevaz vermiş. Başka ne yapmışlar, kurban yerine sadaka vermişler veya hayvanı kesmeden hibe etmişler. Bunun başka örneklerini de vermek mümkün. Sünnet olayı kesinlikle ihmal edilmemiş, insanlar bir şekilde gizlice, saklıca çocuklarını sünnet ettirmişler. Çocuklarına Müslüman adları takmışlar, yani islami adet ve örfler Sovyet rejimi döneminde de uygulana gelmiş.
Tabi burada sözlü geleneğin içerisinde yetişmiş olan mollalardan söz etmek gerekiyor. Bunlara biz bugün teşekkür borçluyuz. Bugünkü yöneticilerle görüştüğümüz zaman, öz kaynaklarına uygun bir dini tebliğ edememiş iseler de dini inancın bir şekilde günümüze kadar gelmesine ve bu toplumun zihninden silinip atılmamasına çok büyük katkı sağlamışlar. Gerçekten bugünkü mollaların istisnaları elbette ki var, çoğunluğu asgari şartlara bile haiz olmayan insanlar. Ama çocuklara namaz kılmasını öğretmişler, Kur’an’dan bir şeyler ezberletmişler, böyle bir fonksiyonu icra etmişler. Bu gün Türkmenistan’da belki dinin öz kaynaklarıyla örtüşmeyen, folklorik manada, sosyolojik boyutta bir İslam anlayışı var. İnşallah bizim fakültemiz zaman içerisinde bu negatif tarafı ortadan kaldıracaktır.
Şunu sevinerek belirtmemiz gerekir ki, yeni yetişen gençler, çocuklar dine karşı çok daha ilgili, camilere gittiğimiz zaman camilerde yaşlılardan çok gençleri ve çocukları görüyoruz. Bu da bizim ileriye ümitle bakmamıza neden oluyor.
Siz ata yurdumuzda güzel hizmetler veriyorsunuz, inşallah ilk meyvelerinizi de vereceksiniz ve Türkmenistan’ın dini hayatı daha da aydınlanacak. Bu arada halkın fakültenize ve öğrencilerinize bakış açısı nasıl, bunu öğrenebilir miyiz?
Bizim öğrencilerimizin toplumdaki yansıması, dolayısıyla fakültemizin yansıması önemli ölçüde olumlu olmuştur. Çünkü biz temiz kalpli, dürüst öğrenciler yetiştiriyoruz. Büyüklerine saygılı, küçüklerini seven, bu topluluğun geçen 70 yıl içerisinde kaybettiği değerlerine bağlı insan tipi yetiştiriyoruz. Bunun olumlu yansımalarını oldukça çok işitiyoruz. Bununla beraber, folklorik İslam anlayışıyla, gerçek İslam anlayışının çatışmalarını da yaşamıyor değiliz. Zamanla bunlar da düzelecektir. Genel olarak ilahiyata karşı toplumun tepkisi olumlu olmuştur, bu nedenle de büyük talep almaktayız.
Son olarak Türkiye’ye mesajınızı alabilir miyim?
Türkiye’deki insanımızın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve dolayısıyla Diyanet Vakfı’nın buraya yapmış olduğu yatırımlarının iyi yatırımlar olduğunu bilmesi lazım. Bu bilinç içerisinde insanımızın hem Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve hem de Diyanet Vakfı’nı desteklemesi gerekir. Diyanetin sağlamış olduğu imkanlar içerisinde sadece Allah rızası için, başka hiç bir menfaat beklemeden, tamamen Allah rızası için çok ciddi işlerin yapıldığının bilinmesi gerekir. Rus rejiminden yeni kurtulmuş Ata yurdumuzda bir meşalenin yandığını halkımız bilsin, sevinsin, gururlansın. Buraya tohum atılmıştır, en kısa zamanda meyvelerini verecektir. Ben son olarak bu hizmetleri, bu faaliyetleri gerçekleştiren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Vakfı’nın tüm personeline, bu hizmetlere katkıda bulunan tüm vatandaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum.
Evinizden, ocağınızdan ayrı kilometrelerce uzak Ata yurdumuzda fedakârane bir biçimde çalıştığınız, bu ulvi hizmetleri yürüttüğünüz için ve sevinçle, ümitle ileriye bakabile-ceğimiz müjdeleri verdiğinizden dolayı biz teşekkür ederiz efendim. Sağ olun.
Bu röportajlarımızın da ışığı altında görülüyor ki, dün yasaklarla yok edilmeye çalışılan milli kimlik ve dini inançlar biraz hırpalanmışsa da dimdik ayakta durmaktadır. Bu gün Türkmenistan, ne yapılırsa yapılsın din ve vicdan hürriyetinin ortadan kaldırılamayacağı, inançların önüne set çekilemeyeceği gerçeğinin bir kez daha dünya kamuoyunun gözleri önüne serildiği bir ülkedir. Tercih doğrudur, gidiş doğruyadır.
Bunun için, götürülen hizmetler ve açılışı yapılan Ertuğrul Gazi Camii madden güzel olduğu kadar, manen de heyecan verici ve kıymetlidir. Bu nedenledir ki, Atayurdumuzda gördüklerimizi ve hissettiklerimizi sizlerle paylaşmak istedik.
Maddi imarı yanında, manevi dünyasını da aydınlatma yolunda olan dost ve kardeş ülke Türkmenistan, Diyanet İşleri Başkanlığımızın öncülüğünde, hayırsever vatandaşlarımızın katkılarıyla muazzam bir camiye sahip oldu.
Aziz Milletimizin; Diyanet İşleri Başkanlığımıza Türkmenistan gibi, diğer dost ve kardeş Türk Cumhuriyetlerine de nice dini hizmetlerin götürülmesinde destek ve yardımlarını esirgemeyeceği inancımızı tekrarlıyor, Yüce Milletimize şükranlarımızı sunuyoruz.
Türkmenistan’lı kardeşlerimize de kendi deyimleriyle;
"Yolunuz ak bolsun, yoldaşınız Hak bolsun" diye sesleniyoruz.