Makale

XXI. Yüzyılın Eşiğinde VAKIFLARIN PROBLEMLERİ VE HEDEFLERİ

DOÇ. DR. OSMAN CİLÂCI / Süleyman D. Üniv. İlahiyat Fak. öğrt. Üyesi

XXI. Yüzyılın Eşiğinde
VAKIFLARIN PROBLEMLERİ VE HEDEFLERİ

Türk milleti olarak yediden yetmişe çoğumuzun terminolojisinde birbirinden az çok farklı da olsa "vakıf" kavramının kendine has bir manası vardır. Genellikle vakıf, “Bir malı veya mülkü satılmamak kaydıyla bir hayır işine bağışlama, bırakma" olarak tarif edilmiştir. Biraz daha genişletilerek terim açısından vakıf, "Menfaati insanlara ait olmak üzere bir malı, Allah’ın mülkü hükmünde kabul ederek, temlik ve temellükten ebediyyen alıkoymaktır" şeklinde tanımlanmıştır.
Bilinen bir gerçektir ki vakıflar, cemiyetlerin medenileşmesinde, medeniyet seviyelerinin yükseltilmesinde büyük görevler üslenmişlerdir. Temelde başkalarına iyilik yapmak, yardımda bulunmak, karşısındakinin ızdırabını dindirmek duygularına dayanan vakıf, işte bu anlayış sayesinde hükmi şahsiyetini koruyarak zamanımıza ulaşmıştır.
Müslüman Türk halkı, ta başlangıcından itibaren vakıfları gözü gibi korumuş, onu daima bir "emanet" kabul etmiştir. Bu bakımdan insancıl bir kurum olarak milletimizin vicdanında müstesna yerini almıştır.
Yapısı itibariyle özel hukuk tüzel kişiliği vasfını taşıyan vakıf, bu statüsünden ve yaygın tatbikatından dolayı, müstakil olarak incelendiği için özel bir vakıf hukuku ihdas edilmiştir. O’nun Mecelle hukuk sisteminden ayrı tutulmasının bir sebebi de budur.
Geçmiş dönemlerdekine benzer şekilde, günümüzde de yeni vakıfların kurulmasına devam edilmesi, milletimizin şuurunda vakıf anlayışının mevcudiyetini gösteren en büyük faktörlerdendir.
Vakıfların daha mükemmel hizmet vermesini sağlamak yolunda girişilen çalışmaların mazisi oldukça eskilere gitmekle beraber, bu teşebbüslerin hepsinin faydalı neticeler verdiğini söylemek mümkün değildir. Nitekim bu tür teşebbüslerin ilki sayılabilecek olan, daha çok Batılı ülkelerin teşvikleriyle gerçekleştirilen ve vakıfların idaresine çeki-düzen vermek gayesini güden, Evkâf-ı Hümâyun Nezâretinin kurulması (1826) bunlardan biridir. Bu Nezâret’in faaliyete geçirilmesinden sonra bütçenin tek havuzda toplanması gerekçesiyle onun mâlî imkanlarına el konulması, arkasından gayr-i menkullerinin büyük ölçüde satılması, dağıtılması, bu nezâretten beklentilere gölge düşürmüştür. Vakıf gayr-i menkullerinin yok pahasına elden çıkarılmasına; Cumhuriyet döneminde de çeşitli gerekçeler gösterilerek devam edildiği bilinmektedir.
Vakıflar başlangıçta, daha çok ferdin ihtiyaçlarını gidermek gayesini taşırken, şartların ve zamanın değişmesiyle, milletin sosyo-kültürel yapısı paralelinde gelişme ve farklılaşmalara sahne olmuştur. Zamanla, başta eğitim olmak üzere sağlık, imar, ulaşım, güzel sanatlar, sosyal güvenlik vb. vakıfların ilgi alanına girmektedir. Dünya hayatının eninde-sonun- da birgün biteceği inancı, vakıfların kurulmasındaki en büyük âmili teşkil eder. Âhiret hayatının ebediliği, burada daima ön planda yer almıştır.
Türk toplumunda hemen her dönemde kurulan vakıfların başında, hayri vakıfların gelmesinin artış gösterdiği zamanların, daha çok devlet-toplum arasındaki uyumun mükemmel sağlandığı devirlere rastlaması bir tesadüf değildir. Devlet-toplum barışıklığı, insanımızı sadece memleketin imar ve ihyasına sevketmekle kalmamış, onları daha çok insana daha çok yardımcı olmak düşüncesine sevketmiştir.
Bize kadar intikal eden vakfileyelerdeki bağlayıcı kayıtlar, vakfiyelerin sadece hukuki bir belge olmadığını, o dönem toplumunun içtimai ve kültür yapısının da bir göstergesi olduğunu ispat etmektedir. Vakfiyelerin Allah’a hamd ve Rasulüne salat ve selamla başlaması, onların manevi bir kaynaktan feyz almak itibariyle, atmosferini şekillendirmiştir.
Vakfın, "temlik ve temellükten ebediyyen alıkonulması" ilkesini modern iktisat anlayışına aykırı bulanları tamamen haklı görmek mümkün değildin çünkü bu ilke, vakfın üretime yönelmesine ve günün şartlarına göre iktisadi hayata katılmasına engel teşkil etmez. Bundan da öte, vakfetmek düşüncesinde olanları teşvik bakımından hayrının ebedi ve korunmuş olacağı düşüncesi, insanımız için ayrı bir teşvik unsurunu teşkil etmiştir. Vakıfların iktisadi ve sosyal hayatımızda tarih boyunca daima etkin bir rol oynadığı gerçeği önemle vurgulanmalıdır. Devletin sosyal, iktisadı, kültürel, sağlık, imar vb. alanlardaki hizmetlerine büyük ölçüde katkının ifadesi olan bu rol, tarihin hiçbir döneminde gözardı edilemeyecek kadar büyüktür. Her ne kadar kurucularının, kuruldukları toplumun ve o dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekil alıyorsa da vakıflar, hiçbir cemiyetin vazgeçemeyeceği köklü müesseselerdir; çünkü topluma yönelik hizmetlerin hemen hepsinde, birer vakıf damgası bulmak mümkündür. Bütün bu sayılanlardan ayrı olarak hat, tezhib, çini, vitray, oymacılık, kakmacılık vb. güzel sanatların her dalında-, vakıfların silinmez izleri, asırlardan süzülerek günümüze intikal etmiş bulunmaktadır.
Ülkemizde tarih boyunca, devletin genel denetim ve murakabesi altında, şahısların hür iradesiyle kurulan, meşru, sosyal ve ekonomik faaliyetleri gerçekleştiren vakıflar, bir bakıma hem hür teşebbüsün teminatı olmuşlar, hem de devletin acilen yetişemediği sosyal ve beledi (yol, su, darü’ş- şifa, han, hamam, okul vb.) hizmetleri ifa etmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan beri sosyal ve kültürel alanların her kademesinde kalıcı hizmetler ifa eden vakıflar, 4 Ekim 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile yeni bir hüviyete bürünerek "tesis" diye adlandırılmış, 1967 yılına kadar, kırk yılı aşkın bir süre bu haliyle faaliyetine devam etmiştir. Ancak bu süre zarfında ülke genelinde sadece 57 "tesisin kurulmuş olması, kültürümüzde derin izler bırakan “vakıf’ geleneğinin yaşatılmaması sonucu, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek üzere, "Medeni Kanununumuzun bugüne kadar vaki tatbikatı yıllarında, en az tatbik yeri gören hüküm fasıllarından biri de (tesis) faslı olmuştur... Cemiyetten aldığını cemiyete vermenin faziletine sahip milletimizin bugünkü halinin, mevzuatımızdaki yetersizlikle izahını en doğru izah şekli kabul etmek lazımdır...’’ gerekçesiyle 24 Temmuz 1967 tarihinde 903 Sayılı Kanun’la Yeni Vakıflar kurulmuştur.
Yeni vakıfların kurulmasının bir diğer önemli sebebi, içinde bulunduğumuz asırda "’mala şahsiyet izafe edilmesi" anlayışına mukabil, İslam-Türk hukuk felsefesinde “şahsiyeti mala izafe ile vakfın şahsiyetinin kabulü"dür. Bir diğer önemli nokta, 903 Sayılı Kanun’un, 5 Haziran 1935 tarih ve 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu’ndan farklı olarak, muasır düşünce ve kavramlara yer vermesinin ötesinde tarihi vakıf anlayış ve tatbikatını da büyük ölçüde yansıtmasıdır. Tam ve mükemmel olduğu iddia edilmeyen 903 Sayılı Kanun’un bir diğer özelliği "vakıf"ı ne tamamen dini, ne de tamamen dini kurallardan arındırılmış bir müessese olarak teşkilatlandırmasıdır.
Vakıf mevzuatındaki arayışların ve onu toplumun her kesimine faydalı kılma arzusunun sonucu olarak doğan mü- esseselerden biri de, devlet eliyle 29 Mayıs 1986’da 3294 Sayılı Kanun’la kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarıdır. Ana kaynağını Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan aktarılan paralar teşkil eden, Türkiye sathında bütün il ve ilçelerde kurulan bu vakıfların aksayan yönleri bulunmakla beraber, yine de Yeni Vakıflar’da gelişme ve devletin iştirakini sağlayan bir girişim olması açısından muhtaç vatandaşlarımıza faydalı olduğunu, etkin ve yaygın hizmetler verdiğini söylemek mümkündür. Vakıflarda bulunması gereken dinamizm ruhunun, onları her kesime faydalı hale getirmeye yetmesi gerekmektedir. Çünkü Yeni Vakıflarla, "fakr-u zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan kişilere yardım etmek ve sosyal adaleti gerçekleştirmek” hedeflenmiştir.
En eski hukuk kurumlarından biri olan vakıfların, hangi gaye ile kurulmuş olursa olsun, tüzüklerinde belirttiği hususları gerçekleştirmek için, kesintisiz ve artan mâli kaynaklara ihtiyaç duymaları gayet tabiidir.
Daha şumullü düşünülürse vakıflar, ekonomik ve sosyal alanda camiyete faydalı hizmetler sunduğu kadar devletin yüklendiği birçok görevlere de yardımcı olmaktadır. İslam toplumundaki etkili ve yararlı hizmetleri takdirle karşılanan vakıflarımız, Batılı ülkeler tarafından da ilgi ile izlenmiş, uygulamadan çıkan sonuçları, o ülkeler için model oluşturmuştur.
İçtimai yardımlaşmayı esas alan İslam-, Zekat, Sadaka, Kurban vb. emir ve uygulamalarıyla fakir, yoksul ve yetimleri darlıktan kurtarmayı amaçlamıştır. Vakfın kaynağındaki hayır yapma duygusu da bunu amirdir. Zaten vakıfların temelinde yardım, iyilik, toplumdan alınanların tekrar topluma verilmesi şeklinde, yüce bir duygu ve anlayış bulunmaktadır. "Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilir" (Al-i imran, 92) ayeti ile, Maide 2, Hac 92 ayetlerindeki işaret ve tavsiyeler de Müslümanları vakıf kurmaya sevkeden âmillerdir. "İnsanların hayırlısı insanlara hayırlı olandır” tarzındaki Hz. Peygamber Efendimizin buyruğu bile, tek başına vakıf anlayışının yerleşmesi için kafi bir dayanaktır.
Bir diğer açıdan, sahibinin rıza ve iradesiyle, belli bir malın, belli bir gayeye tahsisi anlayışından yola çıkılarak kurulan vakıfların, tarihi gelişim sürecinde gerçekleştirdiği sosyal tesislerin, müslim, gayr-i müslim ayrımı yapmaksızın bütün insanlığa asırlarca hizmet sunması, daima takdirle karşılanacaktır. Bu tür faaliyetlerden dolayı, vakfı dini olmaktan çok "beledi" kabul edenler vardır. Vakfın hukuki bir müessese olarak ortaya çıkması ise İslamiyet’le başlamıştır. Sadece spor faaliyetlerini yürüten, evlenme çağına gelmiş, yetim ve fakir kızlara çeyiz veren, bekârları evlendiren vakıfların kurulması, bu müesseseye ne kadar içtenlikle inanarak bağlandığımızın bir başka göstergesini teşkil etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde ilk vakıf kurucusunun Osman Gazi olduğu, Tanzimat’a kadarki dönemlerde kamu hizmetlerinin vakıflar kanalıyla yürütüldüğü gözden uzak tutulmamalıdır. Evkaf Nezareti’nin teşekkülüne (1826) kadar, vakıfların nâzır ve mütevellilerce sevk ve idare edildiği bilinmektedir. Evkaf Nezareti (1826-1924)’nin ilgasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 3 Mart 1924 tarihinde, 429 Sayılı Kanunla kaldırılan bu Nezaretin görevlerini Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne vermiştir. Bu teşkilatlanmanın bir devamı olarak 1935 yılında kabul edilen 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu ile, Vakıflar Genel Müdürlüğü mazbut vakıfların tamamının idare ve murakabesini üslenmiş, mütevelli heyetlere ise sadece mülhak vakıfların idare ve denetimi bırakılmıştır.
Günümüz modern dünyasında sevk ve idare anlayışına paralel olarak devletin asli görevi, milletin bağımsızlığını, ülkenin bölünmez bütünlüğünü sağlayarak emniyet, adalet ve sağlık hizmetlerinde çağı yakalamaktır. Medeni ve müreffeh olmak da budur. Bu bakımdan vakıflar daima devletin hizmetinde, yetişemediği yerlerde ona yardımcı kuruluşlar olarak düşünülmüştür. Nitekim devlet-vakıf ilişkisinin en yoğun olduğu dönemlerde Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli, kurmuş oldukları vakıflarla, yörenin sosyal ve kültürel dokusuna önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Günümüzde sayıları 2500’ün üzerine çıkan Yeni Vakıflar da, milletimizin temel hasletleri olan; insan sevgisi, fedakarlık, paylaşma duygusu vb. yüksek hislerden aldığı güçle halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, çalışmalarını sürdürmektedirler.
Yeni Vakıflar’a, eski vakıf anlayış ve ruhunu büyük ölçüde aksettirmeye çalışarak ona faaliyet alanı açan, 1967 yılında kabul edilen 903 Sayılı Kanun, günün ihtiyaçlarına cevap veren bazı özellikler taşıması açısından oldukça müsbet karşılanmıştır. Yeni Vakıflar’a ait gerçekleştirilecek kanun ve yönetmelik düzeyindeki çalışmalarda milletimizin dini, an’ane- vi ve içtimai anlayışının daha etkin bir biçimde göz önünde bulundurulması, insanları hayır işlemeye ve hayır hizmetlerini sürdürmeye teşvik edici umdeleri hayata geçirmesi beklenmektedir. Bir diğer önemli husus, devletin yapacağı kamu hizmetlerine yardımcı olan Yeni Vakıflar’ın daha makul ölçüde vergi muafiyetinden faydalanmalarının sağlanmasıdır.
Bu tesbitlere ilave olarak, 903 Sayılı Kanun’un günün şartlarına göre yeniden gözden geçirilmesi, yeterli mali kaynağı bulunmayan güçsüz vakıfların kurulmasının önlenmesi vb. ciddi şekilde ele alınmalıdır. Adı geçen 903 Sayılı Ka- nun’un vakıfları zapt-u rapt altına almış olması da müsbet bir gelişmedir.
Vakıfların gaye ve teşekkül tarzının kötüye kullanılmasının önlenmesi, ticari, şahsi, siyasi, içtimai vb. faaliyetlere alet edilmesine engel olunması, kuruluşları, işleyişleri, gayeleri, çalışma alanları, resmi senet hükümlerinin tescilleri, denetimleri vb. husulardaki ayrıntılı bilgilerin, konunun uzmanı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yeniden tanzim edilmesi beklentilerin başında gelmektedir.
Yeni Vakıflar üzerinde memleket ve milletimiz lehine yapılacak hayırlı her düzenleme, onların hizmet alanlarını ve hizmet oranlarını büyük ölçüde genişletecektir. Sosyal ve kültürel alanda % 32, eğitim-öğretim alanında % 16, sosyal güvenlik alanında % 11, çalışanlara yardım ve bilimsel araştırmalarda %17, din hizmetlerinde % 24 katkısı bulunan Yeni Vakıflar’a, iyileştirme açısından yapılacak her düzenleme boşa gitmeyecektir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün son yıllarda işlemleri süratlendirdiğini, yetki belgelerini alma işlemlerini merkezden bölgelere aktararak hissedilir bir rahatlık sağladığını şükranla kaydetmeliyiz.
Enflasyonun olumsuz etkilerinden vakıfların da nasibini aldığını, ticari ve iktisadi hayatta karşılaşılan zorlukların vakıflara da yansıdığını, bu yüzden menkul ve gayr-i menkul bağışında bulunacakların her geçen gün azaldığını, bu canavarın hayır yapma duygusunu erozyona uğrattığını, vakıflarla ilgili olarak yapılacak mali düzenlemelerde enflasyon faktörünün mutlaka nazar-ı itibara alınması gerektiğini özellikle belirtmeliyiz.
Ekonomik zorluklar içinde hizmet vermeye çalışan vakıfların, vergi, SSK pirimleri vb. mevzuat açısından sıkıntı çektikleri bilinmektedir.
Bütün bunlardan da öte, vakıf mütevelli heyet üyelerinin her beş yılda bir servet beyanında bulunma mecburiyetinde oluşları, ayrı bir huzursuzluk kaynağı teşkil etmekte, vakıf hizmetine gönül verenlerin şevkini kırmaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, bütün vakıf ve şubelerinden Katılım Payı adı altında teftiş ücreti alması da tenkit edilmektedir. Bunun düzeltilmesi için yapılacak çalışmalar şükranla karşılanacaktır. Tüzükte yersiz müdahalelere yer verilmesi, mütevelli heyetlerine güvenilmemesi, vakıflar tescilli bir mal satacaklarında, önce Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden izin, sonra Asliye Hukuk Mahkemesi’nden karar gerekmesi vb. hususlar hep olumsuzluk hanesinde yer alacaktır ve işlerin uzun süre askıda kalmasına sebep olacaktır.
XXI. yüzyılın eşiğinde Yeni Vakıflar müdahaleci ve merkeziyetçi düşünce ile yönetilmekten mutlaka kurtarılmalıdır. Benzer sosyal faaliyetleri sürdüren değişik statü ve isimlerdeki vakıfların bir çatı altında toplanması da, bu bağlamda ayrı bir dileğimizdir. Gerek bin yıllık mazimiz gerek günümüzdeki gelişmişlik trendini yakalayan birçok ülkede durum dileğimiz istikametinde cereyan etmektedir.
XXI. yüzyılın eşiğinde Yeni Vakıflar’ın bu ve benzeri problemlerine çözüm aranması gerekirken, bu cihete önem vermemek bir talihsizliktir. Burada gerek eski, gerek yeni vakıfların hukuki düzenleme, teşkilat ve reorganizasyon açılarından daha faydalı hizmetler verebilmesi için nasıl bir çalışma yapmak gerektiği konusunda kafa yormak mecburiyetinde olduğumuzu, bu konuda da ağır yükün yine Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne düştüğünü vurgulamalıyız.
Karşılıklı güven ve anlayış, her zorluğun aşılmasında en büyük âmili teşkil etmektedir. Vakıfların da, hizmetlerini yaygın ve faydalı hale getirebilmesi için, güven bunalımının, çözülmesi gerekmektedir.
Kurulmuş veya kurulacak Yeni vakıflar’dan bir başka beklentimiz de, onların yeterli sermaye birikimine, tartışılmış plan ve projeye sahip olmaları, ferdi problemler yerine, geniş halk kitlelerini ilgilendiren projelere yönelmeleridir. Halkımızın doğru ve sağlıklı bilgilerle donanımını gerçekleştirmek için gazete, dergi, Tv., radyo vb. tüm ülkeye yayın yapacak bir yapılanmayı Yeni Vakıflar’dan da beklemek hakkımız olmalıdır.
Özetle ifade etmek gerekirse, XXI. yüzyılın eşiğinde bulunduğumuz şu sıralarda Yeni Vakıflar’ın da, bu yüzyılın gelişen şartlarına göre yeniden teşkilatlanarak hizmetlerine şevkle devam etmesi en büyük dileğimizdir.


Şaban Erkilet, Vakıflar ve Derneklerin Vergilendirilmesi, Ankara, 1991.
Fuad Köprülü, Vakıf Müessesesinin Hukuki Mahiyeti, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1942, S., 11.
Ziya Kazıcı, İslami ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul, 1985.
Şakir Berki, Vakfın Mahiyeti, Ankara, 1976.
Haşan Güneri, Vakıfta Amaç Kavramı, Ankara, 1976.
Bahaaddin Ögel, islamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962.
H. Baki Kunter, Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri Üzerine, İstanbul, 1939.
Mehmet özcan. Yeni Vakıflar, Ankara, 1991.
Suat Ballar, Yeni Vakıflar Hukuku, İstanbul, 1991.
Ö. Nasuhi Bilmen. Hukuk-ı Islamiye ve lstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1976.
Nazif Öztürk, Menşei ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Ankara, 1983.
Ahmet İşeri, Türk Medeni Kanununa Göre Vakıf, İstanbul, 1968.
Ruşen Balta, Yeni Vakıflar Elkitabı, Ankara, 1989.
M. Hamdi Yazır, Ahkamu’l-evkaf, (neşr. Nazif öztürk) Ankara, 1995.
Nazif Öztürk, Vakıf Müessesesi, Ankara, 1995.
Hüseyin Hatemi, Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi, İstanbul, 1969.
M. Zeki pakalın, OsmanlI Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. İstanbul, 1946. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıflar ve Hizmetlerimiz, Ankara, 1978.