Makale

ALLAH YOLUNDA FEDAKÂRLIĞIN SEMBOLÜ; KURBAN

ALLAH YOLUNDA FEDAKÂRLIĞIN SEMBOLÜ; KURBAN

Şükrü ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

28 Mart 1999 Pazar günü, mübarek Kurban Bayramıdır. Dini bayramlarımızdan İkincisi olan Kurban Bayramının arefe günü ile, bayram günleri, İslâm âleminin önemli günlerindendir. Zira, sözkonusu günler, İslâm’ın beş temelinden biri olan Hac ibâdetinin yerine getirildiği ve mâli bir ibâdet olan kurban vecîbesinin îfâ edildiği günlerdir.
Terim olarak kurban, Allah Teâlâ’ya mânen yaklaşmak için kurban niyetiyle belirli vakitte kesilen özel hayvanın adıdır. Mâlî bir ibadet olan kurban, Yüce Allah’ın ihsan buyurduğu varlığa bir şükran borcudur.
Kurban ibâdetinin târihi oldukça eskidir. Hemen bütün semâvi dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a mânen yaklaştıran ve ulaştıran bir ibâdet sayılmıştır. Zaten kurban “kurbet” yani Allah’a yakınlık mânâsına gelmektedir. Hz. Adem’in iki oğlunun kurban kesmelerinin Kur’an-ı Kerim’de söz konusu edilmesi0’ bu ibâdetin ne kadar eskilere gittiğini gösterir. İslâm’daki, kurban kesme ibadetinin Hz. İbrahim (A.S.) ve Hz. İsmail (A.S.)’la yakın ilgisi vardır. Şöyle ki:
Hz. İbrahim, bir oğlu olursa Allah yolunda onu kurban edeceğini adamıştı. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra oğulları olmuş, fakat o adağını unutmuştu. Rüyada, kendisini, oğlu İsmail’i kurban ediyor görünce, adağını hatırlamıştı. Konuyu oğlu İsmail (A.S.)’a açmış, oğlu da bu emre büyük bir teslimiyyet göstermişti. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“(Hz. İsmail) babası İbrahim (A.S.)’la birlikte yürüyüp gezecek çağa gelince:
- Ey oğulcuğum. Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin? dedi (Hz. İsmail de:
- Ey babacığım. Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, benim sabredenlerden olduğumu göreceksin” dedi.
Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip, babası oğlunu aim üzerine yatırınca, Biz:
- “Ey İbrahim. Rüyâyı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükâfatlandırırız” diye seslendik. Doğrusu bu apaçık bir deneme idi. Ona, fidye olarak büyük, bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler için de “İbrahim’e selâm olsun” diye ona iyi bir ün bıraktık. İşte biz iyileri böylece mükafatlandırırız.”(2)
Çok eski zamandan beri sürüp gelen kurban kesme, hatta insanları kurban etme inancı Hz. Peygam- ber’in zamanına kadar devam etmiş, Abdulmuttalip, oğlu, Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ı kurban etmeye teşebbüs etmişti. Bundan dolayı Peygamberimiz: “Ben iki kurbanlığın çocuğuyum.”13’buyurmuştur.
İnsan kurban kesmekle, Allah’ın emrine uymakta, Allah yolunda kusursuz, önemli ve değerli bir malını fedâ etmektedir. Böylece insanlar, Allah’ın emrine uyma ve cömert olma alışkanlığı kazanmaktadır. Kurban, can da dahil olmak üzere, inanmış bir kimsenin bütün varlığını Allah yolunda fedâ etmeye hâzır olduğunun bir remzidir. Malını kurban eden bir insan gerektiğinde canını cihadda ve Allah yolunda kurban edebilecektir. Diğer taraftan kurban, insanın nefsânî arzularını ve süflî duygularını boğazladığının da bir işâretidir. Kurban kesen bir kimse artık yüksek duygulara ve ulvî düşüncelere sahip olacak, aşağı, âdi ve bayağı duygu ve düşüncelere tenezzül etmeyecektir. İnsan olarak düşmeyecek, yücelecek; gerilemeyecek ilerleyecektir. Herkesin kendi kurbanını bizzat kesmesi ruh metânetini muhafaza etmek içindir.
Kurban kesmek sosyal ve ekonomik bakımından da önemlidir. Hadis-i Şerife göre kurban kesenler, eti üçe ayırarak bir bölümünü yer, bir bölümünü yedirir, bir bölümünü saklarlar.(4) Bir müslüman kurban kestiği gün, fakir fukarayı, eşi dostu dâvet ederek et yedirir. Geri kalan kısmın bir bölümünü yoksullara verir, bir bölümünü de saklar. Kur’an-ı Kerim’de; kurban etini “yiyiniz ve yediriniz,”(!) buyrulmaktadır. Allah rızası için kesilen kurbandan, muhtaç ve fakirler varken kavurma yapılaması veya et olarak muhafaza edilmesi uygun değildir. Hz. Peygamber zamanında bir ara böyle yapıldığı için Rasulüllah: “Kurban etini üç günden fazla saklamak câiz değildir.” diyerek, kurban etinin en fazla üç gün saklanabileceğini belirtmiş, etlerin daha fazla zaman saklanmasını yasaklayarak fakirlere intikalini temin etmiş, ama daha sonra kurban etinin nasıl tüketileceğini ashabına iyice kavratınca, bu yasağı kaldırmıştır. Bundan da anlaşılmaktadır ki, kurban kesmenin maksatlarından biri de yoksulların evlerine etin girmesini ve tencerelerinde et yemeğinin pişmesini temin etmektir. Kurbanın özelliği budur.
Ramazan Bayramında fıtır sadakası, Kurban Bayramında etle günlük nzık temin etme kaygısından kurtarılan fakirlerin, bir neşe ve sevinme günü olan bayramlara gerçekten ve gönülden katılmaları sağlanmış olur. Allah rızası ve fakirlere et ikramı şartları yerine getirilirse, bundan sonra, kurbanın etinden çoluk çocuğun yediği kısım için de insan sevap alır.
Diğer taraftan Kurban, akraba ve komşular arasındaki sevgi ve kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlar.
Kurban Bayramı sebebiyle milyonlarca hayvanın boğazlandığını ve geniş çapta mal varlığına kıyıldığını ileri sürüp, kurban kesmenin İktisâdi bakımdan sakıncalı olduğundan söz edenler bulunmaktadır.
Ancak kesilen kurbanların, tırnaklarına varıncaya kadar hiç bir şeylerini zâyi etmemek pekâlâ mümkündür. Genellikle böyle de olmaktadır. Ayrıca kurbanların kesildiği ayda kasapların kestikleri hayvanların sayılarında bir azalma olmaktadır. Zenginler her zaman et yediklerinden, kurban kesimi suretiyle et tüketiminde meydana gelen artış, daha ziyâde, ya hiç et yüzü görmeyen fakirler ve yeterince et yiyemeyen orta tabaka lehine olmaktadır. Zaten meselenin sosyal adalet cephesi de budur.
Ayrıca kurban kesme geleneğinin, besiciliği teşvik ettiği, işsizlere iş sahası açtığı, pazarlara hareket getirdiği, zenginlere kurban satan fakirlerin ve orta hallilerin durumlarının iyileştiği bir gerçektir.
Kurbanın manevî, ruhî, ahlâkî, içtimai ve hatta iktisâdî faydalan sebebiyle Kurban Bayramı günleri dışında adak kurbanlarının kesilmesi de meşru görülmüştür. Bir kimse sırf Allah rızası için veya bir işin görülmesi maksadıyla kurban kesmeyi adarsa sevap kazanır. Ancak bu maksatla kesilen kurbanın etinden kendisi, usul ve furûu faydalanamaz.
Tekbir getirilerek kurban kesenlerle hacılar arasında bir benzerlik vardır. Mekke’ye gidemeyenler, bu suretle hacıların ulvî hissiyâtına iştirâk etmiş olurlar, aynı hayatın bir örneğini yaşarlar.
Kur’an-ı Kerim’de: “Onların (kesilen kurbanların ne etleri ne de kanlan) Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız (iyi duygu ve niyetiniz) ulaşır, sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı, Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanlan böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed) Güzel davrananları müjdele ,”<6) buyrulmaktadır. Buna göre Kurban ibadetinde önemli olan, sâdece kan akıtmak veya et yemek veya dini bir geleneği yerine getirmek değil, Allah rızası için maksadı ve hikmeti tahakkuk ettirecek şekilde kurban kesmektir.’11
Şurası unutulmamalıdır ki, Yüce Allah insana faydalı olmayan birşeyi emretmez. Yapılmasını emrettiği her şeyde ve yasakladığı her hususta insan için gerek maddî ve gerekse manevî pek çok faydalar vardır.
Ötedenberi her toplumun ve din mensubunun bayramları olagelmiştir. Bayram, neşe ve sevinç günü demektir- Belli günlerde, süslenmek, neşelenmek ve eğlenmek suretiyle dinlenmek, sıkıntıları atarak rahatlamak, üzüntüleri bırakıp boşalmak ve bu suretle topluca hoş vakit geçirmek ihtiyaçtır. Bayram sosyal dayanışma ve barış şuurunun fertlere kuvvetle hâkim olduğu bir gündür. Dargınların, elini kana bulayanların kucaklaşması aralarında kin ve nefret bulunan kabile, aile ve şahısların düşmanlık ve husûmet duygularının sevgiye dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, akran ve emsalin yekdiğerine karşı dostane davranmaları, hastaların ziyaret edilmeleri, alınacak ve verilecek küçük hediyelerle çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır.
Bayram sevgi, dostluk, barış, birlik, beraberlik, dayanışma, kenetlenme, huzur ve istirahat günüdür. Bugünde yiyip, içip, giyinip, süslenip, bezenen insanlar, tam bir emniyet içinde, belli ölçüler içinde eğlenir ve hoşça vakit geçirirler. Bunun hem psikolojik ve hem de sosyal faydalan vardır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Medine’ye hicret buyurduklarında, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz:
“-Bu günler ne oluyor?” diye sorduğunda Medineliler:
- Biz cahiliyetten beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
-’’Allah size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Biri fıtır (Ramazan bayramı) diğeri kurban bayramıdır”’8’ buyurmuştur. O günden beri kutlanagelen bu iki bayram müslüman milletlerin aynı zamanda milli bayramları yerine de geçmiştir.
Bayram günleri mutlak ve hâlis ibadet günü olmadığı gibi, katıksız eğlenme ve oynama günü de değildir. Bu ki hususu bir arada toplayan günlerdir. Sabahleyin ezanla, selalarla, namazla, Kur’an’la, ve tekbir sesleriyle başlayan bayram; ziyafetle, ikram ve ziyaretlerle, belli ölçüler içinde meşrû oyun ve eğlencelerle devam eder. Bayramları ibadet ve taat- tan tecrid edip sadece oyun, eğlence, zevk ve sefa günü olarak anlamak yanlış olduğu gibi meşrû oyunlardan ve mubâh eğlencelerden tecrid edip, sırf bir ibadet ve taat günü olarak anlamak da hatalıdır. Çünkü insanın manevi varlığının yanında maddi varlığının da, beslenmeye ihtiyacı vardır. İbâdet ve taatlar- la ruh ve kalp gibi manevi varlığımız tatmin edildiği gibi, çeşitli ikram ve ziyafetlerle, belli ölçüler içinde yapılan meşrû oyun ve eğlencelerle de maddi varlığımız tatmin edilmiş olur.
Meşrû sınırlar içinde yapılan oyun ve eğlence, Jbayramların özünde mevcuttur. Nitekim Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz, bir bayram günü Habeşliler tarafından oynanan kalkan ve mızrak oyununu Hz. Ai- şe ile birlikte seyretmiş; Yine Aişe’nin hane-i saâdet- te muganniye kızlara bazı ezgiler söyletmesine ses çıkarmamıştır.’”
Ancak unutmamak gerekir ki, her şeyin ifratı gibi oyun ve eğlencenin de ifratı iyi değildir. Esasen dinimiz içki, kumar gibi insanların kötü yola düşmelerine sebep olan eğlenceleri yasaklamıştır. Bu sebeple oyun ve eğlence konusunda ölçülü hareket etmek, meşrûiyet ve cevaz sınırlarına dikkatle riayet etmek gerekir .ü0)
Bayram günlerinde, annemizin-babamızın ellerini öpüp, hayır dualarını almalıyız. Kur’an-ı Kerim’de, Yüce Allah’a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı “öf’ demek bile yasaklanmıştır."" Akraba ve komşularla tebrikleşerek karşılıklı sevgi ve saygı duygularımızı aktarmalıyız. Karşılaştığımız herkese selâm vermeli, tanıdığımız ve tanımadığımızın bayramını kutlamalıyız. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek, hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastahanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerin ve kimsesiz çocukların başlarını okşamalı, onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız. Bizden dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek ruhlarını şâd etmeliyiz. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Çocuklara hediyeler dağıtmalı ve onları sevindirmeliyiz.
Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de yüce dinimizin emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Bütün bunlar toplum fertlerini bir- biriyle kaynaştırarak milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında, devleti ve milleti rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların bertaraf edilmesinde etkili olur.
Bu duygu ve düşüncelerle, değerli okurlarımızın Kurban Bayramını tebrik eder, bu mübarek bayramın, cennet vatanımızın huzur ve saâdetine, necip milletimizin birlik ve beraberliğine ve bütün İslâm âlemi için de hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.


(1) Bkz. Mâide; 5/27
(2) Sâffât; 37/102-110
(3) Aclûnî; Keşf lil-Hafâ, C. 1, S.:109, Beyrut, 1351
(4) Bkz.; Buhârî; Edâhî. 16; Muslim: Edâhî. 5
(5) Bkz.: Hacc: 22/28,36
(6) Hacc; 22/37
(7) Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ; Islâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, T.D.V. Yayınlan, Ankara 1989, S. 99, 100-101
(8) Ebû Dâvûd; Salât,245; Nesâî; Salâtü’l-Ideyn, 1; Ahmcd b. Hanbel; Mlisned, 111,103,235,250; Tecrid-i Sarih Tercemesi; C.3,S:157
(9) Bkz. Buharî; ideyn, 3; Müslim; ideyn, 16
(10) ULUDAĞ, a.g.e., S. 101,102,103
(11) Bkz. tsrâ; 17/23