Makale

İSLÂM DÎNİ HUZUR VE SAADETİN KAYNAĞIDIR

İSLÂM DÎNİ HUZUR VE SAADETİN KAYNAĞIDIR

Lütfi DOĞAN
Diyanet İşleri Başkan V.

[Erzurum Üniversitesi’ndeki Cami-i Şerifin 7.8.1970 ta­rihinde temel atma merasiminde yapılan konuşmadır.]

Aziz kardeşlerim, insanlığı huzur ve selâmete götüren yegâne din, İslâmiyet’tir. Güzel ahlâk manzumesi olan İslâmiyet fert ve cemiyetin mut­luluk ve huzuru için elzem olan en güzel umdelerini mensuplarına telkin etmiş ve bu hayâtî esasları bütün insanlığa îlân etmiştir.

Bu yüce din, mensuplarına beşikten mezara kadar bilgi tahsil etmeyi, her bakımdan güçlü, kuvvetli olmayı; mâkul bir şekilde ve yılmadan çalışmayı, kardeşlik duygularını te’yid edecek ve cemiyetin huzur ve faydasına olacak hayırlı faâliyetlerde bulunmayı emreder. Bilgisizliğe rıza göstermeyi, tembelliği, meskeneti, ferd ve cemiyetin zararına olacak davranışlarda bulunmayı, başkalarının hakkına tecâvüzü şiddetle men’eder.

Bu mukaddes dînin esaslarına inanan kimseler, ferd olsun cemiyet ol­sun huzur, emniyet ve mutluluğun yolunu bulmuşlar demektir. Çünkü bu mes’ud kimseler, çalışmalarını, bilgi ve düşüncelerini dâima doğruya ve hakka tevcih ederler. Bütün işlerinde ve ahlâkî davranışlarında iyiliği, millet ve memleket için hayırlı olanı ararlar. Duygu ve düşüncelerinde, hakkı, hak olduğu için aramayı, iyi ve hayırlı olanı da yaşamak, tatbik etmek için araş­tırmayı görev sayarlar. Dünyâ hayâtı boyunca güzel ve örnek olacak şekil­de hareket etmeyi dînî ve vicdanî bir borç olarak kabul ederler.

Sağlam bir binayı meydana getiren unsurlar arasında nasıl bir intizam, sıhhatli bir vücûdun âzâları arasında ne kadar güzel bir âhenk mevcud ise, bu yüce din, sâlikleri arasında da o derece mazbut bir dayanışmayı, iş bö­lümünü ve dâimi yardımlaşma duygularını meydana getirir. Bunların seme­relerini, mükâfatlarını ebedileştirir.

Aziz kardeşlerim, şüphesiz ki yaratılmışların en şereflisi insandır. İnsan hareketlerinde doğru yolu bulmak, iyilik ile kötülüğün hududunu ayırt ederek başkalarının haklarını çiğnememek ve âmmenin menfaatini kendi menfaat­lerine kurban etmemek için akıl ve düşünce sahibi olarak yaratılmıştır. Fakat öyle zaman olmuştur ki, insanın maddeye ve menfaatine olan meyli çok kere akıl ve tefekkürüne galip gelmiştir. Böyle bir duruma gelen insanların iradesi önünde birçok yollar ayrılmış, hak-hukuk gözetilmez olmuş, helâl ve harâmın hududunu gösteren nişaneler yıkılmış, faziletin, güzel ahlâkın yolları, izleri silinmiştir. Artık adaleti, insafı temin etmek hususunda akıl bir mevcudiyet, bir muvaffakiyet gösteremez olmuştur. Böyle olduğu zamanlar­da ise, insan topluluklarının felâketi artmış, zulüm yangınları fertler arasın­da haklara saygılı olmak faziletini temelinden yıkmış. Neticede mallar ve canlar mubah görülerek heder olup gitmiştir.

Aziz kardeşlerim, hayâtın gayesini, güzel ahlâkın prensiplerini, insanı saâdete götürecek vazifeleri, insanlığa, ilk tebliğ eden, öğreten dindir. Be­şer târihinin her sahifesi bize gösteriyor ki, insanları hayran bırakan fazilet­lerin, akla sürür ve inşirah veren güzel ve hayırlı işlerin inkişafı dâimâ aki­delerin sağlam olduğu zamanlara tesadüf etmiş; inancın sarsıldığı devirlerde ise çirkin hareketler ve çöküntüler cemiyetlere hâkim olmuştur.

Cenâb-ı Hak, merhametlilerin en merhametlisidir. O Hâlık-ı Rahim, bu­nalan ve doğruyu arayan kullarını rahmet ve inayetiyle selâmete erdirir. İş­te beşeriyetin bunaldığı ve çok muzdarip olduğu bir sırada Hz. Muhammed’i âlemlere rahmet olmak için bütün insanlığa Peygamber olarak göndermiştir.

O büyük Peygamber’in, Allâhü Teâlâ’dan vahiy yoluyla telâkki ederek in­sanlığa tebliğ ettiği Kur’ân-ı Kerim ile insanlığın, mânevi ufkunda yeni bir güneş parlamış, böylece insan, maddenin esaretinden, zulmetinden kurtul­ma imkânını bulmuş, akl-ı selime, düşünce hürriyetine kavuşmuştur.

Bu büyük Kitâb’ın, insanlığa tebliğ ettiği Tevhid’dir, İslâm Dîni’dir. Za­ten Allâh’ın nazarında bir din vardır. O da İslâm’dır. Zirâ Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de; "Doğrusu Allah indinde dîn, İslâm’dır."1 buyurmuştur. İslâm öyle bir dindir ki, cehaleti, hurafeleri, zulmü, tembelliği, sefahati, in­sanlığın en büyük düşmanı olarak tanıtmış; bilgiyi, adaleti, güzel ahlâkı, varlık âlemini araştırmayı, tefekkürü, dürüstlüğü, ferdin kendisini ve cemi­yetini sevindirecek ve mes’ud edecek şekilde çalışmayı esas almıştır. Dün­yâda mevcut ve temiz olan her şeyin yanında başta inanan insanlar için yaratılmış olduğunu ilân etmiş, yeryüzüne ancak iyi insanların gerçekten vâ­ris olabileceklerini bildirmiştir2.

Allâhu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de; “Ey îman edenler! Doğruyu söylemek­ten kendiniz yâhut akrabalarınız ve yakınlarınız aleyhine de olsa çekinmeyi­niz”3 buyurmuştur.

Bu yüce din, Cenâb-ı Hakk’a, Peygamber’e, ana-babaya, evlât ve aile­ye, din kardeşlerimize ve bütün beşeriyete karşı öyle görevler anlatmış ve öğretmiştir ki, bunların ötesinde bir hakikat aramak abestir. Onun bütün emir ve yasakları hem dünyâ ve hem de âhiret bakımından fert ve cemiye­tin saadeti, huzur ve selâmeti içindir. Bundan dolayıdır ki, dürüst bir şekilde çalışmayı, aile efradına, din kardeşlerine, bütün insanlara karşı merhametli ve güzel ahlâk sahibi olmayı; kendi zararına da olsa hak ve adâletten ay­rılmamayı, doğruluk ve samimiyetin müşahhas örneği olmayı; cemiyetin en hayırlı bir uzvu olmak için hayat devam ettiği müddetçe durmadan çalış­mayı, ömrü ve serveti israf etmemeyi emrediyor. Dünyâ ve âhiret saadetinin ancak bu şekilde elde edileceğini bildiriyor. Keza bozgunculuğu, nifak ve tembelliği, bilgisizce hareketi, haksızlığı takbih ediyor ve yasaklıyor.

Zuhurundan günümüze kadar O’na sâdık kalan insanlar, mes’ud; mil­letler muzaffer olmuşlar, insanlığı hayran eden ve sevindiren güzel eserler bırakmışlardır. Yüce dînimizin ahlâk prensipleri sâyesinde müslümanlar ve onların bir rüknünü teşkil eden aziz milletimiz, doğrulukta, şecaatte, vatan­perverlikte, maneviyâtına saygılı olmakta, Allah’a ve Rasûlü’ne itâatte dün­yâ milletlerine örnek oldukları târihî bir gerçektir.

Bugün de, târihimizdeki bu çok mübarek ve çok şerefli yeri muhafaza etmek ve yükseltmek; ecdâdımıza lâyık evlâtlar olmak; dünyâ, âhiret saade­timiz ve bunların hepsinin ötesinde Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini ve rızâsını kazanmamız için dînimizin emirlerine, dünyâmıza bütün gücümüzle sarıl­malıyız. Camiler, mektepler, üniversiteler ve gerekli teknik tesisler ile yur­dumuzu süslemeliyiz. Bu mübarek günde yurdumuzun bu köşesinde ve bir üniversitemizin içinde bir camii şerif temelini atmış olmak, bizim için büyük bir mazhariyettir. Bunun için de Cenâb-ı Hakk’a hamd ederiz.

Bundan böyle de Cenâb-ı Hakk’a ve O’nun Rasûlü’nün emirlerine itaatte kusur etmemeye dikkat etmeliyiz. Kur’ân’ın emrettiği bilgi, çalışma ve ahlâkî fazilet düsturlarını yaşamak şiarımız olmalıdır. Böyle hareket etmekle her iki cihan saadetimizi temin edeceğimiz şüphesizdir. Bu duygu ve düşün­celerimiz, azim, sabır ve sebatımızda Kur’ân-ı Kerîm bizim için sonsuz bir kuvvet kaynağıdır.

Nitekim, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de meâl olarak şöyle buyurmuştur:

“Erkek ve kadın kim, mü’min olarak iyi amelde bulunursa hiç şüphesiz onu çok güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onları yaptıklarından daha güzel ecirler ile mükâfatlandırırız.’’4

(1) Âl-i İmrân Sûresi; Ayet: 19.
(2) “Şüphesiz yeryüzüne salih kullarım vâris olur” Enbiyâ Sûresi; Âyet: 105.
(3) Nisa Sûresi; Ayet: 36.
(4) Nahl Sûresi; Ayet: 97.