Makale

ABDULLAH İBN-İ MES’UD VE TEFSİRDEKİ YERİ

ABDULLAH İBN-İ MES’UD VE TEFSİRDEKİ YERİ

Doç. Dr. İsmail CERRAHOĞLU

Hazret-i Peygamberin gece gündüz yanından ayrılmamaya gayret eden Ebû Abdîrrahmân Abdullâh İbn-i Mes’ûd’un doğumu ve İslâm’dan ön­ceki hayâtı hakkında fazla bir bilgiye sâhip değiliz1. Çok fakir bir ailenin ço­cuğu olduğu için câhiliyye devrinde şöhrete sâhip olamamış, fakat İslâmi­yet’e yaptığı büyük hizmetlerden dolayı, onun hayatının İslâmiyet’le başla­mış olduğunu söyleyebiliriz. O, Allâh’ın Kitâbı’nın en büyük müfessirlerinden biridir. Bu sahada İbn-i Abbas’tan sonra ilk akla gelen Sahâbî odur. Hazret-i Peygamber’in yanına izinsiz olarak girebilme müsâdesi olan ye­gâne Sahâbî olması hasebiyle, birçok âyetlerin tefsirini Peygamber’den işitmiştir. Peygamber’den işitmediği âyetleri de kendi görüşü ile izah etmeye çalışır. Kendisi, Hazret-i Peygamber tarafından Cennet’le müjdelenmiştir2. Ufak tefek bir bünyeye sâhip olan İbn-i Mes’ûd, İslâm Dîni’nin yayılması için bütün harplere iştirak etmişti3. Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde Kûfe şehrine tâyin edilmiş, orada kadılık ve Beytü’l-Mâl memurluğu yapmıştı. Hz. Osman devrinde ise, Küfe’de Kur’ân-ı Kerîm okutuculuğu yaptığını, ilim ve irfan dağıttığını görmekteyiz. İbn-i Mes’ûd 32/652 yılında Medine’de vefat etmiştir.

İbn-i Mes’ûd, Irak Tefsir Medresesinin temelini atan şahsiyyettir. Bu medresede fıkıhda olduğu gibi tefsirde de re’ye ehemmiyet verilmiş ve da­ha sonraki nesillere bu ilimleri nakleden pek çok kimseler yetişmiştir. Onun ilmi, Hazret-i Peygamber’e olan ittisali ile başlar ve Hz. Peygamber onun Kur’ân okuyuşunu dinlerdi. Yine bu zât müşriklere karşı cehren ilk Kur’ân okuyan kimsedir. Sahâbe arasındaki Kur’ân hâfızlarının en önde gelenlerin­den biri idi. Kendi ismine izâfe edilen bir mushafı vardır. Bu mushafın sû­relerinin tertîbi imam mushafı ile az bir farklılık gösterir.4 Bu nüshada bâzı kelimelerin yazılışlarında da bâzı özellikler görülür. Meselâ el-Kehf Sûresi­nin 23. Âyetindeki ( … ) kelimesi hakkında Muhammed İbn-i İsâ (ö. 253/867), "Bu kelimeyi bütün mushaflarda elifsiz olarak yazıldığını gördüm. Abdulah İbn-i Mes’ûd nüshasında ise bu kelimelerin hepsi ( … ) şeklinde elifle yazılmıştır" demektedir.5 Kezâ İbn-i Mes’ûd, Kur’ân’ın siyah noktalarla işâretlenmesini de istemezdi. Ona göre bu şekildeki noktalama­lar, Kur’ân’ın yazılışına hoş olmayan bir renk vermektedir6. İbn-i Mes’ûd, her on âyette bir işaret koyma anlamına gelen ta’şîr’den de hoşlanmazdı7. Bu zâtın Kur’ân nüshasında tefsir kabilinden olan bâzı ilâvelerin bulunduğu­nu da görmekteyiz8. Nüshasında bu şekilde ilâvelerin bulunuşunun, kendin­den sonraki fikir hayâtına epeyce tesiri olmuştur. Meselâ yemin keffaretinden bahseden el-Mâide Sûresi’nin 89. Ayetinde ( … ) “… Fakat kim bunları bulamazsa üç gün oruç (tutması lâzımdır).” âyetinin sonuna ( … ) lafzını ziyade olarak ilave etmiştir.9 Bu ilaveye dayanarak, yemin kefareti için oruç tutmak isteyen kimse birbiri ardınca üç gün tutması lâzım gelir. İbn-i Mes’ûd’un nüshasında bulunan ziyâdelikler ve değişik kırâat şekilleri, bilinmesi güç olan kelimeleri îzah yönünden faydalı olmuştur. El-İsrâ Sûresi’nin 93. Ayetindeki ( … ) kelimesinin ( … ) şeklinde okunması, bu kelimenin lügat yönünden açıklanmasına sebep ol­muştur10.

Irak’ta yüzlerce Sahabe bulunmasına rağmen, tefsir ilmindeki dirayeti ve kabiliyeti sayesinde, Irak tefsir medresesinin önderi ünvanını ka­zanmış olan İbn-i Mes’ûd fıkıh, lügat ve kıraat ilimlerinde de kendisi bir melce’ idi. Irak, Hicaz’a nisbetle daha ileri bir durumda ve çeşitli fikir cere­yanlarının kaynaştığı bir yerdi. Burada ilimle meşgul olanlar, sıhhatına îtimat edebilecekleri bir hadîs bulamadıkları zaman re’ye ve kıyâsa müracaat eder­lerdi. Bu re’y ve kıyâsın öncüsü de hiç şüphesiz Hz. Ömer ve Abdullah ibn-i Mes’ûd’un tefsir ekolünde yetişen, Alkame b. Kays, Mesrûk b. el- Ecda’, el-Esved b. Yezîd, eş-Şa’bî, el-Hasen el-Basrî, Katâde, Saîd b. Cübeyr gibi zevat da, hocalarının te’sîriyle Irak re’y ekolünün en kuvvetli şahsiyyetleri olmuşlardır.

Biliyoruz ki bir kısım Sahâbe nâzil olan âyetleri ezberler ve bunların amelî tatbikatını öğrenmedikçe diğerine geçmezlerdi. Mesrûk, hocası hak­kında, "Abdullâh bize evvelâ bir sûreyi okur sonra da bu sûreyi bütün gün tefsir ederdi" demektedir11. Şu halde İbn-i Mes’ûd, etrafında bulunan tale­belerine âyetlerle ilgili fıkhî hükümlerden, sebeb-i nüzulden, nâsih ve mensûhtan bahsetmekte idi. O devirde bütün ilimler talebeye karışık olarak ve­rilmekte idi. Bir âyet ele alınıp tefsir yapılırken, o âyetin nüzûl sebebi, âyet­te geçen bâzı kelimelerin îzâhı, nâsih ve mensûh, fıkhî ve i’tikâdî hüküm­ler bir arada mütalâa edilirdi. Bu bakımdan talebeleri sadece bir sâhada değil, çeşitli İslâmî ilimler sahasında meşhur olmuşlardır.

İbn-i Mes’ûd’un Kur’ân tefsirindeki en mühim kaynağı bizzat yine Kur’ân-ı Kerîm’in kendisi olmuştur. Kur’ân’dan sonraki kaynak tabiî olarak Hazret-i Peygamber’in Sünneti olacaktı. Bu iki yolun dışında kendi şahsî gö­rüşlerini ileri sürmüş, içtihâdıyla hareket etmiştir. Şimdi İbn-i Mes’ûd’un tefsirinden birkaç örnek verelim: ( … ) âyetindeki sırât-ı müstakîm’i "İslâm" ile tefsir etmiştir.12 Kezâ el-Bakara Sûresinin 238. ( … ) âyetinde, Abdullâh b. Mes’ûd şu açıklamayı yapar: "Hazret-i Peygamber namazda iken biz ona selâm verirdik. O da selâmımızı alırdı. Necâşî’nin yanından avdet edince kendisine yine namazda iken selâm verdik, selâmımızı almadı. Bunun üzerine; ey Allâh’ın Resulü! Namazda size selâm verir, siz de bu selâmımızı alırdınız, dediğimizde, bize: Namazda meş­gul olmayı îcâbettiren şeyler vardır, şeklinde cevap vermişlerdi".13 Hûd Sû­resinin 6. Âyetindeki ( … ) ve ( … ) kelimelerini İbn-i Mes’ûd "Rahîm" ve "İnsanın öleceği yer" ile tefsir etmiştir.14

İbn-i Mes’ûd Müteşâbîh âyetler hakkında, te’vil yolunu kabûl eden Sahâbedendir. Ayetlerin sebeb-i nüzûlünden de bol bol bahseder. Bu bah­se bir örnek verelim: İbn-i Mes’ûd şöyle anlatır: "Hazret-i Peygamber’e bir gün birisi geldi ve ‘Ey Allah’ın Resulü, ben Medine’nin bir yerinde, yabancı bir kadınla cinsî temastan başka her şeyi yaptım. İşte karşındayım, nasıl hükmedersen onu kabûl edeceğim’ dedi. Hazret-i Ömer; ‘Eğer sen bu günâ­hını gizleseydin Allah da bu ayıbını örterdi’ dedi. Fakat Allâh’ın Rasûlü bir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Biraz sonra Harzet-i Peygamber ardından birini göndererek onu çağırttı ve ona yeni nâzil olan Hûd Sûresi’nin 114. ’Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri yok eder (giderir). Bu iyi düşünenlere bir öğüttür’ âyetini okudu."15

Bu hususta daha pek çok örnekler verilebilir. Konuyu uzatmamak için, İbn-i Mes’ûd’un çeşitli tefsir örneklerini et-Taberî’nin tefsirinde bol miktar­da bulabileceklerini okuyuculara hatırlatırız.16

_____________________________________________

(1) İbn-i Mes’ûd’un hayatı hakkında geniş bilgi için bkz: İbn-i Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1957, III. 150, İbn-I Hacer, el-İsâbe, Mısır 1939, II. 360-362, İbnü’l-Esîr, Usdü’l-Gâbe, Mısır 1280, III. 256, İbn-i Abdi’l-Berr el-İstiâb (el-İsâbe ile beraber) II. 308-316, el-Belâzûrî, Ensâbü’l-Eşrâf, Mısır 1959, I. 204, İbn-i Kuteybe, el-Maârif, Mısır 1934, s. 109-110, İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-Nihâye (G. Bergstraesser neşri 1932), I. 458-459, ez-Ziriklî, el-A’lâm, 1954, IV. 280.

(2) Usdü’l-Gâbe, III. 257.
(3) el-İsâbe, II. 361, Sıfatu’s-Safve, I. 154.
(4) Bkz. İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Mısır 1348, s. 39-40.
(5) ed-Dânî, el-Muknî’, Şam 1940, s. 42.
(6) El-Muknî’, s. 125-126.
(7) el-Burhân, I. 479.
(8) Bu hususta örnekler için bkz. ez-Zamahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1953, III, 414, IV. 391.
(9) Ebû Hanîfe bu görüşe ittiba eder, bkz. el- Keşşâf, I. 525.
(10) el-Keşşâf, II. 541.
(11) Mukaddimetân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1954 (A. Jeffery neşri) s.193.
(12) Tefsîrü’t-Taberî, Mısır 1954, I. 75,
(13) Aynı eser, II. 570.
(14) Aynı eser, XII. 2.
(15) Aynı eser, XII. 134.
(16) İbn-i Mes’ûd’un hayâtı ve ilmi hakkında fazla bilgi için bkz. Dr. Hüseyin Küçükalay, Abdullâh b. Mes’ûd ve Tefsir İlmindeki Yeri, (basılmamış doktora tezi, İlahiyat Fakültesi Kitaplığı).