Makale

FETVA EMİNLERİ

FETVA EMİNLERİ

- 40 -

Fetva Emînî
EBÛ BEKİR EFENDİ

Tokatlıdır. Babası Abdülkerîm Efendi’dir. Usûl üzere medreseler devrederek 1168 senesi Şabân’ında Şeyhülislâm Dâmatzâde Feyzullah Efendi zamânında fetvâ eminliğine tâyin olundu. 1169 Şevval’inde infısâl edip 1171 senesi Cumâdelûlâ’sında Şeyhülislâm Mehmed Sâlih Efendi meşîhatında yine o makama getirildi. 1172 senesi Zilkade’sinde tekrar tâyin edilerek bir buçuk sene kadar kaldı. Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi’nin 21 Receb sene 1173 târihli vakfiyesi altında "Hâlen Emîni’l-Fetvâ Ebû Bekir Efendi İbn-i Abdülkerîm" diye imzası görülmüştür. 1172’de Fetvâ Emîni iken uhdesine Edirne pâyesi tevcîh edildi. O sene Ramazânında Sultan III. Mustafa kendi huzûrunda ilmî mübâhase edilmesini arzu ettiğinden, bir mukarrir ve beş muhâtıp intihap olundu. Müşârünileyh Ebû Bekir Efendi mukarrir ve (Nebih Mehmed) ve saray hocası (Hamîdî Mehmed) ve Şeyhülislâm Müfetlişi (İdris) ve (Müzlif Mehmed) ve (Konevî İsmâil) Efendiler muhâtıp oldular. Ebû Bekir Efendi ( … ) âyet-i kerîmesini tefsîr ve “yenâbî-i ulûmunu tefcir” etti. Ulemâ arasında muhâsede malûm olduğundan (Müzlif Mehmed) ve (İdris) Efendiler Ebû Bekir Efendi’yi pâdişâhın nazarından düşürmek ve kendileri teveccüh kazanmak garazıyla onu uzun ve çetin iti­razlarla sıkıştırdılar. Müşârünileyh:

“ilzâm ederler etmesini İltizâm-ı bahs”

müfâdınca ikisini de kuvvetli cevaplarla susturdu. Dersin hitâmında Pâdişâh her birine yüz altın ihsân etti. Bu güzel âdet o vakitten başlayarak Âl-i Osman’dan son Pâdişâh zamanına kadar devâm etmiştir. Daha evvel Sadrazam Dâmad İbrahim Paşa huzûrunda icrâ olunurdu.

Atâ târihinde (cilt 1, s. 212) yazıldığına göre, huzur dersi müessis-i Devlet Osman Gazi zamanında başlayıp Orhan Gazi devrinde daimîleşmiş ve Sultan I. Murad ah­dinde Ramazan’da vakit bulundukça her gün ve diğer zamanlarda irâde buyuruldukça kibâr-ı ulemânın ekserî huzûr-u Humâyûn’da toplanıp bâzı âyât-ı kerîmenin tefsîr ve takriri kaide hükmüne girmiştir. Sultan III. Mustafa bunu bir kanuna bağlamış ve dâimi ve resmî bir şekle sokmuştur.

1172 senesinden itibâren her Ramazan’ın ilk gününden 10. gününe kadar bir mukarrir ve birkaç muhatıp huzûr-ı şâhânelerinde toplanıp Beyzâvî tefsirinden birkaç âyet takrir ederlerdi. 10. gün Kütüphâne Hocası delâletiyle muayyen zatlardan mürekkep bir meclis akdolunarak yine tefsîr-i şeriften mübâhaseler cereyan ederdi.

Bu âdet bilâd-ı İslâmiyede şâyi’ olunca o mecliste mukarrir veya muhâtıp olmak şe­refini ikrâz etmek arzusuyla Halep, Şam, Mısır, Hadim, Kayseriye, Karaman, Dağıstan, İran, Tûran, Horasan, Hindistan ve Buhârâ’dan nice fuzelâ İstanbul’a gelerek arz-ı kemâlât et­meğe başlamışlardır.

Huzûr derslerinde derin ve nâzik meselelerin incelenmesi için serbestçe münâzara ve münâkaşaya müsâade edilirdi. Mübâhase bitince mukarrir efendiye Lâhur şaldan ağır bir bohça ve muhâtıp efendilere atiyyeler ihsanlar verilirdi.

Sultan I. Abdülhamîd buna ilâveten Mevlid ve Regâib ve Berat gecelerinde turuk-ı aliyye meşâyihını ve dervişlerini nöbetle saraya dâvet edip kendi âyinlerini hu­zur-ı Hümâyunlarında icrâ ettirirlerdi. Ayinin hitâmında tatlılar, şerbetler dağıtılır. Şeyh efendilere hilatler giydirilir, dervişlere atiyyeler verilir idi.

Sultan I. Abdülhamîd bütün tarîkatlere ve bilhassa Mevlevî ve Nakşibendî tarîkatlerine meyil ve muhabbet ederdi. Zamânında Galata Sarayı hocası bulunan mazanneden Geredevî El-Hac Halil Efendi’ye çok hürmet gösterirdi. Vefâtında techîz ve tekfin et­tirmiş ve Fâtih Camii’nde kılman cenaze namazına tebdîl-i kıyâfetle gitmiştir.

Huzurunda ilmî mübâhaseler cereyâmnı en ziyâde seven Osmanlı Pâdişâhı, Sultan Mehmed Fatih’tir. Hâkan-ı müşarünileyh hadd-ı zâtında ehl-i ilim olduğundan ilme, ulemâya muhabbeti çok idi. Ulemâya huzûrunda mübâhaseler ettirir ve bazen kendisi de bahse karışır idi. Zamânı ecille-i ulemâsından (Hızır Bey), (Hoca-Zâde), (Molla Hüsrev), (Molla Gürânî), (Molla Zeyrek), (Ali Kuşçu), (Alâüddîn Ali Fenârî) onun ilim ve hikmet nedimleri, edeb ve mârifet müsâhipleri idiler. Kendilerini sık sık huzûruna dâ­vet eder ve müsâhabetlerinden zevk alırdı. Bazen onları birbirlerine düşürür, yekdiğeriyle tutuştururdu. Kızışan bahis ve münazaradan birtakım hakikatler tecellî ederek bunlarla zevkiyâb olurdu. Hocazâde ile Molla Zeyrek’in kendi huzûrundaki mübâhaseleri ve neticede Molla Zeyrek’in gözden düşüp münfailen Bursa’ya gittiği ve geri çağırıldığı hal­de gelmediği ve Hızır Bey’in “Ucâletü Leyleteyn” kasidesinin matlaı olan, ( … ) beytinde “zâde” fiili lâzım iken, müteaddî olarak kullanıldığını söyleyen Molla Gürânî irâde-i Pâdişâhî ile bu itirazını kasidenin arkasına yazıp Hızır Bey’e iâde etmesi üzerine Bey’in kendi istimaline şâhit ve tevbîh-i câhid olmak üzere ( … ) âyet-i kerîmesiyle mukabele ettiği meşhurdur.

Terceme sâhibî Ebû Bekir Efendi Mekke pâyesiyle taltif olunarak 1177 senesi Şâban’ında İstanbul Kadısı oldu. Bir sene sonra azledildi. 1179 Rebîülâhir’inde vefat ey­ledi. Eyüb’de Murad Efendi Tekkesi’nde medfundur. Rahmetullâhi aleyh.