İSTANBUL FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR
Üsküdar, Türk şehir mîmârîsinin âdeta yeniden resmederek, dünyânın en güzel tablosu hâline koyduğu İstanbul’un kuruluşunu devamlı surette seyreden bir belde olduğu için mi bahtiyardır?
Üsküdar, Süleymâniye Câmii’nin bitmişini değil, yapılışını ve onu inşa edenlerin mes’ud ve hummalı faâliyetini görmüştür. Üsküdar, Beyazıd Câmii’nin, Sultan Selim veya Sultan Ahmet Câmilerinin. Yeni Camii’nin kuruluşunu ve Fâtih Câmii’nin İstanbul ortasında iki defa yükselişini- görmüştür.
Üsküdar, Topkapı Sarayının padişahlar değiştikçe yeni bir İlâve İle, ceste ceste yapılışını görmüş, Ayasofya Kilisesinin Câmîe çevrilişini görmüş ve onun dört yanında Türk minarelerinin yükselişindeki millî çizgiyi seyretmiştir.
Üsküdar, her sabah gözlerini kendi yanından doğan güneşin aydınlatttğı bu şerefli kubbeler şehrine açmış; her akşam, o kubbeler ve minâreler ardında batan güneşin al bir perde önünde belirttiği zarif İstanbul çizgilerini derin, hazla görüp, hâfızasına işlemiştir.
Bu arada bir Üsküdar şahikası olan Çamlıca Tepesi, daha İstanbul fethinden evvel, askerî mîmârimizin heybetli âbidesi Rumeli Hisarı’nın İslâm îmânıyla birleşen Türk gücü ile ve dörtbuçuk ayda inşa edilişindeki mûcizeye şâhid olmuştur.
İSTANBUL’U GÖRMEDEN ÖLENLER
Bu son çizgi, Üsküdar’ın sayılı hâtıra ve saâdetlerinden birini belirtir ve bize İstanbul için döğüştükleri halde İstanbul’u görmeden ölen ilk İstanbul şehitlerini düşündürür.
Filhakika Fâtih Sultan Mehmed henüz 22 yaşında bir çocukken 120.000 asker ve büyük sayıda amele ile, kanatlanmış bir zafer alayı gibi, Anadolu Hisarı’ndan Rumeli Hisarı’na geçmiş ve Üsküdar, tepelerinden sâhillerine kadar bu geçişi ilk defa bir Türk şehri bakışı ile görmüştür.
Ancak geçiş hâdisesiz olmamış ve Türk ordusu orada bir hisar kurmaya başladığı zaman İstanbul uğrunda ve İstanbul’u görmeden ölen ilk şehitlerini Hisar yücelerine gömmüştür.
Rumeli Hisarı’ndaki "Şehidlik"te vaktiyle "Şehîdü’l-Feth Mahmud Çelebi Ruhuna Fâtiha" kitâbesi okunurdu. Çünkü 1452 Nisanında bu hisar yapılırken, onun İstanbul’un fethinde ne muhkem bir kale olacağını çok iyi anlayan Bizans imparatoru, İnşaata mânî olmak için, buraya mühim bir kuvvet göndermişti. Fakat Bizans kuvvetleri inşaatı muhafazaya memur Türk erleri tarafından bir hamlede mağlûp ve perîşan edildi. Bu, Fâtih devrinde ve İstanbul fethi için yapılan ilk savaştı. İşte bu savaşta, başta Mahmud Çelebi olmak üzere, bir kısım Türk erleri, İstanbul için ve İstanbul’a girmeden şehit oldular, bugün hâlâ şehidlik denilen, hisar üstündeki mezarlığa gömüldüler.
Bizans İmparatoruna gelince, o, Türklerle başa çıkamayacağını anladığı için —bir müddet— düşmanlıktan vazgeçti, hatta hisarı kurmak için çalışanlara yiyecek içecek göndermeye başladı, yardımlarda bulundu.
Şehidlik tepesi’nde bugün hâlâ birkaç rûhânî, yeşil ağacın gölgesinde, yine rûhânî ve mütevâzı mezarlar vardır. Orada zaman görmüş, beyaz taşlar vardır. Ziyâret edenlere bütün ecdat yâdigârı mezarlar ve mezarlıklar gibi bir âhiret bahçesi serinliği ile gülümser.
Bu yeşil ve sâkîn mezarlıklar, şehir içinde ve şehir dışında, maneviyat dolu birer dünyâ ve âhiret tablosudur ki, ölüm mîmârîsi denilebilecek, dünyânın her tarafında mevcut bir mîmârînin Türkiye’ye mahsus üslûbu ile yüksek bir ölüm ve sanat anlayişıyla çizilmiştir. Bu mezarlarda milletimizin ölüm hakkmdaki büyük ve derin felsefesi bellidir.
Rumeli Hisarı’ndaki şehidlik için Yahyâ Kemâl’in 1922’de Tevhîd-i Efkâr gazetesinde yazdığı “Hisardan Şehidliğe” adlı yazı bu yerin rûhâniyetini daha iyi belirtir. Bir de Tevfik Fikret’in Rübâb-ı Şikeste’sindeki Şehidlik’te şiiri, yine bu rûhânîyeti söyler.
Şu serviler mütehâşî birer talâkatle
Okur geçenlere âit menâkıb-ı ibret
Şu sâde makbere beş asrın âşiyânesidir.
ÜSKÜDAR’IN ULU RÜ’YÂSI
İşte Üsküdar, azimli ve heybetli Fâtih ordularının, Rumeli Hisarı’nı, o zamânın imkânlarıyla, dörtbuçuk ayda inşa edişlerindeki, insanı şaşırtacak kadar güzel hârikayı seyretmiştir. Orada, bir padişah, bir ordu millet ve herbiri birer kale yapmaya memur Osmanlı paşaları, velhâsıl hakandan en küçük nefere kadar herkes, taş üstüne taş koymaya koşarken, Üsküdar tepelerinden bakan halk, bu hârikayı görmüştür.
Fakat Üsküdar’ın asıl ulu rü’yâsı, yâni Üsküdar’a âit taşacak kadar ihtisasla dolduktan sonra, Yahyâ Kemâl’e İstanbul Fethini Gören Üsküdar şiirini söyleten son damla, başkadır:
Çünkü Üsküdar, bunların hepsinin üstünde, bizzat İstanbul Fethi hâdisesini görmüştür.
Üsküdar, tam 53 gün, bir sinema seyreder gibi "Gözleri dolmuş, tepelerden bakarak" Türk’ün İstanbul’u fethettiğini görmüştür. O târihte, Üsküdar tepelerine çıkıp, Üsküdar sâhillerine dolan bütün Türk ihtiyarları, genç ve yaşlı kadınlar ve bütün körpe çocuklar, heyecânı kalbleri durduracak kadar büyük ve târihte misli görülmemiş bir bakışla bu vak’ayı seyretmiştir.
Fâtih’in dağlarda uçuşan beyaz yelkenli gemileri, bugünkü Beyoğlu’nun yeşil tepelerden dalgaları üzerinde nasıl yürüdüler? O gemiler, çimenlerinde papatyalar köpüren bu yeşil dalgaları bir martı hızı ile nasıl aştı, nasıl Haliç’e attılar?
Üsküdar bunları daha o gecenin bağrında ve sabahında duymuştur. Üsküdar "Büyük top denilen ejderha’’yı, alev saçan her kükreyişinde, surlarda bir gedik açar ve bir zaman, ufukları dumanlar içinde bırakırken duymuş ve görmüştür. Nihayet Üsküdar, 53 gün sonra, ordularımızın İstanbul’a girdiğini ve Ayasofya yücelerine hilâl’in dikildiğini görmüştür.
İşte bunun içindir ki Üsküdar Yahyâ Kemâl’in rûhunda bir ulu rüyâyı görenler şehridir. Ve onun, “İstanbul Fethini Gören Üsküdar” şiiri, bu duyguların, bu bilgilerin, bu heyecanların ışığı altında okunursa, okuyanı, daha nurlu, daha ışıklı bir âleme ulaştırır:
Üsküdar, bir ulu rü’yâyı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!"
Elli üç gün ne mehâbetli temâşâ idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü’yâ idi o!
Şimdi beşyüz sene geçmiş o büyük hâtıradan:
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hâlâ, beşer ettikçe hayâl;
O zaman ortada, her sâniye gerçek bir hâl.
Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyla "büyük top" denilen ejderha.
Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevkedilen yüz gemi geçmiş Haliç’e;
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş, İstanbul’a yüzbin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.
Görülüyor ki Üsküdar, kendisi için nice ince şiirler söylemiş, bu şâirin nazarında herhangi bir sâhil şehri olmaktan çok, üstün bir mânâya sâhiptir. Onda her çizgi, Üsküdar’ı hâlis Türk şehri yapan, maddî, mânevî her mîmârî, sanki şehrin bu ulu rüyasıyla birleşmiştir.
Asırlarca hâfızasında böyle bir rüya taşıyan Üsküdar’ın güzelliğinde bu eşsiz tahatturun derin çizgileri yer etmiş. Üsküdar, İstanbul fethini gördükten sonra bu rüyasını bir daha unutmadığı için kıyılarında, tepelerinde, evlerinde, aynalarında, câmilerinde, çeşmelerinde, hattâ sokaklarını süsleyen kadın ve erkeklerin çehresinde hep bu rüya ışıldayan bir şehir aydınlığı kazanmıştır. O kadar ki, şâirin "Hayâl Şehir" şiirindeki,
“Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına” mısra’ında tam ifâdesini bulan bu "iç aydınlığı" işte böyle bir rü’yânın hâtırasıdır.
(Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal Yaşarken İstanbul, 1959, s. 138-143)
______________________________________________________
O RÜZGAR
Yaşamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!
Gür bir îmanla damarlarda ateşten bir kan
Birleşip böyle diyorlardı, derin bir seste.
Yeri fethetmek için gelmiş o fatih nesle.
Böyle bir dersi alan rûha vatan dar görünür;
Dâima başka sefer, başka ufuklar görünür.
O nesil duymuş akın zevkini rüzgârda bile;
Bu duyuş varmış akınlardaki atlarda bile.
Bilmemiş var mı geniş yeryüzünün serhaddi,
Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi,
Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına.
Yahya Kemal BEYATLI