Makale

HZ. İBRAHİM’LE PEYGAMBERİMİZİN AYAK İZLERİ

HZ. İBRAHİM’LE PEYGAMBERİMİZİN AYAK İZLERİ

M. Âsım KÖKSAL

Bu yazımızda, Kâbe Mescidindeki Makâm-ı İbrâhim’de bulunan Hz. İbrâhim’in ayak izleriyle Peygamberimiz (S.A.S.)’in ayak izleri arasındaki sıkı benzerliği bahis konusu edeceğiz.

Kur’ân-ı Kerîm’de Makâm-ı Ibrâhim hakkında şöyle buyurulur:

“Orada (Beytullah’da) açık alâmet­ler ve İbrâhîm’in Makâmı vardır...”.1

Makâm-ı İbrâhim; bilindiği gibi, Hz. İbrâhim’in, Kâ’be’nin duvarlarını yükseltir­ken üzerine çıkıp iskele yerine kullandığı taştır.2

Kâ’be’nin yapımı bittikten sonra da Hz. İbrâhim, onun üzerine dikilerek Allâh’ın emriyle insanları Hacc’a dâvet etmiştir.

Eshâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Selâm’ın, Ebû Said-i Hudrî’ye bildirdiğine göre: Yüce Allah, âyet ve alâmetlerinden birini Makâm-ı İbrâhim’de vücûde getir­meyi murâd ve nisanları Hacc’a dâvet için Hz. İbrâhim’e emretti.

İbrahim (A.S.), Makâm-ı İbrâhim’in üzerine çıkınca, Makam, o kadar uzadı ki dağların başı aşağıda kaldı.

O zaman, İbrâhim (A.S.), sağına ve soluna baka baka, "Ey İnsanlar! Rabbinizin dâvetine icâbet ediniz!" diyerek ses­lenmeğe başladı, insanlar bu dâvete, "Lebbeyk! Allâhümme lebbeyk!" diyerek icâbet ettiler.

İbrâhim Aleyhi’s-selâm’ın dikildiği taşta iki ayağının izi kaldı.

Hz. İbrâhim, insanları Hacc’a dâvet işini bitirince, Makâm-ı İbrâhim diye anılan taşı, Kâ’be’nin kapısına, Kıble’ye yer­leştirdi, namazını ona doğru yönelerek kıldı. Kendisinden sonra oğlu Hz. İsmâil de böyle yaptı.3

Makâm-ı İbrâhim’deki ayak iziyle Peygamberimiz’in ayak izi arasındaki ben­zerliğin nasıl ve kim tarafından tesbıt edildiği meselesine geçmeden önce, Kıyâfet ilmi denilen ve herhangi bir izden o izin sahibini keşf ve tâyin etmeye yara­yan ilim hakkında —kısaca da olsa— bilgi vermek gerekir.

Araplar, iki kola ayrılan Kıyâfet il­minden birisiyle, insanların ve hayvanla­rın yerdeki ayak izlerini inceleyerek onla­rın nereye gittiklerini ve hattâ iz sâhibinin yaşlı mı genç mi, erkek mi dişi mi olduğunu bile anlarlardı.

Kıyâfet ilminin öbür bölümüyle de iki şahsın uzuvları arasındaki benzerliğe bakılarak, kardeş veya aynı soydan olup olmadıkları, hal ve ahlâkları, meslek ve san’atları anlaşılırdı.

Bu ilim dalında bilhassa Müdlic oğullarıyla Leheb oğulları mütehassıs idiler.

İmam Muhammed ile İmâm-ı Şâfiî’nin de gördükleri bir adam hakkında, "Marangozdur!", "Hayır! Demircidir!" de­dikleri ve adama sorulunca, demirci iken sonradan marangoz olduğunu söylediği ri­vayet edilir.4

Kâmûs’a göre: Kıyafet ilminden an­layan, iz sürmekte mâhîr olan kişiye Kaif denir.5

Seyyid Şerîf de Kaif’i, çocukların ne­sebini, uzuvlarına bakarak teşhis eden ki­şi diye tarif eder.6

Misâl olarak Müdlicli Kaif’in Zeyd ve Üsâme hakkındaki isâbetli teşhisini zikretmek yerinde olur.

Peygamberimizin Habeşî dadısı Ümmü Eymen Bereke, Mekke’ye gelen Hazreçli Ubeyd ile evlenmiş, Ubeyd’in ölü­müyle de dul kalmıştı.7

Peygamberimiz, "Cennettik bir kadın­la evlenmek isteyen, Ümmü Eymen’le ev­lensin!" deyince, Zeyd b. Hârise, onunla evlendi. Üsâme, bu evlilikten meydâna geldi.8

Zeyd, esmer beyazdı.9 Üsâme ise, an­nesi gibi simsiyahtı.10

Münafıklar, Zeyd’in esmer, Usame’nin siyah oluşuna bakarak dedikodu ediyor­lar, Peygamberimiz de buna çok üzülü­yordu.

Hz. Âişe der ki:

"Resûlullah Aleyhi’s-selâm bir gün evime geldi. Yüzünde sevinç dalgalanı­yordu. ’Ey Âişe!’ dedi, ’Görmedin mi Müdliçli Mücezzez yanıma geldi, Üsâme ile Zeyd, üzerleri ve başları bir kadife ör­tüyle örtülmüş uyuyorlardı. Her ikisinin yalnız ayakları açık bulunuyordu. Müdriçli Mücezzez, açıktaki ayaklara baktı da, bu ayaklar, muhakkak birbirindendir, dedi".11

Peygamberimiz sekiz yaşında bulun­duğu sırada bir gün Mekke’de çocuklarla oynayarak bend’e kadar gitmişti. Orada, kendisini Müdliç oğullarından bâzı kim­seler görünce, yanlarına çağırdılar. Pey­gamberimizin ayaklarına ve izlerine bak­tılar, O sırada Peygamberimiz’in dedesi Abdulmuttalib’le karşılaştılar. Abdulmuttalib, Peygamberimiz’i görünce, kucakladı. Müdliç oğulları, Abdulmuttalib’e;

"Bu, senin sulbünden midir?" dedi­ler. Abdulmuttalib;

"Oğlumdur!" dedi.12 Müdliç oğulları:

’’Sen, bu çocuğu iyi koru! BİZ, Makâm-ı İbrahim’deki ayak izine bununkinden daha çok benzeyenini görmedik!" de­diler. Abdulmuttalib, Ebû Tâlib’e;

"Bunlar, ne söylüyorlar dinle!" dedi.13

Abdulmuttalib bir gün Hıcr’da oluruyor, yanında da dostu Necran Kadısı ve Rahibi bulunuyordu. Necranlı Râhib;

"Biz, İsmâil oğullarından en son ge­lecek olan Peygamberin sıfatını kitaplar­da bulduk. Burası, O’nun doğum yeridir. Sıfatı da şöyle, şöyledir!" diyerek onları birer birer saymağa başladığı sırada Pey­gamberimiz oraya geliverdi.

Necranlı Râhib, Peygamberimiz’in gözlerine, sırtına ve ayaklarına dikkatle baktıktan sonra, "işte O, budur! Bu, senin soyundan mıdır?" diye sordu. Abdulmuttalib;

"Oğlumdur!" dedi. Necranlı Râhib;

"Biz, O’nun babasını Kitaplarda sağ bulmadık!" dedi. Abdulmuttalib;

"O, benim oğlumun oğludur. Babası, bu daha doğmadan, annesinin karnında iken ölmüştür!" deyince, Râhib;

"Şimdi doğru söyledin!" dedi.

Bunun üzerine Abdulmuttalib, oğul­larına; ’’Kardeşinizin oğluna sâhip olunuz. O’nun hakkında söylenileni işitmiyor mu­sunuz?" dedi.14

Her bakımdan güvenilir kişilerin sahîh senedle İbn-i Abbas’dan rivayetleri­ne göre:

Mekke’ye bir kâhine (falcı) kadın gelmişti. Kureyşîler, ona;

"Bize haber ver bakalım: Hangimizin izi Makâm-ı İbrâhim’dekine en çok ben­ziyor?" dediler. Falcı kadın;

"Eğer, siz, şu ince milli yerin üze­rine bir örtü gerer, sonra da onun üze­rinde yürüyecek olursanız, size haber ve­ririm" dedi.

Oraya hemen bir örtü gerdiler ve üzerinde birer birer yürüdüler. Falcı ka­dın, Peygamberimiz’in izini görünce;

"İzlerinizden, Makâm-ı İbrâhim’deki­ne en çok benzeyeniniz bu izi" dedi.

Bunun üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra. Yüce Allah, Peygamberimizi Pey­gamber olarak gönderdi.15

İbn-i Esîr’in, İbn-i Mende, Ebû Nuaym ve İbn-i Abdü’l-Berr’e dayanarak bil­dirdiğine göre; Kürz b. Alkame, Hicret gecesinde Peygamberimiz’in izini süren­lerdendi, Peygamberimiz’in izini görür görmez; "Bu ayak izi, Makâm-ı İbrâhim’de bulunan ayak izindendir!" demiştir.16

__________________________________________

(1) Âl-i İmrân: 97.
(2) Ezrakî: Ahbâr-u Mekke, c. 2, s. 59.
(3) Ezrakî: Ahbâr-u Mekke, c. 2, s. 30.
(4) Taşköprüzâde: Mevzûâtü’l-Ulûm Tercemesi, c. 1, s. 378-380.
(5) Fîruzâbâdî: Kâmûs Tercemesi, c. 3, s. 713.
(6) Seyyid Şerîf: Târifât, s. 114.
(7) Belâzürî: Ensab, c. 1, s. 471.
(8) İbn-i Sa’d: Tabakât, c. 8, s. 224; Belâzürî: Ensab, c. 1, s. 472.
(9) İbn-i Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 44.
(10) Zehebî: Alâmünnübelâ, c. 2, s. 356.
(11) İbn-i Sa’d: Tabakât, c. 4, s. 63; İbn-i Mâce: Sünen, c. 2, s. 787.
(12) Ebû Nuaym-ı Isbahânî: Delâilü’n-Nübüvveh, c. 1, s. 122.
(13) İbn-i Sa’d: Tabakât, c. 1, s. 118; E. N. İsbahânî: Delâil, c. 1, s. 122.
(14) Ebû Nuaym-ı İsbahânî: Delâilü’n-Nübüvveh, c. 1, s. 122.
(15) İbn-i Mâce: Sünen, c. 2, s, 787.
(16) İbn-i Esîr: Üsüdü’l-Gabe, c. 4, s. 238.
__________________________________________________________

Mü’min olanların çoktur cefâsı
Ahirette vardır zevk u sefası
On sekiz bin âlemin bir Mustafâ’sı
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Yûnus n’eyler iki cihanı sensiz
Sen Hak Peygamber’sin şeksiz gümânsız
Sana uymayanlar gider imansız
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Yûnus EMRE

________________________________________________________________

FETİH MARŞI

Yelkenler bitilecek, yelkenler dikilecek.
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek
Kerpetenlerle surun dişleri çekilecek.
Yürü hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Sen de geçebilirsin yârdan anadan serden;
Senin de destânını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde setisin, dilde sen; gönüldesin, baştasın;
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini;
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini
Çocuk görme, hor görme delikanlım kendini
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Bu kitaplar Fâtih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır
Şu mihrap Sinânüddin, şu minâre Sinan’dır
Haydi artık uyuyan destânını uyandır.
Bilmem neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım sen de Fâtih’ler doğuracak yaştasın.
Delikanlım işâret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin millet yürüyecek arkandan
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin
Çelebiler çekilip haremelerde kışlasın;
Yürü arslanım. Fetih hazırlığı başlasın!
Yürü hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

Arif Nihat ASYA