Makale

TRABZON’UN FETHİ 21 MUHARREM 866 — 26 EKİM 1461

TRABZON’UN FETHİ
21 MUHARREM 866 — 26 EKİM 1461

İsmet PARMAKSIZOĞLU

Trabzon ve Türkler:

Selçuklu Türklerinin, Anadolu’yu vatan haline getirmek amaciyle giriştik­leri büyük fütûhat devrinde, bir problem olarak karşılaştıkları ülkelerden biri de Trabzon olmuştur. İlkçağda ünlü Roma serdarlarına meydan okuyan Pontus Hükümdârı Mythridates’in pâyıtahtı Trapezos, yâni bugünkü Trabzon, coğrafî yapısının sağladığı imkân ve şartlarla hemen hemen dört yüz yıl Türk saldırılarına mukavemet edebilmiştir.

Ortaçağ tarihçilerinin müştereken beyan ettikleri iki aşılması güç engel, Trabzon’u uzun yıllar Türk hâkimiyetinin dışında bırakmada başlıca unsur ol­muştur. Bu engellerden biri, tabiatın, coğrafyanın eseridir. Trabzon’un sarp ve yalçın dağ silsileleri ile İç Anadolu’dan ayrılmış olması, bir merkezde taazzuv eden güçlerin, dıştan gelecek saldırılara mukavemetinde başlıca dayanak ol­muştur. Diğer engele gelince, bu bizâtihî Trabzon Kalesinin plânı, savunma im­kânları ve metaneti olarak gösterilir.1

Bizans İmparatorluğu devrinde Trabzon, Yeşilırmak mansabından Batum’a kadar uzanan Doğu Karadeniz bölgesini ihtiva eden Pontos Polemoniakos vi­lâyetinin merkezi idi.2 Trabzon bu özelliğini daha sonra müstakil Rum impa­ratorluğu zamanında da muhafaza edecektir. Makedonya sülâlesi devrinde ya­pılan yeni teşkilâtta ise şehir, Zile (Zella) ve Niksar (Neocaesarea) gibi ka­leleri de içine alarak, batıda Samsun’dan, doğuda Karteli Gürcü Krallığı hu­dutlarına kadar uzanan Armenia Prima’nın birinci dukalığı merkezi olarak ge­niş bir sahanın siyâsî ve idâri merkezi olmuştu.3

Türklerin 1025 yılından itibaren Anadolu’ya akınlara başlamaları üzerine Trabzon’un askerî önemi arttı. 1071 Malazgirt zaferinden sonra İç Anadolu’nun Oğuz boyları tarafından işgale başlanması, Trabzon târihinde yeni bir safha­nın açılmasına sebep oldu. Bundan sonra Trabzon devamlı olarak çevresinde kurulan Türk devletlerinin baskısı altında kaldı. 1080 târihinde Anadolu’yu yer yer fethe çıkan Türk gâzi ve kumandanlarından biri olan Emir Ahmed’in maiyetindeki Emir Yâkub ve İsâ Böri komutasındaki kuvvetleri, Çoruh hav­zasına sevkettiğini müşahede etmekteyiz. Bu iki kumandan ciddî hiçbir engelle karşılaşmadan bütün Doğu Karadeniz sahillerini ele geçirmişler, hattâ Anna Comnena’nın rivâyetine göre, Trabzon’u da işgal etmişlerdi. Trabzon’u Türklerin elinden ancak, Theodoros Gabras kurtarabilmişti.4 Ama Trabzon Rum İmpa­ratorluğu hakkında bir târih yazan Alman tarihçisi Fallmerayer, bu sözlerin Trabzon kalesini kasdetmediği, daha çok Trabzon çevresini ifade ettiği görüşündedir.5 Filhakika bu akınla Trabzon fethedilmemiş olsa bile Türk boylarının, özellikle Çepni ve Yüreğir boylarının Trabzon çevresinde yerleşmeye başladık­ları ve Trabzon’da hâkim bulunan Bizans vâlilerinin bu Türk boylarıyla uğraş­mak zorunda kaldıkları kabul edilmektedir. Trabzon Rum dukaları bundan son­ra hudutları civarında kurulan Türk devlet ve beylikleri ile sıkı münasebetler kurdular. Dânişmend oğullarının Tokat, Amasya, Zile ve Niksar’da yerleşme­leri, Yeşilırmak vadisine hâkim olmaları üzerine bunlar, Mengücük oğulları ile yakınlıklar meydana getirdiler. Artuklu komutanlarından Belek ile araları açık bulunan Mengücük oğlu Trabzon’a gelerek Costantin Gabras’ın muavenetini temin edince onunla birlikte Emir Belek üzerine yürümüştü. 1120’de Erzincan yakınlarında Serman kalesi önünde yapılan savaşta Emir Belek galip gelmiş, Gabras ile Mengücük oğlu esir düşmüşlerdi. Gabras bu felâketten 30 bin altın fidye ödeyerek kurtulabilmişti.6

1204 yılında İstanbul’un Lâtinler tarafından işgâli üzerine Bizans impara­torluğunun dağılması neticesinde Trabzon, İstanbul’dan kaçan Alexios Comnenos’un eline geçmiş ve bu zat kendisini Bizans imparatorluğunun vârisi olarak ilân etmişti. Böylece Batum’dan Kerempe burnuna kadar uzanan topraklarda doğan bu yeni devlet, iki önemli düşmanla karşı karşıya gelmişti. İznik’te Bi­zans imparatorluğunun vârisi olarak kendisini ilân eden Theodoros Lascaris, Anadolu Selçuklu Sultânı I. Gıyâseddin Keyhusrev’le bir anlaşmaya vararak Trabzon Rum imparatorluğuna karşı savaş açmıştı. Bizans tahtı veraseti ko­nusunda iki Bizans prensinin düştüğü anlaşmazlıktan kendi menfaatine fayda­lanmak isteyen Selçuklu Sultânı Gıyâseddin Keyhusrev, Alexios’un Trabzon ker­van yolunu kapatmasını vesile edinerek 1205 ve 1206 yıllannda ilk defa Trab­zon’u kuşatmış ise de, şehre girmeye muvaffak olamamıştı. Halefi I. İzzeddin Keykâvus ise 1214 yılında Sinop’u fethetmekle Trabzon Rum imparatorluğunun batı sınırlarını Terme çayına kadar doğuya doğru gerilettiği gibi, bu İmpara­torluğu yıllık on bin altın, beş yüz at, iki bin öküz, on bin koyun ve elli bin yük çeşitli hediye vermeğe mahkûm hale getirmişti. Bundan sonra Trabzon Rum imparatorları, genellikle Türk devletlerine haraçgüzâr olarak hayatlannı idâme ettirebildiler7. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra 1221’de Selçuklu ordularının yine Trabzon önünde saf bağladığını görmekteyiz. Bu kez Trabzon impa­ratoru öteki hediyelere ilâveten yıllık 200 mızrak ile Selçuklu ordusuna 1000 kişilik bir birlik vermeyi kabûl etmekle yâni Selçuklu Sultanlığının himayesine girmekle saltanatını kurtarabilmiş oldu.8 Fakat Doğu Anadolu’da Harzemşahların müessir bir politika takibetmeye başlamaları, Trabzon imparatorlarının Selçuklu himayesinden kopmalarına sebep oldu. Bunun üzerine Sultan Alâaddin Keykubad 1228’de Trabzon’u üçüncü defa kuşattı. Ne var ki, bu esnada başgösteren sürekli ve şiddetli yağmurlar şehrin fethini engelleyen unsur oldular.9 Mamafih bu sefer, Trabzon’un Selçuklu himayesini tekrar kabûl etmesini ve 1243 Kösedağ savaşında orduları ile Moğollara karşı Selçukluların saflarında yer almasını gerçekleştirdi. Anadolu’da Moğol hâkimiyetinin başlaması üzeri­ne Trabzon Rum imparatorluğu Selçuklu sultanlarına ödemekte olduğu yıllık haracı Moğollara vermeğe başladı. Bu arada Moğol tazyiki ile Anadolu’ya do­lan Türkmenler Trabzon Rum topraklarını yer yer işgal etmekte idiler. Artık sahil şehirlerinin dışındaki bütün topraklar Çepni ve Yüreğir boyları tarafın­dan kâmilen işgâl edilmiş bulunuyordu. 1277’de Erzincan ve Bayburt yöresin­de bir emaret kuran Şemseddin Muhammed Bey, Trabzon’u yeniden haraca bağlamıştı. 1297’de ise madenleri ile zengin bir bölge olan Halibia, Türkmenlerin işgâli altına girdi.10 1346’da Ünye ve Giresun fethedilmekle Trabzon Rum imparatorluğu topraklan sadece Trabzon şehri ile çevresine inhisar edecek kadar küçüldü, imparator III. Alexios kızkardeşi Maria’yı Türkmenlerin reisi olan Fahrettin Kutluğ Bey’e vermekle durumunu ancak sağlamlaştırabildi. 1358’de ise Çepni Beyi Hacı Emir Bey, bir taraftan Trabzon İmparatorunun damadı olurken, bir yandan da Maçka’ya kadar olan bölgeyi kendi kontrolü altına almış bulunuyordu.11 İmparator Trabzon’daki hâkimiyetini devam ettire­bilmek için diğer kızını da Niksar Emîri Tâceddin Bey’e vermek zorunluğunu duymuştu. Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman da bu devlet üzerinde babası ka­dar nâfiz oldu. Trabzon’u dördüncü defa kuşatan Türk kumandanı Şeyh Cüneyd olmuştur. Mamafih bu kuşatmadan önce II. Murad zamanında ilk defa bir Osmanlı donanması Trabzon limanı önüne geldi, fakat denizin fırtınalı oluşu bu taarruzun neticesiz kalmasını intâc etti. Şeyh Cüneyd, bu muhteris Safevî şeyhi, Memlûk Sultânı Çakmak’ın takibatından kurtulunca, Osmanlı Devletin­de Canik vilâyetine iltica etmiş, Samsun Vâlisi Mehmed Bey, Şeyhin cüretkâr plânlarına bir itirazda bulunmamıştı. Şeyh Cüneyd, Trabzon’u fethederek bu­rada kendi hesabına bir devlet kurmak azminde bulunmakta idi. Bu emelle yaptığı dâvet ve propaganda sonunda çevresinde dört-beş bin kişilik silâhlı bir kuvvet toplandı. Yerli halkın Türkler karşısında duymakta oldukları yılgınlık ve saltanat âilesi Comnenos prensleri arasında süregelen rekabet, Şeyh Cüneyd’e bu muhkem kal’aya saldırmak cesaretini verdi. İmparator Kalo İohannes kuvvetlerini Kordile —bugünkü Akçakale— önünde bozguna uğratan Şeyh, Hagios Phocas manastırını işgâl ederek Trabzon önüne gelmişse de az sonra çekilmek zorunda kaldı. Şeyh Cüneyd’in Trabzon önünden ric’atini, Fâtih Sul­tan Mehmed’in Amasya sancağını Şehzade Bayezid adına yöneten Hızır Bey’e vermiş olduğu emrin eseri olarak değerlendirmek daha doğru olur.12 Fâtih’in Hızır Bey’i sancak kuvvetleriyle Trabzon’a sevketmesi, bu kalenin herhangi başka bir Türk emîri veya sultânı tarafından işgâline müsaade etmemek, kendi plânlarını ihlâl edecek sonuçlara meydan vermemek için olmak gerekir. Nitekim bir rivâyete göre Sivas Beylerbeyi olan Hızır Bey (Ağa) in kuvvetli bir müf­reze ile Trabzon’a yaklaşması ve bir Türk filosunun da limana girmesi13 üze­rine Şeyh Cüneyd kale önünden çekilmişti. Bu durum karşısında İmparator V. Iohannes yıllık 3000 altın vergi vermek şartiyle Osmanlı matbu’iyetini kabûl etmek zorunda kaldı.14 Böylece Fâtih, Trabzon üzerinde hâkimiyet ve nüfuzu­nu tescil ettirmiş oluyor, Trabzon’un fethini ise kendi plân ve tasarılarına uygun bir zamana tâlik etmiş bulunuyordu.

Trabzon’un Fethi:

1080 yılından, yâni Türklerin ilk defa Trabzon topraklarında boy göster­melerinden itibaren Anadolu’nun bu parçasının da Türk anayurduna katılması ve İslâm ülkeleri arasında yerini alması için sarfedilen gayret ve tükenmek bilmeyen Türk enerjisi, XV. yüzyılın başında yeni bir organizasyonla Trabzon Rum İmparatorluğa kaderinde tesirini göstermeye başladı. Bu organizasyon Osmanlı Devletidir. Osmanlı Hükümeti 1401’de Yıldırım Bayezid’in Koyulhisar’ı işgal etmesi15 ve Pâdişâhın oğlu Emir Süleyman’ın Giresun’un fethi için Rum imparatorluğunun topraklarına girmesiyle etkisini ilk defa göstermeye baş­lamış oldu.16 Daha sonra yukarıda temas ettiğimiz veçhile II. Murad devrinde bir Osmanlı filosu Trabzon önünde görünmekle, Osmanlı Devletinin Trabzon üzerindeki temel gayesi izhar edilmiş oluyordu. Nihayet, Fâtih’in Şeyh Cüneyd’in faâliyetine karşılık harekete geçişi, bu emeli sarih olarak ortaya koy­muştur. Gerek Yıldırım Bayezid ve II. Murad’da, gerek Fâtih’de tecellî eden bu emel, 1080’den beri Türk maşerî vicdanında teşahhus eden gerçeğin yeni bir tezahüründen başka bir şey değildir. Hassaten Fâtih, Bizans’la ilgili olan her teşekkülü ortadan kaldırmayı hedef tutan bir politikayı şiar edinmiş ol­duğundan, Trabzon Rum İmparatorluğunun bu politika dışında kalmasına da imkân bırakmıyordu.17 Nitekim Fâtih’in politikasını tarif ederken İbn-i Kemâl, "... Urum dimekle mâlûm ve mâruf tâifenün... bâzı beylerin makhur idüb, ara­dan gidermiş idi. Bâkisin dahi def’itmek isterdi. Mezkûr millet-i dalâlet-ayîn içinden râyet-i saltanatı ref’itmek dilerdi. Olniyyet üzerine tasmim-i azimet eyleyüb baştan İstanbul Tekurünü... ardınca İnoz Tekurünü ve Mora Tekurünü ve Amasya Tekurünü dahi birer birer elleyüb ayağa düşürmüş, ol diyarları şiâr-i şirkin çirkinden pâk kılmıştı. Bu nevbet Trabzon Tekurüne göz diküb ejder-i heft-ser ol kişveri dahi yutmaya himmet ağzın açtı...”18 demekle Pâdişâh’ın Trabzon hakkındaki kanaatini belirtmektedir. Şahsı ve devleti hesabına tehlikeyi sezen Rum İmparatoru Kalo İohannes, Fâtih’in Macar ve Arnavud müttefik kuvvetlerine karşı bir sefere çıkmak zorunda oluşundan faydalanarak 1457’de bir elçilik heyetini Diyarbakır’a, Uzun Hasan Bey’in nezdine gönderdi.

Trabzon imparatoru elle tutulur hale gelen tehlike karşısında kendisine yardım­cı olacak bir müttefik aramakta idi. Küçük Asya’da tabiî ve uygun bir hudu­da ulaşmak isteyen Fâtih’in, ergeç Akkoyunlu imparatorluğu ile çatışacağını hesabeden imparator, bu takdirde Trabzon’un Akkoyunlu Devletinin kuzeyba­tıda yanlarını koruyan sağlam bir kale olduğu kanaatini taşıyordu. Esasen, Rum imparatorlarının Akkoyunlularla münâsebetleri babası IV. Alexios devrin­de başlamış ve Uzun Hasan Bey’in dedesi Kara Yülük Osman Bey’in impara­torun kızıyla evlenmesi sonunda sıhrî yakınlık kuruluşuna kadar ilerlemişti. Şimdi ise, o da güzelliğiyle dillere destan olan kızı Katherina’yı (Despina Ha­tun) Uzun Hasan Bey’le evlendirmek sûretiyle bu dostluğu perçinliyor, bu iz­divaç sâyesinde kendisini, imparatorluğunu teminat altına alıyor, ama hiçbir zaman Trabzon imparatorluğu hükmünde bulunmamış olan Kapadokya (Kay­seri ve yöresi)’yı cihaz olarak Uzun Hasan Bey’e bağışlamakla da iki Türk hükümdarım fi’len karşı karşıya getirmek istiyordu.19 Böylece 1458’de Trabzon, yeni ve kuvvetli bir müttefik temin etmiş oldu. İmparator’un bu yıl içinde ölü­mü üzerine saltanata, yeğeni, küçük V. Alexios adına kardeşi David elkoydu. Bu zat, Uzun Hasan’ın atlılarının mücehhez ve muntazam Osmanlı ordularını durduramayacağı kanaatinde olduğundan yeni müttefikler aramaya girişmişti. Gürcü prensleriyle ittifaklar akdettiği gibi Roma’ya da elçilerini göndermiş, Trabzon kalesini de Cenovalılardan aldığı havan toplariyle tahkim etmeye başlamıştı. Ayrıca 30 gemilik bir filo ve 20 bin atlıdan ibaret bir ordu kur­mak emelinde idi. Fâtih’e karşı Roma’da Papa II. Pius başkanlığında gittikçe şekillenen ittifak hareketi, David’in cesaretini bir kat daha arttırdı. Kayınbi­raderi Uzun Hasan Bey’den Fâtih’e ödemekte olduğu yıllık haracın kaldırıl­ması hususunda delâletini istedi. Uzun Hasan Bey ise, sıhriyet bu tarafa, Trab­zon üzerinde Osmanlı hâkimiyetini kendi haklarına bir tecâvüz gibi mütalâa ettiğinden, Osmanlı hükümetini tehdide vesile olur ümidiyle bu teklifi kabûl etti ve yeğeni Murad Bey’i İstanbul’a gönderdi. Murad Bey, İstanbul’da sadece David’in haracının kaldırılması teklifiyle yetinmedi. Pâdişâhın dedesi Çelebi Mehmed’in Kara Yülük Bey’e yıllık olarak ödemeyi taahhüd ettiği ve 60 yıl­dan beri tediye edilmeyen bin adet halı ile bir o kadar eyer takımı ve sarığın geçen yıllar toplamı ile toptan ödenmesini, ayrıca imparatorun Uzun Haşan Bey’e cihaz olarak armağan ettiği Kapadokya’nın tahliye edilmesini istedi.20 Fâtih’in bu isteklere cevabı, “Haydi, şimdi siz gidiniz. Gelecek sene ben gelir, borcumu öderim” oldu. Bu cevabın bir reddiye olmadığı, fakat içinden tehdit taşıdığı devrin târihçileri tarafından ifade edilmektedir.

Bundan sonra Uzun Hasan Bey’in bir taraftan Trabzon Rum imparatoru ve Gürcü prensleriyle yaptığı anlaşmaların Fâtih’e karşı bir şey ifade etmeyece­ğini düşünerek, Sinop’ta Candaroğlu İsmail Bey, Konya’da Karaman oğlu İb­rahim Bey gibi Fâtih’in tehdidine mâruz bulunan Anadolu hükümdarları ile bağlantılar kurmak için çalışmalar yaparken, öte yandan da Osmanlı kuvvetle­rini Trabzon Rum imparatorluğunun hudutlarından uzaklaştırmak, daha doğru bir deyimle ara yere girerek Osmanlı Devletinin kara yönünden Trabzon’la te­masını kesmek için birtakım teşebbüslere geçtiği ve bu maksatla Şebinkara­hisar’ını işgâl ettiği, daha batıda bulunan Koyulhisar’ı da, bu kalenin beyi Hüseyin Bey’i avlanırken yakalamak sûretiyle eline geçirdiği görülür.21 Söz ko­nusu her iki kale de Osmanlı Devletine âit olmamakla beraber, bu devletin metbuiyetini tanımış bulunan beylerin hâkimiyeti altında idiler. Fâtih, raki­binin ne yapmak istediğini ve aldığı teşebbüslerin mahiyetini çok iyi bir şekil­de değerlendirmekte olduğundan, süratle harekete geçmek icabettiği kanaati­ne, vardı. Rumeli Beylerbeyi Hamza Paşa’yı Koyulhisar’ın istirdadı için derhal görevlendirdi. Ancak, Hamza Paşa, kaleyi Uzun Haşan Bey’in muhafızı Yar Ali Bey’den almaya muvaffak olamadı. Bunun üzerine çevredeki köyleri yağ­ma ve talan etti. Onun bu şekilde davranışı Uzun Hasan’ın da Osmanlı top­raklarına akın ve baskınlar tertip etmesine sebep oldu. Trabzon üzerinde bes­lenen emellerden dolayı iki Türk devleti arasında gerginleşen siyâsî durum, gittikçe askerî faaliyetlere yer vererek bir savaşa doğru dönüşmeye başlamış oldu. Durumun gittikçe ciddiyet kesbetmesi, Candaroğulları üzerine tertip edi­len seferin ikinci merhalesi olarak düşünülmekte olan Trabzon fethini tacil etti. Ancak, Fâtih olaylardan şu sonucu çıkarmıştı ki, arkasında, her zaman için tehlike teşkil edebilecek olan Akkoyunlu Devletini bertaraf etmeden veya bu devleti nötr hale koymadan Trabzon üzerine harekâta geçmek hatalıdır. Bu sebeplerle Fâtih, 1459 kışında hazırlıklarını geniş ölçüde yaptı. Sadrazam Mahmud Paşa Edirne’ye giderek kara kuvvetlerinin ihtiyaçlarını hazırlarken, deniz kuvvetleri de titiz bir şekilde tertip ve tanzim edildi. Kara ordusu sa­dece Sinop ve Trabzon yürüyüşlerine göre değil, muhtemel bir hesapla Uzun Haşan Bey’in ordusu ile de çarpışacak sayı ve güçte tertip edildi.23 Deniz kuv­vetleri ise 100 parça savaş gemisi ve 10 adet nakliye gemisi olarak Gelibolu sancak beyi Kâzım Bey ile Derya beylerinden Yâkub Bey’in komutasında sevk olunmuştu.24 Donanma her ihtimale karşı, Anadolu dağlarının topçu ağırlıkları­nı geçirmede engel teşkil edebilecekleri hesap olunarak yeteri kadar top ve mühimmatı yüklenmiş, öylece yola çıkmıştı. Fâtih ise, önce Bursa’ya gitmiş, ordu ve donanmanın hareketinden sonra sefere katılmak üzere Sinop’a yönel­mişti.

Candar oğullan veya İsfendiyar Beyliği problemi çözülünce, Pâdişâh do­nanmaya Trabzon’a doğru hareket emrini verdikten sonra, kendisi sâhil yolunu terkederek; çok eski bir yolu, Asur tüccarlarının kullanmış oldukları kervan yolunu takibederek Sivas’a geldi.25 Burada Gedik Ahmet Paşa’yı Koyulhisar’ın istirdadına memur etti. Gedik Ahmet Paşa üç gün içinde kaleyi aldıktan sonra, Osmanlı ordusu sağ ve sol koldan olmak üzere iki kol halinde ve sağ kol Pâdişâhın emr-ü kumandasında, sol kol da Mahmud Paşa’nın yönetiminde Er­zincan’a doğru hareket etti. Öncü kuvvetlerine Gedik Ahmed Paşa kumanda ediyordu. Koyulhisar’ın alınışından sonra Osmanlı ordusunun on yedi gün içinde Tavros dağlarını aşarak Erzincan ovasına indiği bilinmektedir.26 Bu sırada ön­cü birliklerinin ufak tefek müsademelerde bulunduğu, Hamza Paşa’nın bozguna uğraması üzerine, Gedik Ahmed Paşa’nın süratle yardıma gelerek durumu dü­zelttiği, Uzun Haşan Bey’in ise kuvvetleri ile Kemah cihetinde ordugâha gi­rerek, amcaoğullarından Hurşit Bey’i öncü birlikleri ile ileriye sevkettiği, Munzur dağı eteklerinde bunlann pusuya girdikleri ve iki tarafın öncülerinin Os­manlı ordusu Erzincan ovasına inmeden önce Yassıçemen yaylasına vardığı sı­rada savaşa tutuştukları, neticede Gedik Ahmet Paşa’nın galebe etmesi üzeri­ne, Uzun Hasan Bey’in durumu müzakere ettikten sonra, annesi Sara Hatun ile Çemişgezek Beyi Kürt Hasan Bey başkanlığında bir elçilik heyetini kıy­metli hediyelerle birlikte Pâdişâha gönderdiği, bütün kaynaklarda müştereken ifade edilmektedir. Uzun Haşan Bey’in elçileri, geceleyin Sadrazam Mahmud Paşa’yı bularak onun tavassutunu rica ettiler. Mahmud Paşa söz konusu ara­cılıkta hiç zaman kaybetmedi ve elçileri aynı gece Pâdişâhın huzuruna çıkar­tarak iki tarafın anlaşmasını sağladı.27 Görüşmelerde Pâdişâh, Sara Hatun’a ana-vâlide, Kürt Haşan Bey’e de baba şeklinde hitâbetmiş, Uzun Hasan Bey’in gönderdiği hediyelerden memnun olmuş ve Akkoyunluların Osmanlı toprakla­rına ve bu devletin himayesindeki yerlere tecâvüz etmemesi, Trabzon Rum İm­paratorluğuna yardımda bulunmaması şartları ile bir anlaşma yaparak metni, yazdığı özel bir mektupla birlikte Uzun Hasan Bey’e göndermişti.28

Fâtih’in böylece Trabzon’a yardımda bulunacak en güçlü devleti saf dışı etmesi, bu imparatorluğun kaderini de tâyin etmiş oluyordu.29 Bundan sonra Fâtih’in Bayburt üzerinden Trabzon’a teveccüh ettiği görülmektedir. Yola çık­madan önce Pâdişâh, Sara Hatun’a, “Trabzon üzerine gidevüz, gel ana bizimle bile git, oğlun gazâ savâbından mahrum oldu, sen bari ol fazileti hâsıl it” diyerek30 onu da beraberinde götürmüştür. Fâtih’in Sara Hatun’a karşı muhab­bet gösterdiği ve devamlı olarak sohbetinde bulundurduğu Trabzon’un fetih gününe kadar aralarında geçen konuşmaların vekayinâmelerde yer alacak öl­çüde değerlendirilmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim ordu Bulgar dağını31 aşarken Pâdişâhın askerleri imtisâlen yaya olarak dağa tırmanması üzerine Sara Hatun, “Hey oğul, bu Trabzon için bunca zahmetleri çekmek neden?” Pâdişâh cevap verdi kim: “Ana, bu zahmetler Trabzon için değildir. Belki bu zahmetler Allah içindir. Zirâ elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyâr itmeyevüz bize gâzi dimek lâyık olmaz. Hem yarın Hak Hazretinden hâcil oluruz.” Ve Trabzon önünde Sara Hatun’la olan bir muhavere de onun, Pâdişâhın gösterdiği ilgiden cesaret alarak, “Oğul, bu kal’ayı bana bağışla, gelinime mü­tealliktir”32 gibi pasajlar bu tezi doğrulamakta ve Trabzon’un fethinden sonra elde edilen ganimetlerden kıymetli parçaları ona ve oğlu Uzun Hasan Bey’e hediye etmesi de bu husûsu te’yid etmektedir.

Fâtih, Uzun Hasan Bey’le anlaşmaya vardıktan sonra Mahmud Paşa’yı Rumeli kuvvetleriyle sol koldan (Kelkit - Şiran - Gümüşhâne) Trabzon üzerine şevketmiş, kendisi de Anadolu birlikleri ve kapıkulu askeriyle yukarı yoldan, Karakulak - Maden - Bayburt üzerinden ilerlemişti.33

Osmanlı ordu ve donanmasının Trabzon’u kuşatmasında ufak tefek de olsa farklı mütalâalar vardır. Bedâyi’el-vekayi’ 238/a ile Neşrî göst. yer. Osmanlı donanmasının limana girişinin Fâtih’in Trabzon önünde ordugâhını kuruşundan sonra vâki olduğunu beyan etmektedir. Dukas da, 211. donanmanın yol boyun­ca Rum savaş gemileriyle müsademelere tutuşmasından gecikmiş olduğunu kaydetmektedir. Ordunun da bu durum karşısında donanmanın gelişine kadar kaleyi kuşatmak için bir tedbir almadığı ifade olunmaktadır. Buna karşılık Hammer, 64. Mahmud Paşa’nın donanma ile geldiğini ve Pâdişâhın Trabzon kalesi önüne inişinden bir hayli zaman önce kaleyi kuşattığını bildirmektedir. İ. Hakkı Uzunçarşılı ise 54. Osmanlı donanmasının ordu-yi hümâyunun Trab­zon önüne varışından tam bir ay önce limana girerek karaya asker döktüğünü ve kaleyi kuşattığını yazmaktadır. Bu hususta daha geniş bilgi veren Kritovolos 154. kale önüne ilkönce donanmanın gelerek karaya asker çıkardığını, Trabzon Rumlarının Türk ordusunu karşılamak üzere kaleden çıktıklarını, fakat mağlûp olarak tekrar surlara çekildiklerini, bundan sonra Türklerin şeh­re ulaşan gedikler dışında kalan bütün mevkileri ele geçirerek kaleyi hem de­nizden, hem de karadan kuşatmış olduklarını, böylece geçen 28 günden sonra Mahmud Paşa’nın maiyetindeki kuvvetlerle kale önüne gelerek kumandayı devraldığını ve ordu-yi hümâyunda bulunan Rumca kâtibi Thomas Katavolinos’u kaleye göndererek teslim tekliflerinde bulunduğunu ve İmparatorun bu teklifleri kabûl ettiğini, ancak Pâdişâhın gelişine kadar mehil istediğini, Pâ­dişâhın ise Mahmud Paşa’nın gelişinden bir gün sonra Trabzon önüne inmiş olduğunu ve kendisi için hazırlanan otağa yerleşliğini anlatmaktadır. Trabzon imparatoru David Comnenos adına kalenin teslimi müzakerelerinde bulunan şahsın imparatorluk Başmabeyncisi Yorgi Amuraki olduğu ve kaleyi Pâdişâh adına Mahmud Paşa’ya teslim ettiği söylentisi de vardır.34 Ancak, kalenin Fâ­tih Sultan Mehmed’in gelişinden sonra teslim alındığı ve Mahmud Paşa komutasındaki yeniçeri ile azep birliklerinin 21 Muharrem 866 Cuma günü (26 Ekim 1461) şehre girdikleri daha gerçek olarak kabûl edilmektedir.

Trabzon fethedildikten sonra, bu sancak beyliğine Gelibolu Sancak Beyi Kâzım Bey tâyin edilmiş ve müstahfız olarak 400 nefer yeniçeri ve sekban kaleye yerleştirilmiş, sadece savaşa katılan Rum askerlerin evleri müsadere edilerek bunlara verilmiş, 1500 kadar Rum genci de devşirilerek Türke gön­derilmişti.

Böylece Anadolu’da Hıristiyanlığın dayanak noktalarından sonuncusu da ortadan kaldırılmış, Anadolu’nun Müslüman Türklerin yurdu haline getirilmesi yolunda 390 yıldan beri yürütülen mücâdele başariyle sona ermiş oluyordu.

_________________________________________

(1) Trapezos bir burun üzerine bina edilmiştir. Şehrin bir tarafı geniş, diğer tarafı ise oldukça dar olup, masaya ya da, tavus kuşuna benzer ve ismini bu benzetme­den almıştır. Şehrin çevresi yaya olarak bir saatte dolaşılabilir. Şehrin surundan başka orta hisar bir duvarla ayrılmıştır. Ortada Xonsa Konda denilen bir kule vardır ki, Trabzon Rum İmparatorları burada ikamet ederlerdi. Daha sonra OsmanlI fethinde burası yine Paşa sarayı olarak kullanılmıştır. Orta hisar, asıl şehre dört kapı ile açılmakta idi. Bundan sonra Aşağı hisar denilen mahal gelir. Burası da şehirden dört kapı ile ayrılmıştır. Çevreyi dolanan sur, kaya parçalarından ya­pılmış olup, üzerinde bir araba dolaşak kadar genişliktedir. Bu iki hisar kayalar arasından açılmış derin bir hendekle şehirden ayrılmıştır. Hendek üzerinde köp­rüler bulunur. Asıl şehir ise 28 Mahalleden ibarettir. Limana gelince, burası poy­raz rüzgârlarına açık bulunmaktadır. Hammer III. 63.

(2) Justinianus. Novella. XXXI. Von Lngenthal bas. dan naklen. Esed Rustum. Er-Rum Beyrut. I. 132

(3) "W. M. Ramsey. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası Çev. M. Mektaş. İst. 1961. 359. 501.

(4) Hanna Comnena. Alexiades. Çev. Cousin. 247.

(5) İ. P. Fallmerayer. Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt. 1827. Çev. C. Erten, T.T.K. 17.

M. Halil Yinanç. Türkiye Tarihi, Selçuklular devri 1944. 112, İ. Kafesoğlu Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu. 1953. 114-115.

(6) İbn. el. Esir. el-Kâmil. Mısır. 1301. X. 249.

(7) İ. Hakkı Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi. II. 50. Aynı müellif. Anadolu Türk Bey­likleri, 1937. 105.

(8) İ. Hakkı Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi. Göst. Ter.

(9) O. Turan. Selçuklular Tarihi. 1965. 211.

(10) Mehmet Aşık. Menâziru’l-avâlim. Manisa 1384. 229/a’dan naklen.

(11) Michele Panaretes. Chronique de Trebisonde. Lebeau. Histoire du Bas Empire XX. e, ek. 494.

(12) W. Hinz. Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd. Çev. I. Bıyıkoğlu. 1948. 19.

(13) Âşık Paşazade. Târih-i âl-i Osman, Yay. Âli Bey. 1332. 156.

(14) İmparator ile Hızır Bey yıllık vergiyi 2000 altın olarak tespit etmişlerdi. Fallmerayer. Aynı eser. 243 ve J. Von Hammer Pugstall. Devlet-i Osmaniye. Târihi Tay. M. Ata. 1329. III. 63. Ancak ahidnâmeyi tasdik için İstanbul’a getiren David Comnenos’a Pâdişâh yıllık vergiyi 3000 altına çıkardığını bildirmiştir.

(15) Koylu hisar. A. Esterâbâdî. Bezm-ü Rezm. İst. 1928. 529. İbn. Kemal. Târih-i âl-i Osman. Yay. Ş. Turan. Ankara 1954. 198. Koyunlu hisar, Hüseyin. Bedâyi-el vekayî. Moskova 1961. 237/a, Hoca Sadeddin Tâcüt-tevârih. İstanbul 1279. I. 476. Koyulhisar. Neşri. Cihannüma. Yay. F. R. Unat - M. A. Köymen. Ankara 1957 II. 749.

(16) A. Esterâbâdî. Ayni eser. 529. 5530.

(17) Selahattin Tansel. Osmanlı Kaynaklarına göre Fâtih Sultan Mehmed’in askerî ve siyasi faaliyeti. 1971. 261.

(18) İbn. Kemal. Ayni eser. 187.

(19) Kalo İohannes Kapadokya’nın cihaz olarak armağan edilişini Trabzon değil, Bi­zans imparatoru sıfatiyle tescil ettirmiş olmalıdır. Chalcocondyles. Historia. 490.

(20) Hammer. Ayni eser. Göst. yer.

(21) İbn. Kemâl. Ayni eser. 198. Bedâyi’el-Vekayi 237/a, Neşri; Ayni eser 749, Âşık Paşazade, Ayni eser. 158.

(22) Koylu Hisarbeyi Hüseyin Bey Hazret-i Hüdâvendigârın zeyl-i himâyetine sığın­mış idi. İbn. Kemal 198.

(23) Kara kuvvetlerinin iki yüz bin kişi olarak tertip olunduğu belirtilmektedir. Saruca Kemal. Selâtinnâme. 158.

(24) Kritovolos. (Târih-i Sultan Muhammed-i sâni. Çev. Karolidi. 1328, 146, 147. nakliye gemileri hariç elli çift kürekli 300 savaş gemisi olarak tesbit eder. Dukas. Bizans Tarihi Çev. Mırmıroglu. 1956, 210.

(25) Kritovolos. Ayni eser. 153 Fâtih’in Sinop’tan İç Anadolu’ya doğru yürüyüşünde hedefin, Akkoyunlu devletinin merkezi Tigranokerta şehri olduğu kanısındadır. Kritovolos, Tigranokerta adıyla, her halde muahhar ermeni geleneklerine göre adlandırılan Diyarbakır’ı kasdetmektedir. Bak. İslâm Ansiklopedisi Madde. Meyyafarıkin.

(26) Tavros dağlarının Toros dağlarına paralel olarak uzanan Akdağ olduğu tahmin olunmaktadır. W. M. Ramsay. Ayni eser, Kritovolos, ayni eser.

(27) Tursun Bey. Târih-i Ebul-Feth. T.O.E.M. 1330 XXVI. 100.

(28) İdris-i Bidlîsî. Heşt Bihişt. III.

(29) Mamafih Fâtih’in Akkoyunlu devleti üzerine yürüyüşe geçmesini bir gösteriş sek­linde kabul eden tarihçiler de vardır. İ. H. Uzunçarşılı. Ayni eser. II. 54.

(30) İbn. Kemal. Ayni eser. 199.

(31) Bugün bu yörede bu isimde bir dağ yoktur. Kaynakların tarifine göre söz konusu dağın Zigana geçidi olması muhtemeldir. Bir de Şiran’ın kuzeyine düsen Burgababa dağı vardır.

(32) Neşri. Ayni eser. Göst. yer.

(33) İbn. Kemal. Ayni eser. Göst. Yer.

(34) Yorgi Amuraki’nin (Georges Amuratzes) şahsiyeti hakkında bak. Mırmıroğlu. Fâ­tih Sultan Mehmed devrine ait tarihî vesikalar. 1945. 94.