Makale

ALLAH Hakkınızda Kolaylık Murâdeder

"ALLAH Hakkınızda Kolaylık Murâdeder..."(1)

Lûtfi DOĞAN

Oruç, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar ibâdet niyetiyle yemekten, içmekten, cinsî tekarrübden ve orucu bozacak diğer şeylerden insanın ken­disini men’etmesidir. Ramazan ayı süresince devam eden ve bütün mü’minlere farz olan bu ibâdet, İslâm Dîninin beş esâsından birini teşkil eder.

Cenâb-ı Hak bizlere olan nimetlerini tamamlamak, ayrıca maddî ve mânevî zararlardan korunmamız için bizleri bu ibâdetle mükellef kılmıştır. İbâdetler zahirde birer vazifedir, külfetleri vardır. Fakat hakîkatta bu vazifeler (ibâdet­ler), bizler için pek büyük İlâhî ni’metlerdir. Bedenî ibâdetlerimizden biri de, oruç ibâdetidir. Dînimizin esaslarına göre akıllı olan ve bülûğ çağına gelmiş bulunan her Müslüman oruç ibâdetiyle mükelleftir.

Kur’ân-ı Kerîm’de meâl olarak şöyle buyurulur:

“Ey îman edenler! Sizden öncekilere farz edildiği gibi size de sayılı günler­de oruç farz kılındı. Umulur ki, bu sâyede fenalıklardan korunursunuz (müttakîlerden olursunuz)...

İçinizden her kim ramazan ayında hazır bulunur ise, onu oruçlu geçirsin. Kim hastalanır yâhut yolcu olur da oruç tutamazsa, tutamadığı günler sayı­sınca diğer günlerde oruç tutar. Allah sizin için kolaylık murâdeder, yoksa hakkınızda güçlük dilemiyor”.2

İnsanın biri maddî, diğeri mânevî olmak üzere iki cephesi vardır. Allah Teâlâ insanı bedenî ve rûhî yapısı itibâriyle diğer varlıklardan mümtaz kılmış ve onun kemâlini sağlayacak düsturları peygamberler vasıtasiyle bildirmiş, bir­çok emir ve nehiylerle insanı mükellef tutmuştur. İnsanların ibâdetlerde (emir ve nehiylerde) ki, maddî ve mânevî faydaları, sırf maddî olabilecek diğer gö­revlerindeki faydalardan çok daha büyüktür. Zîrâ gerek bedenî ve gerekse malî ibâdetlerimizde hem dünya ve hem de âhiret mutluluğu mevcuttur.

Daha geniş bir ifade ile İslâm Dîninin esaslarına göre samîmî bir niyetle ve Allah Teâlâ’nın hoşnutluğu için, dürüst ve meşrû olarak yapılan dünyâya âit işler bile ibâdet sayılmaktadır. “Niyetlerle âdetler ibâdet olur” sözü bu ger­çeği beyan eder.

İslâm Dîninin cihanşümûl bir din olmasının hikmetlerinden birisi de, bu gibi yüksek düsturları ihtiva etmiş olmasıdır. Bir âyet-i celîlede meâl olarak şöyle buyuruluyor:

“Allah sizin için dinde zorluk kılmamıştır.”

Dînimizdeki bütün emir ve teklifler şer’î hikmetleri ve mahiyetleri itibâriyle insanların hayrını hedef tutan İlâhî bir lûtuftur.

Oruç ibâdeti de, fertlerin sıhhati, rûhî terbiyesi, cemiyet fertleri arasında yardımlaşmanın sağlanması, karşılıklı sevgi ve saygının husûlü, hattâ insan­lar arasında huzur ve âhenkle çok yakından ilgilidir. Bununla beraber bir Müs­lüman orucunu ancak Cenâb-ı Hakk’ın emri olduğu ve O’nun hoşnutluğu için tutar. Nitekim bütün görevlerini de bu duygu ile yerine getirir.

Biz burada orucun hikmetleri ve faideleri ile ilgili birkaç hususa işaret etmiş olacağız.

Peygamber Efendimiz (S.A.S.)’in bir hadîslerinde, “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.” buyurulmuştur. Orucun sıhhî bakımdan birçok faideleri olduğu muhakkaktır. Oruç sebebiyle mide dinlenme imkânı bulur. Birçok iç organların temizlenmesi sağlanır, vücut birçok ağırlıklardan ve fuzulî şeylerden kurtulmuş olur, oruç tutan herkes kendisinde bu rahatlığı ve zindeliği kolaylıkla hisseder. Nitekim hekimler, tedavi ettikleri kimselerin birçoğuna çeşitli perhizler tav­siye etmektedirler. Hâlbuki bir ibâdet edâ edilirken sıhhati tanzim edecek bir tedavi de kendiliğinden yapılmış oluyor.

Oruç insana, sabretme alışkanlığı kazandırır, zorluklara tahammül gücünü arttırır, iradesine, duygularına hâkim olmasını sağlar. İnsanın şahsiyetinde, ruhunda takva (fenâlıklardan korunma) melekesini meydana getirir ve insanı rûhî olgunluğa ulaştırır. Zaten orucun farz kılınmasının hikmetlerinden biri de insanı takvâya ulaşmağa en büyük vesile olmasıdır. Çünkü oruç sebebiyle in­san, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını, sevgisini kazanmak ve O’nın ikabından uzak kal­mak için yemesini içmesini belirli bir süre için terk eder. Hadîs-i Kudsîde, “Oruç benim için tutulan bir ibâdettir. Kulum benim hoşnutluğum için yemesini, içmesini ve cinsî arzusunu terk eyler, onun karşılığını da ben veririm” buyurul­muştur.

İnsanın kendi alınteri ile meşru olarak kazandığı helâl malını, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğu için, ihtiyacı olduğu halde yemekten kendisini men ediyor. Bu duygu ile helâl malını yemekten sakınan bir kimsenin başkalarına âit (fert, cemiyet ve millet veya devlet kim olursa olsun) bir mala, harama el uzatması düşünülemez. Demek oluyor ki oruç insanı bütün kötülüklerden koruyor.4 Oruç’un farziyyetini bildiren âyet-i celîlenin son cümlesi de bu inceliğe işâret ediyor ve

“Umulur ki fenalıklardan korunursunuz” buyuruluyor.

“Oruç, oruçluyu fenalıklardan koruyan bir kalkandır”5 meâlindeki hadîs-i şerif ne kadar hikmetlidir...

Oruç, iyilikleri bilme, nimetlere şükretme vesilelerinden biridir. İnsanın belirli bir zaman için muhtaç olduğu nimetlerden, kendi arzusu ile uzak kal­ması, onların değerinin ne kadar büyük olduğunu anlamasına sebep olur. Çünkü nimetlerin içinde bulunan bir kimse her zaman onların kadrini gereği gibi tak­dir edemez. Fakat böyle bir sebeple onlardan bir müddet için uzak kalınca, ne kadar önemli olduklarını daha iyi kavrar ve bunları ihsan eden Cenâb-ı Hakk’a şükür görevini daha mükemmel bir şekilde yerine getirir.

Yûsuf Peygamber Mısır’da iken, az yer ve çoğu zaman günlerini aç geçi­rirmiş, yakınları sormuşlar: “Ey Allah’ın sevgili kulu! Hazîneler kendi eliniz­de, niçin böyle açlıkla vakit geçiriyorsunuz?” Cevaben: “Korkuyorum ki, kendi karnımı doyurur isem, aç olan kimseleri (fakirleri) unuturum” demiştir.

Oruç, belirli bir zaman için zengin ile fakiri müsâvî kılar, zengin kimsele­rin, fakirlerin durum ve elemlerinden haberdar olmalarını sağlar. Onları açlık eleminden bir an önce kurtarmak için, merhamet duygularını harekete getirir.

Oruç, insanlar arasında birlik ve intizam fikirlerini geliştirir, adalet ve eşitlik sevgisini takviye eder. Mü’minler arasında merhamet, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan yardımlaşma duygularını geliştirir ve te’yid eder.

Üzücü hâdiselerin meydana gelmesine mâni olur. Çünkü oruç tutan insan, bütün âzâlarmı her çeşit kötülükten men etmek zorundadır.

Oruç, hakîkî mânâda bir eğitimdir. Bir ruh eğitimidir, öyle bir eğitim ki, insana hem rûhî olgunluğu vc hem de âhiret mutluluğunu kazandırır.

Oruç sayesinde insan, nefsine, iradesine hâkim olma saâdetine erer. Fena alışkanlık ve duyguları frenleme imkânına sahip olur. Bunun için oruç, “Mü­câhitlerin kalkanı, müttakîlerin dizgini, iyilerin riyazetidir” denilmiştir.

Oruç, kul ile Allah Teâlâ arasında bulunan, başkalarının muttali olamaya­cağı bir sırdır. İnsanlar birbirlerinin zahir durumlarına muttali olabilirler, fa­kat insanın oruçla alâkalı niyetinin ne olduğunu ancak Rabbi ve bir de ken­disi bilir.

Görülüyor ki İslâm Dîninin her emri insanlara hayat vermek ve onları her iki âlemde mes’ut kılmak içindir. Zîrâ inanmış bir kimsenin yaptığı ibâde­tin faydaları, kendisini, hattâ âile fertlerini aşıyor, içinde yaşadığı cemiyetin huzur ve selâmetine, birlik ve tesânüdüne en güzel vesîle oluyor. Gıptalar ol­sun bu görevlerini gereği gibi yapanlara...

________________________________________

(1) El-Bakara sûresi âyet: 185.

(2) El-Bakara sûresi âyet: 183, 185.

(4) Buhari, Kitabus-Savm.

(5) Buhari, Kitabus-Savm.