Makale

ALP ARSLAN’IN ŞAHSİYETİ VE İSLÂMA HİZMETİ

ALP ARSLAN’IN ŞAHSİYETİ VE İSLÂMA HİZMETİ

Dr. LÛTFİ DOĞAN

Selçukîlerden önce İslâm dünyası, siyasî, mezhebî çeşitli cereyan­ların tesiri ile bölünmelere maruz kalmakta, dışardan da Hristiyan, Bizans ve Avrupa’nın saldırılarına sahne olmaktaydı.

Umumiyetle Selçukîler, İslâm dünyasına yeniden bir canlılık ve huzurlu bir düzen getirmiş, Müslümanların birlik ve beraberlik için­de gelişmelerini sağlamıştır. Bâtıl fikrî ve mezhebî cereyanlar dur­durulmuş, Türkler isteyerek ve severek benimsedikleri İslâm dinini, kurdukları ve geliştirdikleri ilim ve kültür müesseseleri ile yaymış­lar ve yerleştirmişlerdir. Alp Arslan, O’nu müteakip Melikşah dev­rinde, dinî bütünlüğe, birlik ve beraberliğe çok önem verilmiş, sev­gili Peygamber’in yolu kuvvet kazanmıştır.

Selçukîler Afrika dışında, bütün İslâm dünyasına ve fethettik­leri Anadolu’ya hâkim olarak siyasî birliği kurdular. Siyasî birliğin yanısıra, eğitim birliğini sağlayan medreseler, kütüphaneler ve ben­zeri ilim müesseseleri ile hâkimiyetlerini perçinlediler.

Bu gelişmelerde Büyük Selçukî Sultanı Gazi ve Şehit Sultan Alp Arslan’ın şahsiyetinin tesiri büyük olmuştur.

Alp Arslan H. 420 veya 421, M. 1030’da doğduğuna göre ölü­münde 42 veya 43 yaşında bulunmasına ve saltanatı ancak dokuz yıl sürmesine rağmen, zamanında büyük zaferler başarılmış, amcası tarafından kurulan Selçuk imparatorluğu daha fazla genişlik ve güç kazanmıştır. Anadolu’yu Türk’e yurd, İslâm’a yuva yapan Alp Ars­lan, az zaman içinde çok işler başardı. Kendisine zamanmda “Cihan Sultam” unvanı veriliyordu.

Alp Arslan çok dindardı ve ülkeler fethetmeyi severdi. O’nun hakkında kaynaklar “Adil Sultan” (Sultanu’l-âdil) “Fetih Babası” (Ebu’l-Feth) lâkabını kaydederler. Hükümdarlar tarihine ve din ilim­lerine çok meraklı idi. Yüksek ahlâk ve karakteri, verdiği sözlere sadakati sayesinde hükümdarlar, kolaylıkla, çekinmeden O’nun tâ­biiyetine giriyordu. Devlet idaresinde adalete dikkat eder, dediko­duya ve iftiralar karşısmda tesire kapılmazdı. Bir gün namaz kı­larken, Nizamü’l-Mülk aleyhinde önüne konulan bir jurnali okuduk­tan sonra, vezirine: “Eğer doğru söylüyorlarsa ahlâkını düzelt; eğer iftira ediyorlarsa onları affet ve bu gibi şeylerle uğraşmağa vakit bulamamaları için onları mühim işlerle uğraştır1”, tavsiyesi O’nun yüksek ahlâkı ve idareciliğine güzel bir örnektir.

Alp Arslan insanlara çok acırdı, şefkatli idi. Divanında fakirle­rin isimleri ve onlara tahsis edilen para miktarı yazılı idi. Ramazan­da fakirlere 15.000 dirhem dağıtırdı. Sarayında fakirlere yemek da­ğıtan ve günde 50 koyun kesen bir aşhane vardı, iyi bir Müslüman olmasına rağmen, Türk âdetlerini de yaşatırdı. Eski Türk geleneği­ne göre emir, bey ve askerlere büyük ziyafetler verir, hediyeler da­ğıtırdı.

Sultan Alp Arslan dinine çok bağlı idi. İslâm dininin bütünlü­ğüne çok itina eder; bâtıl ve sapık inanç erbabı ile daimi bir mücadele içindeydi. Nizâmü’l-Mülk siyâsetnamede, Alp Arslan’ın bu ko­nudaki titizliğini gösteren bir olayı anlatır: Alp Arslan, Ürdün adın­daki bir kumandanın Bâtınî olan Deh Huda’yı kendine kâtip aldığı­nı duyar ve çok üzülür. Durum soruşturulur ve neticede Alp Arslan şöyle söyler: “... Kabahat Ürdün’ündür. Bu bâtınî’yi hizmetine al­dı. Ben kaç defa söyledim ki biz bu bâbda bigâneyiz. Bu vilâyeti kahren zabdettik. Biz cümleden pek Müslümanlarız … Türkleri, pek Müslüman oldukları, hevâ ve bidat bilmedikleri için Allah Teâlâ aziz etti.2

Dinde bâtıl fikir ve inançlardan uzak kalmayı ister, dinî çekiş­meler içinde olmayı hiç sevmezdi. Türkler inançta ve davranışta bu temizliğe erdikleri için Allah’ın izzetine nâil olmuşlardır.

Gizli hüviyet ve maksatlarla çalışan aşırı Şiî faaliyetini ve dinin esaslarını ve ahlâkını başka yöne çevirici sapık batınî fesadının ken­di devleti, İslâm dini, ilmi ve medeniyeti için teşkil ettiği tehlikeyi çok iyi kavramıştı. Aşırı şiî ve bozguncu batınîlerin yıkıcı faaliyet­lerinin ötesinde, sünnî mezhepler arasında gerginlik eksik değildi. Tuğrul Bey zamanında veziri Amidu’l-Mülk’ün, Eş’ârîlere karşı aç­tığı mücâdele, O’nun azli ve Nizâmü’l-Mülk’ün yerine geçmesiyle son bulmuştu. Buna rağmen Hanbeliler ve Eş’ârîler arasında mezheb münakaşaları ve bazı hâdiseler devam ediyordu.

Bu mezhep çekişmeleri karşısında Alp Arslan veziri Nizâmü’l- Mülk’ün bitaraf kalmasını istiyordu. Yalnız ilmin gelişmesini sağla­yıcı tedbiri alıyordu. Nitekim kendi adıyla kurulan Nizamiye Med­resesi müderrisi Ebu İshak Şirazî’ye yazdığı mektubda, Sultan’ın ve kendisinin yalnız bir mezhebi himaye etmediklerini ve mezhepler arası bir ayırım siyâseti gütmediklerini, Nizâmiye Medresesi’nin sa­dece ilmin korunması ve yükselmesi gayesiyle açıldığını, Eş’ârîlerin Hanbelilere hücumlarının doğru olmadığını, Ahmet b. Hanbeli’n de imamlar arasında bulunduğunu hatırlattı3.

Ayrıca dinî bütünlüğü gerçekleştirmek, Müslümanların mezheb çekişmeleri içine itilmelerine engel olacak esasları tesbit etmek ve bu konuda uyarılar yapmak maksadile, bütün vâizler divanda top­landıkları, durum müzakere edildi ve vâizlerin va’zlarında ihtilâfları doğurucu meselelere temas etmemeleri kararlaştırıldı4. Bir tedbir olarak da Nizâmiye Medresesi’nde, bir münazara dolayısiyle, çık­ması muhtemel nahoş bir hâdiseyi önlemek gayesiyle medresenin kapılarına Türk muhafızları kondu. Bununla beraber onun adalet ve dindarlığı başka dinlere karşı adalet ve insafla muamelesine mani değildi. Hristiyanlar en büyük yenilgiyi Alp Arslan’dan gördükleri halde devrin Bizans, Ermeni ve Süryanî kaynakları O’nun adaleti ve yüksek insanî vasıflarını övmekle müttefiktirler.

Alp Aslan’ın sultanlığındaki adaleti, temiz dindarlığı ve kah­ramanlığı, “Gazi ve Şehit” Alp Arslan’ın büyük tarihî şahsiyeti, O’na keramet ve kudsîyet atfeden bir takım rivâyetlerin meydana çıkmasına sebeb oldu. Bunlardan birine göre; Horasan Çölü’nü ge­çerken askerlerin susuz kalması Sultanı üzmüş ve otağına çekilmiş, “başını açıp” Allah’a sığınmış, az sonra yağan bol yağmur saye­sinde askerler ve hayvanlar tehlikeden kurtulmuştur5.

Kafkas seferinde Melikşah’ın Meryem-Nişîn muhasarasında âciz kalması ve gece bir zelzele ile surların yıkılıp fethin mümkün olması da onun kehânetine atfedilmiştir.

Alp Arslan gerçekleştirdiği siyasî birlik ve askerî kudretin ya­nında bir de mefkûre birliğini sağlamak gayesiyle medrese ve zâviyeler kuruyor, âlimlere vakıflar ve maaşlar tahsis ederek, büyük bir ilim ve kültür faaliyetine katılıyordu. Bu hareket kendisinden sonra Melikşah zamanında daha da gelişmiştir. İlk Selçuk medre­sesi, Tuğrul Bey zamanında Nişabur’da yapılmış, Alp Arslan da 1067’de Bağdat’da yaptırdığı Nizamiye Medresesi her sınıf insanın bulunduğu büyük bir merasimle açılmıştır. İslâm dünyasının diğer şehirlerini de tezyin eden bu medreseler önceleri vakıflarla yaşıyor­du. Tahsili meccanileştiriyordu. Müderrislere ve talebelere maaşlar bağlıyordu. Devrin Ebu İshak Şirazî, Gazzalî ve Ebu Bekir Şasi gibi büyük âlimleriyle başlayan tedrisat Bağdad Nizamiye Medresesi’nin İlmî seviyesini göstermeye kâfidir6. Bu yüksek seviyeli ilim yuvala­rında, tedrisat yapan 44 âlimin adı verilmektedir7.

Ayrıca müderrislerin yanında yardımcı öğretmenler de bulu­nuyordu8.

Alp Arslan’ın kısa süren hükümdarlığı zamanında imâr faali­yetleri de mühim olmuştur. İmam-ı Azâm’ın türbesi, Nişabur’un Sadyuh Kalesi O’nun eseriydi. Alp Arslan şiir ve edebiyattan da hoşlanır. Edip ve şairleri korurdu.

Alp Arslan uzun boylu, kıvrık bıyıklariyle Türk ırkının güzel bir örneğiydi. Başında uzun bir taç taşırdı9. Babasının askerî ve am­casının da siyâsî dehasını belirtmiş, büyük faziletli bir insan, âdil dindar bir hükümdar olarak adı unutulmaz kahramanların arasına geçmiştir. O’nun büyük eseri Malazgirt Meydan Zaferi’nden 900 yıl sonra 1971’de şimdilik onun satırlara sığmayan şahsiyetini anarken, Türk Milleti ve İslâm dini için yaptıklarının önemini bir kere daha anlıyoruz. O, millet birliği ve zaferi, onun mânevî kaynağı İslâm bütünlüğü için savaştı. Hep birlik ve beraberlik istedi. Sevgili Pey­gamberin yolunu izledi. İslâm’ın temiz akidesini, bölücü, parçalayı­cı, yıkıcı ve bozguncu batınîlerin tecavüzlerinden korudu. İslâm di­nini ilimle, öğrenimle güçlendirdi. Tertemiz imanı, fazileti, adaleti ile Cenab-ı Hak’ın rahmetine kavuştu. Gazi ve şehîd Sultan Alp Arslan’ımızı saygıyla anar, ruhuna fâtihalar bağışlarız.

______________________________________

(1) İbn Esir, 10, 26.

(2) Çavdaroğlu, Siyâsefname (T. Tercüme), s. 175.

(3) M. Seyfettin, Selçuk Devri’nde Mezahib, Türkiyat Mec., 1. 101, 108.

(4) Atabetu’l-Ketebe, s. 52.

(5) Osman Turan, Selçuk T., s. 139.

(6) Selçuk T., 139.

(7) Dr. Ahmet Şevkî, T. Terbiye-i İslâmiye, 151, 1960, s. 210-211.

(8) Ravdateyin 1, 13.

(9) T. Selçuk T., 140.