Makale

MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZ

MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİMİZ

Hasan YILDIRIM-Ali YILDIRIM

İnsanoğlunun gözü, varoluşundan beri hep üstün değerlerde olmuştur. Bu üstün değerler her devirde insanlıkla birlikte yaşaya- gelmiştir. Tarih boyunca kendi özeliklerine sahip çıkan topluluklar Millî olma hakkını elde etmişlerdir. Millî ve manevî özelliklerini muhafaza için mücadele etmeyenler, ya etkisizleşmiş, ya da silinip gitmişlerdir.
Millet ve devletleri ayakta tutan bağlar vardır. Her milletin ve medeniyetin kendine has farklı özellikleri vardır. Onları diğer topluluklardan ayıran o toplumu meydana getiren duygu, düşünce, inanç ve hisleridir. Milletler, özünü teşkil eden hususlara sarıldıkça ayakta kalır, ayrıldıkça ayağa düşer.
Yüce Milletimiz Türk Milleti, tarih boyunca millî olma özelliğini muhafaza etmiş, manevî değerlere sadakati neticesinde özgün bir millet olma başarısını sürdürebilmiş ender milletlerdendir. Bizler bu başarının haklı gururunu taşımaktayız.
Geçmişte milletimizi ayağa düşürmek isteyenler olmuştur. Biz, bütün bu hileleri de ayakta tutan değerleri de tecrübe etmiş bir milletiz. Bizi birbirimize kenetleyen değerler etrafında birleştikçe ayakta kalmışız. Varlığımıza yönelik tehditlerden, bütünlüğümüze yönelik tehlikelerden hep Millî değerlerimizde birleşerek kurtulmuşuz. Birlik ve bütünlüğümüze yönelik tehdit ve saldırılara manevî değerlerimizle, Millî şuurumuzla karşı durarak bugünlere gelmişiz.
Millî ve Manevî Sözcüklerinden Ne Anlıyoruz?
Millî: Milletle ilgili olan, millete ait, millete özgü demektir.
Millet, yüce kitabımız Kur’an-ı Keıim’de şöyle ifade edilmektedir: “Ey insanlar, biz sîzleri bir erkek ile kadından yarattık ve birbiri- niz ile tanışasınız diye sizi şubelere, (ırklara, kavimlere) kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefliniz, takvada en ileri ola- nınızdır.” (Hucûrat, 13)
Bu ayete göre: İslamiyet, biyolojik ırk üstünlüğünü reddeder. Üstünlük ve şeref ancak Allah ve Rasûlüne iman, itaatle tayin olunur ki buna “takva” denir. Milletimiz asırlardır bu hassas ölçü dairesinde millî bir kimlik oluşturmuştur. Geçmişin güzelliklerini paylaşmak ve sahiplenmek isteyen her toplum gibi Türk toplumu da İs- lâmla şereflenmekle takva mühürlü manevî bir kimliğe sahip olmuştur. Yine bu kimlik sayesinde millî varlığını korumuştur.
Millî birlik; bütünlük, milletin ortak yolu ve ideali etrafında birleşmektir.
Manevî: Mana deyince akıl ve kalp anlaşılmaktadır. manevîyat: İç dünya, inançla ilgili, yürek, moral gücü anlamlarına gelir. Örf, adet ve gelenekler toplumlara moral gücü verir, manevî değerler toplumların sosyal yaşantılarını belirler. İnsanların duyguları, inançları onların iç dünyalarıdır. İnanç, iman, moral birliği milletin varlığının ve bekasının şartlarındandır.
Milleti Millet Yapan Değerler
Her milletin millet olmasını sağlayan kendine özgü yüce değerleri vardır. Bu değerlerin başında şüphesiz inançlar gelmektedir. Daha sonra bunu hemfikir oldukları prensipler ile diğer ortak değerleri takip eder. Millî bütünlüğü sağlayıcı önemli unsurlar arasında dinden başka, dil, tarih, coğrafya, soy, kültür, örf, adet, töre, gelenek vb. unsurlar vardır.
Bir millet varlığını devam ettirebilmesi için bu millî ve manevî değerlerine sahip çıkmalıdır. Bu değerlerin zaafa düştüğü ya da düşürüldüğü dönemlerde milletlerin varlıkları da tehlikeye düşmüştür. İnsanlık tarihi bunun acı örnekleriyle doludur. Geçmişte ecdadımızın da bu acı hakikati tecrübe ettiği hepimizin bildiği tarihi bir gerçektir.
Bizi biz yapan, yani millet yapan ve birliğimizin teminatı olan ana unsur dinimizdir. Milletimiz İslamiyetle şereflendikten sonra ilim ve san’at temeli üzerine güçlü medeniyetler ve devletler inşa etmişlerdir. Milletimizin bu başarısını hazmedemeyen başka milletler, millî bütünlüğümüzün ana karakteri olan dinimize saldırarak parçalama yoluna gitmişlerdir. Zira anlamışlardır ki manevî bütünlüğü sarsılan bir toplumun parçalanarak yok edilmesi daha kolaydır. Bizimle uğraşanlar bizi en çok bu yolla yok etmeye ya da kendilerine benzetmeye çalışmışlardır. Milletimiz, geçmişi paylaşmak ve sahiplenmek, geleceğe taşımak arzusunda olan her millet gibi yüksek medeniyetini gelecek nesillere de aktarmayı bir ideal telakki etmiştir. Bu arzusunu gerçekleştirmek isterken her dönemde önüne manialar çıkmış, bunlarla sürekli mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Savaşların ve kavgaların çoğunun, inanışlar ve menfaat çatışmalarından çıktığı tarihi bir hakikattir. Cehalet ve fesat neticesi huzur ve barışı menfaatlerine uygun bulmayanlar hak ve hakikate savaş açmışlardır.
Şanlı milletimiz, bütün insanlığın kurtuluşu için gelen İslam’la müşerref olduktan sonra onun bayraktarlığını yapmayı ülkü edinmiş ve bu yolda çok mücadeleler vermiştir. Hak yolunda can vermeyi şeref addeden bir topluluğun, cehaletin karşısında mücadele etmemesi elbette düşünülemezdi. Bu yüzden milletimiz kendini hep savaşlar içerisinde bulmuştur.
Medeniyetler güneşi İslâm’ın önüne zaman zaman bulutlar gelmiştir. Mücadelede hakikatin önüne çekilen bulutlar dağılmaya mahkûm olmuştur. Milletimiz, sürekli hakikate çekilen perdeleri aralamak gayesiyle hizmet etmişlerdir.
Tarihinden, kökünden kopuk bir millî heyecan, geçici heves ve anlayışlara terkedilemez. Süreklilik ve popülizmle yetiııilemeyecek kadar öneme haizdir. Hiçbir millet ve medeniyet millî heyecanını genç nesillerine aktarmayı ihmal edecek kadar gaflet içerisinde olamaz. Hiçbir millet varlığını tesadüflere veya başka kimliklerin özentilerine teslim edecek kadar hoşgörüye sahip olamaz. Aksi halde bu gaflet o milletin sonunu belirler. Kısacası asimileye uğrar. Tarihen sabittir ki, milletlerin varlığı ancak kendi özü üzerinde yeşeren değerler ile ayakta durur. Yeşeren tohumlarla devlet, millet, vatan ve özgün medeniyet olarak meyvelerini verir. Millet olma özelliğine sahip olan topluluklar, devletlerini kurumlan eliyle koruyup geliştirir, genişletirler.
Milletler, bunu yaparken millî kültür ve heyecanlarım yaşatmayı, bunu zamana uyarlamayı da vazgeçilmez görürler. Medeniyetler yıldızlar gibidir. Yanıp söner. Sürekli yananlar gücünü ilahi kaynaktan alanlardır. Onları canlı organizmalara benzetecek olursak; doğar, yaşar, büyür ve ölürler. Bizim medeniyetimiz de öyledir. Ama henüz ölmemiştir. Çünkü manevî kaynaklıdır. Medeniyetimiz, ışığını kainatın tek hakikat kaynağı olan İslam’dan almış, ebediyet sırrını onda aramış ve her dem canlı kalmıştır.
Türk milletinde millî ve manevî değerler öylesine içiçe geçmiştir ki ayrılmaz bir bütün oluşturmuştur. Bu bütünlük Müslüman-Türk medeniyetini ortaya çıkarmıştır. Türk milleti kökü mazinin derinliklerinde, izi tarihin sayfalarında Müslüman kimlikli bir topluluk olarak karşımızdadır. Bu kimlik milletimizi öylesine sarmıştır ki, zaman içinde Müslüman deyince Türk, Türk deyince Müslüman akla gelir olmuştur.
Burada bir ırkın ya da kavmin üstünlüğü sözkonusu değildir. Çünkü bu kimlik öyle bir birlikteliği doğurmuştur ki nice kültürleri birbirine bağlamıştır. Milletimiz, İslam’ın tevhid prensipleri etrafında gelişen bir şuurla insanlığın hayrına çok hizmetler vermiştir.
Türk Milleti, varlığını sürdürme ve değerlerini geleceğe taşıma noktasında üstün bir teşkilatlanma yeteneğine sahip ender milletlerdendir. Ancak bazı dönemlerde millî heyecanın kurutulduğu, ilgisizliğe terkedildiği de bir gerçektir. Bu tür davranışların millete ihanet anlamına geldiğini belirtmek gerek. Milletin bütünlüğünü tehdit eden bilerek ya da bilmeyerek yapılan her türlü yanlışı düzeltmede kararlılık gösterilmelidir. millî değerleri hafife alma, millî varlığı önemsememe tavırlarının arkasında art niyetler vardır.
Millî ve manevî mirasların korunması hususunda Orhun Kitabeleri’nde bizlere mesajlar vardır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu hususta birçok hadisleri bulunmaktadır. Anadolu’nun Türk ve İslamlaşmasını sağlayan milletimizin manevî mimarları hep bu millî ve manevî değerlerin önemine işaret etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osmangazi’nin oğluna, (onun şahsında bizlere) bu meyanda önemli nasihatla- rı vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabesinde de millî ve manevî heyecan taşıyan mesajlar yoğunluktadır. Ecdadımızdan daha nice önemli şahsiyetlerin bizlere meselenin ehemmiyetine binaen tavsiyeleri vardır. Geçmişimizde, sanatta, mimaride ve yönetimde hep millî şuurun öne çıkmasının anlamı vardır.
Burada şu hususa dikkat çekmeliyiz. Bu satırların amacı; necip milletimizin gelecek nesillerini hamaset girdabına sürüklemek değil, tarihi gerçeklerin ışığında önünü aydınlatmaktır. Ve unutulmamalıdır ki, dinî bütünlüğümüz, millî bütünlüğümüzün teminatıdır. Dini bütünlüğümüze yönelik her türlü saldırı varlığımıza ihanettir. Manevî değerlerden yüz çevirmek, hem ülkemize, hem de milletimize ihanettir, millî ve manevî değerlerimiz olan Kur’an, ezan, bayrak, vatan kavramlarını gözardı veya istismar etmek de geleceğimizi tehdittir. Bu gerçek hem sosyolojik hem de tarihî tecrübelerle sabittir.
Her dönemde insanoğlu hep bir arayış içerisinde olmuştur. Bizler, 21. yüzyılın Türkiye’sinin vatandaşı olarak; globalleşen ve küreselleşen dünyada bu arayışı kendi içimizde yoğun bir şekilde hissediyoruz. Başdöndürücü bir hızla değişimlerin yaşandığı milletler arenasında varlık mücadelemizi vermeliyiz ve layık olduğumuz yeri almalıyız.
Toplumlar; insan haklan, İnsanî değerlerin yerleşmesi sloganları ile avunurken, dünyanın her tarafını ateş sarmış durumda. Savaşların, çıkar kavgalarının, insan hakları ihlallerinin bir türlü önüne geçilemiyor. İnsani dediğimiz değerlerin ihlalleri gündemden düşmüyor. Neden? Yeni dünya düzeni denen değerleri belirleyenlerin samimiyetsizliğinden. Bir kıtada açlık kol gezerken, öbür kıtada eğlence çılgınlığı. Bir kısım insan hürriyet mücadelesi verirken bir kısmı zulümde direniyor. Güçlülerin zayıfları ezdiği, ilkel kölelik sistemlerinin yerini, modem kölelik uygulamalarının aldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi veya herhangi bir siyasi kutuplaşma, insapların evrensel problemlerini çözememiştir. İslâm felsefesi kadar hiçbir düşünce ve felsefe, insanın en tabiî hakkı olan; yaşama, düşünme ve düşündüğünü ifade etme hakkını tam olarak sağlayamamıştır. Bütün bu insani haklar içten ve samimi olarak ele alınmadığından; meydana gelen problemler de çözümsüz kalmıştır. Evrensel değerlerin manevî boyutu geri plana itildiğinden, saatler hep güçlülerin lehine çalışmıştır. Ve sözde medenî birçok toplumun bu karanlık tablodan yüzü kızarmamıştır!.. Son zamanlarda bu konularda yapılan çabalar da boşuna değil elbet. Bu konuda herkese görevler düşmektedir. İnsanlar, dünyada barış sevgi hoşgörü çağrılarının samimiyetine inanmak istiyor. Öyle ki her toplum tabii olarak, kendi varlığı tanınsın, kendi millî ve manevî değerleri yaşasın, devam etsin ister.
İslâm bütün cihana şümul olan hak ve adalet prensipleri manzumesidir. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen bir dininin mensupları olarak dinin bize vazettiği şeyleri uygulamakla yeryüzü barışı tesis edilebilir. Kimliğimizin bir parçası olarak dinimiz; varlığımızın, dolayısıyla bağımsızlığımızın temelidir. Varlığımızın kıymetini bilmeliyiz. Birbirimize sahip çıkmalıyız. Böyle bir dünyada millet olarak ülke olarak güçlü olmalıyız. Dinimizi yaşamamız için güçlü olmalıyız. Başka inançlara baskı kurmak için değil, kendi inancımızı başkalarının baskısından korumak için güçlü olmalıyız. İhtiyacımız olan zenginlik, mazimizin sayfalarındaki engin, millî ve manevî değerlerimizdedir.
Millî ve manevî değerler o kadar çeşitlidir ki, burada hepsinin ayrıntılarına girmemiz mümkün olmamaktadır.
TEMEL MİLLÎ VE MANEVÎ DEĞERLER
Toplumsal değerler o kadar çeşitlidir ki kişisel olanından evrense] olanına kadar geniş bir yelpazede yer alır. Buraya kadar millî ve manevî değerleri genel olarak ifade etmeye çalıştık. Şimdi temel millî ve manevî değerleri kısaca ele alalım.
İnanç (din)
İnsanlık alemi, yaratılışıyla birlikte inanma ihtiyacı duymuştur. Araştırmalar göstermiştir ki, ilk insandan bugüne; sanatsız, edebiyatsız, medeniyetsiz toplumlara rastlamak mümkün olmuştur. Ancak dinsiz ya da inançsız bir topluma rastlanmamıştır. Bu da göstermektedir ki; fertlerin, toplumların kişilikleriyle, kimliklerinin oluşumunda inancın, dinin; etkin ve belirleyici rolü vardır. Toplumları meydana getiren fertlerin maneviyat bütünlüğü ile millî bütünlükleri arasında doğru oranda bir ilişki bulunmaktadır.
Din deyince milletimizin aklına İslâm inancı gelmektedir. Çünkü dinimiz, toplumumuzda en üst düzeyde sosyal hayatımıza etkili olmuş bir değer olarak kabul görmüştür. Mensubu olmakla şereflendiğimiz İslâm, tevhid dinidir. Prensipleri; birlik, dirlik, huzur ve esenliktir. Amacı, insanların dünya ve ahiret mutluluğudur. Milletimiz evrensel prensipleri olan ve yaratılışa en uygun olan bir sistem olduğu için İslam’ı benimsemiştir. Dinimizle milletimiz öylesine bütünleşmiş, öylesine özdeşleşmiştir ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi Türk denince Müslüman, Müslüman denince Türk Milleti akla gelir olmuştur. Bu bütünleşme toplumsal dengemizi sağlamıştır. Dinimiz, millî birliğimizin özünü teşkil etmiştir. Varlığımızın mihenk taşı olmuştur. Kaynaşmamıza vesile olmuştur. Birlik harcımız olmuştur.

Vatan (Toprak)
Vatan; ortak millî değerlerin başında gelir. Vatan: bayrak, din, dil, ıık, tarih ve kültür birliği bulunan toplumların birlikte yaşadığı coğrafyadır. Vatansız milletin yaşaması hemen hemen imkansızdır.
Vatanın bizim kültürümüzde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Vatan; dinimizde iman ile birlikte anılır. Vatan; millî kavramlar içinde yer alırken; dinî terimlerle olan ilişkisinden dolayı manevî değerler içinde de yer almaktadır. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.): “Vatan sevgisi imandandır” buyurmuştur.
Vatan, aynı zamanda bir namus meselesidir.
Şair:
“Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dizesi ile vatanı, uğruna can verilebilecek değerler arasında göstermiştir. Vatan uğruna feda edilen can “şehadet”le şereflenir. Mii’minler için şehadet en yüksek bir mertebedir. Cennet müjdesidir. Ecdadımız bu inançla, bu şevkle, bu aşkla zaferden zafere koşmuşlardır. Vatan uğrunda şehadet; ebediyet anlamı taşır. Ebediyet duygusu öyle bir duygudur ki, verilen canlara rağmen: “Vatan sağolsun” denilir. Vatanın bekası canın üzerinde tutulur. Cenâb-ı Hakk’ın va’di vardır: “Canlarını Allah yolunda feda edenlerin karşılığı cennettir!” diye.
Canım feda edebilecek yürekler oldukça, vatan ilelebet vatan olarak kalır. Dimağları motive etmek için bu heyecanı hep canlı tutmak gerekir.
Vatan için yazılacak söylenecek sözler çoktur elbet. Vatanın kıymeti ondan ayrı yaşamak zorunda kalınca daha iyi anlaşılır.
Bir yerin yurt edinilmesi, vatan yapılması kolay değildir. Vatan, can ve kanla kazanılır. Sevgi ile korunur, fedakarlıkla savunurlar. Özveri ve millî değerlere bağlılıkla yüceltilir.
Bayrak
Bayrak; bir devletin hakimiyetini ve bağımsızlığını sembolize eder. Kısaca bayrak, milletin alameti ve tarihi hatıralarını temsil eder. Her toplumun bayrağındaki şekiller, dini, sosyal, kültürel, coğrafî yaşantılarını yansıtır.
16 devlet kurmuş, büyük medeniyetler tesis etmiş bir millet olan Türk Milleti maziden günümüze birçok bayrağa sahip olmuştur. Her dönemde günün değerlerini yansıtan sembolleri bayrak edinmişlerdir. Mesela Büyük Hun’lar ej- derha’yı, Avrupa Hun’luları şahini, Akhun’lular üstüste üç sarı yıldızı, Göktürkler bozkurt başını, Avarlar koşan at üstünde ok atan insanı, Hazarlar gece mavisi üstüne beş yıldızı, Uygurlar özel kıyafetli kadın erkek figürünü, Karahanlılar mızrak ve 9 tuğu, Gazneli’ler hüma ve hilali, Büyük Selçuklular mavi üstüne ok yay ve beyaz çift başlı kartalı, Harzemşanlar siyah rengi, Altınordu’lular ağzı yukarı kırmızı hilal ve tuğu, Büyük Timur İmparatorluğu mavi üstüne üç beyaz dolunay, Babürlüler, sarı kırmızı renklerden oluşan üçgenleri, bayrak edinmişlerdir. Bu sembollerin neyi ifade ettiği ve niçin bunları sembol yaptıkları ayrı bir inceleme konusudur.
Batılı ülkelerin birçoğunun bayrağında haç ya da üç renk vardır. Haç veya bu renkler anlamını Hrıstiyanlıktan alır. Haç, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini; üç rakamı da, teslis yani baba-oğul ruhu’l-Kudüs inancını yansıtır.
Osmanlılar kırmızı üzerine beyaz ay ve yıldızı 1793 yılında sembol edinmişlerdir. Ama buradaki yıldız şekiz köşeliydi. Daha sonra Ab- dülmecid zamanında 5 köşeli olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ayyıldızlı bayrağının doğuşunu ve yüklendiği manaları ayrıca ifade etmeden geçmemeliyiz.
Bayrağımızdaki kırmızı renk; şehitlerin kanlarını, beyaz ise; temizliği, aydınlığı, ışığı temsil eder. Ay ve yıldızlar ışığını güneşten alır. Güneş, bütün dünyayı aydınlatan ve ışıtan bir gök- cismidir. İslam, güneşe benzetilir. Rengini şehitlerin kanından, ışığını İslâm’dan alarak anlam kazanan bir bayrağın doğuş efsanesi de tabiki anlamlı olmalıdır. İşte bayrağımızın doğuşunun öyküsü:
Savaş meydanında şehitlerin kanları bir çukura birikmiştir. Gece ay, hilal halindedir ve gecenin en parlak yıldızı hilalin önüne gelmiştir. Hilal ve yıldızın gökyüzünde oluşturduğu bu kompozisyon şehit kanlarının biriktiği yere yansımıştır. Savaş sonrası meydanı gezen hükümdar ve gaziler görüntüye maneviyat yüklemişlerdir. Bundan sonra bu kompozisyon Türk’ün bayrağı olsun demişlerdir. Ve de öyle olmuştur.
Ayrıca hilalin ve yıldızın İslâm dünyasında ortak bir anlamı vardır. Hilal; Allah lafzının, yıldız da Muhammed kelimesinin Arapça yazılışına benzetilir. Dolayısıyla birçok İslâm ülkesi, hilal ve yıldızı yüklediği bu manevî anlamlar hasebiyle bayraklarına remzetmişlerdir.
Tabi aynı semboller farklı figürlerde, farklı renklerde, farklı anlamlarda karşımıza çıkabilir. Bunun için birbirine benzeyen bazı semboller fazla belirleyici olmayabilir.
Bizim bayrağımızın doğuşu efsanevî de olsa, gerçeğe yakın bir manzara olduğu kadar renk ve sembol olarak da o kadar hakikati yansıtır.
Bizim bayrağımız rengini şehitlerin kanından aldığı için şehitlerimizin tabutuna bayrağı sararız. Öyle ya! Vatan, bayrak için şehit düşeni, bayrağa sarıp, vatanın bağrına vermek kadar anlamlı bir şey olabilir mi?
Şair Çanakkale şehitleri için:
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna Yarab ne güneşler batıyor” dizesini bu hislerle yazmıştır. Burada hilal; bayrak, bayrak hürriyet anlamındadır. Batan güneş ise hilal uğruna can veren şehitlerdir.
Şairin: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır” dediği bayrak, uğruna can verilen millî ve manevî bir değerdir.
Millî Marş (İstiklal Marşı)
Her ülkenin bir millî marşı vardır. Millî marşlar bir milletin bağımsızlığının ve hürriyetinin sembolüdür. Milletlerin millî hislerini, manevî heyecanlarını canlı tutmaları için vardır. Marşlar; millî günlerde millî hisleri, yüksek sesle, özgürce haykırma aracıdır. Aynı hislerle bestelenip çalınır, söylenir. Millî duyguları kamçılamak, millî birlik bilincini yerleştirmek ve toplumu bu yönde motive için marş yapılır. Ortak millî duyguları yansıtan bir marşı her milletin ferdi saygıyla dinler. Hatta kendi istiklaline saygı duyulmasını isteyen, başka millî marşlara da saygı göstermek durumundadır.
Bizim millî marşımız İstiklal Savaşı sırasında yazıldığı için İstiklal Marşı adıyla anılır. İstiklâl şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy, tarih boyunca hür yaşamış bu milletin bu hasletini azimli heyecanla terennüm etmiştir. Mehmet Akif Ersoy, bu şaheserle Türk milletinin manevî heyecanına, millî hislerine tercüman olmuştur.
İstiklal marşımız; savaş yıllarındaki milletin acısını, çilesini, perişanlığını, buna rağmen yapılan şanlı mücadelenin hisli nağmeleridir .Varlık mücadelesi verdiğimiz Kurtuluş Savaşı sonrası milletin istiklal sevdasının destansı bir ifadesidir. Kazanılan zaferlerin coşkulu terennümüdür. İstiklal marşımızda bütün millî ve manevî değerlerimiz vardır. İstiklal Marşımız Bütün millî değerler gibi saygıya değerdir ve her törende okunur, okunurken saygı duruşuna geçilir. İstiklal marşına saygı duymayanın millî duygularından, vatan sevgisinden yani millî kimliğinden şüphe edilir.

Millî Para
Para kullanmayan toplum hemen hemen hiç yoktur. Paranın tedavüle çıkarılması ve korunması kanunla belirlenir. Para; maddi sahada değişim aracıdır. Paranın değişim değeri milletlerarası itibarı yansıtır. Paranın, değişim değeri ülkenin ekonomik gücünü belirler ama burada para ile millî onur ilişkisinden bahsetmek daha yerinde olur. Milletin kendi parasının değerli olması ve kendi millî parasını kullanması büyük önem arzeder.
Paraların üzerinde milletlerin önemli şahsiyetlerini ya da ülkeyi tanıtıcı resimler vardır. Çıkarların çatıştığı günümüzde millî menfaatleri savunmanın yolu güçlü bir millî parayla olabilmektedir.
Bizler millî paramız olan Türk Lirası’mn değerini yükseltmek için elimizden geleni yapmalıyız. Mesela, israftan kaçınmalıyız, tasarruf etmeliyiz. Paramızı değeri düşük diye küçümsememeliyiz. Onu devlet millet işbirliği ile ekonomi dünyasında özlediğimiz değere kavuşturma çabası içerisinde olmalıyız. Para, millî bir değerse, onu korumak da millî bir görevdir.
Millî Kıyafet
Toplumların kendilerine has ortak kültür, inanç ve zevklerini yansıtan kıyafetleri vardır, bunlara millî kıyafetler denir. Toplum içinde değişik meslek gruplarına göre renk ve şekil alırlar. Geçmişi unutmamak, özgün millet olarak kalmayı sürdürmek için oıtak kültürü yansıtan millî kıyafetleri yaşatmak gerekir. Bunlar küçük ayrıntı gibi görünse de toplumun özel oluşunda belirleyici bir unsurdur. Kıyafetlerde de dini simgelerin etkisi sözkonusudur. Özgün bir millet olarak kalmak için kıyafet dahil; her millî özellik gelecek nesillere aktarılmalıdır. Millî kıyafetler millî bütünlüğü sağlayıcı referanslardandır. Milletin bir şekilde kendini ifade tarzıdır. Bu refaransı dikkate almak, milletini seven herkesin görevidir.
Millî Yemek
Millî yemekler, bir toplumun yaşadığı coğrafya ve doğal bitki örtüsü ve geçim kaynakları ile ilgilidir. Geçim kaynakları ve coğrafyanın sunduğu imkanlar dahilinde bir yemek kültürü oluşur. Din, tıb, doğal çevre, millî yemek kültürünü belirler. Birçok sosyal alanda olduğu gibi, dinin yemek kültürüne etkisi olmaktadır. Mesela, inancımız gereği domuz etinin ve iğrenç görünen hayvanların yenmemesi gibi.
Bir yere gittiğinizde, farklı bir yemekle karşılaştığınızda, ister istemez o yiyeceğin kendi yemekleriniz ile benzerliğini araştırma ihtiyacı duyarsınız. Çünkü alışık olduğunuz bir yemek kültürünüz vardır. Bu ise sizin farklı bir coğrafyadan geldiğinizi ve orada yabancı bir kimliğe sahip olduğunuzu ortaya çıkarır, onun size ait bir değer olduğunu hatırlatır, millî yemek kültürü geçmişin tecrübesiyle nesilden nesile aktarılarak sürer gider. Millî Kültür ve Medeniyet Millî kültür; milletin dini hayatını, dünya görüşünü, siyasi yapısını içine alan bir sosyal birikimdir. Kültürün ifade aracı da dildir. Dilde kullanılan kelimelerin her birinin ayrı ayrı bir anlamı vardır. Hatta harflerin oluşumunda bile bir kültür yansıması vardır. Aslında her harf bir fiili, bir şekli ifade eder. Tek başlarına yanyana dizildiklerinde belki bir anlam ifade etmezlerse de onların her birinin öyküleri vardır. Onların herbiri canlıdır. Her birinin ruhu vardır. Kökleri ait olduğu milletlerin mazisine uzanır. Oradan hayat bulur. Kelimelerin anlamları milletlerin millî değerlerinden soyutlanamaz. Kültürler başka kültürlerle etkileşimi sırasında, özgünlüğünü muhafaza ettiği sürece büyür, gelişir, genişler. Aksi halde başka kültürlerin asimilesine uğrar. Varlığını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Kültürün ana öğesi olan dil de böyledir.
Kültürler ister istemez karşı karşıya gelir ve etkileşim süreci içerisinde birbirleri ile çatışabilir. millî kültürünü muhafaza eden kazanır.
Medeniyetler millî bir kültür birikimiyle oluşur. Bu birikim, diğer millî ve manevî değerlerin korunmasıyla gelişir. Medeniyet sanat, edebiyat, mimari gibi unsurlardan meydana gelir. Sanatta, edebiyatta mimaride, teknikte ileri seviyeyi yakalayan diğer medeniyetlere üstünlük kurar. İleri seviyeye ulaşmanın tek yolu yeni gelişmeleri takip ve geçmişle kurulan köprüden geçer.
Millet olarak bizim de her bakımdan ileri olmamız için millî ve manevî değerlerimize sahip olmamız gerekir. Ülkemiz yeryüzündeki, coğrafi konumu, tarihi mirası, kültürel değerleri, millî ve manevî değerleri ile gerçekten jeo-stratejik bir öneme sahiptir. Bu noktadan hareketle, yeni asrın Türk asrı olacağını söyleyenler vardır. Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türk dünyasının istikbalinin ve hatta dünyanın geleceğinin Türkiye’nin geleceği ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden ülke ve millet olarak güçlü olmamız gereklidir. Güçlü olmak için millî ve manevî değerlerimizi korumalıyız ve onlara sımsıkı sarılmalıyız. Eskiden olduğu gibi yine hakkı, adaleti, huzuru, barışı yeryüzüne yayma misyonunu üstlenebiliriz. Bunu temin için kederde, kıvançta; iyi ve kötü günlerde birlikte olmalıyız. İç ve dış düşmanlarımıza karşı birlik ve beraberlik içinde hareket etmeliyiz.
Millî Eğitim
Bir milletin, millî ve manevî değerlerini gelecek nesillere aktaracak bir eğitim politikası olmalıdır. Fertler millî kimliğine, özüne uygun programlarla eğitilirse, benliğine sahip sağlam bir toplum meydana gelir. Ortak değerler etrafında kaynaşan fertlerden oluşan bir millet, ilelebet varlığını sürdürecektir.
Zaten bütün gaye, fert olsun, devlet olsun, hayatta kalma ve varlık mücadelesi değil midir?
Bağımsız, hür ve insanca yaşamak değil midir? Bütün gaye buysa; millî eğitim politikaları, milletin özüne dönük, çağın gerekleri ile milletin manevî gerçeklerini de gözardı etmeden millete hizmet etmelidir.
Millî Şuur, Millî Gurur
Millî Şuur; genel bir ifadeyle, milleti millet yapan değerleri bilmek, anlamak, yaşamak ve yaşatmaktır, millî ve manevî değerleri koruyup gözetmek, istiklalin ve hürriyetin kıymetini idrak etmektir. Milletin benliğini özünü koruyup, yeni nesillere aktarmaktır. Eğitim, sanat, kültür faaliyetlerinde millî varlığı gözetmektir.
Millî gurur ise; millet ve topluluğun üstün vasıflarını bilmek ve yaşatmaya çalışmaktır, manevî değerlerimiz başta olmak üzere ortak kültürel değerlerimizle onur duymaktır. Onurlanmamızı gerektiren şeyler bütün milletlerin örnek aldığı hususiyetler olmalıdn-. Başka milletlerin kültür ve medeniyetini taklit etmek, sahiplenmek millî onura zarar verir. Onuru, namusu, kutsi kavramları olmayan bir toplumun ayakta kalma şansı yoktur. Uluslararası saygınlık, milletlerarası itibar, millî onurun korunması ile mümkündür. Başka milletler karşısında hakkını savunmak ve hakkını alabilmek için millî onura sahip olmak gerekir.
Yazımızın başından beri sunmaya çalıştığımız millî ve manevî değerleri bilmek, yaşamak ve yaşatmak millî onura sahip çıkmak demektir.
Kutsal saydığımız bütün değerler varlığımızın garantisidir. Devletimiz; kurum ve kuruluşları ile varlığımızın bekasına hizmet etmek zorundadır. Vatandaşlar da millî değerlerin yaşatılması hususunda özverili davranmak zorundadır.
Bu konuda Başkanlığımız üzerine düşeni yapmaktadır. Yurtiçinde; il ve ilçe müftülükleriyle, yurtdışında müşavirlik ve ataşelikleriyle, önemli günlerde ve gecelerde millî ve manevî değerlerimizi canlı tutan programlar düzenlemektedir. Kitap, dergi, broşür ve televizyon gibi yayın hizmetleriyle millî değerlerimizi yansıtma gayreti içerisinde bulunmaktadır.
Sonuç olarak; Türk milletinin fertleri olarak bizlere düşen özellikle millî ve manevî değerlerimize sahip çıkarak, millî bütünlüğümüzü korumaktır. Tefrikaya düşmemektir. Ayrılıklarımızı kendi içimizde kavgasız halletmek, ortak zeminleri arayıp, orada buluşmaktır. Kaynaklarımızı hakça paylaşıp, kavgaları bir kenara itip, kardeşlik içinde yaşamaktır. Örfümüzle adetimizle, töremizle, geleneğimizle yurdumuzda huzur ve barış içerisinde yaşamaya çalışmaktır. Bayrağımıza-sancağımıza, milletimize, devletimize, vatanımıza, diyanetimize hasılı millî ve manevî değerlerimize saygı, hürmet ve hizmette kusur etmemektir. Gücümüzü sarsılmaz İslâm inancından alarak ülkemizi dünyanın en ileri devletlerinin önüne geçirmeye çalışmaktır. Tarihi boyunca insanlığa adaleti, temel insan haklarını yaşatan aziz ecdadımızın hatıralarını yad etmektir. Bu mübarek vatan topraklarını bizlere emanet eden ecdadımızın emanetine sahip çıkmaktır.
Onlara varis olmanın hakkını vermektir. Bütün insanlığı yeniden hak ve adaletin zirvesine taşımaya çalışma ülküsüne sahip olmaktır. Ahmet Yesevi’le- rin, Mevlanâ’laıın, Hacı Bektaşî Velî’lerin, Hacı Bayram Velî’lerin, Yunus’ların yolundan yürümektir. Küçük farklılıkları kin ve düşmanlık konusu değil, zenginlik olarak değerlendirmektir. İnanıyorum ki, ortak noktalarımız farklılıklarımızdan çok çok fazladır.
Türk Milleti olarak bizler her zorluğu birlik beraberlik ve bütünlük içerisinde aşabiliriz. En üstün medeniyetler kurma tecrübesi ve başarısına sahip olan milletimiz için bu zor olmayacaktır.
Birbirimize yaklaşalım. Kendimize gelelim. Özümüze dönelim. Millet olma özelliğimizi sağlayan unsurlara sımsıkı sarılalım. İleri medeniyetler seviyesine değil daha üstüne çıkalım. Dünya yürüyorsa biz koşalım, dünya koşuyorsa biz uçalım. Bunu yaparken birer Müslüman olarak da Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’i örnek alalım. Ona layık bir ümmet olmaya çalışalım. Şüphesiz ki O, bütün insanlığa kurtarıcı olarak gönderilmiştir. İnsanlığın özlemini çektiği, kurtuluş değil midir?
Neden yine eskisi gibi cihanın huzur ve barışını temin etmek misyonuna sahip olmayalım? Neden yeni asır, Türk dünyasının asrı olmasın?