Makale

İSLAM’DA İRŞAD VE TEBLİĞİN ÖNEMİ

Mustafa ATEŞ

İSLAM’DA İRŞAD VE TEBLİĞİN ÖNEMİ

YERYÜZÜNE, Allah tarafından hakim ve halife olarak gönderilen insan, içinde ya-şadığı evreni yorumlama iktidarına sahip tek varlıktır. Eşyaya hükmetme ve hadiseleri yorumlama keyfiyeti ona ayrı bir imtiyaz vermiştir. Bu imtiyazlar insanı bazan misyonunu unutturacak durumlara düşürebilir. Kendi kendine yetme vehmi çok defa onu, bencilliğe iter, kibir ve gurura sev keder. Böyle durumlarda insanın irşad ve tebliğe daha çok ihtiyacı vardır. Her zümrenin, her sınıf insanın, hatta çok tecrübeli, çok bilgili zannedilen bürokratların, idarecilerin de irşada ihtiyacı vardır. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki bizzat mürşid ve mürebbilerin de irşada ve tebliğe ihtiyaçları vardır. Onun için cemiyeti örgütleştiren her türlü sosyal sınıfların zaman zaman uyarılması, Kur’anî ölçüler içerisinde ikaz edilmesi kaçınılmazdır. Tâ ki insanın içindeki cevher uyansın ve en güzel kıvama gelsin...
Esasen tebliğ ve irşad, bir Peygamber mesleği, bir Peygamber sanatıdır, çünkü insanoğlunun ilk tanıdığı mürşid ve muallimler, Peygamberlerdir. Peygamberler, tevfıid inancını, vahyin gösterdiği istikamette insanlara ulaştırmışlardır. Firavunların, Nemrutların zu-lümle, korku ve dehşetle nüfuz etmek istedikleri gönüllere Peygamberler, mürebbiler sevgiyle hükmetmenin yolunu bulmuşlardır. Bu, insan kalbinin yapısına daha uygun ve insana daha yumuşak bir üslûpla yaklaşma usulüdür.
Şüphesiz, her fikrin, her sistemin kendine has tebliğ ve irşad metodu vardır. O yolla kalplere hulul e-der. Tarihte büyük fikirler, büyük davalar, cemiyetlere ve milletlere hep tebliğ ve telkin yoluyla yayılmıştır. Ama onu evrensel boyutlarıyla, insanlığa büyük bir kurtarıcı mesaj olarak sunan İslâm Peygamberidir. "Onlara öğüt ver, yüreklerine işleyecek tesirli söz söyle." (Nisa suresi, ayek63) diyen Kur’andır. İslâm Peygamberidir. "Andolsun ki biz Kur’an’ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık, yok mudur öğüt alan." (Kamer suresi, ayet 17) Bu ve benzeri ayetler, Kur’anın hedeflediği zirveleri, insana ulaşmak için kabul ettiği ölçüleri belirler. Diğer Peygamberlerin, inkarcılara karşı mucizelerle haklılıkları te’yit edildiği halde, ahir zaman Peygamberi, aklî delilleri ve Kur’anın gönülleri doyurucu hikmetli beyanlarını ortaya koymuş-tur.
İslâmî irşad ve tebliğin gayesi, suret-i katiyyede insanı yönlendirmek ve bir olumsuz tavır benimsetmek değil, tam bir mürşitlik ve rehberliktir. Islâmı ve İslâm ahlâkını, cebir ve zorlama yoluna girmeden, bir hayat tarzı haline getirme mücadelesidir. Nitekim Peygamberimizin dilinden Kur’ anı Kerim bu gerçeği şöyle ifade eder: "İşte bu davet, bu ihlas ile yapılan çağrı benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek, basiretle inananları Allah yoluna çağırırız. Allahı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ve ben asla müşriklerden değilim..." (Yusuf suresi, ayet: 108) Bu ayeti celile gösteriyor ki, dine davet ve dinî irşad ancak bu şartlarla caiz ve güzeldir. Yoksa bir takım dünyevî menfaatler ve siyasî istismarların bulandırdığı irşad, hiç bir zaman gayesine ulaşamaz. Belki tebligat gene yapılmış, irşad gene yürütülmüş olur. Fakat bundan din ve toplum adına bir fayda hasıl olmaz.
Sonra bazıları vardır ki dinî tebliğ ve irşadı, terörün teşvikçisi zanneder. Genç ve enerjik hatiplerin âteşîn hitabetleri, cemaatten çoğunu sarstığı gibi,- bir kısmını da menfî manada tedirgin eder. Halbuki dinî irşad ve tebliğin bu tür sertliklere tahammülü yoktur. Nefret duygularının kabardığı ortamda sevgi filizlenmez.
İslâm’ın tebliğ ve irşad metodu, hudutsuz bir sevgiyle muhataplara yaklaşmaktır. Eşya ve olayları duygularıyla algılayanların duygularına; akıllarıyla kavrayanların akıllarına, büyük idrak çilesi çekenlerin ve öteleri kavrama sancısı içinde olanların kalplerine nüfuz eden yegane disiplin İslâmdır. Kur’an-ı Hakim bu gerçeği, şu beliğ üslubuyla bize anlatın "Ey Muhammed, Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış.." (Nahl suresi, ayet 125)
Görülüyor ki bu âyette insanların fikrî seviyesi dikkate alınmıştır. Ama hiç bir zaman, davayı benimsemeyenlere karşı cebir ve zorlama yolu açılmamıştır. Çünkü insanın, imarına memur olduğu dünya, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir. Mescitlerde, ramilerde insan nasıl huzur duyarsa, bu mabed havası bütün hayata tatbik edilmelidir. Bunun gerçekleşmesi için tebliğin sıcaklığına, yumuşaklığına özen gösterilmelidir.
Ancak bu sayede insanlar, göremedikleri dünyaya kanat açabilecek, gayb âleminin bütün engin motiflerini kendi içinde yakalayabilecektir. Vahyin aydınlığında, vahyin terbiyesinde insanı kemale erdirmek Islami tebliğin baş hedefidir. Hele tebliğ esnasında başvurulan öfke ve şiddet büsbütün, dinî hassasiyetten kaynaklanmıyor da, ilmin ve irşadın vakarını zedeleyecek tavırlardan kaynaklanıyorsa hiç affedilemez. Bu, hedef kitleyi bir yerde cezalandırmak olur. Allanın Rahmetinden dolayı, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli davransaydın şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi." (Al-i İmran, âyet: 159) Bu ölçü her zaman ve her yerde geçerlidir. İslâm böylece irşad hizmetine yeni bir boyut getirmiştir. Diğer sistemlerde özellikle misyonerlerin başvurduğu aldatmaca ve dolayısıyla muhatapların aklını çelme gibi hatalı yollara başvurmaz. Onun içindir ki İslâm dışı cereyanlar, herşeye rağmen meselenin özünü kaybederken, İslâm kazanıyor.
İslami ve insanî değerlerin bir çırpıda çiğnendiği günümüzde, insanımızın, daha büyük ruhî ve ahlâkî çöküntülere maruz kalmaması için diriltici şoklara ihtiyacı vardır. Sonra bu görev yalnız mürşitlere de verilmiş değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim Muhammed Ümmetini, iyiye, doğruya, güzele, aklın ve serin kabul ettiği iyiliklere çağırmaya memur etmiştir. Dolayısıyla ferdî bir görev olmakla beraber, insanlığın tümüne bu büyük haberin, büyük mesajın ulaştırılması da Muhammed Ümmetine verilmiş bir görevdir. (Al-i İmran: 104-110).
Tebliğ ve irşad hizmeti görenlerin, dinin özüne vakıf olması, muhataplara karşı müsamahakâr davranması, hasbilik göstermesi, sadece bir fantazi değil, bir esas, bir üslûptur. Tebliğin bir varlık sebebidir. Çünkü içinde yaşadığımız çağ, doğrularla eğrilerin, gerçeklerle yanlışların ve hak ölçüsüyle batılın birbirinin yerine ikâme edilmek istendiği, aralarındaki me-safelerin kısaltılmak istendiği günlerdir. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen, kuruyan gövdenin yanında, taze filizlerin boy verdiğini görüyoruz.
İmansızlık ve ahlâksızlık bataklığında boğulmak üzere olanların yanında, öncekileri sorgulayan ve bir öz arayışına yönelik genç nesillerin geldiği gözleniyor. Demek ki tebliğ ve irşad, her devirde olduğu gibi, günümüzde de meyvesini vermek üzeredir. Camileri dolduran bu genç cemaat, bu cihadın ilk mahsulleri demektir. İşte bütün mesele ötekileri dikkatten kaçır-mamakla birlikte, bu yeni nesli ele almak, her türlü aşırılığın kol gezdiği bir ortamda boy veren bu altın nesli iyi yetiştirmek, tebliğin bütün heyecanını onlara duyurabilmektir. Bu manada tebliğ, bir ci-had demektir. Bu cihadı perde-perde köylere-şehirlere götürmek, irşad ve tebliğin dirilitici nefesini münzevîlere kadar duyurmak gerektir. Bu muştucu ses ve nefeste herkes kendisini bulmalıdır.
Şurası da unutulmamalıdır ki irşad ve tebliğin zamanı ve mekânı yoktur. Bıktırıcı olmamak üzere, hele kendi metotları içerisinde sunulduğu takdirde her zaman ve her yerde, her yaşta ve her başta faydalıdır. Fertler ve cemiyetler, ondan uzak kalmamalıdır. Demek oluyor ki, mürşit ve tebliğci daima zemin ve zaman kollamalıdır.
Peygamberimiz, mücerredi yakalama özlemi çeken ashabına bile va’zü nasihat ederken onların neşeli zamanlarını çok defa kollar, yormadan, bıktırmadan müessir öğütler verirdi. (Buhari-Kitab-el-ilim, Bab:11) Onun bu öğütleri, yalnız erkeklere de münhasır değildi. Ümmetin yarısı kadındı ve onlar da bu Peygamber öğüdünden nasiplenmeliydiler. Bir defasında kadınlar "Ey Allanın Rasulü, va’z ü nasihatlarını dinlemek için erkeklerden bize zaman kalmıyor, kendiliğinden bize bir gün ayır" dediler. Allanın Rasulü de onlara ayrıca bir gün tayin etti. (Buhari Kitab-el İlim. Bab:36) Kadınlar, özellikle kendileriyle ilgili meseleleri öğrenmek için Peygamberimize soru yöneltir ve cevap alırlardı. Medine’li kadınlar, bu konuda daha aktif idiler. Hz. Aişe validemiz diyor ki "En-sar kadınları ne güzel, ne olgun kadınlardır ki onların haya hissi, dinî konuları derinliğine öğrenmelerine mani olmuyordu. (Buhari. Kitab-el İlim. Bab: 50) Günümüzde de, bu usûl uygulanmalı, erkekler ve kadınlar, kendi muhitlerinde bu Islâmî mesajı almalıdırlar. Zamanımızda kadınlar çok ihmal ediliyor, dinî konularda yeteri kadar bilgilendirilmiyor. Halbuki ihmal edilmemesi- gereken bir görevdir bu. Çünkü, kadın annedir. Çocuğun ye üşmesinde birinci derecede müessirdir. Kendisi bilgili, uyanık ve dindar olursa, yetiştirdiği çocuk da bu hasletlere sahip olarak fıtratın kendisine bahşetmiş olduğu manevî değerleri daha kuvvetlendirmiş olur.
İrşad ve tebliğ kuru ve yavan olmamalı. Ruhsuz ve manasız söz yığını haline gelmemelidir. Yeni u-mutlar yeşertmeli, insanın derununda. Yeni ufuklar açmalı. Verilecek mesaj böyle bir havada sunulmalıdır, çünkü heyecansız, nüktesiz, fikir ufku dar, mantıkî insicamdan mahrum öğütler, hiçbir zaman muhatapların gönlünde makes bulamaz. Üstelik bıkkınlık ve yorgunluk da verir. Dinleyenleri usandırır, dikkatlerini dağıtır. Zaten insanın dikkat ve ilgisi en cazip konularda bile 40-50 dakika kadardır. Bütün incelik, bu dakikalar çerçevesinde konunun cazibesi içine onları çekerek mesajı ulaştırmaktır. Bu inceliği de cemaatin, hatipten, mürşit ve mürebbiden beklemek hakkıdır. Bu incelikleri dikkatten kaçıran tebliğciler için İbnul-Kayyim El-Cevzi diyor ki: "Bu adamlar Cennetin kapısına o-turmuşlar, dilleri ile insanları cennete çağırdıkları halde, hareketleriyle Cehenneme da’vet ediyorlar. Bunlar görünüşte yol göstericiler gibi ise de gerçekte yol kesicidirler." Demekki tebliğcinin sözü özüne, özü sözüne tıpatıp uymalıdır. Onların davranışlarındaki yanlışlık, kimsenin dikkatinden kaçmıyor çünkü.
İslâmî tebliğ, bilindiği gibi, insanın kadavrasıyla değil, ruhuyla meşgul olur, kalbini ele alır. Çünkü ilâhî haber ve emirlerin yatağı insan kalbidir. Çünkü yerlere ve göklere sığmayan yüce Rabbimiz, mü’min kulunun kalbine sığıyor. Onun için insanın eğitimini üslenenler onun kalbini ele almalıdırlar. Gönül rahatsızlığı, ancak kemal sahibi bir gönül erinin tedavisiyle mümkündür. Bu bakımdan irşad ve tebliğ çok önemlidir. "Ya Muhammed, öğüt vermeye, hatırlatmaya davet et. Çünkü bu öğüt ve ihtar mü’minlere fayda verir... (El-Zariyat: 55) Bu bir ikazdır, bir inzârdır.
Gerçi paranın ve politikanın hükmettiği bir dünyada gönül eri, mana kahramanı aramak bir hayal gibi gelir insana. Fakat mabette, meydanda, mescitte günün şartlarına göre bu hizmeti görenler de eksik değildir. Ancak bu hizmeti görecek kişilerin, telkin kürsülerine çıkmadan evvel, ahlâki ve terbiyevî birçok temrinler yapmaları gerektir. Aksi halde cemiyetler ve cemaatlar, bugünkünden daha çok tefrikaya düşebilirler.
İslam’da irşad ve tebliğ, bir ihya hareketidir. Fert ve toplumları kendilerinin her zaman muhtaç oldukları konularda onları şuurlandırma ve bilgilendirme hareketidir. Ancak kişiler de neyi, nasıl, nerede öğreneceklerini iyi bilmelidirler. Cami kürsülerinden kahve köşelerine, mektep sıralarından garnizonlara, anfilerden meydanlara varıncaya kadar her yerde bu irşad ve tebliğ usulüne uygun olarak yapılabilir. Radyo, televizyon, kürsü, sesli ve görüntülü yayınlar-dan, gazete, dergi gibi mevkutelere kadar her türlü yayından, her türlü telkin vasıtasından istifade ederek bu hizmet yürütülmelidir. Ama bu hizmetin ilk basamağı sohbet, son basamağı "KİTAP" tır...