Makale

Bilinen Bilinmeyen Yönleriyle DİYANET

Seyfettin ERŞAHİN

Yeni Yazı Dizimiz

Bilinen Bilinmeyen Yönleriyle DİYANET

OSMANLI Devieti’nin kuruluşundan Gülhane Hattı’nın ilanına kadar geçen sürede "meşihat-ı islâmiye" diye yüksek bir dinî makam vardı. Bu makamda oturan kişi "Şeyhülislam"dı. Ve protokolde sadr-ı azamdan sonra gelir ve eşit mevkide bulunurdu.
23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan T.B.M.M. Meşihat Makamını kaldırıp "Şer’iye ve Evkaf Vekaleti "ni kurdu. Protokoldeki yeri de Başbakandan hemen sonra geliyordu.
Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924’te Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı ve yerini "Diyanet İşleri Reisliği" aldı Bu yazı dizimizde Diyanet’in geçirdiği safhaları kaynağına inerek araştırdık. Nedir Diyanet? Bilinen, bilinmeyen yönleriyle... Yazımızın bu bölümünde Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı olan ve 1941 yılına kadar uzunca bir süre bu görevi üstlenen Börekçizade Mehmet Rifat Efendili yılları inceledik.
" Şeyhülislam "lıktan"Diyanet İşleri siyaseti "ne...

Türkiye’de din ve devlet ilişkileri tarihî seyir içinde genellikle üç devreye ayrılır:

1-DİNE BAĞLI DEVLET DEVRESİ:
Osmanlı Devletinin kuruluşundan -tedrici bir gelişme ile-1839 Gülhane Hattı’nın ilanına kadar olan devre: Bu devrede "şer’in emrini ve nehyini bildirmeye memur" meşihat-ı Islâmiyye diye yüksek bir dinî makam vardır. Bu makamda oturan kişi "Şeyhülislam ve Müftiu’l-Enam" olarak çağrılır. 0 aynı zamanda reisu’lulema’dır. Resmen bu sıfatın ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında farklı görüşler vardır. Ancak. İl Murat devrinde yaşayan Molla Fenari 1424-I43iının böyle bir isimle Şeyhülislamlık makamına getirildiği söylenir.
Fatih Sultan Mehmet (1451-148D zamanında hazırlanan Kanunname! Âli Osman’a göre sultan hocası ve ulemanın başı olan Şeyhülislam devlet protokolunda sadrı azamdan sonra gelir ve eşit mevkide bulunurdu. (Kanunname-i Âl-i Osman, Milli Tetebbular mecmuası, c. I. s, 10) "Devlet-i Âliyyede makam-ı şeyhülislâm, mertebe-i vekâlet-i kübra yani vekâlet-i uzmâ’dan âlâ değil ise, bari beraber ve bazı hususa nazar olunsa ondan bâlâterdir." (Robert Anhegger, Hezar/en Hüseyin Efendi’nin Osmanlı Dev/et Teşkilâtına Dair Mülahazaları, Türkiyat Mecmuası. CX. (1951-2) S. 389.)
Tarihî gelişme sürecinde şeyhülislâmlık günümüzün Diyanet İşleri Başkanlığı, Adalet Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün yetki ve sorumluluklarını bünyesinde topladı. (Ziya Kazıcı ve Dr. Mehmet Şeker, İslam-Türk Medeniyeti Tarihi, İst. 1981, s. 144)

2- YARI DİNİ DEVLET DEVRESİ:
(1839-1924) Bu devir ülkemizde yenilik hareketlerinin başlangıcı sayılan Tanzimat ile açılır. Osmanlı Devletindeki yenileşme girişimlerine ve gelişmelerine paralel olarak, şeyhülislâmlık makamına da yeni statüler verildi, görev ve yetkileri yeniden belirlendi. II. Mahmud 1826’da şeyhülislâmlığa resmî bir ikâmetgâh tanzim ve tahsis ederek makam üzerindeki denetimini artırdı. Vakıfların bir kısmını ayrı bir evkaf idaresine verdi Böylece şeyhülislâmlık makamı yenileşme surecindeki değişikliklerden payını almaya başladı.
Tanzimat fermanı (1839) ile ülkede şer’î hukukun yanında-ve gittikçe onu gölgeleyecek hızda- "nizamî" laik hukuk ortaya çıktı. Buna bağlı olarak şer’î mahkemelerin yanıbaşında "nizamî mahkemeler", medreselerin yanıbaşında modern eğitim ve öğretim metodlarıyla çalışan mektepler açıldı. (AF. Başgil, Din ve Laiklik, İst. 1982. s. )83) Bu devrede kurulan nazır-lıklarla şeyhülislâmlık eşit statüye getirildi.
1876’daki I. Meşrutiyet’in Kanun-ı Esasî’sinin 27. maddesine göre şeyhülislâmın inhası sultana, diğer nazırlarınki sadr-ı âzam’a bırakıldı.
Bu uygulama şeyhülislâma idarî yapıda diğer nazırlardan üstün hukukî bir statü kazandırdı. (H. Mert, Osmanlı İdaresinde Şeyhül İslamlık Müessesesi ve Önemi, Diyanet Der-gisi, C 25 (1989) sayı.- I, S. 102).
1839’da kurulan "Şurâyı Devlet" ile yargı yetkilerinin bir kısmı alınan şeyhülislâmlık. 1879’dakı Adliye nezareti ile de. adlî işlerin büyük bir kısmını bıraktı. (H. Mert, a.g.m.)
1908 İkinci Meşrutıyetı’nden sonra Osmanlı Devletinde kurumların dünyevileştirilmesi (laikleştirilmesi) hızlanmıştır. 1915’lerde Zıya Gokalp’ın başlattığı tartışma ile "Diyanet" ve "Kazâ"nın ayrı ayrı şeyler olduğu dolayısıyla şeyhülislâmlık kurumunun yeniden düzenlenmesi fikri ortaya atıldı. Z. Gokalp’ın 1917 yılında İttihat ve Terakki Partisi Kongresine verdiği bir muhtıraya gore, umuru diyanet ve umuru kaza bir devlette farklı hizmet alanları oluşturuyordu. Bu sebeple bu hizmetler ayrı bakanlıklarca yürütülmeli idi. Adliye Nezareti kazaî umur ile ilgilenmeli, bütün adlî makamlar ve kurumlar bu nezarete bağlanmalıydı. Bu meyanda, Şeriat Mahkemeleri umur-u Şeria Encümeni ve Kadıaskerlıkler Adliye Nezaretine bağlanacaktı. Vakıflar Evkaf Nezaretine verilecekti. Şeyhülislâmlık ise Umur-u Diyanet Nezareti durumun-da idi. Bu makamın görevi umur-u diyanet olan itikat ve ibadet işlerinin tedviri idi. Dinde ibadet en önemli unsurdur. İbadet için ise ilim ve mekân lâzımdır. Bu bakımdan medreselerin, camilerin ve tekkelerin idaresi bu makama verilmelidir. ("Diyanet ve Kaza" İslâm Mecmuası, sayı.- 35,1915; İttihat ve Terakki Kongresi Münasebetiyle", İslâm Mecmuası, no. 48-49,1916-17)
Bu öneriler partinin kongresinde kabul edilmiş 1916-17 döneminde hükümetçe şer’î mahkemelerin yönetimi Adliye Nezaretine, medreselerin denetimi Maarif Nezaretine devredilmiş şeyhülislâm da bakanlar kurulundan çıkarılmıştı. (il. Heyd, Foundations o/ Turkish Nati-onalism, The Life and Teachings of Ziya Gökalp, London, 1950, s. 88-90; N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İSL 1978, S. 45-52)
Ancak bu hükümet l. Dünya Savaşından yenik çıkınca tekrar dinî siyasete dönüldü ve Meşihat Makamı eski haline getirildi.

ŞEYHÜLİSLÂMLIKTAN SERİYE VEKÂLETİNE:
23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca, 4 Mayıs 1920’de hükümetin teşkili için "T. B. M. Meclisi İcra Vekillerinin Suret ı İntihabına Dair Kanun" (Huştur, tertip, 3. Cl, ’sh. 6. Kanun no: 9) kabul edildi. Buna göre T.B.M.M. Hükümetinin vekâletlerinden birisi de "Şer’ıye ve Evkaf Vekâleti "idi. İstanbul Hükümetindeki şeyhülislâmlığın yetki ve sorumluluklarına yakın bir statü ile seriye vekâleti Bakanlar Kurulun-da yer alıyordu. (A.F.Başgil, a.ge. s, 187-88)
Bütçe tutanaklarına göre Seriye Vekâletinin vazifeleri üç maddede hülasa edilebiliyordu: İfta, Kaza, Talim ve İrşad."
Bakanlar Kurulu listesinde Umur-u Seriye vekili Başbakandan sonra geliyordu. T.B.M. Meclisi hükümetlerinin beşinde de yer aldı. Cumhuriyetin ilanından sonraki I. Cumhuriyet Hükümetinde de aynı mevkiyi işgal etti. (Hükümetler ve Programları, 1920-1960, Ank. 1988, C I, s. 2-20)

3-LAİK DEVLET DEVRESİ: 29 EKİM 1923 VE SONRASI..
Cumhuriyetin ilanıyla Türkiye’de kurumların laikleşmesinin yolu tamamen açılmıştı. Ülkedeki, yeniden yapılanma ve modernleşme programları ve politikaları doğrultusunda dinf kurumlar da gözden geçirildi. 30.10.1923 tarihinde kurulan ilk Cumhuriyet Hükümetinde yerini koruyan Seriye ve Evkaf Vekâleti 3 Mart 1340 (1924) tarih ve 429 sayılı "Seriye ve Evkaf ve Er-kan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanunla kaldırıldı. Kanunun gerekçesinde "Din ve Ordunun siyaset cereyanları ile alâkadar olması bir çok mezahiri dâidir (sakıncalar doğurur). Bu hakikat bütün medeni milletler ve hükümetler tarafından bidüstur-u esasi olarak kabul edilmiştir" denilmektedir.

DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİNİN KURULMASI
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı Kanunla "Türkiye Cumhuriyetinde muamelât-ı nas’a dair olan ahkâmın teşri ve infazı (insanların işlerine ilişkin kanunların yapılması ve uygulanması) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun teşkil ettiği hükümete ait olup, Din-i Mübin-i Islamın bundan maada (başka) itikadât ve ibadâ-ta dair bütün ahkâm ve mesali-hinin tedviri (yasa ve yönetmeliklerle işlerin yürütülmesi) ve müessesât-ı diniyenin (dini kurumlar) idaresi için Cumhuriyetin makarrında (merkezinde) bir DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ makamı tesis edilmiştir. (Madde:))
Diyanet İşleri Reisi Başvekilin inhası (önermesi) üzerine Reisicumhur tarafından nasbolunur (atanır). (Madde:3)
Türkiye Cumhuriyeti memaliki (toprakları) dahilinde bilcümle (tüm) cevami (camiler) ve mesacid-i şerifenin (mescidler) ve tekâya ve zevâyanın (tekkeler ve zaviyeler) idaresine, imam-hatip, vaiz, şeyh müezzin ve kayyımların ve sair müstahdeminin tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisi memurdur. " (Madde: 5)

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İsmi Üzerinde Tartışmalar

DİNÎ kurumların yeniden teşkilatlandırılması ve gelişmelere ayak uydurabilir bir yapıya kavuşturulması yolunda öneriler sunanların başında Ziya GÖKALP geliyordu. Gökalp, İslâm Mecmuası’nın 27 Ağustos 1331/1916 tarihli sayısında (sayı: 35) "Diyanet ve Kaza" adı altında bir makale yayınladı. Burada, özetle "taksim-i amal ve ihtisas" kaidesi gereğince İslâm’ da "Diyanet İşleri" ile "Kazaî İşler’in ayrılmasının lüzumu vurgulanmıştır. O’na göre Diyanet işleri ile Kazaî işler tamamen ayrı şeylerdir. Birincisi ibadet, itikat ve ahlâkla ilgili hükümleri içerirken, ikincisi tamamen sosyal, ekonomik ve siyasî konularla ilgilidir. Bu bakımdan Diyanet İşleri bir "Diyanet Nezareti’nin nezaretinde muntazam bir teşkilât-ı diniye halini almalıdır". Gökalp bu görüşlerini yine aynı mecmuanın 48 ve 49. sayılarında yayınladığı "İttihat ve Terakki Kongresi" başlıklı yazılarında daha da geliştirdi ve sistemleştirdi. Sonuç olarak Bakanlar Kurulu’nun dışında bir "Meşihat Makamı" projesi ortaya koydu.

Bu tartışmaya, Şebilürreşad kanadından İsmail Hakkı (İzmirli) de aynı mecmuanın c. 10, sayı: 373 te 1918 yılında yayınlanan "Diyanet ve Kaza" başlıklı yazısıyla katılmıştır. İsmail Hakkı da "Diyanet" kavramının lügatta "dindar olmak" manasına geldiğini, terim olarak ise "ibadat, taht-ı kazaya dahil olmayan ahkâm"ı içerdiğini belirtir. Ve yazısında "...hülasa müftinin nokta-i nazarına göre verilecek hükümler ahkâm-ı diyaniye, kadınınkiler ahkâm-ı kazaiyedir" sonucuna varır.
Bu ön bilgiden sonra, T.B.M. Meclisinde Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşu ve ismi üzerindeki tartışmaları meclis tutanaklarından aynen veriyoruz:
REİS- Efendim bu madde hakkında bir takrir aldım. Maddedeki (Umuru diyaniye) fıkrasının (Umuru diniye) suretinde yazılmasını teklif ediyorlar. (Hayır sesleri).
TUNALI HİLMİ B. (Zonguldak) - Diyanet işleri varken umum diniye ne oluyor?
MUSTAFA FEYZİ B. (Konya) - Muhterem arkadaşlar diyanet kelimesi malûmuâliniz mastardır. Mastar, isme mensubolamaz. Yani fiildir, fiile karşı nisbet lisanen muvafık değildir.
Yalnız bu mânayı ifade etmek için bir isim vardır, yani tahsis edilmiş bir isimdir ki, o da (din) dir. Eskiden mâruf ve meşhur olarak (umuru diniye, ulûmu diniye, muamelâtı diniye) denilir. Diyanet mastardır, yeni bir tâbirdir, muvafık değildir. Umuru diniye demekte de zaten bir beis yoktur.
İHSAN B. (Celibereket)
Burası Türkiyedir mastar falan anlamam ben!..

SAMİH RİFAT B. (Çanakkale) Efendim Arapça ile fıkıh ile ve ulûmu hukukiye ile iştigal etmiş olan zevatça malûmdur ki, din ile diyanet arasında tıkhi bir fark vardır. Din kazai, iftai muamelâtı nâsa dair olan her şeyi ibadatı, ahkâmı ve itikadatı camidir. Halbuki kazaya dâhil olmıyan ahkâmı, iftayı, ibadatı, itikadatı kendi mâna ve mefhumu altında cemeden bir tabiri fıkhı vardır ki o diyanettir. Efendim. Bütün kütûbü fıkhiye ve Islâmiyede" Kazaen ve diyaneten’tâbiri müstameldir. Imarat ve Hükümet mânasını cemeden kelimede iktisadiyat, içtimaiyat, inzibat, tedrisat cümlesi dâhildir. Bunların her biri Hükümetin münkasem olduğu şuabata taksim edilmiştir. Meydanda kalan yalnız ibadat, itikadat, ıftaye aid olan ahkâmdır ki, Umum Diyaniye Riyasetine aittir ve (Diyanet) kelimesi tamamiyle bu mânaya mevzudur. Bunun sıgai nisbetle ifade olunup olunmaması caiz olup olmadığına gelince: İsmi mastardırlar sıgai nisbet haline gelebilirler. (Düveli, hükmî) gibi kelimeler göstermektedir ki, (Devlet ve Hükümet) kelimeleri nisbet haline intikal edebilir. Binaenaleyh Meclisi Alimiz diyanet işleri kelimesini kabul edebilir veyahut (Vm,,r>ı tfniye) MWW kabul eder, o başkadır. Yalnız (Diyanet) kelimesi kastettiğimiz mânayı bütün şümulüyle ifade ettiğinden bunun ipkasını rica ederim.
REİS- Efendim maddedeki (Umuru diyaniye) fıkrasını (Umum diniye) denmek suretiyle kabulünü teklif ediyor. İkincisi, Tunalı Hilmi Beyin (Umuru diyaniye) yerine (Diyanet İşleri Reisliği) ifadesinin kabulünü teklif ediyor. Binaenaleyh evvelemirde (Umuru diyaniye) fıkrası yerine (Umuru diniye) kelimesinin ikamesi muvafık olup olmadığı hakkında reyi âlinizi alacağım. (Umuru diyaniye) fıkrasının (Umuru diniye) fıkrası şeklinde kabulünü muvafık görenler lütfen el kaldırsın. Aksini reye koyuyorum. Kabul etmiyenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi efendim.
Tunalı Hilmi beyin teklifini reye koyuyorum. (Ret sesleri) (Umuru Diyaniye Riyaseti) yerine (Diyanet İşleri Reisliği) tâbirinin konulmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Aksini reye koyuyorumu Kabul etmiyenler el kaldırsın. Kabul edildi. (Alkışlar) o halde (Umuru Diyaniye Riyaseti
şekil ve suretine tahvil edilmiştir. Madde hakkında başka söz istiyen yoktur. Maddeyi bu $ekil ile reyi âlinize koyuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Aksini reye vaz’ediyorum. Kabul etmiyenler lütfen el kaldırsın. Kabul edilmiştir.
Madde 2. - Seriye ve Evkaf Vekâleti mülgadır.
REİS- Söz istiyen var mı elendim? (Hayır sesleri) Maddeyi aynen reyi âlinize koyuyorum. Kabul edenler lütfen eMaldır-sın. Aksini reye koyuyorum. Kabul etmiyenler lütfen el kaldırsın. Madde aynen kabul edilmiştir.
Madde 3.- Umuru Diyaniye Reisi Başvekilin inhası üzerine Reisicumhur tarafından nasbolunur.
REİS- Söz istiyen var mı efendim? Tabbi bu maddedeki (Umuru Diyaniye Reisi) yerine (Diyanet İşleri Reisi) tâbiri ikame olunacak ve bu suretle madde tashih edilecektir. Maddeyi bu şekilde reyinize koyuyorum. Kabul edenler lütfen el kaldırsın. Aksini reye koyuyorum. Kabul etmiyenler el kaldırsın. Kabul edildi efendim.
Madde 4.- Umuru Diyaniye Riyaseti Başvekâlete merbuttur. Umuru Diyaniye Riyasetinin bütçesi Başvekâlet bütçesine mülhaktır. Umum Diyaniye Riyaseti teşkilâtı hakkında bir nizamname tanzim edilecektir.

DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİNİN RİFATEFENDİLİ YILLARI
Diyanet İşleri Reisliğı’nin kurulmasıyla Türk tarihinde, dinî kurumların laikleştirilmesi bakımından yeni bir sayfa açılmış, yeni bir döneme girilmişti. Her ne kadar laikleşme süreci Tanzimatla başlamış ve belki de Türk aydınının bir kısmı ve siyasîler, fikrî yönden böyle bir safhaya hazırdı ama, halkın olup bitenleri çok yakından takip ettiği, fikrî ve zihnî bakımdan aynı hazırlık ve olgunluk içinde oldukları söylenemez. Bu sebeple Diyanet İşleri Reisliği’nin başına getirilecek şahıs çok önemli idi. Bu şahıs saygı duyulacak, halk tarafından sevilecek, her şeyden ö-nemlisi de yeni gelişmelere ayak uydurabilecek birisi olmalıydı. Bu yeni doğmuş kurumu laik sistem i-çerisinde oturtacak, geçiş dönemini fazla hırpalanmadan atlatabilecek yeteneğe sahip olmalıydı.
Bütün bu özellikleri büyük ölçüde kendinde toplayan kişi olarak Börekçizâde Mehmet Rifat Efendi uygun bulundu.
Rifat Efendi’nin uzun sayılabilecek bir idarî tecrübesi vardı. 25 E-kim 1907 tarihinden beri Ankara Müftüsü olarak görev yapıyordu. Ayrıca Seriye ve Evkaf Vekâleti zamanında Fetva Heyeti azalığı da yapmıştı.
Ankara’lı idi ve ileri gelenler üzerinde sevgi ve saygıya dayalı bir otoritesi vardı. O yılların sosyo-politik şartlarında bir alim ve aynı zamanda bir müftünün sahip olduğu bu avantajı "Milli Mücadele" yönünde kullandı.
Rifat Efendi, Milli Mücadele’nin başlarında Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin Ankara şubesini kurmuş ve başkanlığını üstlenmişti. Çeşitli zorluklar içinde düşmanla mücadele edilen o karanlık ve acı günlerde Milli Mücadele’nin önderleri ile birlikte çalışmış ve maddî manevî büyük hizmetlerde bulunmuştu. Bu faaliyetlerinden dolayı İstanbul Hükümeti tarafından âsi kabul edilerek Ankara Müftülüğünden azledilmiş ve idama mahkûm edilmişse de (28 Haziran 1920), Büyük Millet Meclisi tarafından göreve devamı sağlanmıştı. 4 ay kadar Menteşe mebusluğu yaptıktan sonra tercihen tekrar müftülük görevine donmuştu.
Kısaca, idari tecrübe, Cumhuriyetin liderlerine olan maddî-manevî yakınlık, bölgenin "manevî lideri" olması ve İstanbul Hükümetine karşı tavır alışı gibi faktörler gözönünde bulundurularak yeni kurulan ve 28 gündür boş bulunan Diyanet İşleri Reisliğine i Nisan 1924 tarihinde Borekçızade Mehmet Rıfat Efendi getirildi. Ölümüne (5 Man 1941) kadar 17 yıl bu görevde kaldı.
Bilindiği gibi milli mücadelede u-lemanın rolu dikkat çekicidir. Çoğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubeleri ulema tarafından kurulmuş, çoğu kasabalarda direniş hareketleri müslümanlara "din ü devlet" için mücadeleyi hatırlatan fetvalar onlarca verilmiştir. (Bak. C. Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet Yayını, Ankara 1973)
Savaş bitmiş, ülke düşmanlardan temizlenmiş ve Cumhuriyet ilan edilmışti. Yeni sistem içinde Diyanet İşleri Reisliğine kanunla "Din-i Mübin-i İslâm’ın itikadât ve ibadâ-ta dair bütün ahkâm ve mesalihinin tedviri ve müessesât-ı diniyenin idaresi" verilmişti. (Bak. Şer’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun.Madde.1) Ancak yeni Reislikten bundan fazlası bekleniyordu..
Bu açıklamalar ışığında, Diyanet İşleri Reisliği’nin Rifat Efendi zamanındaki çalışmalarına kısaca bir göz atmak konuyu daha da aydınlığa çıkaracaktır.


DİYANET İŞLERİNDE YENİLİKLER:
Hutbenin Türkçeleştirilmesi
Osmanlılar zamanında hutbeler tamamen Arapça okunurdu. İlk Türkçe hutbeyi Müfıd Efendi okudu. 24 Kasım 1922 de Abdulmecıd halife olarak makama getirildiğinde Müfıd Efendi, murahhaslar heyeti başkanı olarak, hamdele ve salvele dışındaki kısımları Türkçe bir hutbe okudu. 23 Şubat 1925 te bir çok milletvekili hutbelerin Türkçe okunmasını istediler. Bir süre sonra 1926 Ramazanında İstanbul Göztepe Camii İmamı Celalettin Hoca Kur’an âyetleri dahil bütün hutbeyi Türkçe okuyunca halkın tepkisi üzerine görevden alındı.
Bu olaydan sonra Rıfat Efendinin de bulunduğu beş uzmandan oluşan bir komisyon Diyanet İşleri Reisliğine 58 örnek hutbe sundu. Rifat Efendi bunları hatiplere dağıttırdı ve artık âyet ve hadislerin dışında öğüt bölümlerinin Türkçe olarak okunmasını bildirdi. Bu tali-mat 1927 de yürürlüğe girdi. (Jaschke, yeni Türkiye’de İslâmlık, İst. 1972, S. 44)

Ezanın, Salanın ve Tekbirin Türkçeleştirilmesi
Cumhurbaşkanlığı Orkestrasının eski yöneticilerinden Hafız Yaşar (Okur) 22 Ocak 1932 de İstanbul Yerebatan Camiinde "Müşfik ve Rahim olan Allah’ın ismiyle" diye besmele çekip Yasin Suresini önce Arapça sonra da Türkçe olarak okudu. (H. Yaşar Okur, Atatürk’le On Beş Yıl. Dini Hatıralar, İst. 1962) Bu deneme 29 Ocak 1932 de İstanbul’un büyük camilerinde tek-rarlandı. Aynı yıl Ramazan ayı Kadir Gecesinde Ayasofya hoparlörlerinden verilen büyük bir kutlama yapıldı. Burada önce mevlit, arkasından bir çok sureler Türkçe olarak okundu. (Jaschke, a.g.e.s.43)
Ancak bu uygulamalar halk tarafından kabul görmediği için bir süre sonra terk edildi.
’ Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti, Dolmabahçe Sarayındaki odasında, Dr. Reşit Galip ve Hasan Cemil (Çambel) İh yönetimi altında, yedi seçme hafıza "Tanrı Uludur" şeklindeki ezanı meşk ettirdi. İlk olarak 30 Ocak 1932 de Teravih Namazından sonra Ayasofya Camiinde okundu. Bir sure sonra ezanın "arı Türkçe" metni Türk Dil Kurumu tarafından hazırlandı. Vakıflar-Genel Müdürü bütün cami ve mescit hademelerinin amin sıfatıyla makamına bağlı bütün cami ve mescitlerde Türkçe ezanı uygulamak için hazırlanan emrini yolladı. Yeni ezanın bestesi için konservatuardan yardım bile istenmişti.
1932 yılı Ramazan ayında ise kesin emirle Türkçe ezana geçildi. Ezanın Türkçeleştirilmesinden sonra selâ ve Tekbirin Türkçeleştirilmesine gidildi. Bu maksatla, (lasckhe, a.g.e. s. 45-47, B. Lewis,he Emergance of Modern Turkey s. 415-416) 6 Mart
1933 te Rifat Efendi bütün müftülüklere bir genelge gönderdi. Bu genelgede:
"Öz dilimizle her tarafta Türkçe Ezanın okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salat-ü selâm okumak ahenksiz düşeceği gibi Hükümet-i Celile’nin takip buyurduğu maksad-ı millîye de uygun gelmediğine binaen İstanbul’daki erbab-ı ihtisasla bilmuhabere balâya (yu-karıya) yazılan üç suret ile Türkçe Tekbir gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa icabında alâkadarların ondan okumaları lüzumu tamimen beyan olunur efendim."
15.4.1937 de yayınlanan bir tamimle de, "hasta ve asabı bozuk insanlar üzerinde uyandırdığı acı tesirlerden dolayı" ölüm haberi i-çin olan "salâ" kaldırılmıştır. Tamimde kaldırmanın meşruiyeti ile ilgili olarak" Cenaze selâlarının hiç bir şer’i hükmü haiz bulunmadığı" açıklaması yer almıştır.

Namazın Türkçeleştirilmesi Yolundaki Gelişmeler
İbadetlerin Türkçeleştirilmesi konusu ilk defa Cumhuriyet döneminde ortaya atılmış değildir. Daha, 1800 lerin sonlarında Ali Suavî, ibadetin Türkçeleştirilebileceğini, namaz surelerinin Türkçeye çevrilebileceğini söylüyordu. (HZ Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İst, 1979, s. 76) Aynı yönde fikirler Ziya Gökalp tarafından da serdedilmiş, ancak fiiliyata geçirilememişti.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu konudaki tartışmaların tekrar gündeme gelmesi üzerine, yukarıda ismi anılan, ilk Türkçe Hutbe’yi okuyan Cemaleddin E-fendi 3 Mart 1926 günü Cuma namazında "Al-lah-ü Ekber" yerine Türkçe olarak "Allah Büyük" sözü ile namaza başlamış fatiha ve zammı sureyi de Türkçe okumuştur. Bunun üzerine cemaat camiyi terk etmiştir. Halkın bu uygulamaya tepkisi büyük olmuştur.
Bu gelişme üzerine Rifat Efendi Cemaleddin Hoca’yı hemen görevden uzaklaştırdı. Olaylar basına da yansıdı. Ahmet Ağaoğlu 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet gazetesinde "Nasıl oluyor da Diyanet İşleri Reisi Bir İnkılapçı Hocayı Cezalandırıyor?" başlıklı bir yazı yayın-layarak Rifat Efendi’nin bu tasarrufunu ağır bir dille eleştirdi.
Kamuoyundaki bu gelişmeler karşısında Diyanet İşleri Reisi sıfatıyla Rifat Börekçi 3 Mayıs 1926 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan şu açıklamayı yaptı:
"İnkılâpçılık ayrı, namaz ayrıdır. Türkçe Namaz kılmakla dinimizin inkişafına çalışıldığını ve böylece de inkılabın esaslarına hizmet etmiş olduğunu söylemek abestir ve inkılabı anlama-maktır. Türkçe namaz kılınamaz, ayetler ve sureler aslı gibi Arapça okunmalıdır."
Yine, o günlerde Diyanet İşleri Reisliği müşavere Heyeti Azası olan A. Hamdi (Akseki) Efendi Namaz ve Kuran adı altında bir risale kaleme almış konunun dini boyutlarını ortaya koyarak böyle bir uygulamanın "dinen caiz olmadığı" kanaatine varmıştır. (Veli Ertan, Ahmed Hamdi Akseki, Kültür Bakanlığı Yay, Ank. 1988, s. 120-122)

Kur’an ve Hadislerin Tercümesi
1926 yılı sonlarında Rifat Efendi "halkın anlıyabileceği bir Türkçe ile Kur’an’ın ve bütün hadislerin sahih bir tercümesinin" yapılacağını ilan etti. Ancak bu girişimin sonuçlanması yıllarca sürdü. 1932 yılı Devlet Bütçesinden Kuran ve Hadis tercümeleri için 4000 TL. ayrıldı. (B. Lewis, a.g.e, s. 415) Kur’an’ı Kerim’in tercümesi ve tefsiri Hamdi Yazır (Elmalılı) a, hadislerin tercüme ve şerhi de Ahmed Naim’e verildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu projeyi yüklenmeden önce Kuranı Kerim’in Türkçeye tercümeleri yapılmıştı. Ancak bu tercümelerin doğruluğu hakkında halk arasında ciddi endişeler vardı. Nitekim M. Hamdi Yazır tefsirinin önsözünde buna şu cümlelerle değinin "Memleketimizde Kur’an-ı Kerim tercemesi namıyla şöyle böyle bazı neşriyat görüldü. Öyle ki içlerinde aslından değil de yabancı tercemelerden terceme edilenler bulundu... Buna karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Diyanet İşleri Riyasetine bir vazife tahmil edilmişti. Bunun üzerine bir teveccüh eseri olarak benden bir tefsir ve terceme yazmam istendi." (Hak Dini Kur’an Dili, Mukaddime, s.8)
Hadislerin tercümesinde de, hadis külliyatının en sahihi kabul e-dilen Buhari nin Sahihi’nin bir özeti olan İmam ZebidPnin Tecrid-i Sa-rih’inden başlandı. Mütercim Ahmed Naim, Hadisin dinin ikinci kaynağı ve Buharînin Sahihi’nin de en güvenilir olduğunu belirterek şu açıklamayı yapar: "Diyanet İşleri Riyaseti-Büyük Millet Meclisince müttehaz bir kararı infazen-Zebidinin bu muhtasarını Türkçeye terceme etme vazifesini râkımül-hurûfa emretti. Hadd-i takatimi pek ziyade tecâvüz eden bu hizmet-i mebrûrenin uhdesinden gelmek güç olduğunu bile bile mahz-ı tevfıkât-ı ilâhiye’ye itimâ-den bu emri yerine getirmeye çalışıyorum." (fecrid-i Sarih Tercemesi, c.l. s. 2-3)
Bu proje uzun zaman aldı, fakat bitirildi. Böylece Türkçeye İslâm’ın iki temel kaynağı kazandırılmış oldu.


Mehmet Rıfat BÖREKÇİ
Börekçizâdelerden âlim Ali Kâzım Efendi’nin oğlu Mehmed Rıfat, 1860 tarihinde Ankara’nın mûtevazi mahallelerinden Boyacı Ali Mahallesinde doğmuştur. Sicil defterindeki kayıtlara göre ibtidai ve rüşâye mekteplerini Ankara’da bitirmiştir. Şehadetnâmesini aldıktan sonra yüksek dini eğitim-öğretim için İstanbul’a gitmiş, Beyazıd Camii Şerifi’nde Atıf Efendi’nin halka-i tedrisine (ders halkasına) devam edip ulûm-u âliye ve aliyye (alet ilimleri ve dinî yüksek ilimleri) tahsil ederek icazetname (diploma) almaya hak kazanmıştır. Daha sonra, ders vennek i-çin Ankara’daki Fazliye Medresesini tercih etmiştir.
Mehmed Rifat Efendi 10 Ekim 1896 de Ankara İstinaf Mahkemesi azalığına getirildi. 25 Kasım 1908 tarihinde de Ankara Müftülüğü görevine atandı. 23 Nisan 1920 de toplanan Milli Mecüs’e Menteşe (Muğla) mebusu olarak girmesine rağmen, 6 ay sonra mebusluk ile müftülüğün tek şahısta, aynı anda birieştirile-meyeceği kaidesi uyarınca tercihini müftülük yönünde kullanarak mebusluktan istifa etti. Bu arada 23 Aralık 1922 - 30 Mart 1924 tarihleri arasında Şer’iye Vekâleti Heyet-i itta azalığı yaptı. Ve nihayet, 4 Nisan 1924 te yeni kumlan Diyanet İşleri Reisliğ’nin ilk Başkanı oldu. Vefatına kadar (5 Mart 1941) 17 yıl bu görevde kaldı.
Rifat Efendi ilmî kariyer bakımından, yukarıda anılan okulları bitirdikten sonra Osmanlı eğitim-öğretim sistemi içinde ilerlemesine devam etmiştir. Yine sicil defterindeki kayıtlara göre 28 C.Ahir 1334/1918 de "Musile-i Süleymaniye" (Sü-leymaniye Medresesinde büyük müderrislere verilen bir unvandır) payesi ile Bursa Müderrisliği tevcih edilmişti. Aynı şekilde "Musile-i Sahn" (Fatih Medresesinde büyük müderrislere verilen bir unvan) payesi ile Bursa Müderrisliği ken-disine tekrar tevcih edilmiştir. Daha sonra 16 Safer 1336/1920 tarihinde "İzmir Paye-i Mücerridi" ve 11 R. Evvel 1336/1920 tarihinde de, ’Mahreç Payesi" ne layık görülmüştür. Yine aynı yıl, 25 C. Evvel 1336/1920 de ’ her türlü devlet hizmetlerinde güzel işler görenlere iftihar ve imtiyazı mucip olmak üzere çıkarılan Dördüncü Rütbeden Osmanî Nişanı" ile taltif edilmiştir.