Makale

İSLAM'DA TEMİZLİK VE ÇEVRE

ŞÜKRÜ ÖZBUGDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İSLAM’DA TEMİZLİK VE ÇEVRE

İslâm Dini, temizliği imandan sayar. Böylece iman etmekle temiz olma arasında doğrudan bir ilişki kurar. Bunun için temizlik bütün tarih boyunca Müslümanların en çarpıcı özelliği olmuştur. İslâm ülkelerini ziyaret eden ilk Avrupalı seyyahların en çok dikkatini çeken konulardan birisi, Müslümanların temizliğe verdikleri aşırı önem olmuştur. Bunun nedeni ise, İslâm’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnetin temizliğe çok önem vermesi ve temizliği İslâm’ın temel prensiplerinden saymasındandır.
İslâm’ın daha ilk günlerinde Hz. Peygamberin Allah’tan aldığı ilk emirlerden birisi: "Ey örtüye bürünen Muhammedi Kalk da uyar. Rabbini yücelt. Giydiklerini temiz tut. Kötü şeyleri terke devam et."(1) âyetleri olmuştur. Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamberin bir hadis-i şerifi de şöyledir: "Temizlik imanın yarısıdır."(2)
Yukarıda geçen âyette açıkça ifade edildiği gibi Yüce Allah, Peygamberlikle görevlendirilen ve ilâhi vahye mazhar olan Hz. Peygamber’den öncelikle giydiklerini temiz tutmasını isteyerek, biz Müslümanlar için temizliğin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca Hz. Peygamberin 23 yıllık risâlet döneminde de temizlikle ilgili çeşitli âyetler nazil olmuş ve temizlik Allah sevgisinin bir ölçüsü olarak kabul edilmiştir.(3) Yine Kur’an-ı Kerim’de Allah’a kul olmanın, O’nun huzurunda durmanın ilk şartının temizlik olduğu belirtilerek şöyle buyrulmaktadır: "Ey inananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; hasta veya yolculukta iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz, yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla mesnedin. Allah sizi zorlamak istemez. Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz."(4) Görüldüğü gibi günde beş defa edâ edilen namazın ilk şartı temizliktir. Belli organlar yıkandıktan ve iyice temizlendikten sonra Allah’ın dergahında durulmaktadır. İslâm’ın temeli, dinin direği ve mü’min’in miracı olan namazın temel şartı temiz olmaktır. Bu nedenle İslâm dini, günde en az beş defa el, yüz, ağız, burun, kulak, boyun, baş ve ayak gibi pislik ve mikroplarla her an temasta bulunan uzuvları yıkamamızı ve temiz tutmamızı emretmektedir. Bundan başka namaz kılınacak mekânın ve giyilen elbisenin de temiz olması gerekmektedir.
İslâm’da çok önemli bir yeri olduğunu belirtmeye çalıştığımız temizlikle ilgili olarak Hz.
Peygamber bizlere bizzat örnek teşkil etmektedir. Bütün hayatında temizliğin her türlüsüne çok dikkat ettiği görülmektedir. Örneğin, camiye ve misafirliğe giderken, toplum huzuruna çıkarken temiz ve güzel elbise giyinmeye, güzel koku sürünmeye, soğan, sarımsak gibi başkasını rahatsız edebilecek şeyleri yememeye son derece dikkat ederdi. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) Kur’an ahlâkının canlı bir misali olduğundan, Kur’an-ı Kerim’in temizlik anlayışının da en canlı misaliydi.
Henüz bugünkü anlamda çevre kirlenmesi olmadığı ve kâinatın ekolojik dengesinin bozulmadığı bir zamanda İslâm kültüründe ve dünyasında, özellikle tabiatı ve tabiî varlıkları koruma, şehircilik alanında görülen bir ekolojik hareketin fiilen ve düşünce olarak varolduğu bilinmektedir. Çevrecilik tarihi açısından, insanlık tarihinin çok erken bir devrinde başlayan İslâm’daki bu ekolojik hareketin ortaya çıkmasına sebep hiç şüphesiz bizzat İslâm dini olmuştur; daha açık bir ifadeyle Kur’an-ı Kerim’in kendisidir. Kur’an-ı Kerim’in hem insanların kalplerine şifâ, onları küfrün karanlığından temizlemek için, hem de bedenlerini temizlemek ve dünya işlerini düzene sokmak için geldiğini düşündüğümüzde, insanın manevi dünyası kadar maddi dünyası ile ilgilenmesi doğaldır. Her konuda olduğu gibi çevre konusunda da Kur’an-ı Kerim müslümanlara, rehberlik etmiştir. İşte bunun için, İslâm’ın doğusuyla birlikte, ona inananlar için çevre, bir mesele olmuştur.
Hiç bir kutsal kitap, Kur’an-ı Kerim kadar, insana, tabiattan, daha geniş olarak, kâinattan bahsetmez. Kur’an insana kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir irtibat ve ilişki içerisinde olması hakkında da bilgiler vermekte, ona yol göstermektedir. Çeşitli âyetlerde, insanın yakın çevresine (yeryüzüne) ve uzak çevresine (uzaya) dikkatini çekmekte, onlar hakkında düşünmesini istemektedir.
Kâinatla ilgili âyetler incelendiğinde, Kur’an’ın ondan bahsetmesinin genel olarak dört gaye için olduğu görülmektedir. Birinci gaye, tabii varlıklar ve olaylarla insana Allah’ın varlık ve birliğine, ölümden sonra dirilişin var olacağı gibi bazı metafizik konulara delil getirmektir. İkinci gaye, kâinatın bizzat yapısı ve çeşitli tabiî olayların meydana gelişi hakkında doğrudan temel bilgiler vermektir. Üçüncü gaye, kâinatın insan için yaratıldığını ve maddi ihtiyaçları için kendi emrinde olduğunu hatırlatmaktır. Dördüncü gaye ise, tabiatın korunması gerektiğini öğretmektir.(5) Biz konumuzu ilgilendirmesi bakımından bu dördüncü nokta üzerinde durmak istiyoruz.
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın yarattığı her varlığın, inanan insan gibi kendisine ibadet edici olduğunu ve dâimi surette kendisinin varlıklarla ilişki içerisinde bulunduğunu haber vermekte; dolayısıyla kâinatın mânevi yönünün olduğuna işaret etmektedir. Konu ile ilgili bir kaç âyetin meali şöyledir:
"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar, O’nu teşbih eder; O’nu hamd ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur; fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O halim olandır, bağışlayandır."(6)
"Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların bir çoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?"(7)
"Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah’a secde ederler."(8)
"Göklerde ve yerlerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah’ı teşbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve teşbihini bilir. Allah onların yaptıklarını bilendir."^)
Bunlara ilâveten, yine Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın insanlardan başka diğer varlıklarla da yakın ilişki içerisinde olduğunu görüyoruz. Yüce Allah çeşitli hayvan türleriyle bitki ve ağaç türlerine yemin (kasem) ediyor; balansı ve karınca gibi hayvanlara vahyettiğini bildiriyor, dağlara, taşlara gök cisimlerine emrettiğini ve onların isteyerek veya istemeyerek emirlerine uyduğunu belirtiyor. Böylece, biz insanlar için, varlıkların manevi açıdan insan gibi değerli oldukları vurgulanıyor.
Yerlerdeki ve göklerdeki, en küçük varlıktan en büyük varlığa kadar her şey, düşünen ve inanan insan için alelade bir şey değildir. Canlı olsun, cansız olsun, her şeyin fizîki kıymetinin ötesinde mânevi bir değeri vardır.
İşte bu bakımdan varlıklar bir çeşit kutsaldır; onların rastgele öldürülmesi, yok edilmesi İslâm dinince yasaklanmıştır. Varlıkları, manevi yönden yaratılıştan "kutsal" görme, İslâm çevreciliğinin esas metafizik temelini oluşturmaktadır. Bu temele dayanarak, müslümanlar çevreye her zaman bir ölçüde sahip çıkagel-mişlerdir. Daha doğru bir ifadeyle, çevreyi sorun haline getirmemişlerdir. Çünkü çevreye yapılan bir kötülük, Allah’a karşı yapılan bir kötülük olarak değerlendirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in kâinatla ilgili olarak üzerinde ısrarla durduğu konulardan birisi de, ekolojik denge meselesidir. Yaratılmış her şeyin bir ölçü, düzen, adalet ve denge içinde yaratıldığını insana sık sık hatırlatmaktadır.^ 0) Mesâla aşağıda mealini vereceğimiz âyetlerde ekolojik dengenin açıkça dile getirildiğini görmekteyiz.
"Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır." (11)
"Yeri yaydık, oraya sabit dağları yerleştirdik, orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik.’(12)
"Hazinesi Bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz."(13)
Yüce Allah, insandan, tabiî çevresini ve kâinatı korumasını, onların tabiî ve ekolojik dengelerini bozmamasını istemektedir. Aksi takdirde, bizzat insanın kendisinin bundan zarar göreceğini şöyle ifade etmektedir:
"İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır."(14)
Hz. Peygamber (S.A.S.) de çevreye ve onun korunmasıyla ilgilenmiştir. O’nun, insanın tabii yakın ve uzak çevresiyle, bu çevrenin temiz ve sağlıklı tutulması, korunmasıyla ilgili fiilen yaptığı ve sözle ifade ettiği pek çok şey vardır.
Bunlardan birkaçını burada zikredelim:
Eskiden bir orman yeri olduğu anlaşılan ve o zaman "Zureybu’t-Tavil" adıyla bilinen, Beni Harise’lerin otlak yeri olan Medine yakınlarındaki bir yerin yeniden ormana dönüştürülmesini bizzat Peygamberimiz istemiştir.(15)
Hz. Peygamber, Mekke bölgesi gibi, Medine ve civarını, Taif şehri ve civarını, bugünkü tabiriyle sid alanları ve millî parklar ilân etmiştir. Bu bölgeler, "Haram" bölge olmuştur. Yani ağaçlarının kesilmesini kuşlarının ve her türlü hayvanlarının avlanmasını yasaklamıştır. Koruma altına aldırmıştır^ 6)
"Yine Hz. Peygamber halkın kullandığı genel yerlere çöp döktürmemiştir."
"Peygamberimiz, evlerin geniş olması, yüksek olmaması ve avlulu veya bahçeli olmasını tavsiye etmiştir. Özellikle evlerin iki kattan fazla olmamasına titizlik göstermiştir. Hatta, iki kattan fazla yüksek evleri yıktırdığına dair rivayetler vardır."(17)
Peygamberimiz fiilen çevrecilik yapmakla kalmamış, çeşitli vesilelerle müslümanlara bu konuda öğütler vermiş ve tavsiyelerde bulunmuştur; Mesâla:
"Her kim boş, kuru ve çorak bir yeri ihya edecek olursa, bu amelinden dolayı Allah tarafından mükafatlandırılır. İnsan ve hayvan ondan men-faatlandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır."(18)
"Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Cenab-ı Hak kıyamet gününde hesap soracaktır.”(19)
Ayrıca kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını da emretmiştir.(20)
Bundan başka Hz. Peygamberin akar ve durgun suların kirletilmemesine, yol, meydan ve mahallelerin temiz tutulmasına dâir bir çok hadisi de vardır. Bunlardan bir iki örnek verelim:
"Kim müslümanların gelip geçtiği yerden, onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa Allah ona sevap yazar. Allah kime sevap yazarsa o sayede onu cennete koyar." (21)
"Avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutunuz."(22)
"Laneti gerektiren iki hareketten sakınınız." "O iki şey nedir ey Allah’ın Rasülü" diye sorulduğunda, şöyle buyurmuştur:
"İnsanların gelip geçtiği yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır." (23)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber çevre konusunda tâbir caizse "Ekolojik Sünnet" bırakmıştır. O halde, İslâm’ın doğusuyla çevre, şuurkı -bir şekilde bir problem ota-1 rak görülmüş ve o günün var olan çevre problemlerine karşı önlemler alınmıştır. Kısaca çevrecilik İslâm ile başlamıştır; ne yazık ki, tarih içinde İslâm’ın getirdiği çevrecilik
ç^jnşvçoğu zaman gözardı edilmiştir.
Çevre ve insan birbirini tamamlayan iki unsurdur. İnsansız bir çevre tek başına nasıl bir anlam ifade etmiyorsa, çevresi yok olmuş bir insanın da yaşama şansı kalmamış demektir. Bu kadar içiçelik arzeden bu iki kavram arasındaki ilişki maalesef hiç günümüzde olduğu kadar kopma noktasına gelmemiştir.
İşte fert ve toplum olarak, dünyanın bu çağrısına cevap vermeyi, gelecek nesillere daha güzel, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre bırakmayı kendimize görev bilmeliyiz. Yüce yaratanımızın harika bir sanat eseri olarak yarattıktan sonra imarını şuur sahibi kulları olan bizlere emanet ettiği hem beşiğimiz, hem döşeğimiz ve hem de mescid ve mabedimiz olan dünyamızı korumalıyız.

(1) Müddessir: 1-5
(2) Müslim Taharet: 1
(3) Bakara :222, Tevbe:108 (4)Mâide:6
(5) Doç. Dr. M. BAYRAKTAR: İslâm ve Ekoloji, D.I.B. Yayınları, Ankara 1992, sh: 25, 29, 30
(6)lsrâ:44
(7) Hac: 18
(8)Nahl:49
(9) Nûr: 41, Rahman: 6, Hadid:1, Ra’d:15, Haşr:1, Cuma:1, Teğabûn:1
(10) Doç. Dr. Mehmet BAYRAKTAR; a.g.e, Sh. 36, 37, 38, 39.
(11) Kamer: 49
(12) Hicr: 19
(13) Hicr:21
(14) Rûm:41
(15) El-Belazürt; Fütuhu’l-Buldan Beyrut 1958, 1/17; Doç. Dr. M. BAYRAKTAR; a.g.e., Sh.50
(16) Bu konuda geniş bilgi için bkz: Buharı; Cihad 71, Ebu Davud Menasik 96; M. Hamidullah; İslâm Peygamberi İst. 1966 1/331.
(17) Prot. Dr. İbrahim CANAN; İslâm’da Çevre Sağlığı, İst. 1986, Sh.89
(18) El-Münavi; Feyzül-Kadir: 6/39
(19) Dirimi: 2/11
(20) Ebu Divud; Ceniiz:1
(21) et-Terğtb 3/618, No:9
(22) Aclûnl; KeşfOl Hafi; Beyrut 1351, 1/224
(23) M.A.Nasıf, et-Tic, Beyrut 1961, 1/93