Makale

VAKF VE VAKFIN HÜKÜMLERİ

VAKF VE VAKFIN HÜKÜMLERİ

Demirhan ÜNLÜ

— 2 —

A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Kur’ân-ı Kerîm Okutmanı

Bir evvelki yazımızda vakfla ilgili iki yolun takibedildiğini söylemiş, îzâhını ise bu sayıya bırakmıştık.

1 — Ebu’l-A’lâ târiki olup, Cumhur’a göre, vakf için alâmetler ko­nulmuştur.

Bu zâtın tam ismi verilmemekle beraber te’lif eserleri arasında El-Vakf adlı kitabı bulunan el-Hasan b. Ahmed b. el-Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Sehl el-İmam el-Hâfız el-Ustaz Ebu’l-A’lâ el-Hemedânî el-Attâr olması ihtimal dâhilindedir.

Cezerî’nin verdiği bilgiye göre Hicrî 569’da vefat eden Ebu’l-A’lâ, Iraklıların imâmı ve asrın hafızlarından biridir. Kadri büyüktür. Kıraat sahasında oldukça verimli ve dikkatli çalıştığı anlaşılan bu âlim, Kitâbü’l- Gâye fi’l-Kırâat el-Aşr; el-Vakf; el-İbtidâ; el-Mâât ve et-Tecvîd gibi kitapları te’lif etmiştir. Zamanındaki memleket ve şehirlerdeki kurrânın kırâatını ihtiva eden Kitâbu’l-İntisâr’m da müellifidir. "

Cezerî diyor ki: “Bana O’nun Kitâbu’l-îhtisâr’ı anlatıldı. Ben ona vâkıf olmayı, ondan bir şey öğrenmeyi çok zaman istedim. Fakat ondan bir şey ve bir kâğıt yaprağı dahi hâsıl olmadı. Onu görüp anlatanı da görmedim. Bilinen şu ki, Cengizhan’ın vak’alarında yok olmuş olmasıdır.

O’nun te’lif ettiklerini kim inceledi ise, kıymetinin yüksekliğini bildi. Benim indimde; Ebî Amr ed-Dânî’nin mağribde bilinmesi gibi, O da şark­ta belki daha geniş bir sâhada bilinirdi. Birçok müellif onu takibetti ve onun yoluna sülük etti.

Kıraat ve hadîs öğrenmek için İsfahan, Bağdat ve Vasıt’a sırtında kitap olduğu halde yürüyerek birkaç defa sefer etti. Lügatle ilgili Kitâbü’l-Cemhere’yi ezberledi. Tüccar çocuklarından olup bütün servetini ilim talebinde infak etti.

O, günün yarısını Kur’ân ve ilimle geçirir; yarısını hadîsle meşgûl olurdu. Güzel yazı yazardı. Şânı büyüdü. Bir beldeye uğradığında onu gören kimse ayağa kalkar; çocuklar hattâ yahûdiler dahi ona duâ ederdi.

Sultanlardan korkmazdı. Allah yolunda ayıplayıcının ayıbından çe­kinmezdi. Başta Ebî Gâlib Ahmed b. Ubeydullah b. Muhammed el-Muğir olmak üzere birçok kimselerden okudu.”1

2 — Şeyh Sirâcuddin Ebû Tâhir Muhammed es-Secâvendî’nin tarîki olup ve kendisinin vaz’etmiş olduğu rumuzlardır. Cezeri’nin kaydına gö­re bu isim; Şeyh Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî el-Gaznevî olarak geçmekte olup doğrusu da bu olsa gerektir.

Secâvendî büyük bir imam, kırâat ve nahiv bilgini olup aynı zaman­da muhakkik ve müfessirdir. Altıncı yüzyılın ortalarında Secâvendî’ye âit Kur’ân’ın güzel bir tefsiri bulunduğunu ayrıca Kitâb-ü İleli’l-Kırâat, Kitâbü’l-Vakf, El-İbtidâü’l-Kebîr, Âharu Sağîr gibi kitapların varlığını Kıftî haber vermektedir.

Zehebî de, Secâvendî ile ilgili olarak, “Kimden okuduğunu ve kimi okuttuğunu bilmiyorum.” der2.

Hâl tercemelerini kısaca zikrettiğim bu iki şahıstan Ebu’l-A’lâ’ya gö­re, yapılan vakf tasnifi şöyledir:

a) El-Vakfü’t-Tâm: Bir kelimede kelâm tamam olup ona daha son­rasının lâfzan ve mânen taallûku olmayan yerde durmaktır.

( … )

Cümlesinin sonunda daha evvel anlatılmaya başlanılan mü’minlerin du­rumları sona erer, İnkâr edenlerin halleri başlar. Böylesi yerde vakfet­mek müstehaptır.

Cezerî, âyetlerin başında yâni bir âyetin nihayeti diğerinin bağladığı yerde ve kıssaların tamamlandığı noktalarda, âyet ortası dahi olsa hikâ­yenin nihayete erdiği yerlerde yapılacak vakfların vakf-ı tâm olduğunu misâlleriyle anlatmaktadır3.

b) El-Vakfü’l-Kâfî: Kelâm tamam olduğu halde daha sonraki kelime veya cümle ile mânâ yönünden ilgisi bulunan yerde vakfetmektir.

( … )

diyerek vakfetmek gibi. Daha sonraki kelam, îrab cihetiyle bununla alakalı değildir. Mana bakımından ilgilidir. Çünkü hem burada hem daha sonraki ayet-i kerimede inkarcıların durumu anlatılmaktadır.

Cezerî bu çeşit vakfın çoğu kere fasılalarda yâni âyet sonlarında ve onun dışında kelâmın anlaşıldığı noktalarda yapıldığını anlatır.

( … )

gibi yerlerde vakfetmek vakf-ı kâfî’ye birer misâl teşkil eder4. Vakf-ı kâfi, câiz olan bir vakftır.

c) El-Vakfu’l-Hasen: Söz tamam olduğu halde devamında lâfzan ve manen taallûku olan yerde durmaktır. ( … ) dendiğinde kelâm tamamdır. Fakat devamı olan ( … ) terkibi “lillâhi” kelimesinin sıfatı olduğundan onunla lâfız ve mânâ itibariyle ilgilidir.

( … )

gibi yerlerde vakfetmek, vakf-ı hasen’dir.

Lâkin bismillâhi’nin devammı ( … ) diye; errahmâni’nin devamını ( … ) diye başlayarak okumak hasen değildir. Çünkü bunlar evvellerine tabi’dir5.

Bir âyetin ibtidasından okumaya başlamak böyle değildir. Âyet-i kerime evveli yâni bir evvelki âyetin sonu değilse vakfetmek de câiz olmaz.

d) El-Vakfü’l-Kabîh: Kelâmın tamam olmadığı yerde durmaktır.

( … ) kelimelerinde durmak gibi. Bu hiç câiz değildir. Nefes kâfi gelmezse durulur. Fakat yeniden alınarak okumaya devam edilir. Bu misâllerde kelâm tamam olmadığı gibi mânâ da tamam değildir. Süyûtî bu tasnifteki vakf şekillerini ikincisi hariç zikreder6.

Secâvendî ve ona tabi’ olanlar vakfın tasnifini şöyle yapmışlardır:

a) El-Vakfü’l-Lâzım: Muhakkak durulması îcâbeden yerdeki vakftır. Durulmadığı takdirde mânâ bozulur, fâsid olur, denilmektedir. İşâreti mim ( …) harfi olup Kur’ân’da seksen dört yerde geçer.

b) El-Vakfü’l-Mutlak: Daha sonraki söz dizisi müstakil kelâm olup evveline taallûku olmayan yerde durmaktır. Vasl etmeye lüzum yoktur. Bu vakfın işareti ta ( … ) harfidir.

c) El-Vakfü’l-Câiz: Vakfın ve vaslın câiz olabileceği bir yerde dur­maktır. Ancak durmak geçmekten daha evlâdır. Bu vakfın işâreti cim ( … ) harfidir.

ç) El-Vakfü’l-Mücevvez: Vaslı, vakfından daha evlâ olan vakftır. İşareti zâ ( … ) harfidir.

d) El-Vakfü’l-Murahhas: Okuyucunun nefesi yetişmediği takdirde zarurete binâen müsaade edilen vakftır. İşâreti sad ( … ) olan bu vakf, zarûret olmadıkça kullanılmamalıdır. Kullanılırsa tekrar evvelinden başlayarak okumak daha iyidir.

Bu işâretlerin dışında Kur’ân-ı Kerîm’de daha başka işâretler de mevcuttur. Onları da şöyle sıralayabiliriz:

Lâm-elif dediğimiz ( … ) harfidir. Tecvidde mânâsı “durma” de­mektir. Çünkü, bulunduğu yerde mânâ tam değildir. Şayet bir zarûrete mebni durulmuş ve bu işâret de âyetin nihayetinden başka bir yerde ise vakfedilmiş olan kelime veya daha evvelinden başlayarak kıraate devam edilmelidir. Bu işâret âyet-i kerîmenin sonunda olduğu halde vakfedilmişse tekrar daha önceden başlamaya lüzum yoktur. Bir sonraki âyetin evvelinden okumaya başlanılır. Âyetin sonunda dahi olsa durmamak lâzımdır.

Diğer bir işâret gâf ( … ) harfidir. Ekseri kurra indinde vasl

alâmeti olup vakf da câizdir.

Bir diğeri gıf ( … ) kelimesi olup mânâsı latif bir şekilde “dur” demektir. Durulduğu zaman mânâya faide verir. Mânâ ile vakfetmek da­ha evlâdır.

Kef ( … ) harfi de bu işaretlerden biridir. “Kezâlik” demek olup bir evvelki durak işaretinin hükmüne tabi’dir.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresinin 195. âyetinde bulunan ( … ) lafz-ı celîlesinde görüldüğü veçhile yakın mesafelerle ( … ) işaretleri kelimelerin sonunda yer almıştır.

Daha başka yerlerde de rastlayabileceğimiz üç noktalı olan bu işarete vakf-ı muânaka denilir. Bu işâretlerin sadece birinde vakfedilir. Okuyucu dilediğinde vakfetmekte serbesttir. Her ikisinde durulduğu tak­dirde mânânın tamam olmayacağı ileri sürülmektedir.

Ayrıca bir kıssanın veya mevzûun sona erdiğini veya diğerinin başladığını ifade için konulan ayn ( … ) harfi vardır. Namazda Kur’ân okuyan bir kimsenin rükû’a gitmesi için en uygun alâmet kabul edildiğin­den buna rükû’ alâmeti denilmiştir.

Okuyucu, zikrettiğimiz tarîk ve esaslara riâyet ederek Kur’ân’ı kırâata çalışırsa isabet kaydetmiş olur. Kasıtlı olmadığı müddetçe ve harf­lerin dışında zarûrete binaen de olsa vakf, müslümanlar için bir kolaylık arzeder. Okuyuşa devam edilirken durak işaretinin şekli dikkatten kaç­mamalıdır7.

_______________________________________

(1) Şems ed-Dîn ebi’l-Hayr Muhammed b. Muhammed b. El-Cezerî Gayetünnihâye fî Tabakâtü’l-Gurra, Mısır 1932, c. I, sh. 204-206.

(2) Gayetünnihâye c. II, sh. 157.

(3) Şems ed-Dîn ebi’l-Hayr Muhammed b. Muhammed b. El-Cezerî; En-Nesr fi’l-Kırâât el-Aşr, Mısır c. I, sh. 226-227.

(4) En-Nesr, c. I, sh. 228.

(5) En-Nesr, c. I, sh. 228-229.

(6) Celâleddin Abdurrahman es-Suyûtî, El-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır, 1951 (üçüncü baskı).

(7) Vakf hakkında daha geniş bilgi için bak: En-Neşr, c. I, sh. 225-238; Mehmed Zihni: El-Kavlü’s-Sedîd fî ilmi’t-Tecvîd 1328 sh. 27-40; Şeyh Muhammed El-Mahmud: Hidâyetü’l-Müstefîd fî Ahkâmi’t-Tecvîd, Kahire, sh. 31-33.