Makale

AİLENİN TÜKETİCİ EĞİLİMİNDEKİ DEĞİŞMELER VE ÇEVRE BİLİNCİ

Feramuz AYDOĞAN
ApK Uzmanı

AİLENİN TÜKETİCİ EĞİLİMİNDEKİ DEĞİŞMELER VE ÇEVRE BİLİNCİ

BÜTÜN toplumlar için tüketim, temel bir olgudur. Toplumda en küçüğünden en büyüğüne kadar hemen herkes, birer tüketim objesi durumundadır. Toplumun en küçük birimi olan ailede tüketim olgusunu doğrudan yaşayan, tüketim harcamalarını tayin eden ve tamamen tüketici durumunda olan objedir.
Üretimin temel örgüt birimi şirket olduğu Bibi. tüketimin temel örgüt birimi de ailedir, ülke genelinde düşünülecek olursa, bir ülkede iki tüketici grubundan biri aile, diğeri ise ordu, yatılı okul, hastane, cezaevi gibi tüketici gruplarıdır. Bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin %80’i aileler, kalan % 20 si ise diğer gruplar tarafından tüketilmektedir.
Değişme sürecine paralel olarak tüketimin temel objesi olan ailenin yapmış olduğu tüketim şeklinde ve tüketim eğilimlerinde de değişmeler meydana gelmiştir. Örneğin, hızlı şehirleşme, apartman hayatı, radyo, televizyon gibi imkan ve haberleşme araçlarının; ailenin barınmış olduğu konutun içerisine girmesi, ailenin tüketim eğilimlerini ve tüketim harcamalarını belirlemiştir. Buna bağlı olarak ailenin tüketeceği mamullere yönelik üretim etkinliklerinde de değişiklikler kendini göstermiştir. Bu cümleden olmak üzere, "evvelce aile tarafından yapılan bazı hizmetler, geniş ölçüde gıda imalatçıları ve diğerlerine intikal etmiştir. Böylece aile, daha bağımlı bir tüketim ünitesi olmuş ve üreticilerin etkisi altına girmiştir, üretim örgütleri ihtisas-laşma yolunda ilerlerken, tüketim üniteleri geçmiş örneklerinden daha bilgisiz ve daha etkin duruma düşmüştür".
Toplumun çekirdeğini meydana getiren aile, aynı zamanda içerisinde bulunduğu çevrenin de merkezini oluşturmaktadır. Bu sebeple, tüketim süreci içerisindeki ajleyi, tüketimi gerçekleştirme eylemi esnasında, bir dizi sorumluluklar beklemektedir. Çünkü aileler tüketici olarak çevrelerine bağımlılık arz etmektedirler. Çevre, yeterli ve sağlığa uygun besin, su ve enerjiyi sağlamalıdır ki, aile ve onun bireyleri de hayatlarını sürdüre-bilsinler. Bu tür hayatiyeti sürdürme ihtiyacı çevre için de aynı şekilde geçerlidir. Örneğin, "şehir hayatında deterjanların gereğinden fazla, kır hayatında suni gübrenin bilinçsizce kullanılması, toprak ve su kalitesini bozduğundan, bireyin orta ve uzun vadede daha büyük boyutlarda ihtiyaç duyacağı, kendisi için şart olan yeterli besin üretimini ve temiz suyun teminini zorlaştırmaktadır. Ayrıca bu zararlı etkilerin giderilmesi için yapılacak tüm arıtma - ıslah çalışmaları da açık olarak kaynak israfına yol açacaktır."
Bir ülkede geniş tüketici olarak ailelerin, tüketim eğilimlerinde ve harcamalarında meydana gelen değişmelere paralel olarak tüketici-çevre ilişkisi içerisinde çevre bilinci de oluşmak durumundadır.


İKİ KÜLTÜR ARASINDAKİ ÇARESİZLİK"
A. ALİ ULUDAĞ
Belçika

1960’lardan sonra ekonomik nedenlerle Avrupa’ya gelen vatandaşlarımız, biraz sermaye temin ettikten sonra memleketlerine dönmek gayesiyle buralara gelmişlerdi. Çok azı birkaç yıl çalış-tıktan sonra geriye dönerken, büyük bir çoğunluğu da geldikleri ülkelerde kalmışlar, hatta çoluk çocuklarını ve yakınlarını da beraberlerine almışlardır. Bugün, aşağı yukarı otuz yıllarını doldurmuş elan bu yurttaşlar, artık bulundukları memleketlerin yerlisi olmuş durumdalar. Ev almışlar, dükkân ve iş yerleri açmışlar, böylece bir çoğu kendi işinin sahibi olmuş, bir çoğu da emekliye ayrılmış ve yerlerini çocuklarına veya yakınlarına bırakmışlardır. Memleketinden gelin getirmiş, damat getirmiş, âdeta burada yeni bir mahalle veya köy kurmuşlardır...
Ancak bu vatandaşlarımız problemsiz değildirler. Gurbete çıktıklarından bu yana çeşitli problemlerle, dertlerle beraber olagelmişlerdir. Bunların başında ailevî problemler başta gelmekte ve günden güne değişik boyutlar kazanmaktadır. Gün geçtikçe evinden kaçan genç kızlara, eşini, çoluk çocuğunu terk eden babalara, hatta çocuklarını ve kocasını bırakıp bir yabancıya kaçan annelere tanık olmaya başladık. Metresleri uğruna ailesini ihmal eden babalar ise hiç de az değil. Birçok ailenin düzeni bozulmuş, yuvalar yıkılmış, çocuklar yetiştirme yurtlarına terk edilmiş, eğitimleri de başkalarına emanet edilmiş.... Daha nice iç çektiren ve yürekler paralayan durumlar...
Fakat bunların haricinde gördüğümüz güzel ve hoş aile manzaraları da az değildir. Özellikle altını defalarca çizerek belirtmek gerekir ki, dindar eşlerin teşkil ettikleri aile yuvaları, daha sıcak, daha ahenkli ve mutlu aileleri oluşturmakla birlikte, çocukların yetişme tanları, davranıştan ve basanlarında etkisini açıkça göstermektedir. Ailedeki problemleri çocuklarına bakarak anlamak mümkün olabilmektedir. Böyle ailelerin çocuktan da problemli olmaktadırlar. Ailede huzur ve ahenk varsa, çocuklar da, okul çevresi ve arkadaş çevrelerinde huzurlu, uyumlu ve ahenkli oluyorlar. Daha saygılı, terbiyeli ve görgü sahibi oluyorlar
Aile düzensizliklerinin nedenleri çok farklı Avrupa’da. Yalnız, genelde, problemlerin ve geçimsizliklerin kökünde, yuva kurulurken yapılan yanlış hareketler bulunuyor. Meselâ: Bir baba, oğlunun arzusu doğrultusunda, onunla yeterince istişare etmeden memleketinden gelin getiriyor. Vize problemi ve birçok güçlükleri aşarak bunu yapıyor. Fakat oğlan, geceleri eve ya geç geliyor ya da hiç gelmiyor. Derken ben istemediydim, siz zorladınız gibi tartışmalar, kavgalar başlıyor. Kızcağız geriye dönse zor, dönemiyor. Böylece bir süre cennet köşelerinden bir köşe olarak vasıflandırılan aile, cehenneme dönüyor. Buna benzer daha nice sebep saymak mümkün.




KOPAN AİLE BAĞLARI VE...
Ali DOĞRU
Belçika

19601ı yıllarda yüz binlerce insanımız Anadolu’dan, baba ocağından Avrupa’ya taşınırken, hiç şüphesiz ki, gelecek yılların kendilerine dert mi, huzur mu getirebileceğini tahmin edemezlerdi. Gelecek yıllarda neler vardı? Gelecek neye gebeydi? Kaç kişinin aile yuvalarının yıkılacağını, kaç kişinin intihar edeceğini, nice çocukların yetim, nice gelinlerin dul, nice anne ve babaların da boyunlarının bükük kalacağını kimse bilemiyordu. Yıkılan, dağılan aileler bunun yanında dramatik sahneler, Avrupa’daki Türk aile hayatının bir enkazı olacaktı.
Avrupa’ya gelen birinci nesil buralara ailesiz gelmişlerdi. Bundan dolayı yalnız yaşama, işçimizi zora soktu. Kazandıkları paraların çoğu içkiye, kumara ve zinaya gitti. Tasarruf yapanlar, kötü yolun kurbanı olmayanlar, aile ve çocuklarına para gönderdiler. Bazı kişiler, evli oldukları halde, burada yabancı bir kadınla hayatı devam ettirme düşüncesinden uzaklaştılar.
Aile özlemine dayanamayanlar ailelerini yabancı diyarlara getirdiler, özlemiş oldukları sıcak yuvalarına, çocuklarına, ailelerine kavuştular.
Fakat bazıları bu yuvaya çok uzak kaldılar. Gül gibi tertemiz Anadolu hanımları yerine, yabana kadınlarla kalmayı tercih ettiler. Aile bağlan yavaş yavaş kopmaya başladı. Ve arkadan gözyaşlarıyla dolu yılları. Senelerce izine gelmeyenler, babasının yolunu bekleyen boynu bükük yavrular. Kocasının yolunu gözleyen Anadolu gelinleri. Artık sıla yolu bir çok aileye, dert yolu olmuştu. Ekmek kapısı yabana diyarlar nice ümitleri yıkmıştı. Bu problemler gelecekte filmlere, romanlara konu olacaktı.
Zaman su gibi aktı. Yıllar birbirini kovaladı™ Birinci neslin bir kısmı döndü, bir bölümü emekli hayatına başladı. Bir kısmı uyum sağladı, bir kısmı sağlayamadı. Artık geri dönme tartışmaları azalır oldu.
"Bir öküz, bir motor ya da bir ev parası" biriktirdikten sonra dönme umutlan mazide acı bir hatıra olarak kaldı.
İkinci ve üçüncü nesil, ben vatanımda artık uyum sağlayamam, bir kısmı serbest hayat var burada, iş imkânı var, gibi inandırıcı veya inandırıcı olmayan mesnetlerle bu diyarlarda kalmayı tercih ettiler.
Ali Doğru/ Belçika