Makale

Yasak Aşk ve Yasak Aşktan Doğan Çocukların, İslâm Hukuku Açısından Nesebleri

Yasak Aşk ve Yasak Aşktan Doğan Çocukların, İslâm Hukuku Açısından Nesebleri

Yazan: Dr. Ali ŞAFAK
A.Ü. İslâmî İlimler Fakültesi Asistanı

Böyle bir makalenin hazırlanmasına sebeb Medenî Kanunumuzun ihtiva ettiği boşluk ve İzmir Devlet Hastahanesi Mecmuasının Nisan 1967 ta­rih ve 5. cilt 1. sayısında bu konuda neşredilen tıbbî makaledir (1).

YASAK AŞK NEDİR?

Lâtince İNZET yahut Almanca BLUCTSHANDE (FÜCÛR) kelimesi, le­kelemek, kirletmek demek olan İNCESTARE’den müştaktır. Lubker’e göre İNCESTUS ve İNCESTUM kelimesinden şu mânâlar anlaşılmakta: 1 — Bâkire Râhibelerin iffetsizliği, 2 — Mukaddes yerlerin kirletilmesi, 3 — Altıncı dereceye kadar yakın akrabalar arasında seksüel (cinsî) münasebet (2).

İNZEST sonradan hususîlik kazanarak yalnız fücûr suçunu ifade eder ol­muştur. İNZEST veya eski terimle FÜCÛR; bir erkeğin veya kadının öz ve­ya üvey ana-babalarla, evlâtlar yahut büyük ana-babalarla torunlar arasında, bir de kardeşler arasında cinsî münasebet ve gayr-ı tabiî aşk mânâsına gel­mektedir (3).

Drazga’ya göre; İNCEST kanunen birbiriyle evlenmelerine cevaz verilme­yecek derecede yakın akraba olan erkekle kadın arasında cinsî münasebet veya birlikte yaşama cürmüne denir (4). Böyle kimselerle birlikte yaşama so­nucu doğan çocuklara da «FÜCÛR MAHSULÜ» denilmektedir. Esasen Arapça da «FÜCÛR» kelimesi de haktan dönmek, doğruluktan ayrılmak, zinâda bu­lunmak demektir.

TARİHÇE:

Eski Yunanlılar, Mısırlılar, Romalılarda yakın akrabalar arasında evli­liğin ve cinsel münasebetin olağan sayıldığı, hattâ kardeşlerin arasında cin­sel münasebetlerden söz edildiği anlaşılmaktadır (5). Yine eski kavimlerde, bu arada Yahudiler, Araplar, İnkalar, Makedonyalılar, İranlılarda baba-kız, anne-oğul ve kardeşler arasında cinsî münasebet ve evliliğin yer aldığını, bu gibi münasebetlerin cemiyet tarafından kabul edildiğini gösteren misaller li­teratürde kaydedilmektedir (6).

Bununla beraber modern cemiyetlerde, yakın akraba aşkının hoş görül­mediği; gerek moral, gerekse ceza kaidelerince mahkûm edildiği bir hakikat­tir. Hıristiyanlık yakın akrabalar arası evliliği muhtelif sebeblere binaen yaşaklamıştır (1). İslam Dini de, yasak aşk mevzuu kadınlara teması yasak ettiği, haram kıldığı gibi failleri hakkında dünyâ ve âhiret hayatına âit ceza­lar koymuştur. Dinlerin, ahlâkî prensiplerin, kânunların yakın akraba aşkını kesin hükümlerle yasaklamasına rağmen, medenî cemiyetlerde sanıldığından çok daha sık rastlanan bir olay olduğunu gösteren deliller adlî tıp kitapla­rında, adliye zabıtlarında mevcuttur. Türkiye’de anane ve âile bağlarının, büyük halk kitlelerinin dînî inançlarının kuvveti dolayısıyla ilk bakışta bah­se konu olacak kadar yakın akrabalar arasında cinsel münasebetlere havsa­lanın alamıyâcağı bir olay gözü ile bakılabilirse de FÜCÛR memleketimizde de nâdir olmayarak görülen tenâsül tersliklerindendir. Ancak bu haller ihtilât doğurmadıkça, âile şeref ve haysiyyetini koruma bakımından fâillerinin mahkemelere düşmesi pek enderdir. FÜCÛR; ahlâksızlar, edebsizler ve cinsî ihtiyaç dolayısıyle câhiller arasında görüldüğü gibi, bunun marazî ve ızdırarî şekillerine de tesâdüf edilmektedir (2).

HUKUK BAKIMINDAN KONUNUN ÖNEMİ:

Bugün mer’î olan Türk Ceza Kânûnu ve Medenî Kânûnumuzda akraba aşkı ile ilgili sarih müeyyideler mevcut değildir. Sadece Medenî Kânûnun 92. maddesinde bir hüküm mevcuttur. Konunun yurdumuzda adlî tıbbı ilgi­lendiren yönü; âile içinde çok taraflı cinsel münasebetlerin varlığı karşısında, böyle münasebetler sonucu doğan çocukların gerçek babalarının tâyini mes’elesidir. Yasak aşktan doğan çocukların babaları tıbbî yönden kan gurupları­na göre tayin edilmektedir ki, en sağlam metod bu olmaktadır. Ortaya çı­kan ve çözümlenmesi gereken bir diğer problem böyle, ilişkilerden doğan çocukların nüfûs kayıtlarının ne şekilde yapılacağıdır? Mevzuatımıza göre, evlilik dışı cinsel münasebetlerden doğan çocuklar, babalığı isbat edilen veya kabul eden şahsın nüfusuna evlâdı olarak kaydedilmekte, çocuğa nafaka bağlanabilmektedir. Medenî Kânûn sonuçlarını tâyin etmemekle beraber, ya­kın akrabalar arası evlenmeyi yasakladığına göre, yasak aşklardan doğan çocukların medenî durumunun ne şekil olacağı ve bunlara nafaka bağlanıp bağlanamıyacağı hususu aydınlatmaya muhtaçtır (3).

MER’Î HUKUKTA NESEB MES’ELESİ:

Şâyet ana-baba çocuğun ana rahmine düştüğü tarihte birbiriyle evlenemiyecek durumda iseler, tabiî nesebin gayr-ı sahih nesebe inkılâbı, ya tama­men veya kısmen imkânsızdır (4). M.K. m. 292 mucibince birbiriyle evlen­meleri memnu olan akrabaların cinsî münasebetinden doğan çocuklar tanı­namaz. Bunlara «ZÎNÂ veya FÜCÛR MAHSULÜ ÇOCUKLAR» denilir. Tabiî ne­sebin tanıma suretiyle gayr-ı sahih nesebe inkılâbı, bunlar hakkında tamamen imkânsız bulunmaktadır.

Zinâ ve Fücûr mahsulü çocukların babalık davası marifetiyle gayr-ı sa­hih nesebe inkılâbı da güçtür. Bu konuda şunu belirtmek gerekir: Fücûr mahsûlü çocukların nesebi tanıma marifetiyle gayr-ı sahih nesebe inkılâb edemediği hâlde, babalık davası mevzuunda kanunî bir memnuniyet de yok­tur. Bütün bunların sonucu Fücûr mahsulü çocukları haklı olarak «kötü durumlu evlilik dışı çocuklar» diye vasıflandıran hukukçular vardır (1). Zinâ ve Fücûr mâhsulü çocukların tanınmasını M.K. m. 292 men etmekle ve zinâ mahsulü çocukların babalığa hüküm ile gayr-ı sahih neseb iktisabını ancak ananın zinâsı hâlinde M.K. m. 303 mümkün görerek babanın zinâsı hâlinde M.K m. 310 son fıkra buna da mâni olmakla çocukların nesebleri hususun­da hiçbir delil kâbûl etmiyor demektir (2). M.K. m. 291 tanıma veya babalığa hüküm ile tabiî nesebin gayr-ı sahih nesebe inkılâb edebileceğini vaz etmiş­tir. Ancak ana-baba çocuğunu ana rahmine düştüğü tarihte biribiriyle evlenemiyecek durumda iseler, zinâ ve Fücûr mahsulü çocuklar, tabii nesebin gayr-ı sahih nesebe inkılâbı, ya tamamen veya kısmen imkânsız bulunmak­tadır.

Medenî Kanunun 8. babı «Nesebi sahih olmayan çocuklar» dan bahseder­ken, sahih neseble bu hükümde olan tashih edilmiş ve ca’lî neseb dışında kalan tabiî nesebi kasdetmektedir. Nitekim M.K. muzun me’hazı «gayr-ı meş­ru neseb: filiation illegitime» tabirini kullanmak suretiyle durumu daha açık bir şekilde ifade etmektedir. (3).

Gerçekten, evlilik dışı doğan çocuğun babası herkes tarafından bilinse, baba bunu bizzat, fakat şekline uygun surette olmayarak ikrar etse, herkes beyanda bulunsa da tanıma veya hüküm olmadıkça, bu çocuğun babasına nisbetle nesebi sadece tabiî nesebtir. Ancak tanıma veya hüküm ile tabiî ne­seb, gayr-ı sahih nesebe inkılâb edebilir. Çocuk babasına bağlanmış olur (4). Fakat bahis konumuz olan Fücûr mahsulü çocukların tanınamıyacağı M.K. m. 292 de «Birbiriyle evlenmeleri memnu’ olanlardan veya evli erkek ve ka­dınların zinasından doğan çocuk tanınamaz» şeklinde hükme bağlanmıştır. M.K. «Fücûr mahsulü çocuk» ibaresiyle 292. maddede birbiriyle evlenmeleri memnu olanları kasdetmiştir.

Kanun fücur mahsulü çocukların tanınmasını memnu kılmakla da âile içindeki normal nizamı bozan bir hadiseyi, bir rezaleti unutturmayı arzu et­miştir. Kanunun fücur mahsulü çocuklarla ilgili hükümleri sonsuz tenkid- lere maruz kalmaktadır. Zinâ ve Fücûr mahsulü çocuklar evlilik dışı çocuk­ların en «kötü durumluları» telâkki edilmektedir. Kendi iradeleri dışında bu vaziyete düşmüş olanların ana-babalarının günâhı yüzünden cezaların en ağırlarından biri olan neseblerini düzeltmemelerini mucib olan bu hükmün kaldırılması hukukçularca temenni edilmektedir (5).

YASAKLIĞIN SEBEBLERİ:

Hısımlar arasında evlenmenin câiz olmaması muhtelif sebeblere istinad eder. Ahlâkî düşüncelere göre, yakın akrabalar arasında evlenmenin temeli olan cinsî münasebet düşünülecek olursa, âileler arasında bir takım intizam­sızlıklar husule gelir ve âile inhilâl eder. Âile hıfzısıhhasında veya ahlâkında husule gelecek herhangi bir tereddinin bütün bir cemiyette ne büyük tepki­ler uyandıracağı da bedîhîdir. Bu yaralar cemiyete muzır olmakta gecikmez. Binaenaleyh akrabalıktan mütevellid memnuniyetlerin kanunlara vaz’ına içti­mâi menfaat hususî bir rol oynar (1).

XIX ve XX. asırlarda biyolojinin tekâmülü, ırsıyyet nazariyelerinin kabulü ile ortaya atılan biyolojik mânilere göre, kan hısımları arasında vukubulan evlenmelerden, cinsî münasebetlerden doğan çocuklar sıhhatçe ve biyolojik yapı bakımından zayıf, bilhassa sağırlık, sar’a cinnet gibi hastalıklarla ma­lul oluyorlar. Böylece kan hısımları arasında birleşmelerden türeyen nesiller neticesinde ırk tereddiye uğruyor... Kan hısımları arasında birleşmeler her halde nesil üzerinde fenâ bazı izler bırakmaktadır).

Dinler de özellikle İslâm dini mezkûr ve şâir munzam sebeblere binaen yakın akrabalar arası evliliği, aşkı yasaklamışlar İslâmiyet süt akrabalığını da yasak aşka dahil etmiştir.

HUKUK NAZARINDA YASAK AŞK MEVZUU OLAN KADINLAR KİMLERDİR?

Müsbet hukukta ve İslâm Hukûkunun dışındaki dinî hukuklarda süt akra­balığı hariç, diğer sıhrî ve kan akrabaları ile evlenme muhtelif derecelerde de olsa yasaklanmıştır. Kânûnun bu husustaki hükmüne uymak zarureti mev­cuttur. Süt akrabaları ile evlenip evlenmemeye dâir bir hüküm vaz edilmedi­ğinden fertlerin ihtiyarına havale etmiştir. Müslüman bir kimsenin, kanunu ihlâl etmemek şartı ile muhayyer bırakıldığı işlerinde dînî ve ahlâkî inanç­larına, örf ve âdetlerine riâyet etmesi de gerekir. Binaenaleyh kânûn süt ak­rabalarla evlenmeye fertleri icbar etmemiştir. Evlenmediğinde kanûnî herhan­gi bir müeyyide de söz konusu değildir.

Medenî Kânûna göre, kendileriyle evlenilmesi yasak olanlar m. 92 de şu şekilde sıralanmıştır: «Aşağıdaki kimseler arasında evlenmek memnu’dur.

1 — Neseb sahih olsun olmasın usul ve füru’ arasında,

Ana, baba bir veya baba bir, yahut ana bir kardeşler arasında,

Bir kimse ile amca, dayı, hala, ve teyzesi arasında.

2 — Sıhriyyet hısımlığını tevlid etmiş olan evlenme feshedilmiş veya ve­fat yahut boşanma ile zâil olmuş ise bile, kan ile kocanın usûl ve füruu ve koca ile karının usûl ve füruu arasında.

3 — Evlâtlık ile evlâd edinen ve bunlardan biriyle diğerinin koca veya karısı arasında.» Sayılan akrabalarla yapılacak evlenme akdi keenlemyekün (sanki hiç olmamış gibi) addedilmiştir.

İslâm Hukuku bakımından nikâhı haram olanlar iki kısımdır.

a) Ebedî nikâhı haram olanlar. Yakın akrabalık, sıhriyyet ve süt akra­balığı.

b) Muvakkaten nikâhı haram olanlar: Başkasının nikâhı altındaki ka­dınla evlenmek, gözetilmesi gerekli süreye riâyet etmeksizin birisiyle nikâhlanmak gibi.

Akrabalık yönünden nikâhı haram olanlar üç nev’ie ayrılır. 1 — Bir şah­sın usul ve füruu, 2 — Baba ve annesinin füruuları, 3 — Cedd ve Cedde (dede ve nine) lerin füruuları. Yalnız teyze ve halaların füruuları ile amca ve dayı­ların füruuları haram değildir. Kısacası dede ve ninelerin füruularından bi­rinci batından başkası haram değildir (1).

Sıhren nikâhı haram olanlar da üç nevidir. 1 — Temasta bulunan karı-kocanın füruuları, 2 — Karı-kocanın usûlü. Mücerred nikâh akdi ile (cinsî münasebette bulunulmasa dahî) usuller haram olur. Bu sebeble şöyle denil- miştir: «Kızlarla akid, anneleri haram kılar, annelerle cinsî temas kızları ha­ram kılar». 3 — Babaların cinsî temasta bulundukları kimseler (2).

Süt akrabalığı sonucu nikâhı haram olanlar ise, neseb cihetinden haram olanlar gibi. Bunlar da yedi sınıf kimselerdir. Şöyleki, 1 — Süt anneler, 2 — Süt annenin kocası (süt babalar), 3 — Süt kız kardeşler, 4 — Süt kız kardeş kızları, 5 — Süt erkek kardeşin kızları, 6 — Süt halalar, 7 — Süt teyzeler.

İslâm Hukukunun Ahkâm-ı Şahsiyye ve Aile Hukuku konusunda yazılan eserlerde de durum şu şekilde tesbit edilmiştir: «Ebedî tahrimi mucib olan sebebler karâbet, müsâharet ve radaadan ibarettir».

«Erkek bir kimseye neseb cihetinden anasını ve her ne kadar tabaka-i ulyâda (yukarıda) olsa bile ceddesi (ninesi)ni ve kızını ve her ne kadar tabaka-i süflâ (aşağı) da olsa bile kızının kızı ve oğlunun kızım ve kız karın­daşını ve her ne kadar tabaka-i süflâda olsa bile kız karındaşının kızıyla er karındaşının kızını ve ammesini ve usûlünün ammesini ve halasını ve usûlü­nün halasını tezevvüc etmek haram olup benât-ı ve a’mât ve a’mâm (teyze ve amca kızları) ve benât-ı hâlât ve ahvâl (hala ve dayı kızları) helâldir.

Kadınlar için de mukâbil erkekler haramdır» (3).

Önce de belirtildiği gibi nikâhı devamlı haram olan kimselerden süt ak­rabaları hariç diğerleri Medenî Kânûnumuzdakilerle ayniyyat arzeder. Mu­vakkaten nikâhı haram olan kimseler hakkında fıkıh kitaplarında etraflı malumât mevcuttur. Konu nikâhı daimî veya muvakkat haram olan kimselerle cinsî temas sonucu doğan çocukların nesebini, özellikle babasını tesbit oldu­ğundan bu kadarla yetinilmiştir.

NİKAHI YASAKLANANLARLA EVLENMENİN HUKÛKÎ DURUMU

İslâm Hukukunun haricindeki hukuklarda ve Medenî Kânûnumuzda ya­sak aşk mevzuu, kadınlarla evliliğin hükmü kısaca kaydedilmiştir. İslâm Hukûkunda böyle kimselerle yapılan evlenme akdinin hükmü; «Bir kimse ne- seben, ya radaen ya sıhriyyeten kendisine mahrem olan hatunlardan birisini tezevvüç eylese, nikâhı aslâ sahih olmaz ve kendileri iftirak etmezlerse ara­ları tefrik olunur... Münâsib bir ukûbetle muâkab edilir» (4). şeklinde tesbitle gayr-ı sahih nikâh telâkki edilmiştir. «Gayr-ı sahih ve Mevkûf Evlilik» başlığı altında da;

«Bir kimse; neseb, süt ve sıhrî yönden haram olan birisiyle evlenirse, ev­lilik aslâ sahih olmaz, ikisinin arası ayırt edilir. Eğer ayrılmazlarsa, en şid­detli ta’zir cezasıyle tecziye ve tefrik edilirler. Bilerek bunu yaparsa cezası ağır olur. Bilmeden evlenmişlerse, hallerine göre ceza verilir» (1). Bugünkü Ceza Kanunumuzda yasak aşk mevzuu kadınlarla evlenenleri tecziye eden sarih hükümlere ilgili maddelerde rastlanılamamaktadır. Mes’elenin cezâî yö­nünün ne şekilde halledildiği bugünkü tatbikatçılarımıza âittir.

İslâm Hukukçularının ekserisi nikâh akdindeki fesat ve butlânı aynı ka­bul etmişler, yasak aşk mevzuu kadınlarla evliliğe «Fâsid Nikâh» derler. Bu bakımdandır ki, Ebu Hanifenin akdi fâsid, Ebû Yusuf ve Muhammed b. Ha- san’ın bâtıl kabul etmelerine rağmen, hukukî yönden aynı neticeye ulaşırlar (2). Fâsid ve bâtıl nikâhların feshi için hâkimin hükmüne lüzûm yoktur. Ta­raflardan her biri akdi feshedebilir. Ama ayrılıkta bekleme süresine riâyet şarttır.

BU MÜNASEBETLERDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN NESEBİ

Bir çocuğun annesi genellikle belli olup isbata, araştırmaya lüzûm yok­tur. Ama babasını tayin ve tesbit güçlükler taşıyabilir. Tıbbî yönden babası­nın belli olmaması, şüphe taşıması hallerinde kan guruplarının tesbiti ile çocuğun babası tayin edilmektedir. Mes’elenin hukukî yönden hali daha muğlaktır, özellikle bu konuda görüldüğü gibi çocuğun babası tayin edilemiyor, babalığa hüküm güçlük taşıyor. Bilerek veya bilmeyerek yasak aşk mevzuu kadınlarla cinsî münasebet sonucu doğan çocukların neseb durumunu tayin güçleşince, bir günahın, cürmün mahsulü günahsız dünyaya gelen yavrunun bakımını, nafakasını kim temin edecek? Kimin mirasçısı olacak? Cemiyet içinde devamlı babasız, lekeli bir şahıs olarak mı kalacak? İslâm Hukukunda bu ve benzeri soruların cevabı daha kesin ve açıkça verilmektedir.

«Nikâh-ı fâsid ile nikâhlanmış olan kadın mütareke ve ayrılıktan evvel doğuracak olup da eğer kadın bu doğumu cinsî temastan itibaren 6 ayın ta­mamında yahut daha fazla bir sürede yapmışsa çocuğun nesebi, davaya lü­zûm olmaksızın temasta bulunan erkekten (babadan) sâbin olup onun, çocu­ğu nefy ve reddetmek hakkı yoktur» (3). Fâsid nikâhlar nesebin isbatı ve müddetler hususunda sahih nikâhtaki durum gibidir (4). Binaenaleyh sahih nikâhtaki hamileliğin en az müddeti 6 ay, çoğu 9 ay, en fazlası da 2 senedir. Sözü geçen bu süreler fâsid evliliklerde de muteberdir. Mezkûr müddetler da­hilinde dünyaya gelen çocuk, akdin mahiyeti ne olursa olsun, münasebette bulunan kadın ve erkeğe âittir. Münasebetin tarafları isbat edildikten sonra, nikâhta fesad ve butlanı aynı mânâya alan İslâm hukukçularınca, artık ne­sebin reddine imkân yoktur. Akid derhal sona erse de, dünyaya gelen çocu­ğun nesebi, baba ve annesi, bellidir. Bazı İslâm Hukukçuları fâsid nikâhla, bâtıl nikâhı ayrı hükümlere tabi tutarak yasak aşk mevzuu kadınlarla evliliği fâsid nikâh addetmişler ve yukarıdaki görüşe katılmışlardır. Fakat bu görüş­te olanlar, bâtıl evlilikten doğan çocukların babasına hemence karar vere­memektedirler (5)

Kısaca arz edilen bu görüşler sonucu; nesebi, anne ve babası, sâbit olan çocuk o şahısların mirasçısı olur. Çocuğun bakımı, nafakası babasına âittir. Böylelikle çocuk kötü durumdan kurtulmuş, hayatı garanti altına alınmış­tır. Umumiyetle anneye verilen, teslim edilen çocuğa babası yardım elini uzatmak zorundadır. Her birerlerinin vefatları halinde çocuk onların miras­çısı olabilmekte, fâsid nikâh mahsulü, yasak temastan doğmadır diye miras­tan mahrumiyeti cihetine gidilememektedir (1).

NETİCE

Ahkâm-ı şahsiyye ve âile hukukunda her Türk Vatandaşı Medenî Kanun hükümlerine tabidir. Aksine hareket aslâ tecviz edilemez. Şu kadar var ki, kanunda mevcut boşlukların doldurulması için hukukçular tarafından temenniler izhar edildiği gibi, fert ve cemiyetin lehine olarak lüzûmlu yerlerde tadi­lâtın yapılması teklifinde bulunmaktalar. Nitekim yasak aşk mevzuunda ni­kâhı haram olan kimselerin cinsî temasları sonucu doğan çocukların çok kö­tü durumlarını tanzim ve ıslah eden sarih bir hüküm, cezaî müeyyide bulun­madığından kanunların bu yönünün ıslahı, boşluklarının doldurulması husus­ları tenkid ve temenni edilmektedir. Zira dînî ve ahlâkî duyguların zayıfladı­ğı topluluklarda akraba aşkı sonucu dünyaya gelen çocukların varlığı ilgili­lerce kabul edilmektedir. Kanunun boşluk ihtivâ ettiği konularda hâkime takdir yetkisi, ilmî ve kazâî içtihadlardan, örf ve âdetlerden yararlanabilece­ği yine bir kanun hükmüdür. Fakat haklarında örf ve âdet, İlmî ve kazâî içtihadların da pek bulunmadığı Fücûr mahsulü çocukların bu acıklı durum­ları nasıl tashih edilecektir? Baba ve annesi durumunda olanların günâhını çocuk hayat boyu çekecek midir?

Halkımızın büyük bir ekseriyetinin müslüman olduğu memleketimizde mes’elenin dînî ve ahlâkî yönü nasıl halledilebilir? İşlenilen cürmün fâilleri kanunlarımızdaki boşluklardan da istifade ederek hukuken sorumsuz mu kal sınlar? Kendilerine, kanuna mugayir olmamak şartıyla herhangi bir tavsiye­de bulunulamaz mı?

Fücûr mahsulü çocukların İslâm Hukukunda durumlarının, sahih nikâh­tan doğan çocuklar gibi olduğuna işaret edilmişti. Lehe olan bu hükümler karşısında, her ne kadar evlilik derhal sona ermekte ise de çocuk üzerinde dînî ve ahlâkî yönden baba ve annelik hakları bâkidir. Yine bugünkü mevzua­tımız muvacehesinde babası üzerine kaydedilememekteyse de, annesi belli olduğundan onun üzerine kaydedilmekte, mirasçısı olabilmektedir. Kanunen babasının mirasçısı olması da imkânsızdır. Yalnız annesine bağlı olarak tabiî neseb şeklinde kalan Fücûr mahsulü çocuğa, babası durumundaki şahıs, usu­lüne uygun hibede, vasiyette bulunabilir. Dolaylı yolla da olsa kötü durumlu çocuğunun mağduriyetinin izalesi mümkündür. Bu nevi hareket tarzı herhal­de ahlâkîliğini korur, kanuna aykırı da olmaz.

(1) Dr. Halûka Menteş — Dr. Beyhan Ege, «Yasak Aşk ve Yasak Aşktan doğma Çocuk­ların Babalarını Tayinde Ailede Kan Gruplan Dağılışının Rolü», İzmir Devlet Has­tahanesi Mecmuası, c. V, sayı 1, Yıl Nisan 1967.

(2) Prof. Dr. Behçet Tahsin Kamay, «Adlî Tıp» c. II, s. 750-751, Nşr.. Ankara Üniver­sitesi Tıp Fakültesi No: 22, Ankara 1951.

(3) B.T. Kamay, a.g.e., c. II, s. 751.

(4) Dr. H. Menteş — Dr. B. Ege, a.g. Mecmua, c. V, sayı 1, s. 99.

(5) Dr. H. Menteş — Dr. B. Ege, a.g. mecmua, c. V, sayı 1, s. 99.

(6) Dr. H. Menteş — Dr. B. Ege, a.g. mecmua, c. V, sayı 1, s. 99-100.

(1) Dr. H. Menteş — Dr. B. Ege, a.g. mecmua, c. V, sayı 1, s. 100.

(2) B.T. Kamay, a.g.e., c. II, s. 753.

(3) Dr. H. Menteş — Dr. B. Ege, a.g. mecmua, c. V, sayı 1, s. 103-104.

(4) Prof. Dr. F. Hakkı Saymen — Prof. Dr. H. Kemâl Elbir, «Türk Medenî Hukuku, Aile Hukuku», c. III, s. 292, İstanbul, İsmail Agkün Matbaası 1957.

(1) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 292.

(2) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 296.

(3) F. H. Saymen — H. K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 406.

(4) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 407.

(5) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 418.

(1) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., c. III, s. 91-92.

(2) F.H. Saymen — H.K. Elbir, a.g.e., e. III, s. 60 ve aynı sayfadaki dipnot: 60.

(1) Abdurrahmânü’I-Cezîrî Kitâbü’l-Fıkıh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, 5. baskı, c. IV. s. 61-62.

(2) A. Cezîrî, a.g.e., c. IV, s. 62.

(3) Hasan Rızâ, Ahkâm-ı Şahsiyye, Tercemesi, Şerhi, İstanbul Mahmut Bey Matbaası 1315, s. 14-15, Tevfik Mısrî, EI-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Beyrut 1968-1388, I. baskı s. 18-19.

(4) Hasan Rıza, a.g.e., s. 58.

(1) Tevfik Mısrî, a.g.e., s. 38.

(2) Mehmed Emin b. Abidîn, «Hâşiyet-i Dürr-i Muhtâr», Mısır Matbaay-ı Meymuniyye 1307, C. II, s. 658.

(3) Hasan Rıza, a.g.e., s. 154-155.

(4) İbn-i Abidîn, a.g.e., c. II, s. 678.

(5) İbn-i Abidîn, a.g.e., c. II, s. 658, Prof. Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şeh­ri, c. XI, s. 318, Nşr. Diyânet Reisliği No: 9, 1947.

(1) Ali Cemâl Efendi, Fetâvây-ı Ali Efendi, c. I, s. 130, İstanbul Bosnevi Hacı Muhar­rem Efendi Matbaası 1305. Ömer Nasûhî Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamûsu, c. 2, s. 24, Nşr. Bilmen Yayınevi İstanbul 1968.