Makale

İslâm’da Ahlâka Verilen Üstün Değer ve Ahlâk ile İman Arasındaki Münasebet

İslâm’da Ahlâka Verilen Üstün Değer ve Ahlâk ile İman Arasındaki Münasebet

Dr. Ali Arslan AYDIN
Din İşl. Y. Kurulu Üyesi

Bu yazımızda; İslâm’ın ve diğer İlâhî dinlerin gayesi olan güzel ahlâkdan, İslâm’da ahlâka verilen üstün değerden ve ahlâk ile iman arasındaki kısaca münasebetten bahsedeceğiz.

a) Dinî Ahlâk’ın Manası ve Dayandığı Esaslar:

Fertleri insan olarak yükselterek kemale erdiren ve onları başkalarına faydalı kılan esaslara ahlâkî umdeler diyoruz. Bu umdeler, itikad ve inanç­larımız ile fiil ve hareketlerimiz arasındaki vicdânî münasebetlerin gelişmesine hizmet eden esaslardır. Bunları insanlara en güzel şekilde öğreten, İlâhî dinlerdir. Çünkü İlâhî dinleri vazeden, Peygamberler göndererek güzel ahlâk ve faziletleri, insanlara öğreten, Allahu Teâlâ’dır. O halde dinî ahlâk; herşey- den önce; mutlak kudret, üstün irade ve sonsuz kemâl sahibi olan Allah’a ve sorumluluk esasına inanmaya dayanır. Bu bakımdan, İlâhî esasa dayan­mayan ve sırf aklî ölçüler üzerine kurulan ahlâk kanunları, insanların bü­yük çoğunluğunca kabule şayan görülmemektedir.

İslâm dini, insanların bir cüzî iradesi ve seçme hürriyeti olduğunu, bu sebeple de, kendi cüz’î irade ve şahsî tasarrufları ile yaptıkları işlerden so­rumlu tutulacakları esasını getirmiştir. Bu esasa göre insan, kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı işlerde mecbur değil, muhtardır. İslâm’ın bildirdiği bu hürriyet ve sorumluluk esası ile, «her şeyin İlâhî ölçüsü» demek olan «kadere iman» arasında bir çelişme yoktur. Çünkü müslüman, hem sorumluluğa esas olan insan irade ve ihtiyarını kabul eder, hem de cüz’î iradesini hayra veya şerre yöneltmesi sonunda mükâfâta lâyık veya cezaya müstehak olacağına, dolayısiyle âhirete inanır; orada Allah’a hesap vereceğine iman eder. Hareket ve davranışlarını bu esasa ve bu inanca göre düzenler.

İslâmın koyduğu genel esaslara göre her şahıs, kendi iradesiyle yaptığı işlerden sorumludur. Hiç bir fert, başkalarının yaptığı işlerden mes’ul de­ğildir. Bunun içindir ki İslâmiyet, Hıristiyanların sonradan icad ettikleri «masiyeti asliyye» nazariyesini kabul etmez. Yani, baba ve dedelerin yaptık­ları bir günahın, çocuklarına ve torunlarına intikal edip gideceğini ve bu yüzden onların da günahkâr doğacağı fikrini kesinlikle reddeder.

İslâmiyette ahlâkî vazifeler, dine dayanmakla beraber, bu konuda aklın mevkii büyüktür. Çünkü İslâmın getirdiği ahlâkî esaslar, akla uygundur. Gerçekte İslâm, dâima akla hitabeder. Onun emir ve yasakları, insanın ak­ıma yöneltilmiştir. Nitekim, dinî sarih hükümler, selim aklın kuralları ile bağdaşır. Akıl, vahye yardımcı ve onu açıklayıcı durumdadır. İslâm dininde akılla bağdaşmayan doğmalar yoktur. Getirdiği ve öğrettiği hüküm ve düs­turları, aklî hür bir metotla tartışma sonunda kabul etmek, bu yüce dine mahsus olan bir meziyet ve tavsiyedir.

Şimdi İslâm’ın getirdiği ahlâkî umdelere ve bunların gayesine bir göz atalım:

b) İslâm Ahlâkı’nın Gâyesi ve Üstünlüğü:

Objektif olarak incelersek görürüz ki, İslâm dini; itikad ve ibâdet cihe­tinden olduğu gibi, ahlâk bakımından da en makul ve en güzel esasları getiren yüce bir dindir. İslâm dini kadar ahlâka önem veren, insanları güzel ahlâka götüren yolları etraflı olarak anlatan ve öğreten bir din yoktur. Çün­kü İslâm’ın gayesi, insanları bir tek Allah’a inanmaya dâvet etmek ve beşe­riyeti ahlâk ve fazilet esaslarına dayanan bir medeniyete ulaştırmaktır. Bu gayeye ulaşmak ise, ancak Allah’a iman, O’na ibâdet ve âhireti tezekkür yo­lu ile kalp ve ruhların temizlenmesine ve böylece ahlâkî güzel haslet ve fazi­letlerin kazanılmasına bağlıdır. Bunun içindir ki İslâm dini, itikad ve ibâ­detten sonra güzel ahlâka ve sâlih amele, (yani güzel işlere) büyük önem vermiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz bu esasa işaret için; «Ben ancak, güzel ahlâkı tamamlamak için Peygamber olarak gönderildim.» (1) buyur­muştur. Yani, Peygamberliğin gayesi, beşeriyetin ahlâkını yükseltmektir. Bu gerçeği Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerimin’de şöyle bildiriyor: «Muhakkak ki sen en güzel ve yüce ahlâk üzeresin.» (2), «Biz seni ancak âlemlere rahmet ola­rak gönderdik.» (3)

Hidayet rehberimiz sevgili Peygamberimiz, Rabbı ile olan münacaatında bile ahlâk güzelliğini dilemiş ve namaza başlarken:

«Yâ Rabbi! Ahlâkın en güzellerine varmak için bana yol göster. Zira en güzel ahlâkı bildirecek ancak Sensin. Yâ Rabbi! Fena ahlâkı benden uzak tut. Zira ahlâkın fenâsını benden uzaklaştıracak ancak sensin.» Buyurmuş­lar, başka bir hadislerin de ise; «Ya Rabbi! Suretimi güzel yarattığın gibi ah­lâkımı da güzelleştir» (4) diye niyaz etmişlerdir. Peygamberimiz (A.S.), «Al­lah’ım! Senden sıhhat ve âfiyet, din ve dünyada fenalıktan selâmet, bir de güzel ahlâk dilerim». (5) diye dua ederlerdi.

Bu sözler, İslâm ahlâkının gayesini ve İslâm’da güzel ahlâkın ne kadar önemli ve üstün bir mevkii olduğunu açıkça göstermektedir.

Güzel ahlâkın İslâm dinindeki yüksek ve önemli mevkiini iyice aydın­latmak için, Peygamberimizin bütün insanlara ışık tutan sözlerinden bir kaç örnek daha verelim: Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyorlar ki:

«Güzel ahlâk, Allahu Teâlâ’nın yarattığı en büyük şeydir. (6)

«Allah’a imandan sonra akıl (ve hikmetin) başı; haya ve güzel ahlâk­tır. (7)

«Güzel ahlâk dinin yarısıdır.» (8)

«Amellerin efdali, güzel ahlâktır. (9)

«İnsanın mizanına konacak, güzel ahlâktan daha ağır hiç bir şey yok­tur.» (10)

«Güzel ahlâka iyi yapış, zira insanların en güzel huyluları, din bakımından en iyi olanlarıdır.» (11)

«Sirke balı nasıl bozarsa, kötü ahlâk ta ameli (yapılan işleri) öylece bo­zar. Güneş karı nasıl eritirse, güzel ahlâk ta günahları öylece eritir.» (12)

«Ya Rabbi! Şikak’tan (yani bölünmeden) nifaktan ve kötü ahlâktan sa­na sığınırım.» (13)

Yüce dinimizin getirdiği ahlâkî esaslara göre her müslüman; Allah’a ibâ­det etmeyi nasıl dînî bir görev sayarsa, ana ve babasına iyilik yapmayı, kom­şularını incitmemeyi, insanlara güler yüz göstermeyi, onlara şefkatli ve mer­hametli olmayı, dargınları barıştırmayı, dâima insanların yardımına koşma­yı, ailesi ile hoş geçinmeyi, vatanı ve milleti için çalışmayı, sıhhatini koru­mayı ve her bakımdan temiz olmayı dinî bir vazife sayar. İslâm’a göre; adam öldürmek, hırsızlık etmek, namusa ve ırza tecâvüzde bulunmak ve ku­mar oynamak nasıl haram ise, başkalarına iftira etmek, yalan söylemek, ya­lan şâhitliği yapmak, dedikodu ile vakit geçirmek, özü sözüne uymamak, sıhhata zararlı şeyleri yiyip içmek ve görevinde kayıtsız olmak da, haram ve günah sayılan kötü huylardır.

Müslümanlık, insanların Allah’a ibâdet etmelerini, dosdoğru olmalarını, iffet ve nezâhetten ayrılmamalarını ister, fakat bunun için dünyadan eletek çekmeği, dünya nimetlerini küçümsemeyi ve ruhbanlığı asla tavsiye etmez.

İnsanların hayır yapmalarını, mallarının bir kısmını hayra sarfetmelerini emreder, fakat elindekinin hepsini vererek, muhtaç duruma düşmelerini doğru bulmaz. İslâm ahlâkı affı teşvik eder, fakat cânilerin ve bozguncula­rın sosyal nizamı bozmalarına meydan verilmemesini ve bu gibilere karşı şiddet kullanılmasını emreder.

Bütün bu ahlâkî yüce esaslar, İslâm’da ahlâkın yüksek mevkiini açıkça göstermektedir.

c) İman ile Ahlâk Arasındaki Sıkı Münasebet:

Yazımıza, İslâm dininin temelini teşkil eden iman esasları ile onun ga­yesi ve meyvesi olan ahlâkî umdeler arasındaki sıkı münasebete işaret eden Sevgili Peygamberimiz’in bazı hadislerinin meallerini sıralayarak son vere­ceğiz.

Peygamberimiz (A.S.) buyuruyor ki:

«İman, yetmiş şu kadar şubedir. Efdali ve en yüksek derecesi (Lâilâhe İllallah) (Allah’dan başka ilâh yoktur) sözünü söylemek, en aşağı derecesi de, insanların gelip geçeceği yerden onlara eza verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ; (utanmak hissi) de, imanın bir şubesidir.» (14)

«İmanın en şereflisi; halkın senden emin olmasıdır. İslâmın en şereflisi, halkın, senin dilinden ve elinden selâmette bulunmasıdır. Hikmetin en şe­reflisi ise, kötülükleri terketmektir.» (15)

«İmanın efdali; sevdiğini Allah için sevmek, sevmediğini Allah için sev­memek, lisanım Allah’ın zikri ile meşgul etmek, nefsin için sevdiğini başka­ları için de sevmek, nefsin için hoşlanmadığını onlar için de hoşlanmamak, ya hayır söylemek, veya sükût etmektir. (16)

«İmanın en güzel alâmeti; sabırlı ve müsâmahah olmaktır.» (17)

«İmanın kemali, güzel ahlâktır.» (18)

Verdiğimiz bu izahattan ve zikrettiğimiz bazı hadisi şeriflerin meallerin­den açık olarak anlaşılacağı veçhile, dinimizin temeli; iman, gayesi ve mey­vesi ise, güzel ahlâk ve salih amel, yani güzel işlerdir. Müslümana yaraşan; iman esaslarına inanmakla yetinmeyerek dinin temelinde kalmamak, Pey­gamberimiz (A.S.) in «Kur’an Ahlâkı» ile ahlâklanarak, imanım kemale erdir­mek, din kardeşlerine ve cemiyete faydalı olmak, böylece İslâm’ın gayesine erişmektir.

Allah hepimizin imanına kuvvet, ahlâkına güzellik versin. Âmin.

(1) Kenzu’l-Ummâl: C. II, S. 58

(2) Kalem: 4

(3) Enbiyâ: 107

(4) El-Fethu’l-Kebir: C. I, S. 244

(5) Aynı eser: C. I, S. 237

(6) Aynı eser: C. II, S. 72

(7) Aynı eser: C. II, S. 124

(8) Aynı eser: C. II, S. 72

(9) Aynı eser: C. I, S. 207

(10) Ayni eser: C.III, S. 112

(11) El-Fethu’l-Kebir: C. II, S. 235

(12) Aynı eser: C. II, S. 105

(13) Aynı eser: C. I, S. 240

(14) Aynı eser: C. I, S. 510

(15) Aynı eser: C. I, S. 188

(16) Aynı eser: C. I, S. 207-208

(17) Aynı eser: C. I, S. 207

(18) Kenzu’l-Ummal: C. II, S. 58