Makale

Kuran Okuyan ve Dinleyenlerin Bilmesi Gereken Bazı Hususlar

Kuran Okuyan ve Dinleyenlerin Bilmesi Gereken Bazı Hususlar
— IV —
Tayyar ALTIKULAÇ Diyanet İş. Bşk. Yrd.
VI. RASÜLÜLLAHIN DİLİYLE KINANAN BAZI OKUYUCULAR:

Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerimi ezberleyenlerin ve onunla meşgul olanla­rın övülmesi asildir. Zaten, sözlerin en güzeli olan Allah kelâmı ile meşgul olanlar için bu sonuç tabiîdir. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: «Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.» (64) buyur­mamış mıdır? Ebû Abdurrahman es-Sulemi’yi (öl. 74/693) Kûfe mescidindeki rahlesinin başından 40 yıl boyunca kaldırmayan da, Peygamberimizin bu sö­zü değil midir? (65)

Gerçek bu söylediğimiz gibi olmakla beraber, Resûlüllah (s.a.v.) in ha­dislerinden başlamak üzere birçok âlimlerin eserlerinde, Kur’anla meşgul ol­dukları ve onu okudukları halde —ona yaraşır vasıfları taşımadıktan için— kınanan kişiler vardır. Resûlüllah’ın uyanlarıyla konuya girmemiz uygun ola­caktır:

1) Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet edildiğine göre Efendimiz şöyle buyur­muşlardır: «Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki, siz onların namazları yanında kendi namazlarınızı, oruçları yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri ya­nında kendi sâlih amellerinizi küçük göreceksiniz (öylesine gözünüzü boya­yacaklar). Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’anın feyz ve tesiri onla­rın hançerelerinden öte geçmeyecek. Onlar, okun avı delip geçtiği gibi din­den çıkacaklar: Okun sahibi, okun demirine bakar, (kan namına) bir şey gö­remez. Ağaç kısmına bakar, orada da bir şey göremez. Yelesine bakar, onda da kan bulaşığı göremez. Sonra avcı, acaba ava dokunmadı mı şüphesiyle fok (denilen) yere bakar (orada da kan izi görülmez)» (66).

2) Abdullah b. Mes’ud’dan rivâyet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyuruyor: «Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübe ve akılları kıt bir zümre türeyecektir. Bunlar Kur’an okuyacaklar ve fakat Kur’anın feyz ve tesiri onların kalplerine nüfuz etmeyecektir» (67).

3) Huzeyfetu’bnu’l-Yemân’dan rivâyet edilen bir hadisinde ise Hz. Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: Kur’ân-ı Arap lâhnı ve uslûbu ile okuyu­nuz. Fâsıkların, Yahûdi ve Nasârâ’nın lâhnı ve tavrı ile onu okumaktan sa­kının. Benden sonra bir kavim gelecek; onlar Kur’ân’ı şarkıcıların, rahibele­rin ve yas tutan kadınların uslûbu ile okurlar. Okurlar ama, okudukları hançerelerinden öteye geçmez. Onların da, bu okuyuşlarından hoşlananların da kalpleri fitne ile dolmuştur» (68).

4) Daha önce bir başka vesile ile yer verdiğimiz (69) bir rivâyet şöyledir (Fudayl b. Amr anlatıyor):

— «Peygamber (s.a.v.) in ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldi­ler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri bir miktar Kur’an okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri şöyle konuş­tu:

— Hepimiz Allah’ın kullarıyız ve Allah’a döneceğiz. Peygamber Efendimi­zi şöyle derken işitmiştim: «Pek yakın bir gelecekte bir gurup insan türeye­cek, bunlar Kur’anı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim, demeyiniz» (70).

5) Ebû Hureyre’den rivâyet edilen bir hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Bir zaman gelecek, ümmetimin içinde Kur’an okuyanlar ço­ğalacak, ama onu anlayanlar azalacaktır. İlim yok olacak, her kafadan bir ses çıkacaktır. Daha sonra bir zaman gelecek ki, benim ümmetimden bir takım adamlar Kur’an okuyacaklar, ama okudukları boğazlarından aşağı geçmeye­cektir.» (71).

Resûl-i Ekrem’in bu çok ciddî konuda daha birçok ikazları bulunmakla beraber, biz burada bu kadariyle yetinelim. Ve kısaca, üzerinde durulmak istenen noktaları tesbite çalışalım.

Yukarıdaki hadisleri dikkatlice okuduğumuz takdirde şu sonuçlara ulaş­tığımızı görüyoruz:

A. İhlâs ve samimiyetten uzak, riyâkâr Kur’an okuyucuları Resûl-i Ek­rem’in diliyle kınanmıştır:

Daha önceki yazılarımızda Kur’an okumaktaki asıl gayenin, Allah’ın rıza­sını elde etmek olduğunu, bunun için de ihlâs ve samimiyetin zorunluluğunu çeşitli vesilelerle belirtmeye çalışmıştık. Yukarıdaki hadisleri incelediğimiz takdirde, bu önemli hususa riâyet etmeyenlerin acı bir şekilde kınandığını görüyoruz. Cemaatin karşısına geçip ciddiyet ve vekardan uzak olarak Kur’an okuyanlar, ağzı ile tilâvet edip, çeşitli jest ve mimikleriyle dinleyenlerin dikkatini çekmeye çalışanlar; kibir ve azametle, elinde oyuncak teşbihiyle, yaptı­ğı nağmelerin etkilerini kontrol için gözleri etrafta ilgi kollayanlar, «Allah Allah, nur ol, var ol...» çığırtkanlıklarını yaptırmak ve müşteri kazanmak üzere yanlarında çanta gibi ücretli tufeyliler taşıyanlar; tilâvetleri sona erdik­ten sonra, haklarında hüsn-i zannedip iltifat eden samimi dindarlara ve hacı andere karşı daha da süfli bir üslûp ile eğilenler, reklâm olsun diye kartpos­tal dağıtanlar... evet, bugünkü müslüman toplumumuz içindeki bu asalak gurup, sözlerin en güzelini, Allah kelâmını dünyalarına sermaye edinen bu bedbaht insanlar... hep bu hadislerin çerçevelediği zavallılar arasındadır. Ve hiç şüphesiz bu riyakârlığın ve samimiyetsizliğin cezası büyük olacaktır. Ni­tekim, Ebû Hureyrenin rivâyet ettiği bir hadis-i şeriflerinde, sevgili Peygam­berimiz bir gün ashâbı ile görüşürlerken şöyle buyurmuşlardır:

— Hüzn kuyusundan Allah’a sığınınız.

— Yâ Rasûlallah, Hüzn kuyusu neresidir ki, diye sordular. Buyurdular ki:

— Cehennemde bir vâdi adıdır; bizzat Cehennem, günde 100 defa bu vâdinin dehşetinden Allah’a sığınır. Râvi Ebû Hüreyre:

— Yâ Resûlallah, buyurduğunuz bu yere kimler girecektir? dedik. Şöyle buyurdular:

— İşleri ve davranışlariyle riyâkâr olan Kur’an okuyucuları (72).

Kur’an okuyanlara ciddiyet ve vekar yaraşır. Bu gibiler kimsenin elini öpmez; belki kendi elleri öpülür. Kur’an hâmilleri için her halleriyle örnek insan olmak gereklidir. Gerçekten, böylesine kurrâ ile, mü’min toplumlar ne kadar iftihar etseler azdır. Ve böylesine huffâza, şüphesiz asrımız ve toplumumuz da sahiptir. Ancak, sayılarının daha da çoğalmasını arzulamak ve yol­larını şaşırmışların, bu gibilerin arasında barınmamasını dilemek, her mü’- minin en samimî dileğidir.

B. Riyâdan da önemlisi, ehl-i nifak olan bazı kurrâ ve hâfızlara karşı müslümanlar uyarılmıştır:

Bilindiği üzere münâfık terimi, imansızlığını gizleyip kendini mü’min gös­teren kişiler için kullanılır. Yukarıda sunulan hadislerden ilki, bu konuda oldukça dikkat çekicidir. Allah’ın kitabının ve yüce dinimizin en korkunç düş­manları zaten bu münâfıklar zümresi değil midir? İslâm tarihinin en karan­lık sahnelerinde daima baş rolleri alan, sûret-i haktan görünüp ve hatta ca­mide birinci safta, imamın arkasında yer alıp İslâmî ve müslümanları can evinden vuranlar, bunlar olmamış mıdır? İşte bu münafıklar içinde Kur’an okuyup hatim indirenler de bulunabilir. Anılan hadiste bunlara işaret edil­miştir. Bunların kıldıkları namazlar ve müslümanlara dinlettikleri tilâvetle­ri... tamamen rolleri icabıdır. Toplumumuzda —sayıları az da olsa— herhal­de böylesine nifak içinde olan Kur’an okuyucuları vardır. Cami kapısında gizlenerek bekleyip te, içeride namaz bittikten sonra ve gecikmiş havası için­de mevlid okumaya girenleri, gündüz Kur’an tilâvet edip gece başka âlemler­de —gizli kapaklı da olsa —asıl yaşantısını sürdüren bazı bedbahtları duy­dukça ve tanıdıkça, insanın aklına ister istemez acaba bu hadisin çerçevele­diği münafıklardan mı?, gibi bir şüphe elbette geliyor. Herhalde müslümanlar için çıkar yol, böylelerini iyi teşhis etmeleri, kendilerine iltifat etmemele­ri ve Cenâb-ı Haktan bunlara hidâyet ve güzel hal dilemeleridir.

Aslında bunları teşhis etmek, hiç değilse fısklarına hükmetmek zor de­ğildir. Yeter ki mü’minler uyanık ve ferâsetli, ölçüleri de sağlam olsun. Zira riyâ ve nifak onların okuyuşlarında, hatta harfleri mahreçlerinden çıkarışla­rında bile kendini gösterir. Büyük sahâbî Huzeyfetulmu-l-Yemân diyor ki:

— Halkın en iyi okuyanları arasında münâfıklar da vardır. Bunlar hiç­bir vav’ın ve elif’in (mahrecinden) dahi ta’viz vermezler. İneğin (geviş geti­rirken ) dilini sağa sola çevirdiği gibi (harfleri mahreçlerinden çıkaracağım diye) bunlar da (dillerini ve çeşitli ağız hareketleriyle kafalarını sağa sola) çevirip dururlar. Ama okudukları boğazlarından aşağıya geçmez (73).

C. Cerciler ve Allah kelâmını menfaatlerine âlet edenler kınanmıştır:

Fudayl b. Amr’ın hikâye ettiği üzere, Kur’an okuyup halktan yardım dile­nenler, ezberlediği üç-beş sureyi kendisi için sermaye edinenler, Rasûlüllah’ın mübarek lisaniyle teşrih edilmiş, müslümanların bu gibilere ilgi göstermeme­leri istenmiştir. Bu hadisin açık hükmü gereğince, böylelerine para vermek haramdır. Bunlar, hem yüce dinimizin, hem toplumumuzun yüz karası asalak kişilerdir.

Camilerde namazları müteakip mihraba fırlayıp üç-beş satır okuduktan sonra «Allah rızası için» (!) ilgi isteyenler, büyük şehirlerde kabir ziyaretçi­lerine sokulup —ayakkabı boyacısının müşterisine yaptığı davet ve teklif misâli— «bir yâsin okuyalım mı?» diyenler, verimli mevsimleri kollayıp köy­kent gezerek saf ve fakat câhil halkımızın temiz duygularını istismar eden­ler ve nihayet hazır hatim ve yâsin satışı yapanlar, bir ramazan içinde 30-40 hatim indirip Allah rızası için (!) ellerinde müteveffâ listeleriyle duâ eden­ler... hep bu kınanan cerci gurup içinde mütalâ edilmelidir.

Müslümanlar böylesine tufeyli tiplere değer vermemeli, içtenlikle ve bizzat okuyacakları bir ihlâs sûresinden hâsıl olacak sevabın, böylesine din ve Kur’an istismarı yapanların indirecekleri hatmin sevabından daha üstün olacağını, hatta bu adamların okuduklarından hiçbir sevap hâsıl olmayacağını bilme­lidirler.

D. Sesi ve musikîsi hatırına tilâvet disiplininden ta’viz verenler kınan­mıştır:

Bilindiği üzere Kur’an tilâvet etmenin kendine has bir disiplini vardır. «Kur’anı tertil üzere (açık açık ve tane tane) oku» (74) meâlindeki âyet-i celile ile murad edilen de bu disiplindir.

Kısaca söylemek gerekirse bu disiplin, tecvid kaidelerine uymak suretiy­le sağlanır. Buna göre Kur’an okurken her harf mahrecinden çıkarılacak ve bu kaidelerin gereği yerine getirilecektir. Bir nağme yapayım der­ken okuyuşa bir harf ilâve etmek veya aksine, harflerin hakkını vermeden geçmek haram hükmündedir (75). Hatta bazı kaynaklarda böylelerini dinle­menin de günah olduğu kaydedilmiştir (76).

Musikî hatırına harekelerde nağme yapmaya kalkanlar, bilhassa vakıf halinde «tabiî med»lerde birkaç elif kadar uzatanlar, gunnelerin izhârında if­rata sapanlar, «muttasıl-munfasıl-ârız-lâzım-lîn med» leri 8-10 elif miktarınca uzatanlar, Kur’an okurken gerekli vekar ve tedebbür yerine segâhı, yegâhı ve dügâhı... düşünenler, kelâmullahı hânendelerin ve gazelhanların üslûbuy­la okuyanlar... hep bu hadis-i şeriflerin sınırladığı kişilerdendir.

Segâh ve yegâh... dedik diye, Kur’an okurken güzel sesin ve musikinin gereksizliğini savunduğumuz anlaşılmamalıdır. Bilâkis güzel sesin ve âhengin Kur’an tilâvetindeki yeri büyüktür. Bizzat Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): « Kur’an (tilâvetinizi) seslerinizle güzelleştiriniz.» (77) buyurmuştur. Güzel sesli sahâbîlerin okuyuşlarına ilgi göstermişler, onlara suret-i mahsusada Kur’an oku­tup dinlemişler, hatta mübarek kelâmın bu güzel sadâlarla gönüllerini etki­lemesi karşısında zaman, zaman ağladıkları olmuştur. Ebû Mûse’l-Eş’arî, Ubeyy b. Kâ’b, İbn Mes’ûd gibi sahâbîler tilâvetlerinden Rasûlüllah’ın çok haz duydukları kişilerdir (78). Bu zevâtın okuyuşlarındaki tatlılık ve âhenk diğer sahâbîlerin okuyuşlarından daha üstün idi ki, bu farklı teveccühe maz­har olmuşlardır.

Şu halde Kur’an okurken, güzel ses ve âhenk mergûbdur, hoş görülmüştür. Mühim olan, musikî ve nağmeler hatırına tecvid disiplininden ve Kur’an okurken gerekli ciddiyet ve vekardan fedakârlıkta bulunmamak, tasannu’- dan sakınmaktır.

E. Sonuç:

Resûl-i Ekrem’in yukarıda gördüğümüz hadislerinde ve bu hadislerin ışığı altında varılan sonuçlarda aslında din adamlığı ve din görevliliğiyle ilişkisi olmayan bazı yollarını şaşırmışların durumları teşrih edilmiş ve böylelerine karşı müslümanlar uyarılmaya çalışılmıştır. İfadeler ve teşhisler, şüphe­siz ağırdır ve düşündürücüdür. Ama ne yazık ki gerçektir. Üzülerek belirt­meliyiz ki bu gibilere bakıp yüce dinimiz hakkında yargılara varanlar vardır. Bizzat dinin ve peygamberimizin ta’n ettiği bu bedbaht insanlara bakıp, İs­lâm hakkında sorumsuzca söz söylemek şüphesiz yanlıştır. Müslümanlar bu gibilere karşı uyanık bulunmalı, 3 numaralı hadiste ikaz edildiği üzere onla­rın tantanalı ve gösterişli hallerine gönül kaptırmayıp fitnelerine ortak ol­maktan sakınmalıdırlar.

Şunu da insaf ile belirtmeliyiz ki; İslâm âleminde, bu meyanda müslüman toplumumuzda, Kur’an’ın gerektirdiği vasıflarla mücehhez hâfızlar çok­tur. Bunlar gerçek Kur’an hâmilleri olarak cemiyetin parlayan yıldızlarıdır. Sayılarının artması, Kur’an ahlâkı ile ahlâklı bu zevâtın güzel sesleri ve ahenkleri ile mü’minlerin gönüllerinin aydınlatılması, «Mü’minler ancak on­lardır ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer; karşılarında ayetler okunun­ca bu onların îmanlarını artırır; onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler.» (79) âyet-i celilesinde işaret edilen ve imanlara güç kazandıran tilâvet zevkine en geniş ölçüde erişilmesi en hâlisane dileğimizdir.

(64) Bk. Sahîhu’l-Buhârî, VI, 108, İstanbul, 1315

(65) Ebû Abdurrahman es-Sulemî, kırâet imamlarından Âsim b. Ebi’n-Necûd’un (öl. 127 /745 hocasıdır. Kırâet ilmini, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi sahâbîlerden ahzetmiştir. Kûfe mescidinde 40 yıl boyunca Kur’an ta’lim etmiş, Sahîhu’l-Buhâri’de de zikredildiği üzere (VI, 108) mezkûr hadise işaretle: «Beni burada oturtan işte bu ha­distir.» demiştir (Hayatı ve menâkıbi için bk. ez-Zehebî, Tabakâtu’l-kurrâi’l-meşhûrîn, s. 9/a, Millet ktp., 2500; Îbnu’l-Cezerî, Gâyetu’n-Nihâye, I, 413, Kahire, 1351 h/1932 m.)

(66) Sahîhu’l-Buhârî, IV, 115. (Burada üstün bir benzetme örneği görüyoruz: Bir taraf­ta hedefine sür’atle girip çıkan ve bu sür’atinden dolayı da hiçbir yerinden kan lekesi almayan ok kalemi, diğer tarafta bu oka teşbih edilen bedbaht bir kişi. İs­lâm toplumu içine bu ok gibi girip çıkan, ruhunda ve şuurunda İslâmın feyizli ışı­ğından hiçbir eser görülmeyen zavallı bir tip. bk. Tecrîd-i Sarih Tercemesi, XI, 284, İstanbul, 1947).

(67) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 163/a, Topkapı (Medine) ktp., 334. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, es-Sünen, IV, 335-337, Kahire, 1369 h/1950 m.

(68) El-Beyhekî, Şuabu’l-îmân, I, 429/a, Nuruosmaniye ktp. 1123; es-Suyutî, el-Câmiu’s sağir, I, 43 (Taberânî’den), Kahire, 1306

(69) Bk. Diyanet Dergisi, (X:3), s. 135)

(70) En-Nevevî, et-Tibyân, s. 29, Dâru’l-fikr, tarihsiz.

(71) Es-Süyûtî, el-Câmiu’s-sagîr. II. 29 (el-Hâkim’in ei-Mustedrek’inden), Kahire, 1306.

(72) Sunenu’t-Tirmizî, IX, 230, Kahirel353 h/1934 m.

(73) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 160/a, Topkapı (Medine) ktp. 334.

(74) El-Muzzenunil, 4

(75) En-Nevevi, el-Ezkâru’l Muntehab, s. 51, Kahire, 1378

(76) Misal olarak bk. Ali Sâlim el-Menûfi, irşadu’l-enâm fî hükmi kırâetil-Kur’ân, s.

76-77, Mısır, 1324

(77) Bk. Sahîhu’l-Buhârî, VIII, 214; Sunenu’n-Nesâî, II, 180, Kahire, 1348 h/1930 m. ve diğerleri.

(78) Bk. Sahîhu’l-Buhârî, VI, 112-114; Sahîhu Muslim, I, 546, 550-551, Kahire, 1374 hf 1955 m.

(79) El-Enfal, 2