Makale

BÜYÜK TÜRK HADİS ALİMİ -KİSSÎ-

BÜYÜK TÜRK HADİS ALİMİ -KİSSÎ-

Yazan: M. Saim YEPREM
Diyanet İşleri Başkanlığı Derleme ve Yayın Müdürü

I) Hayatı

a) Genel olarak:

Bu zat hakkında kaynakların verdiği bilgiler genellikle birbirine benzer mahiyettedir. Görebildiğimiz kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler bugün bize bu zat hakkında kesin ve detaylı bir kanaat verememekle beraber yaşadığı asır, memleketi, büyüklüğü, eserleri ve tesiri konusunda bir fikir hasıl et­mektedir.

Esas adı Ebu Muhammed Abdullah b. Humeyr en-Nasr el-Kıssî’dir. As­len Bağdatlıdır. Sonradan Semerkant yakınlarında Kıs denilen beldeye yer­leşmiştir. Yahut da Gürcan’da Keş köyünü vatan ittihaz etmiş ve oraya yer­leşmiştir. (1). Buharî’nin hocalarındandır. Keşşî ve Kıssî olarak şöhret bul­muştur. Bağdat’tan ayrılma tarihini tesbit mümkün olmamakla beraber Zehebî’nin ifadesine (2) ve ölüm tarihine bakmak suretiyle ikinci asrın son yarısında doğmuş ve küçük yaşlarında hicret etmiş bulunduğunu tahmin et­mek imkân dahilindedir. Hayatının diğer safhaları, seyahat ettiği diğer yer­ler hakkında da kesin bir bilgi vermek mümkün değildir. Vefat tarihi hemen hemen bütün kaynaklarda 249 H. olarak gösterilmekle beraber nerede vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu bilinmemektedir.

Yine Muhammed b. Ca’fer el-Kettânî de şu bilgileri vermektedir «... Ebu Muham­med Abd b. Humeyd b. Nasr el-Kıssî (Kıs Semerkand yakınlarında bir şehirdir) hak­kında İbn Mâkûlâ: Iraklılar ve birçoklarının meksur olarak Kıs şeklinde telâffuz ettiklerini ifade etmekte ve kendisi Kâfin fethi ile Kessî demekte, şîn-ı mu’ceme ile Keş olarak telaffuzun hata olduğunu söylemektedir. Ebu Fadi Muhammed b. Tahir el-Makdisî ise bu zatın Cürcan köylerinden dağ üzerinde bir koy olan Keş’e mensub olduğunu zannederek Keşşî demiştir. Arapça olarak sîn ile yazılır. Sikadır. Hâfızdır. 249 senesinde vefat etmiştir.»

Bkz. er-Risaletü’l-Müstatrafe el-Kettânî. Karaçi 1960, Sahife 56.

b) Tahsil hayatı ve hocaları:

Yukarıda da arzedildiği gibi hayatının tahsil safhası hakkında da kesin bir bilgi vermek mümkün değildir. Yalnız şu kadarını Söyleyebiliriz ki. ya­şadığı devirde ulaşabildiği en. büyük âlimlerden istifade etmiştir. Nitekim bu husus Müsned’inde rivayet ettiği hadislerin râvîlerinde kendini göster­mektedir.

Zehebî bu zatın (3) Yezid b. Harun; Mûhammed b. Bışr el-Abdî Ali b. Asam; İbn Ebî Fıdak; Huseyn b. Ali el-Ca’fî Ebû Üsâme ve Abdürrezzak gibi ünlü zevatı dinlemiş olduğunu zikretmektedir. Ayrıca Tabakat’ül-Müfessi- rin’de (4) bu zatlardan başka, Ca’fer b. Avn ve Ravh b. Ubade ilâve olun­maktadır.

Devrinin bir icabı olarak hocalarından yalnız hadis değil İslâmî ilimlere müteallik bütün bahisleri tahsil etmiştir. İlmini yalnız sadıra değil satıra da intikal ettirmiştir.

c) Hayatının özellikleri:

Bu mevzuda kaynaklar umumiyetle bütün İslâm büyükleri için nakledi­len ve zühd ü takvâ cihetini tebarüz ettiren vasıflar ve hadiselerden bahset­mektedirler. Bunun en karakteristik misâlini Tarihî Taşkendî’nin rivayeti teşkil etmektedir. Ezcümle:

«... Oğlu Muhammed demiştir ki Otuz sene müddetle Ramazan ve Kur­ban Bayramı hariç iftar ettiğine hiç rastlamadım. Gece gündüz hiç uyu­mazdı, ayakta yaşardı ve hacet için müstesnâ mescidden de ayrılmazdı. Müs- tecâb üd-da’ve idi... (S)

Bu rivayetten ve diğer me’hazların bu zat hakkında, kullandıkları tabir­lerden salih, müttakî, uykuyu çalışmaya tercih eden bir şahıs olduğu or­taya çıkmaktadır. Zaten eserleri de bunu isbat etmektedir.

2) İlimdeki Yeri

a) Genel olarak:

İlimdeki yeri ve İlmî değerini ifade edebilmek için eserlerinin incelen­mesi ve bir neticeye bağlanması gerekmektedir. Fakat şurasını esefle kaydet­mek lâzımdır ki, kaynakların mevcut olduğundan bahsettikleri tefsiri ele geçirilememiştir. İlmî değeri bakımından vereceğimiz hükümler, evvelce ve­rilmiş hükümlerin nakli ve elde mevcut bir eserinin bıraktığı intihalardan ileri gidemiyecektir.

b) Eserleri:

Eserleri hakkında el-Alâm sahibi Hayrüddîn ez-Ziriklî, Sülâsiyyât’, Müsned ve Tefsir’inden bahsetmektedir.

Zehebî, Büyük bir Müsned ve Tefsir’inin mevcut olduğundan, Müsned’inden müntahab bazı hadislerin bize ve evlâdlarımıza ulüvvü isnad ile gel­miş olduğundan sözetmektedir.

Muhammed b. Ca’fer el-Kettânî, büyük ve küçük, olmak üzere iki Müs­ned’i olduğunu, küçüğüne Müntehab dendiğini ifade etmektedir.

Bizim İstanbul Kütüphanelerinde yaptığımız tetkiklerde Müsned ve Müntehab denilen Sülasiyyatından başka bir eserine ve bilhassa mevcudi­yeti haber verilen Tefsir’ine rastlamak mümkün olmamıştır. Şu kadar var ki Ömer Nasuhi Bilmen Tabakat’ül Müfessirîn’de, Tefsir’inden bazı riva­yetlerin ed-Dürerü’l-Mensûr isimli rivayete dayanan bir tefsir de mevcut olduğunu haber vermekte ve örnek olarak da şunları kaydetmektedir:

«Abd b. Humeyd (…………………..) âyeti kerimesinin tef­siri sırasında, İbn-i Mes’ud’dan şöyle rivayet ediyor: Kamer, Resulüllah za­manında, bir parçası dağın üstünde, bir parçası da ötesinde olmak üzere iki parçaya ayrıldı. Resul-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem de «şahid olunuz» diye buyurdular.

(………………………..) âyet-i kerîmesinin tefsirini, Katâde’den şöyle tahric etmiştir: Sizin için yeryüzünde yaradılmış olan muhtelif behâim, ağaç­lar, meyvalar, Allah tarafından mütezahir nimetlerdir. Bunlardan dolayı Al­lah ü Teâlâ hazretlerine şükr ediniz.»

İleride de temas edileceği veçhile Müsned Ayasofya Kütüphanesi 894 No’da, Sülâsiyyât ise Ayasofya 882, Feyzullah efendi 548 ve 533, Köprülü 456, Nuruosmaniye 576/5/750 13a-23a, numaralarda el yazması olarak bulunmak­tadır. Bunlardan Feyzullah efendi 548 deki kitabın üzerinde el-üntehab yazıl­mış olmasına rağmen Müsned olduğu anlaşılmış bulunmaktadır.

c) Eserlerinin özelliği:

Yukarıda da görüldüğü veçhile Müsned ve Sülâsiyyattan başka bir esere rastlanılmamış olması, özellik bakımından söylenilmesi gereken sözleri çok sınırlı bir alana inhisar ettirmiş bulunmaktadır. Şu kadarını söylemek yerin­de olur ki Müsned’i ve bilhassa Sülâsiyyatı gerek kullandığı metot ve gerekse hadisleri seçmekteki titizliği ve yaşadığı asır, üstadları itibariyle gayet itima­da şayandır. Bundan dolayıdır ki kendisinden sonra gelmiş olan büyük ve muteber muhaddisler birçok hadisleri kendisinden almışlardır.

Klâsik mânadaki müsned ve sülâsiyyât tabirleri gerçek ifadesini Abd. b. Humeyd’de bulmuştur. Bir müsned’in ve sülâsiyyatın nevi’ olarak özellikleri ileride gelecektir. Bu sebeple burada ayrıca bu mevzuda bilgi vermek zaid olacaktır;

Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki, yaşadığı asır itibariyle çok eski olması (Hicrî 3. asır) eserin orjinal nüshasının bize kadar intikalini mümkün kılmamıştır. Onun için kendi el yazmasının özellikleri, tasnifi, ifade tarzı, bu­gün elimizde bulunan nüshalara nisbetle ne derece fark arzettiği hususunda kesin bir bilgi vermek imkânsızdır. Elimizde bulunan eser, o devirden sema ve an’ane tarikiyle intikal etmiş bulunmaktadır.

d) İlmi Değeri:

İlmî değerine bir önceki paragrafta da bir nebze temas edilmişti. Hadis ilminde büyük bir vukufu ve hadisleri sıralamakta ustalığı olduğu anlaşıl­maktadır. Büyük hadis musanniflerine kaynak teşkil etmesi değeri için kâfî bir delildir. Ayrıca kendisi hakkında bilgi vermiş olan müellifler daima hürmetkâr ifadeler ve İlmî mevkiini tayin etmemize imkân verici sıfatlar kullan­mışlardır.

Hadîs ve tefsire dair te’lif etmiş olduğu eserler, onun bütün İslâm ilimle­rine vukufunu göstermektedir. (6)

3) Tesiri

Abd b. Humeyd normal olarak kendilerinden hadis rivayet ettiği şahıs­lardan müteessir olmuştur. Bu meyanda İmam Ahmed b. Hanbel’den de is­tifade ettiği tahmin olunabilir. Çünki Yezid b. Harun es-Sülemî her ikisinin de bol miktarda hadîs rivâyet ettiği bir zattır. Bu itibarla hadîsleri semâi (işitmesi) esnasında birbirleriyle mülâkatta bulunmuş olmaları aksine ihti­mal vermiyecek derecede kuvvetlidir. Ayrıca diğer râvîlerde de ittifak ettik­lerinin bulunması Ahmed b Hanbel ile Abd. b. Humeyd arasındaki ilgiye, ilim alışverişine bir hakikat nazarıyla bakmamızı gerektirmektedir. Buna ilâve­ten Buhârî (256 H.) ile de telâki etmiş olmaları bir vakıadır.

Abd. b. Humeyd’in rivâyet ettiği hadisleri kendisinden sonra gelen muhaddisler de rivâyet etmişlerdir. Bu suretle hadis rivâyetindeki tesiri, bu güne kadar devam edegelmektedir. Bir kaynakta Buhârî’nin şüyuhundan ol­duğu zikredilmekteydi. (7). Fakat bu husus, onun Buhârî’den istifade et­mediği manasını çıkarmağa da müsait değildir. Birbirlerinden karşılıklı is­tifade ettikleri söylenebilir. Çünkü aralarında pek fazla yaş farkı bulunma­maktadır. Bununla beraber «Buhârî’nin şüyufundandır» tabiri, daha ziyade Abd b. Humeyd’in Buhârî’ye tesir ettiğine bir işaret olarak kabul olunma­lıdır.

(1) Bu bilgi Tarih-i Taşkendî’den naklen İst. Ayasofya Kütüphanesi 894 numarada kayıtlı Müsned’in varak I/a sında kayıtlıdır. Ayrıca Bkz. Büyük Tefsir Tarihi II. (Tabaka» tü’l-Müfessîrîn.) Ömer Nasuhi Bilmen. Ankara 1960, Cüz 2. S. 159.
(2) Zehebî bu zat hakkında şöyle demektedir: «Müsned, tefsir ve bir çok eser sahibi olan Ebu Muhammed el-Kıssî’nın ismi Abdü’l-Hamîd’dir. Gençliğinde 200 senelerinin ba­şında hıfz cihetinden en kuvvetli bir zat idi. Buhârî, Sahih’inde bu zatı Abdü’l-Hamîd olarak isimlendirmektedir... 249 senesinde vefat etmiştir ki o sene Bağdat Şeyhi Ebu Ali el-Hasan b. es-Sabbah el-Bezzaz, Cezire muhaddisi Ebu Süleyman Eyyub b. Muhammed b. Zıyad er-Rukıy el-Vezan gibi zevat da ölmüşlerdir.» Bkz. Tezkiratu’l-Huffaz 11/114, Haydarabat, Süleymaniye, İzmirli No: 231.
(3) Zehebî, age. 11/114.
(4) Büyük Tefsir Tarihi (Tabakat’ül-Müfessirin), Ömer Nasuhi Bilmen, Ankara 1960. Cilt 2, Sahife 159.
(5) Bu bilgi Ayasofya Kütüphanesi 894 numaralı kitabın baş sahifesinde kayıtlıdır. Mu’cem-ül-Müellifin, bir Tefsiri ve bir Müsnedi olduğunu söylemektedir. Brockellman, Tefsir ve Müsned’i olduğunu söylemekte ve Müsned’in Ayasofya 894 de, Feyzullah efendi 548 ve 553 de kayıtlı olduğunu, Fas’ta Kayraviyyin kütüphanesinde de bir nüshasının bulunduğunu, ayrıca Bânkipor nüshasının da mevcut olduğunu kaydetmektedir.
(6) Kendisinin bir Türk âlimi olması ve Türklerin müslüman olmalarından bir asır sonra İslâmî ilimlerde bu derece ileri giden bir âlimler serisi yetiştirmiş bulunmaları, bizler için bir iftihar vesilesidir.
(7) Tarih-i Taşkendî