Makale

DÎNİ DELİLLERDEN: İCMA'

DÎNİ DELİLLERDEN: İCMA’

Dr. Ali Arslan Aydın
Din İşleri Yüksek K. Üyesi

İslâm dininde hüccet olarak kabul edilen Şer’î delilerden biri de; «İcmâ», yani herhangi bir devirde yaşayan İslâm Müctehidlerinin, dinî bir hükümde ittifak etmeleridir.

a) İcma’ın lügat ve ıstılah manâları:

İcma’, Arapça bir kelimedir. Bu dilde icma’, iki manada kullanılır:

1. Azim ve kasıt manasında. Çünkü araplar; «Ecmaa fülânun alâ el-Hacci» derler ki; «fülân hacce azmetti» demektir.

2. İttifak mânasında. Nitekim Araplar: «Ecma el-kavmü alâ kezâ» der­ler ki; «millet şu meselede ittifak etti.» manâsına gelir.

Bu her iki kullanışta da, cemetmek ve toplamak mânası vardır. Çünkü azimde his ve duygular, ittifakda da reyler toplanır. (7)

Istılâhte ise İcma’: Peygamberimizin vefatından sonra, herhangi bir asırda, o asırda yaşayan İslâm Müctehidlerinin, dînî bir hüküm üzerinde itti­fak etmeleridir (8).

O halde icma’da en mühim esas; İslâm Müctehidlerinin ittifaklarıdır. İc­ma’ içtihadların birleşmesidir. İçtihad ise, dînî bir ihtisas işidir. Herhangi bir asrın müctehidleri, o asrın kemâlini, ilim ve irfanını temsil ettiklerinden, «Ümmet-i Kâmile» hükmündedirler. Bu sebeple itifaklarına da «İcma-ı Üm­met» denmiştir.

Şimdi, yukarıdaki tarifi biraz açıklayalım:

Tarifdeki «İttifak» tan murad; itikadda, veya sözde veya fiilde veya sükût­ta birleşmektir.

«Müctehidlerin ittifakı» kaydı; icmâın, ancak müctehid derecesinde plan fakihlerin ittifakıyle hâsıl olacağına, halkın ittifakının, veya halktan muay­yen bir sınıfın, veya bazı müctehidlerin ittifaklarının «icma’» hükmünde ola- mıyacağma delâlet eder.

Bu sebeple, Ulemânın cumhuru nazarında; Hülefâ-ı Râşidinin, veya Me­dine Ehli’nin, veya Peygamberimiz’in Ehl-i Beytinin ittifakları, icma’ sayıl­maz. Bu sayılan zevâtın itifakları icma’ hükmünde olmamakla beraber, söz­leri dînî bir nassa istinad etmesi bakımından, amel edilmesi gereken bir hüc­cettir.

Müctehidlerin «İslâm» olması şartı; icmâın ancak müslümanlara mahsus bir delil olduğuna, geçmiş milletlerin ittifaklarının, müslümanlar için bir de­lil teşkil etmiyeceğine işarettir.

«Herhangi bir asırda, o asırda yaşayan...» kaydından; herhangi dînî bir mes’elede icmâın, yalnız o asır müctehidlerinin ittifakıyle vâki olacağı an­laşılır. Çünkü bugüne kadar yaşamış bütün müctehidlerin ittifakı şart koşul- saydı, icmâ’ın vâki olması imkânsız hale gelirdi.

«Peygamberimiz’in vefatından sonra» kaydı da; Peygamberimiz (A.S.) zamanında icma’ın söz konusu olmadığına işaret etmektedir. Çünkü Pey­gamberimizin sözü veya fiili, müstakil bir delil hükmündedir. Bu sebeble, Sahâbe ile ittifaka lüzûm yoktur. Yalnız Sahâbe’nin ittifakına ise; Peygam­berimiz muhâlif olur ise, ona icma’ denmez.

Tarifteki «dînî bir hüküm» kaydı ise, dînî olmayan mes’elelerde varılan ittifaka icma denmiyeceğini açıklar. (9)

O halde İcma, Peygamberimiz (A.S.) in irtihâlinden sonra meydana çı­kan bir Dinî Delildir. Fakih olmayanlar, veya fâsık olanlar, İcma’ ehlinden sayılmazlar. Ulemânın ittifakına göre; kesinlik ifade etmeyen İcma’ın, hüc­cet (dinî kesin delil) oluşunu inkâr etmek, küfrü gerektirmez. Ancak, üze­rinde İcma’, yani ittifak olunan şeyi inkâr etmek, küfrü gerektirir. (10)

b) İcma’ın Rükünleri:

Yukarıda açıkladığımız tariften de anlaşılacağı veçhile, Usulu Fıkıh ule­mâsı, «Sarih İcma»ın dört rüknü ihtiva etmesi gerektiğini söylemişlerdir:

Birincisi: İcma’a konu olan dinî mes’ele veya hâdisenin vuku bulduğu asırda, birden fazla «Müctehid»in mevcut olmasıdır. Hiçbir müctehid bulun­mazsa veya tek bir müctehid mevcut olursa, o asırda Şer’an İcmâ aktolunamaz. Zira İcma’da ittifak şarttır. Bunun için de, bir fetva veya hüküm üzerin­de ittifaka varacak birden fazla Müctehid’in bulunması zarurîdir. Peygambe­rimiz (A.S.) zamanında İcma’ın vâki olmaması, Peygamberimiz’in sözünün veya fiilinin, müstakil şer’î bir delil hükmünde olmasındandır. Nitekim, «Sün­net», Şer’î (DİNÎ) Delillerin İkinci Rüknüdür.

İkincisi: Hâdise veya mes’elenin vukua geldiği asırda yaşayan bütün Müs­lüman Müctehidler’in, (memleket ve milliyet farkı dikkate alınmadan) itti­fak etmeleridir. Bu husus, İcma’ın aynı zamanda bir şartı sayılır.

Bu esasa göre; bir veya iki ülkenin, meselâ, yalnız Mekke ve Medine, ve­ya yalnız Mısır ve Hicaz Müctehidlerinin ittifâkıyla şer’an îcma’ meydana gelmez. Çünkü icma’ın ikinci rüknü, hâdise zamanında yaşayan İslâm Dün­yasının bütün Müctehidlerinin ittifâkıdır. Müctehidlerin ekserisinin hükmü, Usulcülerin çoğuna göre, Dinî bir hüccet sayılır.

Üçüncüsü: İttifakın; Müctehidlerin her birinin, söz konusu dinî mes’ele hakkındaki re’yini (görüşünü) açıkça söylemesi suretiyle meydana gelmesidir. Bu da; verilen fetva veya hüküm (karar) lerin birleştirilmesi şeklinde olabi­leceği gibi, açıklanan görüşlerin toplanması sonunda ittifakın (fikir birliği­nin) ortaya çıkması veya aktolunan bir kongreye gelen muâsır bütün İslâm Müctehidleri’nin yaptıkları müzakere ve fikir teâtisi sonunda söz konusu dinî mes’elede görüş birliğine varmaları ve bunu müşterek bir karar halinde açıklamaları şeklinde olabilir.

Dördüncüsü: Bütün Müctehidlerin vardıkları dinî hüküm bir, yani ayni olmalı ve bu husustaki ittifak, fiilen gerçekleşmelidir. Varılan hükümde ayniyet, yani birlik olmazsa, tema’ meydana gelmez. Eğer çoğunluğun ittifakına, az da olsa, bazı müctehidlerin muhâlefet ettikleri anlaşılırsa, icma’da aranan mutlak ittifak fiilen gerçekleşmez, binnetice İcma’ da tahakkuk etmiş olmaz. Çünkü azınlığın görüşünün doğru, çoğunluğun vardığı hükmün yanlış olması ihti­mali vâriddir. Bu sebeple, çoğunluğun ittifâkı, «zannî bir hüküm» olabilece­ğinden, «Dinî kat’î (kesin) bir hüccet» sayılmaz. (11).

Bu dört rüknü ihtiva eden İcma’, mutlaka dinî bir nassa istinad edece­ğinden, kat’iyet ifade eden «Şer’î bir kanun» hükmündedir. İtikad ve amelde uyulması gerekir, karşı çıkılması câiz değildir. Böyle sarih bir İcma’ ile hük­me bağlanan bir dinî mes’ele, sonraki asırların birinde yaşayan Müctehidler tarafından tekrar ictihad konusu yapılamaz. (12)

c) İcma’ın Nevileri:

İcma, iki yoldan biri ile vâki olduğundan iki nevidir. Bunları şöyle özetle­yebiliriz :

1. Azimet Yolu ile Vukua Gelen Sarih İcma’:

Bu icma; bir asırda yaşayan bütün Müctehidlerin, dinî bir mesele üzerin­de ayni sözü söylemek, veya ayni fetva, ya da hükmü vermek veya ayni şekilde hareket etmek suretiyle ittifak etmeleridir. Zor vukua gelen bu gibi icma’lara; «Sarih İcma’ dendiği gibi, «Kavlî» veya «Amelî İcma» da denir. Bu nevi İcmalar, kati (kesin) hüküm ifade eder.

2. Ruhsat Yolu ile Vâki Olan Sükuti İcma’:

Bu icma’ nevi ise; Bir asırda yaşayan Müçtehidlerin bazısının, dinî bir mes’ele üzerinde söz veya amelle yaptıkları ittifakı, o asrın diğer Müctehidleri duyunca, korku ve baskı gibi bir mâni olmadığı halde, kâfi sayılan bir müddet içinde itiraz etmiyerek, rızalarına delâlet eden sükut ile karşılamaları suretiyle yapılan İcma’dır. Bu gibi İcmalar daha kolay vâki olursa da, kat’­iyet ifade edip etmediği, ulema arasında ihtilâflıdır. Hatta bunu, İcma’ ola­rak kabul etmiyenler de vardır. Bu yolla yapılan İcmalara «Sükûtî: Sessiz» veya «Zımnî İcma’» denir. Katiyyet ifade eden birinci nevi İcma’ karşılığı olarak, bu nevi İcma’a zan ifade ettiği için, «Zannî İcma» adı da verilir. (13)

d) İcma’ın Dereceleri;

İcma’ın, aktolunduğu devir ve ittifak eden Müctehidlerin müslümanlar nazarındaki mertebelerine göre dört derecesi vardır:

Birincisi: Sahâbe-i Kirâm’ın ve Hulefâ-i Râşidin’in sözleri (fetva ve hüküm­leri) veya amelleri ile yaptıkları «Sarih İcma’» dır. Bu icma’, bize tevâtür yoluyla nakledilmişse, diğer icma’ nevileri arasında en kuvvetli icma’ olarak kabul edilir.

İmâm-ı Ahmed’e göre Hulefâ-i Râşidin’in, İmâm-ı Mâlik’e göre Medine Ehli’nin, İmâmiyye ve Zeydiyye’ye göre de, Hz. Peygamber (A.S.) in Ehl-i Beyti’nin ittifakları, icma’ sayılmıştır.

Cumhuru Ulema’ya göre ise, bu sayılanların hiç biri, «îcma» hükmünde değildir.

İkincisi: Sahâbe-i Kirâm’ın yaptıkları Sukutî İcma’lardır. Bu icma’ nevi, Hanefîlerin ekserisi nazarında kesin bir icma’ ise de, İmâm-ı Şâfiî’ye, Dâvudu Zâhirî’ye ve Ebu Bekri’l-Bâkillânî’ye göre, İcma, sayılmaz.

Üçüncüsü: Sahâbe’den sonraki bir devirde, üzerinde ihtilâf vâki olmadan» yapılan bir icma’dır. Bu İcma’ tevâtür yoluyla sâbit olmuşsa, kat’iyet ifade eder. Bunlar arasında, Tâbiin Devrinde yapılan Sarih temalar, diğerlerinden daha makbuldür.

Dördüncüsü ise: Sahâbe’den sonra üzerinde ihtilâf vâki olduğu halde, da­ha sonra hâsıl olan İcma’dır. Bu şekilde hâsıl olan ittifakın icma’ olup ol­madığı hususu, Ulemâ arasında ihtilaflıdır. (14)

Bir veya iki müctehidin ihtilâfı, bazı usulcülere göre İcma’ın vukuuna mâni değil ise de, Cumhur nazarında mâni teşkil eder. Ancak, Usulcülerin çoğu, muhâlifler az olursa, müctehidlerin ekserisinin ittifak ettiği hükmü, -İcma, saymamakla beraber-, «Dinî Hüccet» olarak kabul etmektedirler. Çünkü bu ittifak, varılan hükmün istinad ettiği kat’î veya râcih (tercihi ge­rektiren) bir Dinî Delilin bulunduğuna açık olarak delâlet eder. (15)

Her İcma’, dinî bir nassa veya mânasına, yani mutlaka dinî bir esasa istinad eder. Bu sebeple bütün nevileri, Kıyas’ın her çeşidinden daha kuv­vetlidir.

Sarih İcma’, kesinlik ifade eden Dinî bir nassa, yani âyet ve mütevâtir hadis gibi, dinî bir hükmü isbat eden kat’î, kesin bir delildir.

e) İcma’ın Dinî Hüccet Oluşunun Delili:

Bütün İslâm Müctehidlerinin ittifak ettikleri bir hüküm, temsil ettik­leri «İslâm Ümmeti»nin hükmü sayılır. İslâm Ümmeti’nin hatadan masûn: olduğu hususu, aşağıdaki âyet-i kerime ve sahih hadislerle sâbittir. Nitekim:

1. Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen şöyle buyuruyor:

«Ey imân edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan emir (buyruk) sahiplerine de itaat edin» (16)

Bu âyet-i kerîme’de geçen «Ulu’l-Emr» den maksat; din işlerinde söz sa­hibi olan müctehidler ve âlimler ile, müslümanların dünya işlerinde söz ve hüküm sahibi bulunan müslüman devlet ve hükümet adamlarıdır. (17)

2. Bu konuda Peygamberimiz (S.A.) iki sahih hadisinde meâlen şöyle buyuruyor:

«Ümmetim, dalâlet (ve hata) üzerinde itifak etmez.» (18), «Müslüman­ların iyi gördüğü şey Allah indinde de iyidir.» (19)

İşte, İslâm Ümmetini temsil eden bütün müctehidlerin vardıkları itti­faklar, Peygamberimizin hadislerine göre, hatta ve dalâlet olamaz. O halde böyle bir ittifak, hak ve gerçeğe delâlet eden dinî bir hakikatin ta kendisi­dir. Çünkü bu ittifak, mutlaka dinî bir nassa dayanır.

NETİCE:

İcma’, kat’iyyet ifade eden dinî bir nassa dayanırsa, o delili daha çok kuvvetlendiren dinî bir hüccet olur. Fakat müstakil bir delil sayılmaz. Zan ifade eden «Haber-i» Vâhid e, veya Kıyas’a istinad ederse, o dinî hükmü kesinleştirir ve müstakil bir delil sayılır.

Ülemâ arasında ihtilâflı olan icma’lar «Haber-i Vâhid» hükmündedir.

İttifak edilen sarih icma’lar ise; kesin bir hüccet olup, gelecek asırlar­da yeniden ictihad konusu olamaz. Çünkü yukarda da söylediğimiz gibi, ke­sinlik ifade eden dinî bir delil ile sabit olan mes’elelerde yeniden içtihâda lüzum yoktur.

İcma’, yalnız «ibâdet ve mûâmelat» gibi fıkhî meselelerde câridir. İtikâdî, amelî veya dinî olmayan dünyevî mevzularda yapılan ittifaklar, icma’ sayılmaz. (20)

Buraya kadar kısaca izah ettiğimiz dinî dört delil, yani; Kitap, Sünnet, İcma’ ve Kıyas, Usûl âlimlerinin istikra yoluyla tesbit ettikleri ve müslümanların büyük çoğunluğunun «Edille-i Şer’iyye»; olduğunda ittifak ettiği» «Dinî Deliller»dir. Bunların başında; diğerlerinin aslı ve menbaı olan Kitap, yani Kur’an-ı Kerim gelmektedir. Sonra kuvvet derecesine göre; Sünnet, İcma’ ve Kıyas gelir. Nitekim herhangi amelî, fer’î bir mes’elenin dinî hük­münü anlamak için fıkıh âlimleri, önce Kurân’a baş vururlar. Hükmünü bu­lurlarsa ona uyarlar. Bulamazlarsa, Sünnet’e müracaat ederler. Hükmünü bulurlarsa, yürürlüğe korlar. Onda da bulamazlarsa, herhangi bir asırda ya­şayan müctehidlerin ittifak edip etmediklerine bakarlar. Bir icma’ yapılma­mışsa, o vakit, dinî bir nassa (Kur’ân ve Sünnete) dayanarak ictihad eder­ler, yani kıyas yaparlar. Bu tarzda hareket edilmesini Hak Teâlâ, Nisâ Sûre­sinin 59 âyetinde emir buyurmaktadır. (21)

Dinî hükümlerin kaynağı olan bu dört büyük delilden başka, müslümanların çoğunluğu tarafından, dinî delil olduğunda ittifak edilmeyen, fakat ba­zılarınca kabul edilen altı delil daha vardır. Bunlar: İSTİHSAN, MASLAHAT-I- MÜRSELE (umumun menfaatına olan şeyler), ÖRF (Dine aykırı olmayan, iyi âdetler), İSTİHSÂB (Hali üzere bırakılan), BİZDEN ÖNCEKİLERİN ŞE­RİATI ve SAHABE YOLU’dur. (22)

Yazımıza son vermeden önce, Kıyas ve İcma’ bahislerinde sık sık kulla­nılan «İctihad ve Müctehid» kelimeleri ile, İçtihadın şartları hakkında kısa bilgi vermeyi faydalı görüyoruz:

Usulcülerin Istılahına Göre İctihad ve Müctehid:

İctihad; amelî yani, fer’î olan dinî bir hükmü, istihraç etmek (meydana çıkarmak) hususunda, bütün tâkat ve kudreti, daha fazlasından acz hisse­decek derecede sârfetmektir.

Kati, kesin dinî delillerle sâbit olan ve zaman ve mekânın değişmesiyle asla değişmeyen itikat ve ibâdet esasları, ictihad konusu yapılamaz. (Bu se­beple tarifte; «Fer’î olan dinî bir hükmü» tâbiri kullanılmıştır.) Çünkü, İmân esasları ile, İslâm esasları (olan ibâdetler) ve aklî veya hissî hükümler, bir Müctehid’in üzerinde çalışacağı, cehd ve gayret sarfedeceği mes’eleler de­ğildir.

MÜCTEHİD ise: Fer’î olan dinî hükümleri, kaynaklarından (Kitap ve Sünnet’ten) istihraç etmeye muktedir olabilecek derecede dinî bilgilerle mücehhez, meleke ve adalet sâhibi, âkil, ve bâliğ olan müslüman bir fakih’e denir.

Usulcülere göre bir Müctehid’in fakih olması ve ictihâdı esnasında be­şerî tâkat ve imkânlarının tamamını, daha fazlasından âciz kalacak derece­de harcaması şarttır.

Müctehid’in iki nevi vardır:

Birincisine; «Müctehid-i Mutlak» adı verilir ki, böyle bir müctehid, fıkhî bütün meselelerde ictihad ederek fetvâ verebilecek kudrette olur. İmâm-ı A’zam ve diğer mezhep imamları gibi...

İkincisine; «Müctehid fi’l-mezhep» denir. Böyle olanlar, bulundukları mez­hepte, bazı fıkhî mes’elelerde ictihad yapmak ve fetvâ vermek iktidarındaki fâkihlerdir.

İctihad’ın Şartlarını Şöyle Özetleyebiliriz:

1. Müctehid’in, her şeyden önce âdil, yani adâlet sıfatıyla muttasıf ol­ması lâzımdır ki, verdiği fetvâya itimad edilebilsin. Çünkü, fâsık bir kim­senin sözü, dinen makbul değildir.

2. İctihad edeceği amelî hükümlerle ilgili ahkâm âyet ve hâdislerinin lügat ve ıstılah manalarını, her birinin kısımlarını, hadislerin metin ve se­netlerini bilmek. Bunun için de Arapçaya (Sarf ve Nahve) ve Belâgat ilim­lerine vâkıf olmak gerektir. Bu âyet ve hadisleri ezbere bilmek şart değildir.

3. Kitâp ve Sünnet arasında müşterek olan; has ve âm, hafî ve müşkil, hakikat ve mecâz, ibâre ve i’şâre gibi, naslarla ilgili hususiyetleri ve usul bahislerini bilmek.

4. Kitap ve Sünnetten nâsıh ve mansûh olanları tanımak.

5. Tema, aktolan hükümleri, kıyas’ın usul, metod ve nevilerini Usulu Fıkıh ilminde beyan edildiği şekilde bilmek,

6. Ayrıca, çıkardığı dinî hükmü isbat edebilmek için, delil bahsine, deli­lin dini, akli, kat’i ve zaruri gibi nev’ilerine yeteri kadar vâkıf olmak lâzım­dır. (23)

(7) Bk. Teysiru’I-Vusûl ilâ İlmi’l-Usûl (Et-Tayyib H. Neccâr )s. 80, Büyük Haydar ef. Usûlü Fıkıh Dersleri: s. 368 ve 402-404
(8) Bk. Teysiru’I-Vusûl... s. 81, B. Haydar ef. 343.
(9) Teysiru’l-Vusûl... s. 82, B. Haydar Ef. ayni eser. s. 343-345.
(10) Mahmud Şeltut El-lslâmu Akîdetün ve Şerîa s. 65 (Kahire — 1959).
(11) Abdulvahhâb Hallâf: îlmu Usulı’l-Fıkh: s. 46-47 (Kahire-1967, 8. T.) Muhammed, el-Hudarî, Usulı’l-Fıkh. s. 337-339. (Kahire-1933)
(12) A. Hallâf: İ. Usulı’l-Fıkh. s. 46.
(13) Bk. Ayni eser: s. 51-52, M. El-Hudarî: Usulı’l-Fıkh. s. 339-341.
(14) El-Hudarî, a.e. s: 348-349, B. Haydar Ef. a.e. s. 351, Teshil-i Mirkâtu’I, Vusul ilâ ilmi’l Usul: s. 203-204 (Gelibolulu Osman et. Ter. Tarihsiz)
(15) M. El-Hudarî: a.e. s. 337
(16) Nisa: 59.
(17) A. Hallâf: a.e. s: 48-48, M. Hudari: a.e. s. 354-356
(18) İbni Mâce: Kitabu’l-Fiten.
(19) Buhari ve Müslim (c. I. s. 379) s. 354-356
(20) Fazla bilgi için Bkz.: Tayyib Hasan en-Neccâr: Teysiru’l-Vusul ilâ llm-i Usul (tema, ve Kıyas Bükleri, Kahire-1951) B. Haydar Ef. Usul-i Fıkıh Dersleri: s. 342-413 (Hacı Âdil Nş. İstanbul-1326), Mahmud Şeltut: El-îslâmu Akîdetün Ve Şeria. s. 62-66, 472-479 (Kahire-1959), Muhammed el-Hudarî-Usulu’l-Fıkıh. s. 337-474, (Kahire-1933 2. Baskı), Abdulvahhâb Hallâf: İlmu Usuli’l-Fıkh. s. 45-84 (Kahire-1967, 8. Baskı).
(21) Bu âyetin Meâli için Bk: H. Basri Çantay: Kur’ân-ı Hakim ve Meali Kerim: C. I. s. 131.
(22) Bu, Dinî Deliller hakkında bilgi edinmek istiyenler, 20 nolu dip notunda belirtilen eser­ler ile, diğer muteber Usulu Fıkıh kitaplarına müracaat etmelidirler.
(23) Bu konuda daha fazla bilgi için bkz:M. el-Hudarî: Usul’u’l-Fıkh: s. 454-469, Musa el-Lebbân: Mecmûa min el-Muhâdarât: s. 2-10 (Kahire Tarihsiz)