Makale

FATİH SULTAN MEHMET’İN Komutanlık Dehâsı ve Adaleti

FATİH SULTAN MEHMET’İN
Komutanlık Dehâsı ve Adaleti
Ahmet OKUTAN
Diyanet işleri Başkan Yard.

Son savletinle vurki açılsın bu surlar Fecr-i hücum içindeki tekbir aşkına

Yahya Kemal Beyatlı

Tarihte dünya milletlerine askerlik sanatını öğreten, savaş meydanların­da üstün buluş ve kabiliyetleri ile düşmanlarını şaşırtan, bütün hıristiyan aleminin asırlarca devam eden haçlı saldırılarına karşı koyarak onları her seferinde perişan edip «Bir Türk gibi kuvvetli» sözünü Ata sözü haline geti­ren, İslâm imanı ile birleşen Türk gücünün ne yıkılmaz bir kale olduğunu bütün dünyaya öğreten Türk Milleti, nice kıymetli İmparatorlar ve üstün komutanlar yetiştirmiştir. Böylece Türk Milleti tarihin başlangıcından bu yana üstün medeniyetler kurmuş, Dünya çapında şahsiyetler yetiştirmiştir. Bu şahsiyetlerin şüphesiz ki en büyüğü, tarihe FATİH adı ile geçen, beşer ta­rihinin mümtaz ve müstesnâ siması II. Sultan Mehmet, 30 Mart 1432 pazar günü Edirne Saray-ı Hümâyûnu’nda doğdu. (1)

İkinci defa imparatorluk tahtına geçtiği vakit 19 yaşında idi. Babası II. Murat’ın ölümünde Manisa’da idi. Bu ölüm olayından üç gün sonra 6 Şu­bat 1451 de Halil Paşa’nın gizlice gönderdiği ulak, Edirne’den Manisa’ya ulaştı. II. Mehmet, arap atına bindi; «Beni seven arkamdan gelsin» diyerek iki günde Gelibolu’ ya vasıl oldu. 10 Şubat 1451 de Gelibolu’dan hareket etti. Edirne’ye yavaş bir yürüyüşle girdi. Şehrin dışında Vezirler, Beylerbeyiler, Sancak beyleri, Ulemâ ve ordu tarafından karşılandı; Lehinde büyük teza­hürat yapıldı. Tahta oturdu ve derhal devlet işlerini ele aldı. (2)

Peygamber Efendimiz’in «İstanbul muhakkak fethedilecektir. Onu fethe­den komutan ne iyi komutan, onun askerleri ne iyi askerlerdir.» Hadis-i Şeriflerinde methedilen komutan olabilmek ve bu şerefe ulaşabilmek için dedeleri tarafından İstanbul defalarca kuşatılmış fakat her seferinde başka gailelerin çıkması veya iyi hazırlanılmamış olması sonucu muvaffakiyet elde edilememiştir. II. Mehmet İstanbul’un şevki ile doluydu. Tahta geçişinin ikin­ci yılı başlarında, bu güzel emelinin gerçekleşmesine hemen başladı.

Henüz tecrübesiz, yirmi yaşlarında delikanlılık çağında iken dahi akıl­lara hayret verecek ileri görüşüyle savaş plânları hazırlamaya başladı. Bunun için ilk iş olarak İstanbul Boğazına hakim olmak gerekirdi. Boğazdan ge­çen gemileri Türk kontrolü altında olmalıydı. Bu da ancak boğazı kesecek bir kalenin inşâ edilmesiyle mümkün olabilirdi. İşte bu gerekçelerle İstan­bul’un Fethine hazırlık olmak üzere, sûr’atle Rumelihisarının inşâsına baş­landı. 21 Mart 1452 tarihinde vezir Şihabeddin paşa’nın nezaretinde başlayan inşaat Temmuz ayının sonlarına doğru yani dört ay gibi çok kısa bir zamanda tamamlandı. Bu kısa zamanda tamamlanış ortaçağ teknik gücü ölçüle­rini aşan bir durumdu. Halen asırların yıkamadığı ve bizzat Fatih tarafın­dan «Boğaz kesen» adını verdiği bu hisarı Fransız Türk mimari tarihi mütehassi Albert Gabriel «Şayan-ı hayret bir teşebbüs» olarak vasıflandırmıştır. Gabriel diyorki: «Bir harp adamı olan II. Mehmet Kuleler, Kapılar Hisarbeçeler gibi muhtelif kısımların ehemmiyet ve yerlerini tayin husu­sunda araziden müdekkikane, bir surette faydalanarak. Hisarın umumî eş­kalini tesbit için gereken fennî malûmata sahip idi.»

Kaleye büyük toplar yerleştirildi. Yıldırım Bayezıt’ın yaptırdığı Anadolu hisarı da tamir edilerek oraya da toplar yerleştirildi. Böylece boğaz, her iki yakasından karşılıklı toplarla kontrol altına alınmış oldu. II. Mehmet, 1 Ey­lül 1452 de Edirne’ye gelerek İstanbul’un fetih projelerini ve hazırlıklarını geliştirmeye çalıştı.

Bizzat Fatih tarafından verilen «Boğaz kesen» adının da gösterdiği gibi Hisar, iki denizin arasını kesmek ve Asya kıtasından Avrupa kıtasına, Kara Denizden Marmara Denizine geçişe hakim olmak için yapılmıştır. Hulâsa Boğazlar tarihinde yeni bir hadise olarak, o zamana kadar açık bulunan bu su geçitleri, şimdi kıyılarına fiilen hakim devletin tam kontrolü altına geçmekte idi. (3)

Böylece Boğazın stratejik önemini keşfetmesi, büyük bir muvaffakiyetle boğaza hakimiyetini sağlaması, onun askeri dehasının bir sonucudur.

II. Mehmet’in maksadını anlayan XI. Konstantin bütün Avrupa’dan yar­dım istedi, İstanbul’un kapılarını yabancılara kapadı, şehirdeki Türk azın­lığını hapsetti.

1452-1453 kışı, harp hazırlıkları ile geçti. Bu hazırlıkların başında, Cihan askerlik tarihinde inkılâp yapacak olan büyük topların dökülmesi ve ateş güçlerinin tecrübeleri geliyordu.

Türkler böylece büyük bir hazırlık içerisinde çalışıp dururlarken; İs­tanbul’da Bizanslılar koyu dinî taassup içerisinde bulunuyordu. Din adamları Katolik-Ortodoks çekişmesi ile meşgullerdi. Hatta devrin Başbakanı «Büyük Duka» Lükas Notaras «İstanbul’un içinde Türk sarığını görmek, Lâtin ser­puşunu görmekten evlâdır» «Dukas, XXXVII, 161» diyecek derecede Katoliklere muhalifti. Türklerin vicdan hürriyeti hususunda mutlak manada to­lerans sahibi oldukları ise herkesçe malûmdur. (4)

Edirne’de hazırlıklarını tamamlayan II. Mehmet, 23 Mart 1453 te İstan­bul’a müteveccihen hareket etti. 18 Nisan’da İstanbul çevresindeki adalar fethedildi. Türk ordusu 100.000 kişiydi. 6 Nisan 1453 te muhasara top atışı ile fiilen başladı. Şehir surları önünde Cum’a namazı kılındı. «Sultan Meh­met, gemiler yaptı, ordular hazırladı ve Bizans’ı her taraftan sardı. Şehrin kapısında, o zamana kadar gözlerin görmediği, kulakların işitmediği insan gönlünden geçmiyen harp alet ve vasıtaları hazırladı.» (Vezir-azam Karamânî Mehmet Paşa, Tarih) Muhasarada dört tane büyük top vardı ki; an­cak 2000 asker tarafından çekilebiliyordu. Orta çağ harp sanatı, ikinci Meh­met’in matematik dehası ile değişiyordu. Bu arada Sultan, tarihte ilk defa havan topunu da icad etmişti. Fatih Sultan Mehmet’in bu muhasarada kul­landığı silâhlar cihanın en tekâmül etmiş ve henüz Avrupa’nın bilmediği si­lâhlardı.

İstanbul’un o muhteşem surları üzerine büyük topların açtığı bombar­dımanlardan sonra surlarda büyük gedikler açılmıştır. Bu gedikler Bizans için yıkım sayılabilecek derecedeydi. Zira şimdiye kadar yapılan hiç bir muhasarada bu kadar büyük gedikler açılmamıştı. Bunu gören Sultan ilk olarak düşman mukavemetini ölçebilmek maksadıyle umumî bir hücum em­rini verdi. Böylece 18 Nisan gecesi 4 saat süren taarruz, akamete uğradı, Haliç’i kapıyan zincirin kırılması gerekirdi. Buna da muvaffak olunmadı. Fa­kat muhasaranın muvaffakiyeti ancak Haliç’in tutulmasına bağlıydı. II. Meh­met’in icad ettiği havan topları, güllelerini Kasımpaşa sırtlarından aşırmak suretiyle Halic’i dövmüş ve bazı Bizans gemilerini batırmıştı. Fakat bu ye­terli değildir. Bu maksatla 22 Nisan gecesi 67 parça Türk Donanmasının Ka­radan yürütmek suretiyle Haliç’e indirilmesi olayı II. Mehmet’in askerlik dehasına bir delil teşkil eder. Zira o zamanki tekniğe göre bir gece içeri­sinde düşmanın haberi olmadan başarılan bu olay dünya harp tarihinin şahaser olaylarından biridir. Düşman üzerine çok büyük manevi bir darbe in­dirilmiş oldu.

II. Mehmet’in karadan donanma yürütme işinde, amansız düşmanı olan ve ikinci Mehmet’i şahsen tanıyan Bizans imparatorluk prensi meşhur tarih­çi Dukas, şöyle fikir beyanından kendini alamamıştır. «Böyle bir harikayı kim gördü, kim işitti? Keyahsar denizde köprü inşa ederek karada yürür gibi, bu köprü üstünden karşıya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyalı İsken­der ve bana kalırsa neslinin en büyük padişahı olan II. Mehmet karayı de­nize tahmil etti ve gemileri dalgalar yerine dağların tepelerinden geçirdi. Binaenaleyh bu adam, Keyahsarı’da geçti. Zira Keyahsar, Çanakkale boğazını geçti ve Atinalılara mağlûp olarak muhakkar bir halde geri döndü. Mehmet ise, karayı denizde olduğu gibi geçti ve Bizanslıları mahvetti ve hakiki al­tın gibi parlayan İstanbul’u, yani dünyayı tezyin eden şehirlerin kıraliçesini fetheyledi.» Fetih sırasında 53 yaşında olgun bir adam olan tarihçinin bu heyecanlı satırları devrinde bu hadisenin ne kadar muazzam bir tesir uyan­dırdığını gösteren bir ayna gibidir. (5)

II. Mehmet, sabahlara kadar hiç uyumuyor mütemadiyen savaş plânı üzerinde çalışıyor, topların, muhasara aletlerinin nerelere yerleştirileceğini, lağımların nerelere açılacağını plân üzerinde gerekli işaretlerini yapıyor ve emirlerini veriyordu. Allah’ın yardımı ile İstanbul’u alacağına inanıyordu.

Kanlı çarpışmalar günlerce devam etti. Ve 29 Mayıs 1453 sabahı geldi. O sabah öğle bir sabahtı ki II. Mehmet’e Fatih Unvanını kazandıracak, tari­he bir yeni çağı, Türklere’de dünyanın incisi güzel İstanbul’u kazandıracak sabahtı. İşte böyle bir Mayıs sabahında henüz güneş görünmeden Fatih Mehmet, sabah namazını kıldı, atına bindi, bütün maiyeti ile birlikte ön saf­lara geldi. Şiddetli top atışlarının himayesinde askerler surlara tırmanmaya başladı. Şehre dört bir yanından aynı anda şiddetli taarruz başlamıştı. Tek­bir nidalarının verdiği manevi havaya bürünen Türk askeri, artık önüne durulmaz bir sel olmuş, önünde aşamıyacağı değil bir kale ne olursa onu aşacak güçte idi. Türk askeri, kaleden atılan ateşin içine kendini atıyor, ya­nıyor; oka göğsünü siper ediyor, şehit oluyor fakat ordu ilerliyordu. Kimisi henüz kalenin dibinde şehit oluyor, kimisi kulenin üzerinde burçların arasında. Akşemseddin ve Fatih’in hocalarının en meşhuru olan Molla Gürânî, kahraman askerin ön saflarında dolaşıp onları teşci ve tebcil ediyorlardı. Tekbir sedaları, İstanbul’un surlarını aşıp İstanbul’un içinde ulvi uğultular çıkartıyor, Feth-i mubinin artık gerçekleşeceğini İstanbul’un taşına topra­ğına müjdeliyordu. İşte küçük rütbeli bir subay olan Ulubatlı Hasan otuz kişilik maiyeti ile birlikte Padişahın Sancağını Topkapı surları üzerine dikmiş ve aynı an­da Bizanslıların yüzlerce koldan tevcih ettikleri ateş, ok ve taşlarla şehit olmuştu. Fakat maiyetinden, 18 kişinin de şehit olmasına rağmen geride kalanlar Sancağı düşürmediler. Türk Bayrağını Topkapısı üzerinde gören ve o andan itibaren Fatih ünvanını hak kazanan II. Mehmet, Peygamber Efendimizin senâsına mazhar olmanın verdiği sevinçle atından inip secde ederek Allah’a hamd eyledi. (6)

Sancağın dikilmesinden bir kaç dakika sonra, ilk Türk askeri buradan şehre girmeye başladı. Artık Bizans asli kuvvetlerini imhadan kurtaracak hiç bir çare kalmamıştı. Topkapı kesiminde Bizans askerleriyle Türk as­kerleri arasında öğle sıkı bir savaş oldu ki, her iki taraftan yığılan asker­ler arasında imparator yaralanarak yere düştü ve askerlerin ayakları altında ezildi. Türk askeri teker teker sur kapılarını aşarak akın akın şehre yürü­yor, silâhla karşı koymayanın kılına bile dokunmuyor, öldürmüyordu. He­nüz öğle olmamıştı. Şehrin belli başlı bütün yerlerinde şanlı Türk Bayrak­ları dalgalanmaya başlamış ve Türk Ordusu da Aksaray’da buluşup saf niza­mına girmişti. Orta çağ devri kapanmış yeni devir açılmıştı artık. Fatih ön­ce Ayasofya’yı Cami yaptı. Dünya tarihi işgallerle, savaşlarla doludur. Fa­kat işgal ettiği ülke insanlarına böylesine âdil ve hoş görü ile davranan dev­let adamına nadir raslanır. Hıristiyanlar için şu nizamnameyi yayınlamıştır.

«Benki, Emir-i Azam Sultan Murat’ın oğlu Padişah! muazzam ve emir Sultan Mehmet’im Halik-i arzı asuman namına, büyük Peygamberimiz Hazreti Muhammed namına, biz müslümanların mutekit olduğumuz sabûlme sani namına, Allah’ın Peygamberleri namına, Büyükbabamın ve babamın ruhuna, oğullarının namına kuşandığım kılıç aşkına yemin ederimki: Ga­lata ahalisine kanunlarını ve serbestliklerini bırakıyorum. Binaenaleyh Ga­lata Hisarları yıkılacak ise de, oturan halkın mallarını, evlerini, mağazalarını bağlarını, değirmenlerini, gemi ve sandallarını, ticaretlerini, zevce ve evlât­larını istedikleri veçhile idare etmek üzere muhafaza edeceklerdir. Ticaret mallarını memleketimin her tarafından satmaya mezundurlar. Kara ve de­nizlerde serbest olarak seyehat edebileceklerdir. Hiçbir gümrüğe, hiçbir angaryaya tabi olmayacaklardır... Ancak tahtı itaatımda bulunan memleket­lerde olduğu gibi, haraç vermekle mükellef bulunacaklardır.

Şehir halkı, kilise ve dualarını muhafaza edeceklerdir. Lâkin çan çal­maları yasaktır. Kiliselerini camiye tahvil etmiyeceğim, Lâkin yeniden ki­lise inşa etmiyeceklerdir. Dinimizi kabul etmeleri için asla cebr gösterilmiyecektir. Galata ahalesine vaat ederimki, kendilerini bir köle sıfatiyle idare etmiyeceğime.» (7)

Fatih Sultan Mehmet, cesaret, ânî karar, ileriyi görürlük, adâlet gibi büyük meziyetlere sahip olan büyük Türk Komutanlarından ve devlet adam­larından biridir. 29 Mayıs’ta onu tekrar anarken, Yüce Allah’tan rahmet ve mekânının Cennet olmasını dilerim.

(1) Danişmend Kronoloji: I. 199-202; Uzun Çarşılı, 1.452.
(2) Öztuna Yılmaz: Türkiye tarihi; III. 190-191.
(3) H. İnalcik, Fatih devri 121.
(4) Öztuna Yılmaz, Türkiye tarihi III. 194.
(5) Öztuna Yılmaz, Türkiye tarihi. III. 198.
(6) Öztuna Yılmaz Türkiye tarihi III. 204.
(7) İki Nisan 1972 tarihli Milliyet Gazetesi ilâvesi.