Makale

Kuran Okuyan ve Dinleyenlerin Bilmesi Gereken Bazı Hususlar

Kuran Okuyan ve Dinleyenlerin Bilmesi Gereken Bazı Hususlar

— III —

Tayyar ALTIKULAÇ Diyanet İş. Bşk. Yard.

V. ÜCRETLE KUR’ÂN OKUMA MESELESİ (x)

Allah kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm; hiç şüphesiz, âyetleri üzerinde insan­lar iyiden iyiye düşünsünler ve bu âyetlerin gösterdiği aydınlık yolda yü­rüsünler diye gönderilmiş İlâhî bir kitaptır. Bu aslî gaye, bizzat onu gönde­ren yüce Rabbimiz tarafından açıklanmış bulunmaktadır: «Bu Kur’ân, âyet­lerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye, sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır« (38:29).

Durum bu olmakla beraber, daha önce de işaret ettiğimiz gibi (40), onu tilâvet etmek, hatmetmek, okuyanı dinlemek de, dînen ibâdet hükmündedir. Bunun böyle oluşu, gerek bizzat Kur’ân’ın beyanı (3:113) ve gerekse Resûl-i Ekrem’in sünneti, teşvik ve telkinleri ile sabittir. Böyle olunca da bilhassa güzel sesli olanı dinleme arzusu, güzel ses ve tavırla onu okuyabilen azınlığa karşı, buna gücü yetmeyen çoğunluğun ilgisini ortaya çıkarmış, bu çok ul­vî, imanlı gönülleri sarıp kuşatan ve titreten Kur’ân tilâveti meselesi, asır­lardan beri menfaat sağlamaya vasıta kılınagelmiştir. Hemen her devirde bu konuyu istismar edenlerin, hatta hayatını buna bağlayanların bulundu­ğunda şüphe yoktur. Yine hemen her devirde yetişen din bilgilerinin konu üzerinde gösterdikleri hassâsiyet, bu zümreyi kınamak üzere yazdıkları sa­tırlar, bunun delillerindendir. Hatta çok dikkate değer bir rivâyete bakacak olursak, bu işin henüz ashâb devrinde başladığını görmüş oluyoruz ki, bu rivâyetin doğruluğunu kabul halinde hayrete düşmemek mümkün değildir. Bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.) in terbiyesinde yetişmiş neslin gözü önünde ve ibâdethanede Kitâbullah’ın menfaata âlet edilmiş olması, cidden hayret vericidir. Rivâyet şöyledir :

Fudayl b. Amr’dan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamber (S.A.V.) in ashabından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namaz­dan selâm verince cemaattan biri bir miktar Kur’ân okudu; sonra da yar­dım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri: «Hepimiz Allah’ınız ve Allah’a döneceğiz. Peygamber Efendimizi şöyle derken işitmiştim: Pek yakın bir gelecekte bir gurup insan türeyecek, bunlar Kur’ân’ı âlet edip dile­necekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim de­meyiniz» (41).

Yine bu fikrin çok eski olduğunu anlatması bakımından şu satırların da okunmasında fayda umuyoruz:

Tâbiûndan el-Hasenu’l-Basrî (Öl. 110/726) diyor ki: «Kur’ân okuyucuları üç gurupta mütalâa edilebilir.

1 — Bir gurup vardır ki, bunlar Kur’ân kırâetini geçimlerine vasıta yapıp bu yoldaki kazançlarıyla hayatlarını sürdürürler (Bunlar dilenci gurubudur).

2 — Diğer bir gurup vardır ki bunlar bütün tecvid kaidelerine de uyarak okumayı başarırlar, ama Kur’ân’la amel etmezler, onu istismar ederek halkın kendilerine rağbetini sağlarlar. Devlet adamlarının bu sayede teveccühlerini el­de ederler. Bu sınıfın çoğunu hâfızlar teşkil eder. Allah onların sayısını ar­tırmasın.

3 — Diğer bir gurup Kur’an okuyanlar vardır ki, onlar Kur’ân’ın İlâhî feyzine yönelmişlerdir. Kalplerine arız olan hastalıkları bu feyizle tedavi ederler. Daima Allah’tan sakınırlar. Şiarları ciddiyet ve vekardır. Allah on­ları rahmetiyle taltif etsin ve düşmanlarına üstün kılsın. Ancak, Allah’a ye­min ederim ki, hamele-i Kur’ân’ın (hâfızların) bu sınıfından olanlar, par­makla gösterilecek kadar azdır ve her biri bir değerdir» (42)

Bu sınıflandırmayı yapan zâtın, hicri 110 yılında vefat ettiği, Hz. Pey­gamber’in ashâbına yetiştiği düşünülürse, meselenin önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Herhalde bu sözler durup dururken ve ortada hiçbir şey yokken söylenmiş de değildir.

Yine çok eski devirlerden itibaren konu üzerinde titizlikle duran âlim­ler, bu istismarcı insanlara karşı acı dil kullananlar ve hatta bedduâ eden­ler de vardır .(43)

Buraya kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak: Kur’ân tilâveti henüz hicretin birinci asrından itibaren —münferit vak’alar halinde de olsa— men­faat sağlamaya vasıta kılınmış, daha sonraki asırlarda hastalık ilerlemiş ve tedavisi istikametinde yazılıp çizilenler meseleyi kökünden halle kâfi gel­memiştir. Çünkü bu yazılıp çizilenler, azımsanmıyacak kadar çok olan bir kitlenin dâima menfaatine aykırı düşmüştür. Şu birkaç satırla, konunun günümüzü ilgilendiren tarafını tedavi etmek gibi bir iddiamız yoktur. An­cak, gerçek, bilindiği ve inanıldığı ölçüde söylenecek ve yazılacaktır. Nitekim hep böyle olmuştur.

Meselenin genel anlamdaki şu görünüşü ile nahoşluğu yanında, bir ölçü dahilinde ücretle Kur’ân okumanın cevazına fetva verenler, bazı zaru­retler ve sosyal şartlar dikkate alınarak bu işi hoş gören âlimler de yok değildir. Biz burada âlimlerin görüşlerine geçmeden önce onların delilleri­ni görelim:

A. Konu ile ilgili hadisler:

Meseleyi çeşitli yönleriyle tartışan fakîhlerin hüküm ve kanaatlerine mesned edindikleri bu hadisleri iki gurupta görmek uygun olacaktır:

1— Ücretle Kur’ân okumanın cevâzını ileri sürenlerin delilleri:

a) Buhârî’nin İbn Abbas’dan rivâyet ettiği bir olay şöyledir: Peygam­ber (S.A.V.) in ashabından bir gurup, su kenarına yerleşmiş bir kavme uğ­ramışlardı. Bu kavim içinde kendisini yılan sokan biri vardı. İçlerinden biri meseleyi yolcu guruba arz edip aralarında bu derde şifa sunacak kimse olup olmadığını sordu. Ashabdan biri bu adama icabet etti; bir miktar koyun kar­şılığında hastaya Fatiha sûresini okudu. Sonra koyunları alıp arkadaşlarının yanına gelince, onlar koyun meselesini hoş görmediler ve «Allah’ın kitabı karşılığında ücret almak, öyle mi?» dediler. Medine’ye gelince meseleyi Resûlüllah’a arzedip re’yini sordular. Efendimiz şu cevabı verdi: «Karşılığında ücret aldığınız işlerin, ücreti en helâl olanı, Allah’ın kitabı Kur’ân’dır» (44)

b) Ebû Said el-Hudrî’den rivâyet edildiğine göre ashâbdan bir gurup, Arap kabilelerinden birine varmışlar, fakat onlardan gerekli hüsn-i kabulü görmemişlerdi. Derken bunların reislerini o esnada yılan soktu. Misafir ka­fileden ilâç, doktor sordular. Onlar da «Bizi misafir etmediniz ki, size yar­dımcı olalım» dediler. Bir miktar koyuna anlaştılar. Ashabdan biri Fâtiha sûresini okudu, hasta şifa buldu. Koyunları getirdiler. Ashâb, ücret konusunu Rasûlüllaha sormayı kararlaştırdılar. Mesele bilâhere Rasûlüllaha soruldu­ğunda, koyunları almalarında sakınca olmadığını öğrendiler. Hatta Hz. Pey­gamber gülerek: «Bana da bir hisse ayırınız» buyurdu (45).

Yine Buhârî, Ebû Saîd el-Hudrî’den bu meâlde bir olay daha zikretmek­tedir. Bu olayın sonunda Hz. Peygamberin: «İyi yapmışsınız, koyunları pay­laşınız, bana da bir hisse ayırınız» buyurduğu zikredilmiştir (46).

Görüldüğü üzere Buhârî’nin iki ayrı yerde zikrettiği bu rivâyetlerin, as­lında aynı vak’a ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim şârih el-Aynî (öl. 855/1451), (a) fıkrasında gördüğümüz İbn Abbas rivâyetindeki Fâtiha’yı okuyan zâtın da (b) fıkrasındaki rivâyetin râvisi Ebû Saîd oldu­ğunu kaydetmektedir (47). Buna göre bu olayda Fâtiha’yı okuyan Ebû Saîd el-Hudrî’dir. Olayı hem kendisi, hem de İbn Abbas hikâye etmektedir.

2 — Ücretle Kur’ân okumanın câiz olmadığını savunanların delilleri:

a) Bir hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Kur’ân’ı okuyu­nuz ve onunla amel ediniz. Ondan asla uzaklaşmayınız. Onun hakkında (kırâatinde ve tefsirinde) haddi aşmayınız. Onun (kıraati) karşılığında ücret alıp yemeyiniz. Onunla dünya malınızı çoğaltmak istemeyiniz» (48).

b) Diğer bir hadis de şöyledir: «Kim Kur’ân okuyup onu insanların malını yemeye vesile edinirse, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna yüzü et­ten ârî bir kemikten ibaret olarak getirilir» (49).

Menfaat karşılığı Kur’ân okumayı çeşitli vesileler ve işaretlerle yeren baş­ka hadisler de varsa da, biz burada bu kadarıyle yetineceğiz.

B. Konu hakkında bazı âlimlerin görüşleri:

1 — Ücretle Kur’ân okumanın cevâzına delil olarak ileri sürülen Ebû Saîd el-Hudrî rivâyeti: a) Duâ edilen ve şifa bulması için kendisine ücretle Fâtiha sûresi okunan kabile reisinin müşrik olduğu, bu sebeble onların mal­larını almanın câiz olacağı, b) Misafirperverlik görevlerini yapmayan bu adamlara karşı uygulanan bu muamelenin normal sayılacağı, c) Yapılan işin duâ olduğu, duânın ise hâlis bir ibâdet sayılmıyacağı, bu itibarla da ücret almanın normal olacağı... şeklinde izah edilmiştir (50). Bu izaha göre ücretle Kur’ân okumak için bu hadisin delil olmak vasfı bittabi yoktur.

2 — İmam Nevevî’nin (Öl. 676/1277) bu konudaki düşünceleri şöyledir: «Kur’ân okuyanların emrolundukları şeylerin birincisi, okuyuşlarındaki ihlâsları, Kur’ân tilâveti ile sadece Allah’ın rızasını ve hoşnudluğunu dileme­leridir. Kırâetleriyle başka bir gayeye teveccüh etmemeleri ve Allah’ın kelâ­mını, O’nun huzurunda bulunmanın şuuru içinde tam bir edeb ve ihlâsla okumaları da bu cümledendir. (51) Kur’ân okuyanların yine emrolundukları en önemli şeylerden biri de, Kur’ânı kendilerine bir geçim vasıtası kılmak­tan şiddetle sakınmalarıdır. Nitekim Abdurrahman b. Şibl’den rivâyet edil­diğine göre Hz. Peygamber (S.A.V.): Kur’ân okuyunuz, ama onun karşılığın­da ücret alıp yemeyiniz, buyurmuştur» (52).

3 — «Reddu’l-muhtâr...» da şu satırları okuyoruz: «Aslolan, her tâatı müslümanın bizzat kendisinin yapmasıdır. Bu konuda ücretle adam tutmak câiz değildir. Çünkü Peygamber (A.S.): Kur’ân okuyunuz, fakat onun karşı­lığında ücret alıp yemeyiniz, buyurmuştur. El-Hidâye müellifi, bazı fakîhlerin sadece Kur’ân öğretiminde ücret alıp vermeyi —dinî konulara karşı zuhur eden ilgisizlik ve Kur’ân’ın zâyi olması gibi gerekçelerle— tecviz ettiklerini zikreder. Diğer bazı müellifler buna fıkıh öğretimini, müezzinlik, imamlık ve vaizlik gibi görevleri de ilâve etmişlerdir. Bu hizmetlerden Kur’ân’la ilgili olarak ihtilâf, onun ücretle öğretilip öğretilemiyeceği hususundadır. Ücretle okunup okunamıyacağında ihtilâf yoktur. Çünkü (Kur’ân öğreti­mi, imamet, müezzinlik gibi görevlerde olduğu gibi) ücretle okuma ve okut­ma için ortada bir zaruret yoktur... Şerhu’l-Hidâye müellifi Tâcu’ş-Şerîa, ese­rinde: Ücretle okunan Kur’ân’dan ne ölüye, ne de okuyana sevap hâsıl ol­mayacağım kaydeder (53). El-Aynî Şerhu’l-Hidâye’sinde (54): Okunan Kur’ân sebebiyle ücret alan da, veren de günahkârdırlar. Zamanımızda yay­gın olduğu gibi para ile Kur’ân cüzlerinin okunması câiz değildir. Çünkü ortada sipariş üzerine bir okuma söz konusudur. Buna göre sevap sipariş edenin olacak, okuyan da para kazanacaktır. Okuyanın niyeti —her türlü menfaatten uzak olarak Allah’ın rızasına teveccüh etmediğinden— kendisi için ecir söz konusu değildir ki, okutana bir şey kalsın. Bu devirde hiç kim­se bir başkası hesabına para almadıkça okumamaktadır. (Böyle olunca da okuyanın eline sadece para geçecek, bu gibiler sevap kazanmayacaktır). Bi­lâkis onlar Allah’ın kelâmını, dünya mallarını artırmaya vesile edinmişlerdir. Hepimiz Allah’ın kullarıyız ve hiç şüphesiz O’na döneceğiz... der. Hambelî fakihlerinden el-Halvetî (Öl. 1088/1678) Hâşiyetu’l-Muntehâ’da Şeyhülislâm Takıyyuddîn’den aynen şöyle naklediyor: Kur’ân okuma konusunda ücret alıp vermek ve ölülerin ruhlarına göndermek sahih değildir. Çünkü bu hu­susta belli başlı müctehid ve mezheb imamlarından hiçbirinin olumlu gö­rüşü yoktur. Onların sadece ücretle Kur’ân öğretme konusunda ihtilâf et­tiklerini biliyoruz...» (55)

4 — İmam Birgivî’nin (Öl. 981/1573) konumuzla ilgili görüşü şöyledir: Müellif kötü bazı bid’atlardan bahsederken diyor ki: «Kişinin, öldüğü gün veya daha sonra ziyafet verilmesi için önceden vasiyet etmesi, kezâ ruhu için Kur’ân, tesbîh-tehlîl okuyacaklara para verilmesini istemesi... de bu cümledendir ve bütün bunlar kötü bid’atlerdendir. Bu konuda yapılmış olan vasiyet ve vakıflar bâtıldır, hükümsüzdür. Bu yüzden alınan paralar da ha­ramdır...» (56).

5 — Ücretle kırâet meselesini çok sert bir dille ele alan âlimlerden biri de, Hambelî imamlarından Şeyhülislâm İbn Teymiyye (öl. 728/1328) dir. Fetvaları arasında bu konu için müstakil bir de risalesi vardır (57).

6 — «İrşâdu’l-enâm...» adlı eserde şu satırları okuyoruz: «Tâât için bir başkasından ücretle yararlanmak, bizim imamlarımıza göre câiz değildir. Öğretimle ilgisi olmayan tilâvet ise şüphesiz kendisinden sevap umulan en büyük tâât cinsindendir. O halde bu konuda da ücretle iş yaptırmak doğru olmayacaktır. Çünkü her çeşit akidde bir takım menfaatlerin alım ve sa­tımı söz konusudur. Kur’ân okuyan için, sevaptan başka bir menfaat yok­tur. Sevabın satışı ise câiz değildir. Çünkü ücrete ancak, menfaatin karşı taraf lehine husulünden sonra hak kazanılır. Sevap ise, elde edilip edilme­diği bilinmeyen bir menfaattir. Bir hatim indirip sevabını öldükten sonra kendi ruhuna veya ölülerinden biri ruhuna göndermek üzere bir başka­sına sipariş veren kimse, hatmi indirecek şahsın sevap kazanacağını bilmez ki, ona ücret versin. Farzedelim ki bilmektedir, okuyan gerçekten ecir ka­zanmıştır; bu takdirde de ecrin satışı câiz olmayacaktır.» (58)

7 — Abdurrahman el-Cezîrî, «Kitâbu’l fıkıh...» ında şunları yazıyor: Üc­retle ibâdet yaptırma işi Hanefî mezhebine göre sahih değildir... Bu husus­ta: Kur’ân okuyunuz, ama onun karşılığında ücret alıp yemeyiniz... hadisine dayanmışlardır... Fakat haneflerin müteahhitleri baktılar ki zaruretler ortaya çıkmıştır, bu yüzden bir kısım tâât için ücret alınabileceği şeklinde fetvâ verdiler. Kezâ bu meyanda —ortada bilen ve okuyan kalmayacak endişesiyle— ücretle Kur’ân öğretimine de cevaz verdiler. Diğer ilimlerin öğ­retimi, müezzinlik, imamlık ve va’z gibi görevler için de —hizmetlerin ak­saması korkusuyla— bu cevâzı uyguladılar. Ama Kur’ân okumaya, özellikle kabirlerde, çeşitli davetlerde ve matem meclislerinde okumaya gelince, bu konuda para ile okuyucu tutmak sahih olmaz. Çünkü ortada bir zaruret yoktur. Bir kimse kabrinde bir hâfızın filân sûreyi okumasını vasiyet etse... Bu yaptığı iş bâtıldır, hükümsüzdür. Çünkü yapılan tâât için para almak kötü bir bid’attir...» (59).

8 — Meseleyi aleyhte ele alan ve yukarıda fikirlerine yer verdiğimiz âlim­ler ve benzerleri yanında, konuya daha müsâmahakâr bir gözle bakan, üc­retle tilâvete bir ölçüde cevaz verenler de vardır. Bu meyanda Hanefî fa- kihlerinden Fahruddin Kadıhân (öl. 592/1196) ismi zikredilebilir. Bu zât, es­kiden hâfızlar için beytu’l-mâl’den ücret ödendiğini, halkın Kur’ân’a karşı ilgisinin çok olduğunu, kendi asrında ise devlet atiyyesinin kesildiğini, hal­kın rağbetinin de azaldığını, şayet ücretle kırâet ve öğretim yolu açılmazsa Kur’ân’ın zâyi olacağından endişe etmek gerektiğini... ileri sürmüştür (60). Molla Hüsrev (öl. 885/1480) gibi daha da ileri giderek öğretim ve tilâvet üc­retini vermeyenlere zor kullanılabileceğini ileri sürenler ve hatta bu iş için asgarî ücret rakamlarını tesbit edenler de olmuştur (61).

C. Sonuç:

Üzerinde münakaşa götürmez bir gerçektir ki, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm, ibâdet kasdiyle okunur ve dinlenir. Bu işi para ile yapanlara dahi sorsanız, Allah rızasından söz ederler, tilâvet veya hatim sonunda «tekab- belellâh» veya dilimizdeki anlamıyle «Allah kabul etsin» demeyi ihmal et­mezler. Durum bu olduğuna göre Allah’ın rızasının ve O’nun vereceği ecrin umulmıyacağı bir tilâvet ve hatim düşünülemiyecektir.

Bu gerçeği böylece tesbit ettikten sonra, Hz. Peygamber’in çok meşhur bir hadisini burada hatırlamak yerinde olacaktır: «Yapılan işlerin değeri, ancak niyetleriyle ölçülür. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan da ancak odur...» (62) Bu hadisden anlaşılacağı üzere, Allah’ın hoşnudluğunu ve ihsan edeceği sevabı kasdederek Kur’ân okuyan ve dinleyenlerin, bu niyetle­riyle me’cûr olacaklarında şüphe yoktur. Ama sözde sevabı için, aslında ise dünyalığı hatırına Kur’ân okuyanların ise niyetleri gereğince ellerine geçe­cek olanın sadece bu işin dünyalığı olacağında yine şüphe yoktur. Böylesine okunan Kur’ân âyetlerinden ve indirilen hatimlerden ecir beklenemeyeceği­ne göre, ölülerin ruhlarına bağışlanacak bir şey de yok demektir.

Bazı Kur’ân okuyanlara raslarız: «Biz Allah rızası için okuyoruz, ama pazarlık etmeksizin de verileni alıyoruz...» gibi bir te’vil içinde bulunuyorlar. Bu gibiler gerçekten Allah rızası için okuyup okumadıklarını kontrol etmek üzere kendi kendilerine sormalıdırlar: «Acaba bu işin sonunda para olmasa ben şu davete icabet eder miyim veya bu Kur’ân meclisine gider miyim..?» Bu soruya vicdanlarından müsbet cevap alabiliyorlarsa mesele yok de­mektir. Bu gibiler gerçekten Allah rızası için okuyacaklar, sevap kazanacak­lar ve bu sevabı ölülerin ruhlarına da bağışlayabileceklerdir. Ama alınacak cevap müsbet olamıyorsa boşuna kendimizi aldatmamalıyız ve bu işten eli­mize sadece para geçeceğini bilmeliyiz.

Sayın huffâz izin verirlerse, bu konuda şahsen vardığım bir sonucu bu­rada tescil etmek isterim: Ücret karşılığı celbedilmiş kişilere bir saat için­de ve Kur’ân okumaktaki asıl gayeden tamamen uzak bir uslûb ile hatim indirtmek yerine, her müslümanın abdest alıp üç ihlâs bir fâtihayı veya birkaç sahife Kur’ân âyetini bizzat kendisi okuması çok daha iyidir. Çünkü birincisinde madde karşılığı yapılan ve bâtıl olan bir iş, diğerinde ise Hak rı­zası için ihlâsla yapılan bir ibâdet vardır. Birincisinden elde edilen şey —oku­yanlara mahsus olmak üzere— sadece para, İkincisinden ise, Yüce Rabbimizin ihsan edeceği ecirdir.

Şu sonuçla menfaati arasında aykırılık bulunanlar ve buna müsteniden bize küsenler olursa —birkaç saniyeliğine de olsa— iman ve vicdanlarıyla başbaşa kalmalarını kendilerinden dileyeceğiz: Bu iman ve vicdan muhâsebesini yapabilirlerse, eminiz ki yaptıkları ticaretin Allah katında yüz kızar­tıcı olduğuna onlar da hükmedecekler ve bize hak vereceklerdir (63).

(X) Bu konuyu ele alan veya ilgili rivayetlere yer veren kaynaklar, ücretle Kur’ân okuma ile ücretle Kur’ân Öğretmeyi birlikte ele alıyorlarsa da, biz bu yazımızda meselenin sadece «ücretle Kur’ân okuma» yönünü inceleneceğiz.

(40) Bk. Diyanet Dergisi, XI: 1, s. 10-11.
(41) En-Nevevî, et-Tibyân fî âdabı hameleti’l-Kur’ân, s. 29, Dâru’I-fikr, tarihsiz
(42) Ebû Şâme, el-Murişdu’l-vecîz, vr. 82/a, Lâleli Ktp. 3625.
(43) Misâl olarak bk İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf II, 159/a, Topkapı (Medine) Ktp. 334.
(44) Sahîhu’l-Buhârî, VII, 23, İstanbul, 1315.
(45) Aynı eser ve yer.
(46) Aynı eser, III, 53.
(47) El-Aynî, Umdetu’l-kârî, X, 186, İstanbul, 1308.
(48) Ahmed b. Hanbel, el-Musned, III, 428, Kahire, 1313.
(49) El-Musannef, II, 159/a.
(50) İbnu’l-Cevzî’ye (Öl. 597/1201) ait olan bu izah için bk. Unıdetu’1-kârî, V. 648-649.
(51) En-Nevevî, el-Ezkâru’1-muntehab, s. 50, Kahire, Matbaatu Muhammed Âtıf.
(52) En-Nevevî, et-Tibyân, s. 29.
(53) Tâcu’ş-şerîa Ömer b. Ahmed b. Ubeydullah el-Mecûbî (öl. 672/1273), hanefi fakihlerinden olup, el-Hidâye’ve yazdığı şerhin adı, Nihâyetu’l-kifâye fî dirâyeti’I-hidâye’dir. (bk. Ömer Kehhâle, Mu’cemu’l-muellifîn, VTI, 273, Dımeşk, 1959).
(54) Burada müellifin kasdettiği el-Aynî, Muhammed b. Ahmed b. Musa Ebû Muhammed Bedruddin el-Aynî (öl. 855/1451) olup, el-Hidâye üzerine yazdığı şerhin adı «el-Binâye fî şerhi’I-Hıdâye» dir. (bk. ez-Ziriklî, el-Elâm, VIII, 38, Beyrut, 1969).
(55) İbn Âbidîn, RedduT-muhtâr ale’d-Durri’l-muhtâr, V, 52-53, İstanbul, 1294
(56) Birgivî, et-Tarîkatu’l-Muhammediyye, s. 259-260, Taş basma, 1268.
(57) bk. Tecrîd-i Sarih Tere. VII, 65, İstanbul, 1940.
(58) Ali Sâlim el-Menûfî, İrşâdu’l-enâm fi hükmi kırâeti’l-Kur’ân, s. 63-64, Mısır, 1324.
(59) El-Cezîrî, Kitâbu’l-fıkh ale’l-mezâhibil-erbea, 111, 127-128, Mısır, Beşinci baskı.
(60) Bk. Tecrîd-i Sarih Tere. VII, 68-69.
(61) Bk. Molla Hüsrev, ed-Durer, II, 233, İstanbul, 1319; Reddu’l-muhtâr, V, 54; İrşâdu’l- enam, s. 62-63.
(62) Sahîhu’l-Buhârî, 1, 2.
(63) Sayın hafızlara birkaç söz: Değerli hafızlar! Bir an için menfaatlerinizden sıyrılmak fikri sizlere güç gelebilir. Ama bu hal, hiçbir zaman gerçeği kabulünüze ve âlimlerin yukarıda serdedilen fikirlerini benimsemenize mani olmamalıdır. Bazı müteahhir fıkıhçıların «istihsân» gibi gerekçelerle bu konuda ileri sürdükleri müsamahakâr görüş­ler ve cumhûra aykırı fikirler bizi kurtarmaz. Allah’ın kelâmını bol bol okuyunuz, hat­mediniz, manası üzerinde de derin derin düşününüz. Vaktinizin imkân verdiği ölçüde müslümanların Kur’ân tilâveti dinleme isteklerini yerine getiriniz ve fakat bu iş için kimseden herhangi bir talebde bulunmayınız veya bu işi Hak rızasından ayrı bir gaye için yapmayınız ki, kazancınız ulvî ve bol olsun. «Nice Kur’ân okuyanlar vardır ki, okudukları Kur’ân onlara lânet eder» hadisi ile murad edilen guruptan da berî olasınız.