Makale

ŞİİRİMİZDE KÜÇÜK BİR ADA: Ziya Osman Saba

ŞİİRİMİZDE KÜÇÜK BİR ADA:

Ziya Osman Saba

Mehmet Erdoğan

Modern şiirimizin büyük ustalarından Ziya Osman Saba, edebiyatımızda ölüm, aşk, yalnızlık, geçmiş zaman, mutlu aile yuvası, çocukluk anıları, küçük mutluluklar, tabiatın güzelliği vb. konularda lirik söyleyişin en seçkin örneklerini veren bir şairimizdir.
Ziya Osman, 1910’da İstanbul’da doğdu ve 1957’de yine İstanbul’da öldü. Galatasaray Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Askerliği dahil, hayatının neredeyse tamamı İstanbul’da geçti.
Galatasaray kültürüyle yetişen şair, şiire lise yıllarında başladı. Bunda Cahit Sıtkı ve Yaşar Nabi gibi okul arkadaşlarının büyük etkisi oldu, ilk şiirlerini Servet-i Fünun topluluğunu izleyerek yazdı. Ardından Fransız sembolistlerinin etkisinde kaldı. Sonra Yedi Meş’ale grubuna dahil oldu. Bu gruptan şiire sonuna kadar bağlı kalan ve şiirinin seviyesini düşürmeyen tek şair o oldu.
Ziya Osman, kişiliğiyle ve şiiriyle hiçbir zaman büyük iddiaların adamı olmadı. Her an geçmişiyle beraber ve çocukluğunun dünyasına bağlı kalarak yaşadı. Hayata dair şikâyetlerini yüksek sesle ifade etmekten kaçınan bir üslûbu benimsedi ve olaylara eleştirel yaklaşmadı. Hayatı boyunca mümin ve tevekkül ehli olarak kaldı, insan sevgisi ve yaşama sevinciyle dolu oldu; hep iyiyi ve güzeli aramaya çalıştı. En önemli yönü duygusallığıydı; geçmişine ve çocukluğuna karşı duyarlığını besleyen de bu oldu. Hayata ve tabiata buradan baktı:
Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!
Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu.
Annem vardı, babam vardı.
Bahçemizde, ılık, uzayan, günlerdi yaz,
Bir beyaz âlemdi kış.
Başkaydı güneşi, böyle değildi ayı.
ilk şiirlerini hece tarzıyla yazan şair, sonra Orhan Veli ve arkadaşlarının şiire getirdiği yeni havanın etkisiyle serbest şiir denemeleri yaptı. Ama Garip tarzı şiire hiçbir zaman yakın durmadı. Ne kendinden önceki şiire tam bağlandı, ne de kendinden sonraki şiirin havasına bütünüyle girdi. Arada, dengede kaldı. Kişiliğiyle ve şiiriyle dengeci karakterini her zaman korudu.
Ziya Osman’ın şiirde akrabası sadece Cahit Sıtkı’dır. Bu iki şair arasında belli ölçüde benzerlikler vardır. Bunun dışında ekol olmuş hiçbir şaire ve şiir anlayışına yakın durmaz. Şiirimizde bağımsız ve küçük bir adadır o. Başlangıçta Fransız sembolistlerinin etkisindeydi. Mallarme, Rimbaud, Baudelaire gibi Fransız şairlerini daha Galatasaray Lisesinde öğrenciyken okumuştu. Fakat çağdaşları gibi onların seline kapılıp gitmedi. Hece şiirine, Fazıl Hüsnü ve Necip Fazıl örneğinden kalkarak başladı. İlk şiir kitabı Sebil ve Güvercinlerde bu iki şairin etkileri görülür. Yedi Meş’ale topluluğuyla bir arada bulunmasına rağmen onlarla aynı şiir iddiasında olmadı. O, kendi yolunda yalnız yürüdü ve şiir kozasını yalnız ördü.
Ziya Osman’ın şiirinde zaman geçmiştir. Geleceğe dönük söyleyişlerini bile geçmiş zaman üzerinden söyler. Geçmişe özlem duygusu her insanın mayasında vardır. Geçmiş acısıyla tatlısıyla, güzel ve kötü yönleriyle hiçbir zaman unutamayacağımız bir dünyadır. Ziya Osman’ın geçmişi hep güzel anılarla doludur. Daha doğrusu geçmişe güzel yönleriyle bakar. Çocukluğuna doymadan büyümüştür. Sevdiklerini, yakınlarını daha küçük yaştayken kaybetmiştir. Zaman geçtikçe onlara duyduğu özlem bir tür sevgiye ve tutkuya dönüşür. Zaman ve insan ilişkileri değiştikçe çevresine karşı yabancılaşır. Kendini, geçmişin hayaline terk eder. Ona göre değişen çevre ve değişen İstanbul, değişen dünyanın bir izdüşümüdür. Her şey büyük bir hızla değişmektedir; insan, toplum, çevre, İstanbul, yani bütün dünya korkunç bir değişim içindedir. Şimdi, insanın çocukluktan beri koruyup getirdiği birtakım güzellikler ve değerler ne olacak? Bunlardan vazgeçilebilir mi? Bunlar olmadan hayatın ne anlamı olabilir? Bu soruların cevabını bulamayan şair geçmişe, nostaljik olana sığınır ve dünyaya buradan bakmaya başlar.
Hiç olmazsa unutmamak isterdim!
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar... Yalnız bırakmayın beni hatıralar!
Az yanımda kal, çocukluğum,
Temiz yürekli, uysal çocukluğum...
Ah, ümit dolu gençliğim,
İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgim... Doğduğum ev! Rahatlayacak içim, duysam Bir tek kapının sesini.
Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...
Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler!
Güneş! Getir bir bayram sabahını.
Açılın, açılın tekrar Çocuk dizlerimdeki yaralar.
Hepiniz benimsiniz:
Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar... Yalnız hatırlamak, hatırlamak istiyorum. Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün, Rengine doymadığım o sema,
Ahengine kanmadığım ırmak.
Bırakıp her şeyi nereye gidiyorum?
Neler geçmişti aklımdan, nedendi ağladığın, Neydi güldüğün?
Ah, nasıldı yaşamak?
Ziya Osman, bir eski İstanbul beyefendisidir. İstanbul, küçük semtlerine varıncaya kadar şiirine girmiştir. Daha çok İstanbul’un şehir olarak güzelliğiyle ve burada yaşadığı hatıralarla ilgilenir. Yahya Kemal gibi İstanbul’un tarih, çekmez onu.
Şiirinde en çok kullandığı nesneler ya ev eşyaları ya da tabiat parçalarıdır. Kullandığı her bir nesnenin kendinde bir hatırası vardır. Bu yüzden nesneler geçmişi çağrıştırır. Şiirde sembollerin tekrarından çekinmez. Onlara her defasında yeni bir anlam yükler. Özellikle terlik, ayna, sürahi, konsol, minder, seccade, tespih, başörtüsü, çalar saat, perde, lâmba, masa örtüsü, soba, saksı, kuş kafesi, mangal, tablo gibi ev eşyalarını sıkça kullanır.
"Eller" adlı şiiriyle bütün bir Anadolu insanının fotoğrafını çeker ve hikâyesini anlatır. Toplumsal sorunlara duyarsız değildir. Ona göre şair, sosyal sorunları kendi süzgecinden geçirdikten sonra vermelidir. Sosyal sorunları abartarak ifade etmeyi ideolojik bulur ve her türlü ideolojik yaklaşımdan uzak durmaya çalışır.
Ayrıca Allah’a, ölüme, ahiret hayatına, kadere inanan ve inancını şiirine taşıyan mümin bir şairdir. Hayatla ölümü, ölüm ötesini bir bütün olarak görür. Tasavvufî motifleri içselleştirerek kullanır. Kanaatkâr bir derviştir.
Ziya Osman duygusal, dengeli, yalnız, teslim olan, kaderine rıza gösteren bir kişiliğe sahiptir. Bu yüzden şiirinde sükûn kelimesini çokça kullanır ve bu kelime, âdeta onun hayat felsefesini sembolize eder.
Ömrünün son zamanlarında umutsuzluğa kapılır ve yaşamak arzusu eziyete dönüşür. İşte o zaman hatıralara ve şiire daha çok sığınır:
Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet!
Bir şey istemiyorum artık ne zevk, ne para,
Kaybolmuş baharıma beni götür hatıra,
Hafızam avut beni, beni kurtar ey şiir!
Ziya Osman’ın şiiri, insanı hayatın her döneminde kuşatan, kucaklayıp sarmalayan, çocukluğunun temiz duygularına geri götüren, yakınlarıyla ve sevdikleriyle buluşturan, yaşama sevinci ve coşkusuyla dolduran içli bir şiirdir. Onun şiiri, köksüz değişime ve yabancılaşmaya karşı bir direniştir. Geçmişi gören, tabiatı hisseden ve yaşamayı seven bir şiir. Türkçe’nin en saf ve duru şiirlerinden biri, kültürümüzün dili. Şiirimizde küçük bir ada, mutluluğun adresi! İşte Ziya Osman Saba’nın şiiri!