Makale

İBN KEMAL PAŞA

İBN KEMAL PAŞA

Osman Nuri KÜÇÜKİBRAHİMOĞLU
(İst. Merkez Vâizi)

Türk Milleti’nin yetiştirdiği en büyük âlimlerden birisi de hiç şüphesiz İbni Kemal Paşa’dır. Asıl ismi, Ahmet Şems’üd-din olan bu güzide âlim, de­desi Kemal Paşa’ya izafeten «Kemalpaşazâde» veyahut da «İbni Kemal» diye şöhret bulmuştur. Sultan Beyazıd-ı veli zamanında kendini tanıtmaya başla­yan İbni Kemal Paşa, Sultan Selim-i evvel ve Kanunî Sultan Süleyman Han zamanlarında şöhretinin zirvesine erişmiş mümtaz bir âlim ve devlet ada- mımızdı.

Ekseri tarihî kaynaklar, Tokat’ta Hicrî 873 (M. 1468) yılında dünyaya gel­diğini, fakat çocukluk yıllarının Edirne’de geçtiğini ileri sürmektedirler. (1) Önce babası Süleyman Bey ile dedesi Kemal Paşa gibi askerliğe intisab etti, iyi bir tahsil gören Ahmet Şems’üd-din, Sultan Bayazıd-i Velî devrinde «altı-bölük sipâhisi» olarak birçok seferlere iştirak etmiştir. (2) Ancak birgün, o zaman bir vilâyetimiz olan Filibe’de Çandarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde Filibe müderrisi-Molla Lütfi’nin diğer ümerâ ve zevâta nazaran iltifata nâil olduğunu görünce ulemânın ümerâdan daha çok itibar gördüğüne kânî olmuş ve âile mesleği olan askerlikten ayrılarak ilmiye sınıfına geçmeğe karar ve­rir. (3)

Hicrî 897 (M. 1492) tarihinde ilmiyeye intisab etmeye karar veren İbni Ke­mal Paşa, önce Edirne «Dâr’ül-Hâdîs»inde bulunan müderris Molla Lütfi’nin derslerine devam etmiş ve daha sonra da bilhassa Hatib-zâde Muhiddin Mehmed ile Muarref-zâde Şemsüddin Yusuf Efendi gibi o asrın tanınmış âlimlerinden ilim tahsil ederek icâzet almıştır. (4)

Anadolu Kazaskeri Abdurahman Efendi vasıtasıyla devrin padişahı Sul­tan Bayazıd-i Veliye de takdim edilen İbni Kemal Paşa, üstün zekâsı ile kısa bir zamanda parlayıp inkişaf ederek, ciddî ilim meclislerinde kendisinden bahsedilen yüksek bir âlim mertebesine ulaşmıştır. İlmiye sınıfında âdet olduğu veçhile önce tedris vazifesine başlayan Kemalpaşazâde, evvelâ Üsküpde İshak Paşa Medresesinde, Edirne’de Üç Şerefeli ve Çelebi Medreselerinde, İstanbul’da Semâniye Medreselerinden birinde ve tekrar Edirne’de Bayazid Medresesinde müderrislik yaptı. (5)

Sultan Selim-i Evvelin tahta çıkmasından sonra Osmanlı efkâr-ı umumiyesini hazırlamak ve ikaz etmek gayesiyle şiiler hakkında yazdığı risale, İbn-i Kemal Paşa’nın şöhretini artırmıştır. Bu dinî ve ilmî izahların, Sünnî Osmanlı Türklerini tehdit eden Şiî Safevî kuvvetlerinin daha çok tahribat yap­masına meydan bırakmadan ağır bir hezimete uğratılmasında büyük payları vardır. Nitekim bu risalesi ile Sultan Selim-i Evvel’in nazar-ı dikkatini çe­ken İbni Kemal Paşa, Çaldıran Seferi’nden hemen sonra Edirne Kadılığı’na, kısa bir devre sonra da Hicrî 922 (M. 1516) tarihinde Anadolu Kazaskerliği’ne tâyin edilmiştir. (6) Bu rütbe ile Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi’ne iştirak etti. Padişahtan büyük bir iltifat gören bu mümtaz âlim, Mısır’da da ulemâ arasında hayranlık bırakmıştır. Sefer dönüşünde yolda Yunus Paşa’nm idam edilmesinden sonra Sultan Selim Han sohbet etmek üzere Kemal Paşazadeyi yanına çağırtmış; hem yola devam ederken, hem de sohbete dalmışlar, işte bu esnada İbni Kemal Paşa’nın atının ayağı ânîden bir çamur çukuruna tesa­düf edip Padişah’ın kaftanına bir hayli çamur sıçramış ve durumu müşa­hede edenler telâşa kapılmışlar ise de, koca cihangir Selim Han’ın hiç unutul­mayan şu cümleleri, gayet vakur ve samimî bir ifade ile söylediği duyul­muştur:

«Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur benim için bir şeref, bir mefharettir: Öldüğüm zaman bu kaftanı, böylece sandukamın üstüne koy­sunlar.» (7)

Bu, Osmanlı-Türk Devleti’nin Hâkanı Sultan Selim-i Evvel’in Kemalpaşa-zâde’nin şahsında âlime ve ilme verdiği yüksek değeri gösterir. Bir müddet sonra H. 925 (M. 1519) yılında Anadolu Kazaskerliğinden ayrılan Kemalpaşa-zade’nin Padişah nezdindeki itibar ve kıymeti devam etmiştir. Zira bu me­muriyetten istifa ettikten sonra Sultan Selim Han’ın Edime seyahatine işti­rak etmiş, padişah ile musahabeleri olmuş ve daha sonra da Edirne Dar’ül -Hâdîsine 100 akçe ile müderris tâyin edilmiştir. (8)

İbni Kemal Paşa, Sultan Süleyman Han zamanında hicrî 932 (M. 1526) yılında meşhur Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi’nin irtihali üzerine, bu ma­kama kayd-ı hayat ile getirilmiştir. Artık bu tarihten itibaren Şeyhülislâm Un­vanı ile anılan İbni Kemal Paşa, bu vazifeyi hakkıyla ifâ ederek İslâm diyârında nam ve şöhreti bir kat daha artmıştır. Zamanın en büyük bir âlimi olan Kemalpaşazade şer’î meselelerin hallü Faslında fevkalâde bir iktidar göstere­rek, her gün «bin» kadar istiftayı cevaplandırmış ve bir rivâyete göre kendisi­ne cinler de müracaat ederek fetvâ talep edip cevap almışlar ve bundan do­layı da «müfti-s-sakaleyn» Unvanına hak kazanmıştır. (9) Nihayet bu mu­kaddes makamda iken H. 2 Şevval 940 (M. 16 Nisan 1534) yılında irtihal ederek Hakkın rahmetine kavuşmuş ve Edirne Kapısı dışındaki Mehmet Çe­lebi zâviyesine defnedilmiştir. Vefatı için düşürülen ve «Kemal’le birlikte ilimler de öldü» demek olan Arapça şu ibâre; «İrtahale’l-ûlûmu bil-Kemal» çok meşhurdur. İrtihal etmek üzere iken bizzat söylediği:

«Yâ Ahad! Neccinâ mimma nehâf» (…………………………………………….)

cümle-i duaiyyesinin, sonradan yapılan hesaplar neticesinde vefatına tarih düştüğü anlaşılmıştır. (10)

Kemalpaşazâde’nin Kanunî Sultan Süleyman Han zamanındaki en büyük hizmetlerinden biri de, Şiî propogandasına mukâbil Sünnî Osmanlı tefekkürü­nü bütün kudret ve gayretiyle müdafâa ve tebliğ etmiş olmasıdır. Hattâ Sultan Süleyman Han’ın Şah Tahmasb’a yazdığı mektupları bizzat kaleme aldığı gibi, O’nu şiî Safevîlere karşı mücadele ve cihada da teşvik etmiştir. İran’dan gelip Osmanlı ülemâsı arasına giren Molla Kabız’ın İstanbul’da, Hz. İsâ’nın Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) dan daha eftal olduğunu iddia etmesi ve az da olsa taraftar bulması, dikkatleri üzerine toplamıştı. Molla Kabız şüpheli bir şahıstır ve İrandan gelerek ilmiye sınıfı arasına girmiştir. Yukarıda kısaca kaydedilen fikirleri ileri sürüp yaymaya başlayınca, önce diğer Osmanlı ule­mâsıyla Padişah’ın da kafes arkasından takibettiği bir münazara aktedilmiş, fakat Molla Kabız’ın, ilmî deliller ileri sürülerek ikraz edilmesini bekleyen Sul­tan Süleyman Han, bu ne idüğü meçhul şahsın mağlûb edilip susturulamadı- ğını görünce Vezir-i Âzam İbrahim Paşa’ya :

«Bir mülhid divanımıza gelür, hezeyâna cür’et kılar ve mülzem olmaz, çıkar gider. Buna bâis nedür?» diye çıkışır.

İşte böyle bir esnâda Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa yine bütün İlmî kud­retiyle Ehl-i Sünnet’in fikrini ileri sürmek üzere vazife başına koşar. H. 932 (M. 1526) yılının 8 Safer Pazar günü aktedilen ikinci Divan İctimâı’na, Ke­malpaşa zâde ile o devrin Baş Kadısı Şemsüddin Çelebi dâvet edilmişlerdir. Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa Molla Kabız’ı sükûnetle dinledikten sonra ken­disiyle uzun bir münazaraya girişti. İleri sürdüğü fikirlerin İslâm esasları muvacehesinde, yanlışlığını Molla Kabız’a İlmî bir ifade ile anlatan Şeyhül­islâm, O’nun verecek cevap bulamadığını görünce de, hatasından döndüğü takdirde serbest bırakılacağını ifade etmiş, buna Baş Kadı da iştirak ederek aynı teminatı tekrarlamış; fakat Kabız ilmen mağlûb olduğu halde hatasın­dan dönmeyi kabul etmeyince, idam edilmesine hükmedilmiştir. O zaman Os­manlı Türk Cemiyeti için hem dinî ve hem de millî bütünlükle alâkalı bir mes’ele olan Molla Kabız hâdisesi, Kemalpaşazâde’nin yüksek İlmî kudretiyle bertaraf edilmiş, (11) ayrıca bu entrikacı Molla’nın meydana getirdiği bâtıl fikirleri tashih edecek risaleler de kaleme almış ve tereddütleri izâle et­miştir. (12)

İbni Kemal Paşa’nın ilmî kudretine bir işaret olmak üzere 300 kadar eser kaleme aldığını zikretmek kâfidir. (13) Bunlardan 36 risale Ahmet Cevdet tarafından yayınlandığı gibi, kelama ait olan «Risalet-ül Mümeyyize», hadise dâir olan «Hâdîs’i Erbain» ile akâidle alâkalı olan «Müferric-ül Kurûb» da muhtelif tarihlerde tabedilmiştir.

Henüz neşredilmeyen eserleri arasında «Fetva Mecmuası» bulunmaktadır ki, İstanbul Millet Kütüphanesi «Şer’iyye» Nu: 79 ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi yazma nüshalar Nu: 6253 ile 9274 de kayıtlıdır. (14) Bunun ya­nında, Burhanüddin Merginânî’nin «El-Hidâye» isimli meşhur kitabına «Hidâye Şerhi» adıyla yazdığı şerh ile usul-ü fıkh’a âid «Tağyîr-üt Tenkıh» namıyla kaleme aldığı eserleri de, fıkıh sahasındaki çalışmaları meyamında zikredile­bilir. (15)

İbni Kemal Paşa’nın Osmanlı Tarihi ve hattâ İslâm tarihi içinde bir müfessir olarak değeri çok büyüktür. «Tefsir-ül Kur’an» adındaki eseri bunun en büyük delilidir. «Kâzî Tefsiri» büyüklüğünde olan bu tefsir, Sure-i Saaffat’a kadar yazılmış, ne yazık ki tamamlanamamıştır. Hanefî Mezhebine mensub bir âlim olan Kemalpaşazâde, İlmî kudret ve üstün kabiliyetini diğer müellefâtında gösterdiği gibi, tefsirinde de isbat etmiştir. Âyetler arasındaki münase­betlere, lisana âid inceliklere ve bilhassa tarihe âid mes’elelere herkesi tat­min edecek kadar işarette bulunan İbni Kemal, Keşşaf Tefsiri gibi bazı tef­sirlerdeki te’vil ve tevcihlere ya alenen veya zımnen itirazda bulunarak, bu hususta daha doğru te’vil ve tevcihlerin nelerden ibaret olduğunu kendi tef­sirinde gösterip kaydetmiştir.

Bizzat kaleme aldığı «Tefsir-ül Kur’an» yanında «Keşşâf Evâiline Hâşiye» ve «Envâr-ut Tenzil Evâiline Hâşiye»leri ile de tefsir sahasında gayet ciddî ve İlmî çalışmaları olmuştur. (16)

Kemalpaşazâde’nin hadîs sahasındaki çalışmaları da mühimdir. Bu meyanda «Şerh-ül Hadîs-i Erbâîn»i ile «Sahih’ül Buhârî Üzerine Talîk»ı kayde­dilebilir. (17)

Lisan sahasında da selâhiyet sahibi olduğunu eserleriyle isbat etmiş bu­lunan Kemalpaşazâde Arapça ve Farsçaya hakkıyla vâkıf idi. «Hakâyık-ul Lü­gat» isimli Arapça-Farsça lügati ile, müşâbih ve müteradif olan Farsça keli­melerin tefsirine dâir olan «Dakâyık-ul Hakâyık» bu hükmün en muknî deli­lidir. Şeyh Sâdî’nin «Gülistan» isimli meşhur eserine nazire olarak yazdığı «Nigâristan»ın da kıymetini ifade etmek bakımından herhalde lâtinceye terceme edildiğini kaydetmek kâfidir. (18)

İbni Kemal Paşa, Sultan Bayazıd-i Velî’nin emri ile te’lif ettiği «Tevârih’i Âl-i Osman» adıyla maruf eseri ile Osmanlı tarihçileri arasında mümtaz bir yeri vardır. Osman Gazi’den itibaren tarihî vak’aları içine alan bu eser, on ayrı defter’den meydana gelmiştir. Onuncu Defter’in son kısmı Kanunî Sultan Süleyman devrine rastlıyan Mohaç Seferine tahsis edilmiştir. Hâdisenin için­de bulunan bir tarihçi sıfatıyle müellif Mohaç’a âid gayet geniş malûmat ver­miştir. Bundan dolayı da bu kısım «Mohaçnâme» adıyla ayrıca neşredilmiştir.

Osmanlı Tarihinin yukarıda kaydedilen asırlara âid tarihî vukuatını içi­ne alan «Tevârih-i Âl-i Osman» bu devirleri tetkik etmek isteyenlerin ilk baş­vuracağı kaynaklardan biridir. (19)

Meşhur Şeyhülislâm Kemalpaşazâde, ilmî hüviyeti ile asırlara hükmeder­ken, ruhânî cephesiyle de asırlarca sonra bile varlığını kabul ettirmektedir.

İbni Kemal Paşa’nın İlmî ve ruhânî şahsiyeti, Osmanlı Devrindeki aza­metin hangi temeller üzerine binâ edildiğini gören gözlere ve hisseden kalblere hâlâ ifade ve ilân etmektedir.

Rahmetullah-i aleyhim. Ecmaîn.

(1) Turan, Dr. Şerafettin, Tevarih-i Âl-i Osman, VII. Defter, Ankara, 1957, T. Tarih K. Ba­sımevi, sh:9.
(2) Dânişmend, İsmail Hâmi, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul, 1948, Türkiye Yayınevi,
C: II, sh: 162.
(3) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh. 12.
(4) Bilmen, Ömer Nasuhî, Tabakat-ül Müfessirin-Ankara, 1960, Diyanet işleri Reisliği Yayınları, sh: 457 ve Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 13.
(5) Bilmen, Ömer Nasuhî, a.g.e., sh: 457 ve Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 13.
(6) Parmaksızoğlu, İsmet, Kemalpaşazâde, İslâm Ansiklopedisi.
(7) Dânişmend, İsmail Hâini, a.g.e., C: II. sh: 45.
(8) Parmaksızoğlu, İsmet, Kemalpaşazâde maddesi, İslâm Ansiklopedisi.
(9) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 16 ve Bilmen, Ömer Nasuhî, a.g.e., sh: 458.
(10) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 15 ve Bilmen, Ömer Nasuhî, a.g.e., sh: 457.
(11) Dânişmend, İsmail Hâmi, a.g.e., sh: 125-126.
(12) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 16.
(13) Bilmen, Ömer Nasuhî, a.g.e., sh: 460 ve Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1915.
(14) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 17.
(15) Bilmen, Ömer Nasuhl, Istılâhât«ı Fıkhıyye Kamusu, İkinci Baskı, İstanbul 1967 C: I sh: 411.
(16) Bilmen, Ömer Nasuhî, Tabakat-ül Müfessirîn, Ankara 1960, sh: 459-460.
(17) Bilmen, Ömer Nasuhî, a.g.e., şh: 460 ve Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: İ7.
(18) Turan, Dr. Şerafettin, a.g.e., sh: 18.
(19) Turan, Dr. Şerafettin Bey’in himmet ve çalışmaları ile Türk Tarih Kurumu’nca neşredil­meye başlanan bu muhallet eser, ilim ehli nezdinde memnuniyeti mûcib olmuştur.