Makale

TÜRKLERİN İSLÂM DİNİNİ KABULÜ

TÜRKLERİN İSLÂM DİNİNİ KABULÜ

Yazan : Cemal KANTAR
Diyanet İşleri Başkanlığı Almanca Uzmanı

İnsanlara Yumuşaklık ve Meskenet Telkin Ettiğinden, Buda Dîni; Türklerin Yaşayışlarına ve Savaşçı Ruhlarına Aykırıdır.

(Büyük Türk Veziri: Tonyukuk)

1 — Türk Milletinin, Irki Vasıflarına Kısa bir Bakış:

Türk milletinin yüksek meziyetlerine hayran olan meşhur Müslüman mü­tefekkiri Câhiz, «Fezâil’ül-Etrâk» yâni «Türk Irkının Faziletleri» isimli kıy­metli eserinde, diğer yabancı kaynakların belirttiklerine uygun olarak pek çok övgüler yanında soylu milletimizin görüp tanıdığı kimseleri hakkında şu meziyetleri bilhassa belirtir ve genelleştirir:

«Türk’ün hayatı daha ziyade at üzerinde geçer. Türk, atını kendisi terbiye eder. Adı ile çağırdığı atı, kendisini takip eder. Koşum takımlarını ve silâh­larını bizzat yapar ve beraberinde taşır. Savaş sanatı, Türk’e bilgi, tecrübe, siyaset vesair yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk, dâima sözünde durur ve hile bilmez. Türk Hâkanı, hileyi sadece savaşta tatbik zorunda kaldığım esef­le belirtir ve iki yüzlü olanı en kötü insan olarak vasıflandırır. Türklerin, nehirleri geçmekte ve kaleleri aşmaktaki maharetleri de eşsizdir. Bu sebep­le, Arap ordularını, Türkler kadar titreten başka bir millet yoktur. Türkler dâima soyları ile iftihar ederler. Vatanlarına ve dillerine çok bağlıdırlar. Düş­manlarını esir alınca da onlara iyilik, ikram ve âlî cenaplıkta bulunurlar. Türk ırkı, askerlikte pek üstün bir kaabiliyete sahiptir.»

Burada Türk milletine âit önemli bir noktayı belirtmek, yerinde olacak­tır: Türk milleti gerçekte öğünmeyi sevmeyen bir milletir. O pek büyük işler başarır, pek çok savaşlar yapar, önemli zaferler kazanır; fakat bunlardan bahsederek böbürlenmez. Bütün bu ve buna benzer sebeplerle; soylu ve bü­yük milletimizi kendisine ait pek az sahih kaynakla tanırız. Bu konularda hep yabancıların, vesikalarını taramak, araştırmak ve süzgeçten geçirmek zo­rundayız. Bahsettiğimiz yabancılara ait kaynak ve vesikalar da pek tabii olarak kifayetsiz ve sathîdir. Maalesef, Türk ırkının İslâmiyeti kabul etmesi mevzu­unda da kaynakların durumu böyledir. O yüzden mevcut kaynaklara göre konumuzu işlemek durumundayız.

2 — İslâmiyetin Doğduğu Zamanda Türk Kağanlığı ve Türk Boylarının

Durumu :

islâmiyetin Arabistan’da doğup geliştiği sıralarda Asya Kıtasında uçsuz bucaksız büyük Göktürk İmparatorluğu hüküm sürmekte idi. İmparatorlu­ğun sınırları Doğuda şimdiki Japon ve Çin Denizinden, Batıda Karadeniz kıyı­ları (Kırım dahil) Kuzeyde Sibirya ve Güneyde de Hindistan ve Çin’e (Kansu Eyâleti dahil) Pekin şehrinin Kuzeyine dayanan haşmetli bir Türk devleti idi. Bu devletin içinde önemli Türk boyları şöylece dağılmışlardı :

1 — Karluk Türkleri: Aral ve Balkaş Göllerinin Kuzeyi yörelerinde.

2 — Kırgız Türkleri: ötügen ülkesinin ve Baykal Gölünün Kuzeyi saha­larda, Altay Dağlarının Kuzey Batı yörelerinde.

3 — Uygur Türkleri: Önceleri Karluk ve Kırgızların bulunduğu saha­larla bugünkü Moğolistan ve Doğu Türkistan, Çin’in Batı kısımları; sonrala­rı çepçevre bugünkü Tanrı Dağı (silsilesi) yöreleri.

4 — Oğuz (Uz) Türkleri (Kalabalık Oğuz boylan halinde): Bugünkü Maverâünnehir yâni Seyhun ve Ceyhun Irmaklarının bulunduğu çevrelerde.

Bugünkü Mançurya havalisinde Moğollar ve Doğusunda Tunguzlar.

Daha sonraları Balkaş gölünün Güney-Doğu yörelerinde Türkeşler.

5 — Yâkut Türkleri: İmparatorluğun Kuzeyi ve Kuzey-Doğusu yörele­rinde.

6 — Hazar Türkleri: Hazar Denizinin Kuzeyi yöreleri ve Batısında.

7 — İtil (Volga) Bulgar Türkleri: Hazarların Kuzey ve Batı komşuları olarak bugünkü Volga Nehri havalisi ve Kazan şehri yöreleri ile Karadeniz’in Kuzeyi yörelerinde.

Yukarıda bahsettiğimiz bu son iki devlet, imparatorluğun içinde olmayıp Göktürk Kağanının yüksek hâkimiyetini tanıyan müstakil Hanlık, impa­ratorluk durumunda idiler...

Bu şekilde sınırlarını belirttiğimiz Göktürk imparatorluğunun Doğu-Güneyinde Çin devleti, Batısında da İran (Sâsânî) devleti ile daha Batıda Do­ğu Roma (Bizans) devleti yabancı ve kuvvetli devletler olarak tarih sahne­sinde bulunuyorlardı.

İslâmiyet, henüz intişar etmekte bulunduğundan, bir rakip devlet duru­munda değildi. İlerde göreceğimiz üzere Müslümanlık, ancak Arabistan sı­nırlarını aştıktan sonra bir dünya ve medeniyet nizamı olarak tarih sahnesin­deki üstün yerini alacak ve o zamanki dünyada karanlığa gömülmekte olan milletlere aydınlık, medeniyet ve saadet getirecektir.

3 — Müslümanlıktan Önce Eski Türklerin Dinî İnanışları:

İslâmiyet Türkler arasında herkese şâmil ve millî bir din durumuna ge­linceye kadar (ki bu tarih XI. nci asırdır), bazıları istisna edilirse hemen he­men bütün Türk boylan arasında Şamanîlik hâkim vaziyette idi. Hun Türk­leri devrinde «Tanrı» sözü, hem ilâhlığı, hem de gök’ü (semayı) ifade etmek­te idi. Hun hükümdarlarına «Tanrı Kutu» ünvanı verilirdi ki, böylece Türkle­rin İlâhî hâkimiyet düşüncelerinin gökle ilgili olduğu ve bir Allah inancına doğru tekâmül edilmiş bulunduğunu ifade etmektedir.

Göktürkler devrinde yine gök, (semayı) anlatmakla birlikte, tek «Tanrı» mn varlığı inancını ifade etmekte idi. Orhun Kitabelerindeki ifadelerin tet­kiki, kâinat sisteminin (bütün mahluklar, yer ve gök) yaratıcısı ve insanla­rın iyi veya kötü kaderlerini tayin eden «Bir Tanrı» düşüncesinin teşekkül etmiş bulunduğunu göstermektedir. Doğu Roma tarihçisi The Ophylaktos :

«Türk milletinin, toprak, su, ateş ve havayı kutlu saymakla beraber; sadece yerlerin ve göklerin yaratıcısı bir Tanrı’ya taptıklarını bu tanrıya at, sığır ve koyun kurban ettiklerini, ayni zamanda Türklerin geleceği haber veren kâ­hinleri (Kam, Şaman) olduğunu söylemektedir. (1)

Bağdat Halifesinin elçisi olarak Oğuz Türklerini ziyaret eden İbn Fadlan meşhur seyahatnamesinde: «Bir Türk zulüm gördüğü veya zor bir durum­la karşılaştığı zaman başını yukarı kaldırıp (Bir Tangrı) diye yalvararak dua ettiğini yazmaktadır.» (2) Bu durum Şaman dinindeki Türklerin Tek Allah inancını ifade etmektedir.

Göktürk Hakanı Mengü Han, din adamlarını huzurunda dinî sohbet ve münakaşaya çağırdığında: «Biz sadece tek bir Tanrının varlığına, O’nun sa­yesinde yaşadığımıza ve O’nun emri ile öldüğümüze inanıyoruz.» diye hitabe- derek o zamanki yüksek İlâhî inançlarını ifade etmiştir. (3)

Günümüzdeki Dinler tarihçileri, «Tek Tanrı» inancına erişmeyi ileri bir derece saymaktadırlar. Henüz Müslümanlığa girmemiş olan o zamanki Türkler; bu yüksek ve mücerred Tanrı telâkkisine erişmiş olmakla beraber, baş­langıçta O’nu yine de gökte tasavvur etmekteydiler. İşte bu sebepledirki, «Tanrı» kelimesi hem gök (sema) ve hem de «Allah» manasında kullanılıyor­du. Aynı sebeple Türkler, Allah’ı «Gök Tanrı»» ismi ile anmakta idiler.

Orhun âbidelerinde kazılı bulunan kitâbelerde «Üstte Mavi Gök» ibâre- sinde «Tanrı» yine gök (sema) anlamını muhafaza etmekte idi.

İslâmiyetle birlikte «Allah» m mekândan münezzeh olduğunu bildiren büyük dinlerin «Semavî Dinler» olarak sıfatlandırılmaları, hattâ bu ifadenin zamanımızda da kullanılması (eski Türklerde olduğu gibi) insan düşüncesin­de «Allah» «Gök» ve «Yücelik» mefhumları arasındaki düşünce bağının izleri­nin devam etmekte olduğunu hatırlatmaktadır.

Bu noktada ayrıca bir misal vermeyi faydalı bulmaktayım. Bu misalle İslâmiyetten sonraki bazı Türk boylarında «Tanrı» telâkkisinin şekli yazılı metinlerde esas ifadesini bulmaktadır. Bilinen Oğuz nâmelerin en önemlile­rinden biri olan Dede Korkut Oğuz nâmesinde:

«Yücelerden Yücesin

Kimse bilmez nicesin,

Görklü (4) Tanrı.

Çok cahiller seni gökte arar yerde ister

Sen hod (2) mü’minlerin gönlündesin...»

İfadeleri ile, bu mevzudaki insan düşüncesinin tekâmülü, dolayısıyla Türk düşünce telâkkisi açıklığa kavuşmaktadır.

(1. makalenin sonu)
(1) E. Chavennes, Documents, S. 38, 50, 248, Prof. Dr. O. Turhan Türk Cihan Hak. Tar. S. 48 C. I.
(2) İbn Fadlan Seyahatnamesi, Z.V. Togan neşri S. 10.
(3) W. Rubruck, Journay, S. 235, 236. Prof. O. Turhan aynı eser, S. 49.
(4) Muhteşem güzel
(5) Zâten, aslında.