Makale

Peygamberlerin Vârisleri Olarak ULEMA

Peygamberlerin Vârisleri Olarak
ULEMA

Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı / Muğla Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi

Ulema İslâm toplumunda dinin hem yorumlayıcısı hem de onun gündelik hayattaki karşılıklarını izleyen süreklilik taşıyan bir uzmanlar grubu olarak dikkat çekmiştir. Dinî bilgiye hakim olmalarıyla ulema, içinde fakih, müçtehit, gibi değişik kategorilere sahiptir. Ulemanın dinî bilgiyi kontrol eden ve çok kere de onu geliştiren konumu tarih boyunca farklı özellikler kazanmış olsa da genelde asıl kaygının temel referanslara sadakat etrafında döndüğünde şüphe yoktur. Yani ulema İslâm’ın ruhuna bağlı kalınarak dinin gündelik dünyaya yansıyan boyutlarını ele almakta; dinle hayat arasındaki bağları ve olası gerilimleri kendi metodolojik çabasıyla gidermeye çalışmaktadır. Yerleşik toplum tarafından dinî değer ve yargıların sınırlarının zorlandığı ya da dinin farklı gerekçe ve yollarla istismar edildiği durumlarda ulema, İslâm’ın çetin muhafızları olarak dikkat çekici rolleriyle öne çıkmaktadır. Ne var ki ulemanın dinin aslına sahip çıkma hususundaki ısrar ve enerjisi giderek ardı ardına gelen meşruiyet tartışmalarıyla günümüze problemli bir şekilde ulaşmıştır. Tarihsel süreç içinde ulemanın konumunda meydana gelen bu farklılaşma ve değişim, hem İslâm toplumlarının yaşadıkları siyasî dönüşümden hem de bütün bunlardan ayrıştırılması mümkün olmayan ve dünya çapında yaşanan zihinsel kargaşadan derin bir şekilde etkilenilerek gerçekleşmektedir.
Tipik bir Müslüman toplumda ulemaya yüklenen görev dinin referans dünyasını koruma altına almak ve İslâm’ı bir yandan bilgi ekseninde güncellemeye çalışırken bir yandan da onu yeterlilik düzeyinde sürekli hareketli kılmaktır. Kriz dönemlerinde İslâm’ı yenileme düşüncesinin öncüleri olarak ortaya çıkan mücedditler her seferinde farklı aktivite ve tercihlere sahip olarak İslâm’ı canlandırma azminde olmuşlardır. Bu azmin sonuçlarına bakıldığında da, sözkonusu niyetlerle ger- çekleştirilenin aslında dini, yeni koşulların yıpratıcı ağırlığı karşısında arınma ve toparlanma düzeyinde bir sağlamaya almak olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ulemanın asıl görevinin toplumun sürekli olarak islâmileş- tirilmesine ilişkin stratejilerle içiçe olduğu söylenebilir. Kelâm, fıkıh, tefsir gibi İslâmî ilâhiyatın bütün alanlarında yapılan da genellikle budur. Hatta fetihler, kültürel karşılaşmalar, ahlâkî çöküntüler, çatışma ve hesaplaşmalar gibi hemen her zaman karşı karşıya gelinebilecek maliyeti yüksek tehditler karşısında Müslüman ulema, İslâm’ın sahih bir çerçevesine sadık kalarak onu güçlü kılmayı ve korumayı amaçlamıştır. Örneğin İmam Ebû Hanife, İmam Şafii ve imam Gazali’nin kişilikleri üzerinde netleşen tipoloji bile tarihsel anlamda ulemanın misyonunu kavramaya yeterlidir. Ulemayı bu çerçeve içinde tanımlamak İslâm toplumlarının neredeyse ortak bir kabulüdür. 18. ve 19. yüzyılın sarsıntılı-çalkantılı şartlarında bile ulema sadece dinin muhafızı olarak değil aynı zamanda dinle aynileşen kültür, coğrafya ve entellektüel duyarlılıkların korunmasında da ciddi sorumluluklar üstlenmiştir. Bu, direnç ve savunmadan karşı çıkışa kadar değişken bir kimlik ibrazıyla tanınan ulema, kendilerini peygamberlerin varisleri olarak değerlendirmeye imkan veren bir hassasiyete her zaman dikkat etmek zorunluluğu içindedirler.
Modern zamanlarda İslam’ın konumunda olduğu gibi ulemanın konumunda da esaslı bir sarsıntı gözlenmiştir. Çok kere ulema, şimdiki zamanların dil, söylem ve problemlerini bilmemekle, hatta bu konulardaki yeterliliğini kanıtlama konusunda kabul edilebilir bir çabaya sahip olmamakla suçlanmıştır. Modern söylem ağları içinde ulema ve alt kategorileri, her türden dinsel biçim ve renklerin dönüşümünde gözlendiği gibi ciddi bir tıkanma ve parçalanma yaşamıştır. Nihayet günümüz toplumlarında ortaya çıkan yeni sosyo-politik yapılanmalar içinde ulemanın varlığı da ancak şartlı olarak gündeme getirilmekte ve tarihsel misyonunu devam ettirecek bir geleneği sürdürebilme arzusu, çağdaş gelişmeler karşısında açıkça gölgelenmektedir. 19. yüzyıl, İslâm toplumlarının da diğer toplumlar gibi epistemolojik düzeyde ciddi kırılmalara maruz kaldığı bir süreç olarak dikkat çekmiştir. Batılı bilgiye hazırlıksız yakalanan İslâm dünyası, çok kere kendi bilgi kodlarıyla yüzleşmek zorunda kalacağı yeni bir evrilme şoku yaşamak zorunda bırakılmıştır.
"Modern çağda ulema", bu gerilim ve sakinimin ürettiği sorunlarla karşı karşıyadır. Mevcut durum, dönüşüm, misyon kaybı ve kendini yenileyememek gibi iddialarla daha sık gündeme gelmektedir. Ulemanın varoluşsal dünyası, yeni şartların ürettiği ve kimi zamanlar da bir zorunluluk olarak dayattığı fiilî gerçeklikler karşısında gözden düşmüş gibidir. Esasta tartışma İslâm’ın bugün nasıl dillendirileceği ve bu görevi üstlenecek ulemanın nasıl bir ehliyete sahip olacağı etrafında dönmektedir. Artık günümüz İslâmî’nin temel tartışma konulan arasında yer edinen bu problem, ağırlıklı olarak ulemayı ilgilendirmemektedir. Ne var ki ulemanın misyonunu tamamlamış- lığından, yerini ve fonksiyonlarını kime devrettiğine kadar pek çok konuda ortaya çıkan sorular Müslümanların derinlikli tartışmalarında yerini almaktadır.
Ulemadan aydına geçişin sağlandığının düşünüldüğü günümüzde gerçekte birbirinden bağımsız ve farklı epistemolojik temellerden hareketle gerçekleşen dinî faaliyetler sözkonusudur. Bugün İslâmî bilginin kontrolü büyük ölçüde ulemanın tekelinden çıkmıştır ve yeni fikirlerin üretildiği kulvarlarda İslâm üzerine konuşma hakkı el değiştirmiştir. Bu bağlamda sık sorulan sorulardan biri aydının ulemanın mirasını sürdürüp sürdüremiyeceğidir.
Aydın bu bağlamda ortaya çıkan yeni bir kategoridir. Aydın, belli tarihsel birikim ve süreçlerin parçası olarak kazandığı imaj ve özellikleriyle dikkat çekmektedir. Aydınların modern zamanlardaki konumuna ilişkin sorular Müslüman dünyasında yeni ve can yakıcı soruların yarattığı gerekçelerden hareketle sorulmaktadır. Kuşkusuz tarihin her döneminde günümüzde geçerli rollerinden hareketle, aydın fonksiyonelliğine sahip bir toplumsal kategoriden söz etmek mümkündür. Aslında aydın bir entellektüel kategori olarak ne fonksiyonlarıyla ne de artık epeyce bölünmeye uğramış tipolojisiyle yeterli bir gerçeklik teması içinde Türkiye’ye tercüme edilememiştir. Esasen tarihsel olan herşey gibi aydın kavramının da yeni bir sunumuna ihtiyaç sözkonusu olabilir. Hatta bu nedenle geçmişte ulemanın üstlendiği rollerin bugün aydınlar tarafından ne düzeyde işlevsel kılınabileceği sorusu da haklı olarak sorulabilmektedir.
Varlığını ulemanın arayışlarında bulan bir toplumun şimdiki zamanların ortaya çıkardığı sorunlar ve maliyetler karşısında yeni problemleri aşabilecek bir temsil gücüne ihtiyaç duyması gayet doğaldır. Ulemanın sosyolojik ağırlığı günümüzde bir hayli hırpalanmıştır. Bilgi, takva ve entellektüel donanımın ulemayla özdeşleşen yani günümüz dünyasında ciddi bir parçalanma yaşamaktadır. Tipik bir Müslüman için aydının nasıl bir kimlik beyan ettiği tartışılmaya değerdir. Onun işlevi bir yandan toplumsal yapıyı değiştirmek, bir yandan da neredeyse bütün bireylerde görülebilecek yerleşik bir aydın ruhu üretmeye çalışmaktır. Bu ise sosyal kurum ve yapıların taşıdığı geleneksel za- afiyetlerden kurtulmayı ve entellektüel muhayyile gücünün yeniden ortaya çıkarılmasını gerektirmektedir. O, bir yandan kültür değişimine öncülük ederken, bir yandan da değişeni daha popüler ve yaygın hale getirmek, yeni bir zevkin ve üslubun öncülüğünü sürdürmek, halkın politik ve sosyal tercihlerini etkilemek istemektedir.
Ulemanın şimdiki zamanların değer, norm ve ilkelerini dikkate alan bir tipolojisi, aydının eşzamanlı olarak üstlendiği özgürlükçü açılımlar karşısında nasıl kurulacaktır? Yoksa bu talepler aydın üzerinden mi gerçekleştirilecektir? Aydın sözkonusu olduğunda inanmanın oluşturacağı bir bağımlılık, sürekli bağımsızlık üzerinden kendini inşa eden duyarlılıklar karşısında nasıl bir denge tutturacaktır? Bu düzeye bağlı olarak çıkacak gerilimler nasıl aşılacaktır? İslâm toplumunun modernleşme deneyimlerinden hareketle böyle bir soruya muhatap olan dinî bilgi kadrolarının içtenlikli bir şekilde cevaplamaları gereken sorulardan biri belki de budur.