Makale

TÜRK MİLLETİNDE PEYGAMBER SEVGİSİ VE MUKADDES EMANETLERE SAYGI

TÜRK MİLLETİNDE PEYGAMBER SEVGİSİ VE MUKADDES EMANETLERE SAYGI

Şükrü ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Türklerin İslamiyete girişi, beşer tarihinin en önemli olaylarından biri ve İslâm Dininin de en büyük zaferidir.
Bilindiği gibi İslâm mücahidleriyle Türk boylarının ilk karşılaşması M.7. nci asırda Hz. Ömer’in halifeliği devrinde olmuştu. Büyük İslâm halifesi Hz. Ömer’in iman ordusu bir fırtına hızıyla bin yıllık Sasani İmparatorluğunu çökertmiş ve Livây-ı İslâm’ı daha ötelere götürme azmi göstermişti.
Mâveraünnehirde kısmen meskûn, kısmen göçebe hayatı yaşayan Türkler, batıdan gelen, İslâm’ın mücâhid ordusuyla karşı karşıya geldiler. İlk anda Türkler, atalarından gelen yiğitlik vasıflarıyla müslüman ordusuna karşı sert bir mukavemet gösterdiler. İslâm ordusu böylesine cesur bir milletle ilk defa karşılaşıyordu
Hayret içinde kaldılar ve anladılar ki, bu atlı ve akıncı millet, savaşla dize gelmiyecek... Dâvayı derûnî bir dille ve ilâhi bir ilhamla ortaya koydular. Esâsen yaşayıştan, değer ölçüleri itibariyle ’ Türklere İslâm Dininin esasları çok uygun geldi ve Türklerin barış içinde yavaş yavaş müslüman olmaları sağlandı. İslâm Dinini böyle tatlılıkla ve içtenlikle benimseyen Türkler kısa zamanda, bu dinin evvela kolcusu, sonra da asırlar boyu öncüsü olmuşlardır. (1)
Müsteşriklerden ve Türkiyatçılardan Leon Kahun: "Eğer Türklerin himmeti olmasaydı, İslâm medeniyeti o kadar yükselemez ve o derece geniş iklimlere yayılamazdı." der.
Türk halkının İslâm Dinine, Allah’a ve Peygambere karşı sevgi ve bağlılığının bir sonucu olarak Türkler arasında dini bir edebiyat cereyanı gelişmiştir. Edebiyatımızda, Hz. Peygambere duyulan samimi sevgi ile "Peygamber Edebiyatı" diyebileceğimiz kadar çok çeşitli ve zengin türler mevcuttur. Yüce Peygamberin hayatının her safhası ve Onunla ilgili bütün hususiyetler; Esmâ-ı Nebî, Sire, Mevlid, Mucizât-ı Nebî, Mirâc- nâme, Gazavât-ı Nebî, Hilye, Hicretü’n- Nebî, Şefaatnâme, Ahlâkun Nebî, Kırk Hadis gibi türlerle edebiyata aksetmiştir. (2) Milletçe Hz. Peygamber’e duyulan aşk öyle bir sevgi atmosferi oluşturmuştur ki, bunun en güzel ve açık örneği iman ve kahramanlık sembolümüz olan Mehmetçik adında mevcuttur. Yeryüzünde peygamberinin ismini milli bir sembol haline getiren tek millet Türklerdir.
Bu sevgi hâlesi içinde asırlar boyunca Hz. Peygamberle ilgili olarak yazılmış eserler içinde en geniş ve en zengin yeri şüphesiz Yüce Peygamberin vasfına ve medhine mahsus bir tür olan natlar alır. Bir kaç beyitten yüzlerce beyte kadar uzayan binlerce, na’t, milletimizin, Hz. Peygambere olan derin, samimi, sonsuz sevgisinin göstergesi olurken, na’t okumak, dinlemek Türk dünyası için muazzam bir zevk ve anane olmuştur. (3)
Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan şâirler, her bir perdesi ayn bir ihtizâz ile kalbi titreten:
Hutben okunur minber-i
iklîm-i bekâda,
Hükmün tutulur mahkeme-i
rûz-ı cezâda,
Gülbank-ı kudûmun çalınır
arş-ıHudâda, Esmâ-ı Şeriften anılır arzu
semâda
Sen Ahmet ü Mahmûd ü
Muhammedsin efendim
Hak tan bize Sultân-ı müeyyed
sin efendim. (4)
Emsâli gönül coşmalarıyla edebiyatımıza şaheserler kazandırmışlardır. Ayrıca bestelenen na’tlar, câmi, ve tekkelerdeki ibâdetlere dahil edilmiş, levhalara nakşolunan na’tlar ise, cami, saray, konak ev ve hatta dükkanlarımıza kadar yaşanılan bütün mekânlara ulvî bir tezyinât halinde raptedilmiştir. (5)
Hz. Peygamber’in aziz hâtırasını yâdetmek, mübârek velâdetini tasvir ve terennüm etmek üzere, Türk-İslâm dünyasında çok sayıda manzum ve mensur eserler (mevlid) meydana getirilmiş ve bu maksatla merasimler tertip edilmiştir.
Hz. Muhammed’in doğum yıldönümlerinde ilk defa büyük şenlikler yaptıran; bu şenlikleri Türklere mahsus dinî törenlere benzeterek, mevlid törenlerine millî çizgiler katan; mevlidlere uzaktan- yakından çok sayıda insan dâvet eden mishafirlerini renk renk çadırlarda, ikramlar ve hediyelerle karşılayan ve bu törenlerde okunmak için yazılmış bir kitaptan mevlid okutan ilk Türk emiri Muzafferuddin Gök-Börü’ (11541232) dür. Bu sebeple, İslâm âleminde, Hz. Muhammed’in mevlidi için yapılan ilk büyük, devamlı, resmi fakat samimi mevlid şenlik ve törenlerini başlatan Türkler olmuştur. (6)
Söz mevlidden açılmışken, beş yüz yıla yakın bir zamandan beri, müslüman Türk halkının dini duygularına ilham kaynağı olan, Süleyman Çelebi (?-1422?) nin Mevlid’ini zikretmeden geçmek mümkün değildir. Süleyman Çelebinin ve ölümsüz eseri Mevlid in şöhreti asırları ve ülkeleri doldurmuştur. Bugün bu eser Türkiyemizde halen, doğum, ölüm, düğün, sünnet gibi sosyal olaylarda ve mukaddes gecelerde, musikî makamlarıyla ve İlâhilerle birlikte zevkle okunmakta ve dinlemektedir. Bütün bunlar, Türklerdeki, engin ve sonsuz Peygamber sevgisinin tezahürleridir.
Türklerdeki Hz. Peygamber sevgisi ve saygısı, şahsıyla sınırlı kalmamış, Onun yakınlarına, yaşadığı yerlere, O yerler halkına ve kullandığı eşyalara kadar bu sevgi- saygı geniş tutulmuştur. Bu konuda, ilmi bir araştırmada şu bilgiler mevcuttur:
"Osmanlılar büyük bir İslâm topluluğuna sahip olduklarında Hz. Peygamberin evlâdlarından olan Mekke emirlerine karşı samimi, alâkalarını her fırsatta meydana koymuşlar ve İslâmiyet in beşiği olan Hicaz’daki emirlerle (şerflerle) münasebetlerini devam ettirmişlerdir.
Osmanlı Padişahları, kendi ülkelerine gelen seyyid ve şeriflere oldukça saygı göstermişler, onlann refah içinde yaşamalarını sağlamanın yanında, ellerine bir de berat vermişlerdir.
Böylece de evlâd-ı Rasülden olan Seyyid ve şeriflere yapılan saygı ve ikram sebebiyle müslüman ve Türk memleketlerinde bulunan seyyid ve şeriflere özgü bazı usûl ve kaideler konmuş, işleriyle meşgul olacak bir dâire kurulmuş, vergi ve gümrüklerden muâf tutulmuşlardır. Hatta Mekke ve Medine halkından olarak Türkiye’ye gelmiş olanlara, evlâd-ı Rasûl’den olmasalar bile, sırf o bölgenin toprağı halkından olmaları sebebiyle saygı ve yardımda kusur edilmemiştir." (7)
"Hac münasebetiyle Mekke ve Medine’ye hediyeler (Surre) yollanmıştır. öteden beri İslâm ülkelerinin hükümdarlarıyla, Osmanlılar tarafından Mekke ve Medine’ye surre ve armağanların gönderile- geldiği bilinen bir gerçektir.
Mekke ve Medine’nin kutsallığına inanan Osmanlılara,. İslam hükümdarları, bu kutsal yerlerde oturan fakirlere, Haremeyn-i Şerifeyn’de hizmet eden imam, müezzin, kayyım, ferrâş vesaire din görevlilerine Mekke ve Medine emirleri ile diğer görevlilere her sene hac mevsimi yaklaşınca çeşitli hediyelerin yanı sıra paralar göndermişlerdir.
Mekke ve Medine’ye surre göndermenin en başta gelen amaçlarından biri, bu kutsal beldeye olan saygıyı kanıtlamak ve iyiliğe karşı Allah tarafından verilecek mükâfatı kazanmak amacına yöneliktir." (8)
Mekke ve Medine’nin idâresi, Yavuz Sultan Selim (1466-1520) in 1517 yılında Mısır’ı zaptetmesi üzerine, hilâfetle birlikte Osmanlılara geçmiştir. Dört asır Osmanlı himaye ve idaresinde kalan bu mukaddes yerleri Tükler gözleri gibi korumuşlar ve büyük hizmetler götürmüşler, gelirleri Haremeyne harcanmak üzere çok sayıda vakıflar bırakmışlardır.
Büyük hükümdar Yavuz Sultan Selim Halife olduktan sonra hutbede, kendisini "Hakkn’ül- Haremeyn" diye tanımlayan hatibi düzeltmiş; "Biz bu mübarek şehirlerin hâkimi değil, hâdimiyiz" diyerek, "Hadim’ul- Haremeyn" demesini istemiştir.
Birinci Dünya Savaşında, emsalsiz yiğitliğimizi isbat ile cihanı hayrette bırakan Çanakkale Zaferi gibi bir de Medine Müdafaası vardır ki, başlıbaşına gerçek bir iman, eşssiz bir destandır. Hicazı, Haremeyn’i Muhteremeyni, Mekke ve Medine’yi bırakmamak, ayyıldızlı al sancaktan ayırmayıp, sonuna kadar savunmak için uçsuz, bucaksız çöllerde peyda oluveren birbirinden insafsız, birbirinden azgın ve kuvvetli düşmanlarla, yoksulluklar içinde çarpışa, cenkleşe şehid olan mehmetçiklerin, kanlarıyle sulayarak meydana getirdikleri ve Fahrettin Paşa Komutasında gerçekleştirilen bu destan anlatılamaz. Kupkuru kelimeler, belli sözler bunu yazmaya da, anlatmaya da yetmez. (9) Türk milletinin iftiharla göğüsünü kabarttığı ve bütün dünyayı hayrette bırakan bu muhteşem müdâfaanın temelinde yine Peygamber sevgisi yatmaktadır.
Bu sevgi ki, 1918 yılında Osmanlı Devletinin imzaladığı Mondros Mütarekesinin 16. maddesi; "Hicaz’da bulunan muhafız kıtalar en yakın İtilaf kumandanına teslim olacak" hükmünü
âmir olmasına rağmen, ünlü Medine Müdâfii Fahrettin Paşayı kanının son damlasına kadar teslim olmayıp bu kutsal şehri koruyacağına yenim ettirmiştir. Kahraman komutanın, bu konuda Ravza-ı Mutahhara’da Subaylarına, askerlerine ve halka yaptığı şu hitabe, bugün bile gözlerimizi yaşartmaktadır.
”-Ey Nâs... Size bin üç yüz yıl öncenin bu kubbeleri çınlatan İlâhi, mukaddes sesiyle hitap ediyorum. Ve mübarek kabrinde hây (diri) olan Peygamber-i Zişanımız Hz. Muhammed (S.A.S.)’in huzurunda ahd-i Peyman ederek diyorum ki, biz ne kadar kuwedi düşmanlar karşısında bulunursak bulunalım, Allah-ü Teâlâ’nın izni ve O’nun Resül-ü ekreminin şefaati ile zerre kadar fütur getirmeden mukaddes bildiğimiz mücâdelemize devam edeceğiz.
- Ey Nas. Malûmunuz olsun ki, şecî ve kahraman askerlerim, bütün İslâm’ın sırtını dayadığı yer, mânevî gücünün desteği, Hilâfetin göz bebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kanına son nefesine kadar muhafazaya ve müdâfaaya memurdur. Buna müs- lümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker, Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır. Allah-ü Teâlâ bizimle beraberdir. Şefaatçimiz O’nun Rasülü, Peygamberimiz Efendimizdir.
Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlıklar, şan ve şereflerle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zâbitleri, ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek, daima namus ve din borcunu kaniyle ödemiş şeci Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlâtlarım gelin hep beraber Allah’ın ve işte huzurunda huşû ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberinin karşısında hep beraber, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki; Ya Rasülallâh, biz seni bırakamayız." (10)
Hz. Peygamberin kabr-i şerifini ziyâret geleneği, bugün de Türk milleti tarafından devam ettirilmekte ve büyük ehemmiyet verilmektedir. Her Türk hacısı, Medine-i Münevvere’de asgari sekiz gün kalarak, Mescid-i Nebevide kırk vakit namaz kılmaya, Hz. Peygamberin manevî huzurunda saygıyla durmaya büyük özen gösterir.
Büyük Türk Şairi Nabî (1640- 1712)’nin aşağıdaki mısraları, Türk halkımın Hz. Peygambere olan hürmet ve bağlılığının en güzel ifadesidir:
Sakın terk-i edepten kûy-ı
mahbûb-ı Hüdada bu, Nazargâh-ı İlâhîdir, makam ı Mustafa’dır bu, Rasûl-i Kibriyanın hab-gâhıdır hakikatte,
Teveffuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyadır bu. Murâât-ı edep kaydıyle gir Nâbi bu dergâha Metaf-ı kudsiyândtr, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.
Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY (1873-1936) da, Medine- i Münevvere’yi görünce, duyduğu heyecanı "Necid Çöllerinden Medine’ye" isimli şiirinde şöyle dile getirir:
Karşıdan "Kubbe-i Hadrâ"
edivermez mi zuhur? O nasıl heykel-i dîdâr. O nasıl cebhe-i nûr. öyle bir Tûr ki, her lemha-i is-
tiğrâkı,
Olmadan çâk-i tecellî, süzüyor Hallâk’ı.
önümde ümmet-i mazlûmesiyle Peygamber; Gözümde sel gibi yaşlar, içimde titremeler. (11)
Hz. Peygamberin eşyası, O’nun vefatından sonra, dört halife ve ashab tarafından teberruken muhafaza edildi.
Emevî ve Abbasî ileri gelenleri, Hz. Peygamberden, dört halifeden ve diğer İslâm büyüklerinden kalan her çeşit hatıraların toplatılmasına büyük bir dikkat gösterdiler. İşte Hz. Peygamberin aziz hatırasını devam ettiren bu eşyalara Mukaddes Emanetler (Emânat-ı Mukaddese) denmiş ve bunların manevi değerinin çok büyük olduğuna inanılagelmiştir.
Mukaddes emânetlerin Osmanlı Devletine geçişi 1517 Mısır seferi sırasında oldu. Yavuz Sultan Selim, Kahire’ye girdiği zaman, son Abbasî halifesi, Mukaddes emânetlerle birlikte hilâfeti Yavuz Sultan Selime devretmiştir. (12)
O tarihten bu yana Mukaddes emânetler, Topkapı sarayında, Hırka-i Saâdet Dairesinde hususî bir surette muhafaza edilmektedir. Birçokları için özel mahfazalar yapılmış; sanat değeri yüksek gümüş ve altın işlemeler vücûda getirilmiştir.
Mukaddes Emânetlerden bazıları şunlardır:
Hırka-ı Saâdet: Hz. Peygamberin, Kâb ibni Züher’e hediye ettiği bu hırka, müteaddit bohçalara sanlarak üsten açılan çifte kapaklı altın bir çekmecede muhafaza edilmektedir.
Osmanlılar devrinde Ramazanın 15 inde hükümdar, Topkapı Sarayına gelir; Hırka-i Saadet Dai- resi’ni hususi bir merasimle açar;
Hırka-i Saâdetin mahfuz bulunduğu sandukanın başında durarak, devlet ricâlinin yapacağı ziyarete nezâret ederdi.
Hz. Peygamber, bir hırkasını da Yemenli Veysel Karani’ye hediye etmiştir ki, halen İstanbul’da Fatih Semtinde "Hırka-ı Şerif Camii" müştemilatında özel olarak yapılan dairede muhafaza edilmektedir. Ramazanın 15’inden sonra buradaki hırka ziyarete açılmakta ve her sene binlerce kişi tarafından heyecanla ziyaret edilmektedir. (13)
Sakal-ı Şerifler: Hz. Peygamberin sakal telleri, Ashâb-ı Kiram tarafından teberrûken saklanırdı. Bunlardan birçoğu, özel mahfazalar içinde zamanımıza intikal etmiştir. Topkapı Sarayında Mukaddes Emanetler arasında ve Türkiyemizi bir çok camiilerinde sakal-ı şerifler mevcuttur. Bunlar Ramazanın son günlerinde özellikle Kadir Gecelerinde, halkımız için ziyarete açılır. Bu gecelerde camiler dolup taşar, milletimiz bu zya- retten son derece haz duyar. Bu sakal-ı şeriflerin pek çoğunun mahfazlan son derece sanatkârane süslenip tezyin edilmiştir.
Sancak-ı Şerif: "Ukab" adı verilen sancağ-ı Şerif, siyah renkli bir kumaş olup, bir sandukada muhafaza edilmektedir. Osmanlılar devrinde Hz. Peygambere ait olduğuna inanılan bu sancak, harplerde özel bir merâsimle çıkarılırdı. Hırka-ı Saadette, "Fetih" Sûresi okunur, bizzat hükümdâr alarak arz odasına getirir.
Orada da "Yasin" Sûresi okunarak yaşlı gözlerle, duâ ve niyâzlarla Serdan ekreme tevdi olunurdu. Harb’ten sonra da aynı merasimle yerine konurdu. (14) Mühr-ü Saadet: Hz. Peygamberin kullandığı mühür, vefatını müteakip, Hz. Ebu Bekir’e ve daha sonra Hz. Ömer’e ve nihayet Hz. Osman’a intikal etmişti. Fakat Hz. Osman, Peygamber (S.A.S.)in bu mührünü kuyuya düşürmüş, bütün araştırmalara rağmen bulunamamaştır. Bunun üzerine; onun benzeri bir mühür yaptırılarak kullanılmıştır üzerinde "Muhammedün Rasûlüllah" yazılı olan bu mühür özenle saygıyla muhafaza edilmektedir.
Dendân-ı Saadet: Hz. Peygamberin Uhud Gazasında kırılan dişinden bir parçadır. Üstüvâne şeklinde, altın çerçeveli üzeri zümrüt, yakut ve zebercedli bir altın kutu içerisinde mahfuzdur. Bu kutu Sultan Mehmet VI tarafından yaptırılmıştır. (15)
Nâme-i Saadet: Hz. Peygamber, Hicretin 9. yılında, başta Bizans İmparatoru olmak üzere, İran, Mısır ve Habeşistan devlet başkanlarına birer mektup yazmış ve onları İslâm’a davet etmiştir. Hz. Peygamberin Mısır hükümdarı Mukavkıs’a gönderdiği mektup, asırlar sonra 1850 yılında, batılı bir araştırmacı tarafından Mısır’da bulunmuştur. Bu mektup, Hırka-ı Saâdet dairesinde, iki cam arasına konmuş ve camlar altın çerçeve ile çerçevelenmiş olarak korunmaktadır. Aynı bölümde henüz yazılan okunamıyan Nâme-i Saâdetler mevcut olup, müstakbel İslâm araştırmacılarını beklemektedir. (16) Mukaddes emanetler arasında, Hacer-i esved çerçevesi, Nalin-i Saâdet, Hz. Fatıma’nm seccadesi, muhtelif devirlerinden kalma mus- haflar, Kâbe anahtarları, altınoluk, Hz. Peygambere Hulafâ-i Raşidin ve diğer İslâm büyüklerine nisbet edilen kılıçlar (Suyûf-u Mübâreke) v.s. yer almaktadır. (17)
Yaratılışından sahip olduğu seciyelerle, İslâmın bütünleşmesinden sonra, yüzyıllarca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan bu necip millet, emânât-ı Mukaddese’yi şimdiye kadar, canından aziz bilip koruduğu gibi, bundan sonra da bunlara tesâhup etmenin şerefini taşıyacaktır. Vatanın ve milletin tehlikeye düştüğü en bunalımlı günlerde bile, sırf Peygamberine ve dinine bağlılığı sayesinde bu emanetlere halel getirmeden, en inanılmaz şartlar altında bunları korumuş ve sahiplenme şerefini devam ettirmiştir. Bu tarihi ve manevî miras, kudsiyetine uygun bir şekilde gelecekte de korunacaktır.

DİPNOTLAR:

1-Geniş bilgi için bkz. Nihat Sami BANARLI, Türk Edebiyatı Tarihi, C: l;S.92-93; A. Rıza KÖKSOY (Merhum) İslimi Türk Edebiyatı; Konya Ytlksek Islâm Enstitüsü Ders Notlan (1974-1975)
2- Doç.Dr.Emine YENİTERZİ; Türk Edebyatında Na’t; 1990 Yılı Kutlu Doğum Haftası Münasebetiyle Sunulan Tebliğ-, T.D.V. Yayınlan Ankara 1992; S: 113.
3-a.g.e. S: 114
4- Şeyh Galip (1757-1799) den
5- Doç.Dr. Emine YENİTERZİ; Adı geçen tebliğ.
6- Nihat Sami BANARLI a.g.e.; C:1 S:48
7- Doç.Dr. Münir ATALAR; OsmanlI Devletinde Surre-i Hümâyûn ve Surre Alaylan, D.I.B. Yayınlan, Ankara 1991, S:9-10
fi- a o p S-244-24-5
9- Feridun KANDEMİR; Medine Müdafaası; İstanbul 1991; S: 11
10-a.g.e,S: 180,181,182.
11-M.Akif ERSOY; Safahat; İstanbul 1975; S.354-357
12-Meydan Larausse; C:6, S:228
13-Recep AKAKUŞ; Eyyüb Sultan ve Mukaddes Emanetler: 1st. 1991, S: 323
14-Tahsin ÖZ; Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanât-ı Mukaddese İstanbul, 1953, S:26,27.
15-a.g.e.; S:25
16- Recep AKAKUŞ; a.g.e.; S:331-332
17-Geniş bigli için bkz. Tahsin ÖZ; Hırka-i Saâdet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese.