Makale

HAC

HAC

Yazan: Abdülâziz ÇAVİŞ

Çeviren: Mehmet Akif ERSOY

Din-i İslâm, istitâatı olanlara Mekke-i Mükerreme’ye Haccı emrediyor. Hac mükellef olan insana ömründe bir defa olmak üzere farzdır. Bir defadan maadası mecburî değildir. İslâm haccın zamanını da göstermiş ve öyle sene­nin rastgelen mevsiminde bu farizanın edâsına müsâade etmemiştir. Bu da cihanın her tarafından Mekke’ye gelecek müslümanların birbirleriyle buluş­maları, tanışmaları, mütekabil merhamet ve muhabbet hissiyle mütehassis ol­maları içindir. Binâenaleyh içtimâi veçhesi itibariyle hac, müslümanları bir­birine ısındıracak ve aralarındaki Cenâb-ı Hak tarafından mevzu, uhuvvet-i dîniyye rabıtasını tahakkuk ettirecek vesâilin en muazzamıdır. Zâten, evvelce de söylemiştik. Müslümanlık öyle edyân-ı saire gibi insanları kardeşliğe dâvetle iktifa etmiş de bu gayeye eriştirecek yolu göstermemiş değil, O, bilâkis bu rabıtanın tahakkuk ve teeyyüdü için muktezi bütün vasıtaları meşrû kıl­mış ki hac da bu cümledendir.

Hacılar Mekke’ye giderler ve ihram esnasında hepsi birden dikişli elbise­den soyunarak libasların en sâdesini giyerler ki bu da biri bele kuşanılan, di­ğeri de omuza atılan iki beyaz örtüden ibarettir. Arada sınıf, tabaka, renk farkı olmaksızın bütün hacılar bu sûretle hareket eder. Metbû’ ile tâbi’, eşraf ile âhâd, efendi ile hizmetkâr, âlim ile câhil, zengin ile fakir tamamiyle müsâvidir.

Haccın temin edeceği makasıdın başlıcaları şunlardır:

1 — Demin de söylediğimiz gibi dünyânın dört köşesinden hac mevsiminde Mekke’ye gelen müslümanlar birbiri ile buluşup, tanışırlar.

2 — Bir zamanlar sanemlerle, heykellerle, hâsılı şirkin bütün tezahüratı ile dolan ve muhtelif ilâhlar namına günâgün âyinler icra edilen yerleri gö­rürler de o vakit idrâk ederler ki Aleyhi’s-salât-ü Ve’s-selâm Efendimiz bu mü­barek toprakları şirkin levsinden temizleninceye kadar ne muazzam, ne sü­rekli bir cihad açmış?! Dîn-i Tevhîd’e istikrar verebilmek için ne yaman sı­kıntılara katlanmış! Bu uğurda kavminin yıllarca devam eden ezasına, cefa­sına nasıl göğüs germiş de azmi fütur görmemiş, himmeti zaafa uğramamış! Hâsılı harb ile, darp ile, sabır ile, sebat ile bütün düşmanlarına galebe çalmış da nihayet fitneler, şurişlerle ortadan kalkarak dîn-i İlâhî yeryüzünde istikrar bulmuş.

3 — Muhtelif kıtalardan gelen müslümanların aynı merkezde telâkkisin­den bütün âlem-i İslâm için birçok fevaid istihsâl edilir.

4 — Hac eden adam o esnada mütenevvi’ duâlar okumak, Allah rızâsı için kurbanlar kesmek, behemahal bir yığın şedâid-i sefere katlanmak, günahlardan temizlenerek, temayülât ve şehevât-ı sefîleden uzak durarak göklerin, yerlerin Hâlık’ina teveccühte bulunmak; hâsılı mükellef olduğu bütün erkân ve âdâb-ı haccı yerine getirmek yüzünden tehzîb-i ahlâkîye mazhar olur.

Haccın vücûbu için de birtakım şartlar var: Yol masrafına kudreti olacak. Gaybubeti müddetince evlât ve lyâlini geçindirecek miktarda nafaka terkedebilecek. Sıhhati itibariyle seferden âciz bir halde bulunmayacak, hac yolunda tehlikeye yâhut bir düşmanlığa mâruz olmayacak ve gayr-i meşrû hiçbir vergi ödemek ızdırarını görmeyecek.

Hakîkatta erkân ve âdâb-ı haccın hülâsası telbiyelerle, muhtelif duâlarla, niyâzlarla Allâh’a münâcattan ibarettir. Bu hususta Sünnet-i Muhammediye’nin bildirdiği me’sur birtakım duâlar var ki hacca giden adam bütün âyinler arasında meselâ ihrâma soyunurken, Mescid-i Harâm’a girerken ve oradan çı­karken, tavaf ederken, sa’y ederken, Cebel-i Arafat’ta vakfeye dururken bunları okur. Bu duâlardan biri de şudur:

“Ey derecâtı yükselten Allâh’ım! Ey bereketleri indiren, gökleri, yerleri yaratan Hâlık’m! Sesler türlü türlü lisanlarla gürüldeyip Sana doğru yükseli­yor, Senden hâcet diliyor. Benim dileğim de ehl-i dünyâ tarafından unutuldu­ğum dâr-ı imtihanda Senin beni anmaklığındır. Yâ Rabbi! Sen benim sözümü işitiyorsun; yerimi görüyorsun; gizli, açık nem varsa biliyorsun. Hiçbir işim Senden saklı değil. Ben bîçâreyim, fakirim, inâyet istiyorum, aman diliyorum, korkuyorum, günahlarımı i’tiraf ediyorum. Yâ Rabbî! Senden bir biçâre nasıl isterse ben de öyle istiyorum; zelil bir günahkâr Sana nasıl yalvarırsa ben de öyle yalvarıyorum. Huzûr-u azametinde boynunu bükmüş, Senin için göz­lerinden yaşlar boşanan, Senin uğrunda bütün varlığını zelil eden, Senin için burnunu topraklara sürten bir kulun Sana nasıl duâ ederse ben de öyle ediyo­rum. Yâ Rabbi! Maâsîden dilim söylemez olmuş. Sana tevessül edecek bir amelim olmadığı gibi emelden başka şefiim de yok, Allâh’ım! Biliyorum ki, işlediğim günahlar yüzünden, ne huzûr-u azametinde mevkiim, ne de Senden özür dileyecek yüzüm kalmış. Lâkin Sen kerimlerin en kerîmisin. İlâhî! Ben rahmetine yetişebilmek için ehil değilsem rahmetin bana yetişebilir. Çünkü Senin rahmetin her şeyi kucaklayacak derecelerde geniş. Ey yanıbaşında ken­disinden istimdat edilecek başka ilâh olmayan Allah! Ey üst tarafında diğer bir kurtulacak Hâlık tasavvur edilemeyen Hallâk! Ey yanına varılacak veziri, itma’ edilecek perdedân bulunmayan mâliki’l-mülk! Ey dilekler çoğaldıkça ihsânı, keremi çoğalan, hâcetler arttıkça in’âmı, fazlı artan Allah! Yâ Rabbi! Her kafilenin câizesi olur; her ziyâretçiye ikram edilir, her isteyene atiyye verilir; ümitle gelene sevap ihsan olunur; nâmütenâhi cûdundan talepte bulu­nanlara mükâfat, rahmet isteyenlere rahmet, Seni dileyenlere kurb, Sana te­vessül edenlere mağfiret raygân buyrulur. Bizler Senin Beyt-i Harâm’ına gel­dik; şu büyük meşâirin karşısında durduk; şu mübârek makâmatta hazır bu­lunduk. Ümidimiz nezd-i ehadiyyetindeki lütuf ve inâyetten nasip almaktır. Yâ Rabbî! Ümidimizi boşa çıkarma.”1

(*) Bu parça Abdülâziz Çaviş’in Mehmet Akif tarafından Türkceye çevrilmiş Anglikan Kilisesine cevap adlı eserinden iktibas edilmiştir. İstanbul: Evkaf İdemiyeye Matbaası 1339-1341. S. 134-137.

(1)İhyayı ulûm, cüz: I, sahife 181.