Makale

İslâmiyet ve Ameli Hükümlerinin Teşriinde Riâyet Edilen Üç Esas

İslâmiyet ve Ameli Hükümlerinin Teşriinde Riâyet Edilen Üç Esas

Lütfi DOĞAN
Diyânet İşleri Başkan V.

Cemiyet halinde yaşayan insanların haklarını yerinde kullanmaları ve bu hakları kullanırken başkalarını zarara sokmamaları için birtakım müeyyidelerin bulunması zarûrîdir. Hakları bildiren umdeler ve bu hakları koruyucu müeyyideler, mevcut olmadığı takdirde cemiyet hayâtının intizamı bozulur. Birlik ve ahengin yerini karışıklık alır. Böylece masum, haksızlığa uğrar. İnsanların kuvvetlileri, cılızlarını ezmekte çoğu zaman tereddüt bile göstermez olur. İnsanların hepsinin birden akl-ı selime göre hareket etmeleri de beklenemez. Zîrâ çeşitli sebepler, onları akl-ı selime uygun olarak düşünmek ve hareket etmekten alıkoyabilir.
İnsanlarda mevcut ihtiras duygularını önleyecek, haksızlığı ve menfaat için çekişmeleri frenleyecek, dünyâ nimetlerinden mûtedil ve meşrû bir ölçü içerisinde faydalanılmasını insanlara telkin edecek en sağlam müessese İlâhi vahye müstenid olan din’dir. İnsanların gönüllerine doğruluk ve fazilet duygularını aşılayan ve onların vicdanına dayanak olan hak din, aklın kavramadığı ve âciz kaldığı yerde onun yolunu aydınlatan İlâhî bir ışıktır. Düşünce ve idrâki dimağlardan söküp atmak mümkün olmadığı gibi, mütedeyyin olma vasıf ve istidadını da beşerin fikrinden söküp atma imkânı yoktur. İnsanın dindar olma fıtratında yaratılması, Allâh-u Teâlâ’nın bir kanunudur. Allâh’ın yaratmasında ise, tebdil ve değişme bulunması imkânsızdır. Çünkü hak din, insanlık için huzur ve saâdetin kaynağıdır. Ancak bilgisizlik sebebiyle yâhut da dînin yüksek mahiyeti kavranmadığı ahvalde, dîne karşı birtakım insanlarda ve cemiyetlerde gereği gibi ilgi gösterilmediği zaman zaman görülmüştür. Bu ise o cemiyetlerin muzdarip olmasına, haklara saygılı olmama yüzünden telâfisi imkânsız zararlara, felâketlere sürüklenmelerine sebep olmuştur.
İnsanlığın mâzisi tetkik edildiğinde kolaylıkla anlaşılan hususlardan birisi de şudur: İnsan toplulukları ne zaman doğru yoldan sapmışlarsa, onları saplandıkları çıkmazlardan kurtaracak, hak ve hukuku yeniden onlara tanıtacak, insanları aydınlatıp haksızlıkları önleyecek esasları gösteren peygamberler, rehberler Cenâb-ı Hak tarafından gönderilmiştir.
Peygamberler silsilesinin son halkasını teşkil eden Hz. Muhammed (S.A.S.) in tebliğ ettiği ahkâm ile din, kemâlini bulmuştur. Bunun içindir ki İslâmiyet, müslümanlara olduğu kadar, bütün insanlığa da muhtaç oldukları her çeşit iyiliğin yollarını gösteren; insanları, felâketlere götürecek kötülüklerden alıkoyan hükümler vaz’eden cihanşümûl bir din olarak gelmiştir.

Hz. Peygamber (S.A.S.) bir hadîslerinde meâl olarak şöyle buyurmuştur:
“Benim durumum ve Allâh-u Teâlâ’nın benimle gönderdiği ahkâmın benzeri, bir kimse gibidir ki o kimse bir topluma gelerek; ey insanlar, ben düşman ordusunu gözlerimle görmüş bir durumdayım ve ben apaçık bir uyarıcıyım, kurtuluş yolunu tutunuz, dedi. O toplumdan bir kısım ona itâat ederek erkenden selâmet yolunu tutup rahatlıkla gitti (ve selâmete erdi). Onlardan diğer bir kısmı da uyarıcıyı tekzip edip oldukları yerde kaldılar; derken sabah vakti düşman ordusu onları kuşatıp hepsini helâk etti. İşte bana itâat eden ve benim getirdiğim gerçeğe uyanla, ona isyan edenlerin durumları böyledir.”

Peygamber Efendimiz, kutsi bir hadîste Cenâb-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu beyan etmişlerdir:
“Allah Teâlâ buyurur ki: Ey kullarım! Ancak sizin için amellerinizi saklar, sonra hiç eksiksiz olarak karşılığını veririm. Şu halde iyiliğe nâil olanlar, Allâh’a hamdetsin; iyilikten başkası ile karşılaşanlar ise, kendisinden başka kimseyi levm etmesin.”«
İnsan fıtratına uygun olması, akl-ı selîmi te’yid etmesi ve insanı başkalarına zararlı olmaktan men etmesi itibariyle de İslâmiyet ekmel bir dindir. İslâm Dîninin esaslarının ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’dir. İslâm Dîninde insanı ve insan topluluklarını iyiliğe sevkeden, kötü ve zararlı davranışlardan men eden esaslar, müeyyideler, Kur’ân-ı Kerîm’le insanlığa duyurulmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de meâl olarak şöyle buyurulur:
(……………………………………………………………………………………………..)
“Doğrusu size Allah’dan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah o kitapla rızâsını gözetenleri selâmet yollarına eriştirir. Ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onları doğru yola iletir.”«

İslâmî hükümlerin teşriinde riayet edilen üç esas:
Kur’ân-ı Kerîm, insanların durumlarına salâh vermek ve onları her yönden yükseltmek için indirildiğini insanlık âlemine ilân etmiştir. O’nun bütün emir ve nehîleri bu hikmet üzerine bina edilmiştir. Nitekim bir âyet-i celîlede;
“O peygamber onlara iyi olanı (ma’rufu) emreder ve kötülüklerden men eder. Tertemiz olan şeyleri helâl, murdar olan şeyleri de onlara haram kılar.”4 buyurulur.

Kur’ân-ı Kerîm’de teşrî buyurulan hükümlerde özellikle üç esasa riâyet edildiği görülür. Bu üç esas:
1 — Dinde darlık ve güçlüklerin olmaması,
2 — Tekliflerin azaltılmış (ağır külfetlerin, meşakkatin kaldırılmış olması),
3 — Teşrî edilen hükümlerin tedricî bir surette olması.
Bu üç esas ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de beyan buyurulan âyet-i celîlelerden bir kısmını, bir de Peygamber Efendimiz’in buyurduğu hadîslerden bazılarını burada zikretmek yerinde olacaktır.

1. Önce dinde güçlük olmadığını bildiren âyet ve hadîsleri zikredelim:
İslâmiyette darlık ve güçlük yoktur. Dînî esaslar, darlıkları, ağır külfetleri giderecek mahiyettedir. Bu hususu gösteren nasslar pek çoktur. Hz. Peygamber (S.A.S.) in vasıflarını bildiren bir âyet-i celilere meal olarak şöyle buyuruluyor:
“Peygamber (S.A.S.) onların yüklerini indirir, ağır tekliflerini de hafifletir.”5
Cenâb-ı Hak kendisine ne suretle tazarru ve niyazda bulunmamızı öğreten bir âyet-i celîlede meâlen şöyle buyuruyor:
“Rabbımız! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbımız! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma...”6
Yine aynı sûrede bulunan bir âyet-i celîlede Cenâb-ı Hak meâlen buyuruyor ki:
“Allah, sizin için kolaylık murâd eder, hakkınızda güçlük dilemez.”7
Diğer bir kısım âyet-i kerîmelerde de meâlen şöyle buyuruluyor:
“Allah sizin için dinde bir zorluk kılmamıştır.”8
“Allah ağır teklifleri sizden hafifletmek ister. Zaten insan da zayıf olarak yaratılmıştır.”9
“Allah sizin üzerinize bir güçlük yapmayı dilemez. Fakat iyice temizlenmenizi ve üzerinizdeki nimetlerinin tamamlanmasını diler.”10
Peygamber Efendimiz hadîs-i şeriflerinde; İslâm Dîni ile doğruluk ve kolaylıklar gönderildiğini beyan buyurmuşlardır. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz’in şemâiline âit ve Hz. Aişe’den rivâyet edilen bir hadîs de şu mealdedir:
“Rasûl-i Ekrem (S.A.S.) iki emirden birini tercih etmekle muhayyer bırakıldığı zaman —günah söz konusu olmadıkça— en kolay olanını tercih buyururlardı.”11
Yukarıda beyan edilen âyet-i kerîmeler açık olarak göstermektedir ki İslâm Dîninin getirdiği hükümler, hareci (darlığı, meşakkati) kaldırmak hikmetine dayanmaktadır. Bu husus İslâmiyette esastır. Zâhirde külfet gibi görünen teklifler, gerçekte birer rahmet ve nimettirler. Dînî bakımdan misafir sayılan kimsenin yolculuk süresince orucunu iftar etmesine izin verilmesi; haddizatında haram olan bir şeyin, zaruret vaktinde ve zaruret miktarınca mübah olması; abdest almak için su bulunmayan ahvalde teyemmüm yapılmasına ruhsat verilmesi gibi dînî hükümler, dinde güçlük olmadığını gösteren çok açık delillerdir.

2. İkinci esas; dînî emir ve tekliflerin azaltılmış olmasıdır:
Emir ve tekliflerin çok ve ağır olmasında büyük külfetler mevcuttur. Halbuki İslâm Dîni kolaylığı emreder. Kur’ân-ı Kerîm’de beyan buyurulan emirler ve nebiler tetkik edildiği zaman bunlar, kolay olmakla beraber az zamanda öğrenilmesi de mümkündür, içinden çıkılamayan ve tatbik imkânı olmayan hususların İslâm Dîninde yer almadığı görülür.
Kur’ân-ı Kerîm’in öğütlerine uymak isteyenler, İslâmiyeti kolaylıkla öğrenebilir, emirlerini ve hükümlerini rahatlıkla yerine getirirler ve bir güçlükle de karşılaşmazlar. Bir âyet-i celîlede meâl olarak şöyle buyuruluyor:
“Ey îman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah, çok bağışlayıcıdır ve cezada aceleci değildir.”12
Hac konusunda Hz. Peygamber (S.A.S.) den hacc’ın her yıl mı yapılacağı sorulduğu zaman sükût etmişler ve bir müddet sonra da; “Evet diye cevap verseydim her yıl haccetmeniz üzerinize farz olurdu. Ve siz de bunu yerine getiremezdiniz. Bir şeyi ben size beyan edince onu alınız, bir şeyi de anlatmayınca siz onu hali üzere bırakınız. Sizden öncekiler meselelerini çoğaltmakla ve peygamberlerine karşı ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmeleri yüzünden helâk olmuşlardır.” Buyurmuşlardır.13

Diğer bir hadîs-i şerîfte de meâl olarak şöyle buyuruluyor:
“Allah üzerinize birtakım görevleri farz kılmıştır. Onları zâyi etmeyiniz. Size birtakım sınırlar tâyin buyurmuştur. Onları geçmeyiniz. Ve bir kısım şeyleri de haram kılmıştır, onları irtikâp etmeyiniz. Size olan merhametinden dolayı bir kısım şeyleri de bildirmemiştir. Siz de onları araştırmayınız.”
Bunlar ve benzeri dînî deliller, tekliflerin azaltılmış ve ağır yüklerin kaldırılmış olduğunu göstermektedir.

3. Şer’î hükümlerin teşriinin tedricî bir surette olması:
Hz. Muhammed (S.A.S.) Peygamber olarak olarak gönderildiği zaman, bulunduğu çevrede birçok âdetler, gelenekler kökleşmiş bulunuyordu. Bunlardan bir kısmı cemiyet hayâtı için mahzurlu değildi. Fakat öyle gelenekler ve alışkanlıklar vardı ki, ferdi ve toplumu muzdarip kılmakta, onların maddî tekâmüllerine, mânevî saâdetlerine engel olmakta idi. Bu zararlı alışkanlıklar, bugün de bütün insanlık için kaçınılması elzem olan hususlardır. İlâhî hikmet, zararlı olan alışkanlıkların men edilmesini ve Cenâb-ı Hakk’ın insanlara olan nimetlerinin tamam olmasını iktiza etti, insanlara huzur ve gerçek hayat bahşeden İslâm Dîninin bu husustaki emirleri, tedrîcî bir surette gelmiştir.
O zamandan kökleşen zararlı alışkanlıklardan biri de içki ve kumar düşkünlüğü idi. Her iki zararlı alışkanlık, Hz. Peygamber’den sorulduğu zaman, Kur’ân-ı Kerîm diliyle cevap verilmişti. Bu husustaki âyet-i celîlede meâl olarak şöyle buyurulmuştur:
“Rasûlüm! Sana içki ve kumardan sorarlar, de ki: İkisinde de büyük günah vardır. İnsanlar için fayda da vardır. Lâkin günahları, faydasından çok daha büyüktür.”14
Âlim ve ince görüşlü olan kimseler, içki ve kumarın kötülüğünü ve bunlardan kaçınılması gerekli olduğunu anlamışlardı. Zîrâ herhangi bir şeyin zararı faydasından çok ise o şeyden kaçınılması gerekli olduğu kolaylıkla anlaşılan bir husustur. Dînî bakımdan bir şeyin helâl olma veya haram kılınmasında da iyiliğin (hayrın) veya zararın (şerrin) galip olması bir esastır.
Yukarıdaki âyet-i celîlede, “Ey mü’minler, siz bunlardan vazgeçin.” diye görünüşte bir emir mevcut değildi. Daha sonra gelen âyet-i celîle ise, mü’minleri sarhoşken namaz kılmaktan nehyetmektedir. İnsanı Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna yükselten ibâdetlerin başında namaz gelir. Çünkü namaz dînin direği, mü’minin mi’râcı, âlemlerin Rabbı olan Allâh’a kulun münâcâtıdır.
Sarhoş olan bir kimse, bu ibâdete yaklaşamıyor. Halbuki insan her halükârda Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna durup O’na iltica edecek bir durumda olmalıdır. Sarhoş olan, bu mutluluktan mahrum oluyor.
Dikkat edildiği zaman, bu âyetin, daha önce gelen âyetin hükmünü bir başka incelikle te’kid ettiği görülür. Daha sonra kumar ve içki gibi alışkanlıkları, çok açık olarak men eden hükümleri bildiren âyet-i celîleler gelmiş ve meâl olarak şöyle buyurulmuştur:
“Ey îman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz ki şeytanın amelinden murdar şeylerdir. Onun için siz bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz. Şüphesiz ki şeytan içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allâh’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçersiniz değil mi? Allâh’a itâat edin, Peygambere itâat edin; karşı gelmekten çekinin! Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Rasûlümüze düşen sâdece açıkça tebliğ etmektir.”
Görülüyor ki, İslâmî hükümlerin teşriinde, bir taraftan güçlükler bertaraf edilmiş, diğer taraftan teklifler azaltılmış ve kolaylaştırılmıştır. Bütün bu hükümler taraf-ı İlâhîden bildirilirken insanın rûhî yapısına, terbiye edilmesine ve tabiatına en uygun bir menhec (metod) takibedilmiştir. Böylece dînî emirler ve nehiyler tedricî bir surette takarrür etmiştir.
İnsanın ve insan topluluklarının her bakımdan saâdetini temin etmeyi tekeffül eden bir dînin böyle olması tabiîdir. Bunun içindir ki İslâm Dîninin esası olan Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ meâl olarak şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz toptan sımsıkı Allâh’ın ipine (Kur’ân’a) sarılın. Parçalanıp ayrılmayın...”
Cenâb-ı Hak cümlemizi bu saâdet yolundan ayırmasın.

(1) Buhari ve Müslim sahihlerinde.
(2) Müslim sahihinde.
(3) Maide, 15-16.
(4) Araf sûresi.
(5) Araf, 157.
(6) Bakara, 286.
(7) Bakara, 185.
(8) Hacc, 78.
(9) Nisa, 28.
(10) Maide, 6.
(11) Es-Sifa fi Tarihi Hukuk’ul Mustafa c. 1.
(12) Maide, 101, 102.
(13) Sahih-i Buhari.
(14) Bakara.
(15) Maide, 90, 91, 92