Makale

Gençliği Kıskaca Alan Üçgen

Gençliği Kıskaca Alan Üçgen

Mustafa ATEŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Çağımız, aşırı zenginlik ve servetin şımarttığı çılgınlaklar ve taşkınlıklar çağı olup çıktı. Nerede ve belli olmayan bu insanlığın geleceğini tehdit etme ve insanlığı çürütme yolunda yeni şeytanî buluşlar ve gelişmeler göstererek yoluna devam etmektedir. Var olduğu günden beri tercihlerini hakkın gösterdiği istikamette kullanmayı bir türlü beceremiyen insan, yine de iyi ile kötü, hayır ile şer, hak ile batıl, küfür ile iman arasındaki ölçüleri de elinden kaçırmış, ağırlığını menfî kefelere koyarak temyiz kabiliyetini de yitirmiştir. Fakat bu tablo, onun bütün özdeğerlerini israf ettiği manasına alınmamalıdır. Rabinrat Tagor diyor ki “Doğum evlerinde analar dünyaya çocuk getirmeye devam ettiği müddetçe, Tanrı dünyadan ümidini kesmemiştir...” Ancak bu ümidin tekrar yeşermesi için anaların sağlıklı çocuklar doğurması ve bu çocukların sağlıklı ortamda yetiştirilmesi de şarttır. Bu sağlıklı ortamı resmî ve sivil kuruluşlar meydana getirir, onlar düzenler, onlar işletir, onlar geliştirir. Halbuki bugün hemen bütün dünyada sağlıklı nesillerin; fuhşun, uyuşturucunun, kumarın ve diğer ahlaksızlıkların kurbanı haline geldiğine şahid oluyoruz.
Çünkü bugünün insanında, her türlü nimetle doyuma ulaşma temayülü vardır. Bu nimetlerin nasıl elde edildiği keyfiyeti o kadar önemli değildir.
Eskilerin “Tatmin” dediğine bugün “doyum" deniyor ama doyan, kanan yok! Herkes her- şeye aç gözle bakıyor. İçkide, kumarda, fuhuşta, uyuşturucuda; barda, payvonda ve diğer çılgınlıkların ve haramların işlendiği her yerde bir takım insanlar hep doyuma ulaşmak istiyor. Halbuki haramlarda veya nefsani ihtirasların kamçıladığı yasaklarda doyuma ulaşmak mümkün değildir. Çünkü tatmin denilen ruhi olay, maddi zevklerin doyum noktası değil; manevî hazların ulaşılmaz zirvesidir. Bunu, her türlü zevk unsurunu dış dünyaya açılan pençerelerle algılamak istiyenler elbette kavrayamaz. Çünkü, bugün sağlıklı nesiller yetiştirme heyecanını yüreğinde taşıyan körpe annelerin yavrularını emanet edeceği böyle bir ortam zaten yoktur. Olması için de dinî, ahlâkî ve sosyal bir tedbir düşünen de maalesef yoktur. Bu faktörleri dışlayıp sadece hoşgörüye dayanan bir takım palyatif tedbirler, velevki zecri bile olsa artık taşkının önünü alamıyor.
Evet bugün dünyada pek- çok yeni ve faydalı gelişmeler vardır. İnsanlığın ıstırabını dindi- rici ve hayat standartlarını yükseltici nice araştırmalar, sevindirici boyutlara ulaşmıştır. Güçlü ülkeler bu maksat için bütçelerinden büyük fonlar ayırıyor. Araştırma merkezleri, akademiler ve müstakil üniversiteler kuruyor. Bütün bunlar memnuniyet verici gelişmelerdir. Bunlaları inkâr edersek, insanda fıtrî olarak mevcut olan hayr-ı a’lâ duygusunu; “İnsanların hayırlısı, hem cinslerine karşı faydalı olandır.” düsturunu inkâr etmiş oluruz. Ancak laboratuvarlarda ve araştırma merkezlerinde hayatını tehlikeye atacak kadar gayret gösterenlerin ve insanlığın geleceğini aydınlatmak gayesiyle gençliğinden ve sağlığından olanların yanında, sağlıklı doğan yavrularımızı daha dogmadan tehlikeye atmak ve dünyanın geleceğini şahsî menfaat ve çıkarları uğruna karartmak için çalışan bedbahtlar da vardır. Hatta bunlar daha baskındır. Günümüzde insanlığın faydasına göz nuru dökenlerin veya yararlı çalışmalar yapanların bir şansızlığı var: Medyanın ağırlıklı olarak karşı tarafta cephe tutması!,.. Çünkü medya bugün iyilik ve güzelliklerden daha çok çirkinlikleri sergiliyor. Ahlâksızlıklar, çılgınlıklar teşhir ediliyor. Halbuki teşhir, teşvik demektir. Zehir, altın kadehlerle sunulurken panzehir, ustalıkla dikkatlerden kaçırılıyor. Böylece insanlığın geleceğini ipotek altına alan bu çılgınlıklar, holdingleşiyor, kartelleşiyor. Artık devlet bile elindeki güçlerle bunlarla başa çıkamıyor. Ve giderek bunların çeteleri, mafyaları oluşuyor. Ancak bunların önü mekteb, ma’bet, kışla ve sivil toplum kuruluşlarının koordineli çalışmalarıyla alınabilir diye düşünüyorum.
Dünyanın her yerinde rastlanan münferit çılgınlıklar, bugün salgın halini almıştır. Eğitim kurumlan; insanın problemlerini azaltıcı faaliyet gösteren her türlü dîni ve millî, siyasî ve akedemik toplum kuruluşları, bugünden tezi yok bunlara karşı çare düşünmelidirler. Bizim cemiyetimiz, bu gibi ibtilalara karşı ahlaki ve dinî değerleri sayesinde adeta sigortalı gibi idi. Bu münferit olaylar karşısında bile eskiden çok duyarlı iken son yıllarda toplumun değer yargıları değişmiş, alçalan ve yükselen değerler muvacehesinde sigortası atmıştır.
Şimdi herkes kara-kara düşünmeli ve Türk-Müslüman aydını çareler üretmelidir. Uyuşturucu kurbanı gençleri suçlayabiliriz, analarını-babalarını itham edebiliriz. Öğretmenleri ilgisiz sayabiliriz.. Belki bunlar vaktiyle el ve gönül birliği etseydi. Devletten de destek görebilirlerdi. Fakat şimdi sanki herkes çaresizi...
Gerçi bu yaşlardaki gençliğin bu bataklığa yuvarlanmasında kendilerine göre pek çok haklı nedenleri vardır. Gençlik var, para var, bu çılgınlıkları besleyecek bütün altyapılar var!... Hatta bunların bir kısmını devlet de hazırlamış olabilir!...
Bugün gelinen sonuç şudur; kötü alışkanlıklar kol geziyor; evleri, aileleri tehdit ediyor. Çocuklar dışarda sabahlıyor. Ortadereceli okulların önünde uyuşturucu pazarlanıyor. Körpe yavrular bu pazarlara sadece para bulmuyor, kuryelik yapıyor, hattâ sermaye de yapılıyor. Okul idarecileri bu konuda velilerden yardım ve destek istiyor. Bu iyi bir gelişmedir. Ama öze doğru inen ve ruha doğru yükselen eğitimin işlerlik kazanması şart!...
Uyuşturucu, fuhuş ve kumar üçgeni, eski inançların ve sağlam kültürlerin yoğurduğu Uzakdoğu ülkelerini sarsıyor. Bu ülkeler bu ibtilalarla o kadar içli-dışlı olmuş ki!., sanki dünyamız iki uç noktasından ufünet yayıyor. Batı’da ve Amerika’da doymuşluğun ve zenginliğin çürüttüğü nesiller; doğuda ve uzakdoğuda mahrumiyetin ve çaresizliğin doğurduğu ahlâkî kirlenmeler... Dünyanın iki yakası böyle de, ucu ortası sanki çok mu temiz!.. Buraların korunma çareleri mi var!., yok elbet!... Her yerde genç nesiller ve özellikle kimsesiz çocuklar bu tahlikeye maruz... Tehdit unsuru bu kadar yaygın olmasaydı dünya, kokuşmuş bu iki ucu fedâ edebilirdi. Öyle görünüyor ki dünya ucuyla-bucağıyla, kıyısıyla-kö- şesiyle bir hercü mercin eşiğindedir ve insanlığı, öpmeğe ramak kaldığı bu kirli eşikten kaldırmak lazımdır.
Vaktiyle uzak doğunun kendi mukaddeslerine sımsıkı bağlı bu mütevekkil, kanaatkar insanını, asırlardan beri yoğrulduğu ahlakî ve dinî değerlerinden koparıp kendi çocuklarını fuhşa, uyuşturucuya, kuryerliğe özendirecek ahlâk krizine sürükleyen amil nedir? Açlık mı yokluk mu, sefalet mi yoksa sefahet mi? Hangisi olursa olsun doğuda-batıda insanlığın düşüşü sözkonusudur. İnsanlığın çağlar boyunca kalbiyle ve ruhuyla bağlı olduğu ve uğruna pekçok nesiller feda ettiği kıymet hükümleri, ahlakî ve İnsanî değerleri, bugün yine, aynı değerler kutbuna bağlı olması icab edenler tarafından yok edilmektedir. Fuhşun ve serbest cinsel ilişkinin sebeb olduğu AİDS, çağın vebası kabul ediliyor. Bu illetle mücadele bütün ülkelerde toplumun öncelikleri arasında yer almış bulunuyor. Fakat bu virüse karşı yapıldığı söylenen mücadelede, konunun dinî ve ahlakî boyutu ihmal ediliyor. Fuhşun ve diğer serbest cinsel ilişkilerin, uyuşturucu ve kumarın önüne geçmek, din ve ahlak gerçeğini devreye sokmadan; yüksek insanlık mefküresini gündeme getirmeden, bunlarla mücadelenin yetersiz kalacağının kimse idrakinde değildir. Hal- bukî ilahi dinler, özellikle de İslam ve Kur’an bütün insanlığın problemlerini halledecek mesajlarla doludur. Bunlardan yararlanmak da elbette vahyin muhatabı olan insanın şiarıdır.
Şimdi, uzak doğuda sıbyan çocukların (kız-erkek) fuhşa teşvik edildiği, bir-iki bin dolar karşılığında ortaokul çağındaki çocukların pazarlandığı, hatta geçim sıkıntısı çeken ailelerin bizzat çocukları denizaşırı ülkelere pazarladıkları ve dolayısıyla bu çocukların uyuşturucu ve fuhuş pazarına düştükleri yazı- lıp-çizilmektedir. Bu salgının Ortadoğu ve Akdeniz üzerinden Avrupa ve Amerika’ya ulaştığı; uyuşturucu, fuhuş ve kumar mafyasının insanlığın geleceği demek olan çocukları kendi menfur emelleri uğrunda bu gibi kirli işlere alet ettikleri artık herkes tarafından bilinmektedir. Ve bu çocuklar, bu bataktan kurtulsalar bile hayatları boyunca dışlanmaya mahkum olacaklardır. Kaldı ki dünyada ve bu pazarın yaygın olduğu ülkelerde ciddî bir rehabilitasyon merkezi de yoktur. Mevcut çocuk ıslahevleri bugün cezaevi niteliğini bile kaybetmiş, kendisi İslaha muhtaç yeni baştan rehabilite edilmesi icab eden yerler durumuna düşmüştür. Yani cemiyetin kanayan yarası bir değil belki binbirdir... Şimdi böyle yaralı bir cemiyetin yaralarını sarmak, yine o toplumu oluşturan kişi ve kuruluşların görevidir. Bundan kimse kaçmamalıdır.
İlmî ve biyolojik araştırmalar bugün isanın geleceğini etkileyecek genetik şifreyi çözmeye çalışıyor. Fakat bu tür gelişmeler, din ve maneviyyat realitesini safdışı etmeye sebeb teşkil etmemelidir. Çünkü bugün ailenin de, çocuğun da bunalıma itilmesinde en büyük amil, asırlardan beri cemiyetleri ayakta tutan değer yargılarının ters-yüz edilmesidir. Ve Türk insanı, artık din yerine ikame edilmek istenen bir takım değ- releri yeniden gözden geçirmek ve 70 yıllık eğitim sistemini yeniden ele almak zorundadır. Bir kaç senede bir tekrarlanan ve münhasıran İmam-Hatip Liselerinin yolunu kesmek için akdedilmiş intibaını uyandıran ve ideolojik yönlere çekilmeye müsait eğitim şuraları ile bu memleketin Millî Eğitim davasının halledilmesinin mümkün olmayacağı gün gibi ortadadır. Çünkü bu yıl imam-Hatip liselerine talebe müracaatlarında patlama yaşanmaktadır. Bunun manası şudur; Sistem, İmam-Hatip liselerine iyi gözle bakmadığı ve hatta geleceğine ipotek koymak istediği halde vatandaş “ben çocuğumu yine de bu okulda okutacağım” mesajını veriyor.. Büyük- şehirlerde orta dereceli okullar bile idarenin elinden çıktığı halde imam-Hatip liseleri sistemin içinde kendisine ayrılan yerde hiçbir karşı muameleye itiraz etmeden büyük bir tevekkülle hakkına rıza göstermektedir. Bu olgunluğun, bu bağlılığın mükafatı onların müstakbel haklarının kısıtlanması şeklinde tecelli etmemelidir. ♦