Makale

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş Yıllarında Türkiye’de Cami ve Mescitlerin Durumu

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş Yıllarında Türkiye’de Cami ve Mescitlerin Durumu

Mehmet BULUT

Diyanet İşleri Başkanlığı kurulduğu sıralarda ülkemizde cami ve mescitlerin durumu ne idi? Günümüzde, yani yüzyılımızın sonunda camiler bazında gelinen noktayı daha iyi idrak edebilmek, bu konuda bir mukayese imkânı bulabilmek için bu sorunun cevaplandırılması gerektiğine inanıyoruz. Böylece aradan geçen yetmiş iki yıl zarfında alınan mesafenin daha iyi anlaşılacağını umuyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924’de kurulduğunda Cumhuriyet ilân edileli henüz beş ay olmuştu. Diyanet İşleri Başkanlığı, böylece Cumhuriyetin hemen başında, daha önce TBMM hükümetlerinde bakanlık düzeyinde yer alan Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulmuştu. Bundan böyle İslam’ın inanç, ibadet ve ahlâk esaslarıyla İlgili işleri bu teşkilat tarafından yürütülecekti; Türkiye’deki cami ve mescitlerin idaresine bu teşkilat tarafından bakılacaktı. Ancak cami ve mescitler o zaman ne durumdaydı? Konuyu daha iyi vuzuha kavuşturabilmek için, Diyanetin kuruluşuna tekaddüm eden beş-on yılda Türkiye’nin genel durumuna kısaca bir göz atmak gerekecektir.
Türkiye, 20. yüzyılın başında peşpeşe Trablusgarp ve Balkan Savaşlarını, Birinci Dünya Savaşını yaşadı. Daha sonra girdiği İstiklal Mücadelesini 30 Ağustos 1922de gerçekleştirdiği Büyük Taarruz sonucu zaferle noktaladı. 29 Ekim 1923’de de Cumhuriyet ilân edildi.
İşte 1922 yılına kadar yıllar boyu süren fiili savaş hali memleketimizi her bakımdan zayıf düşürmüştü. Savaşların ortaya çıkardığı fakirlik, yoksulluk, açlık, hastalık had safhadaydı. Halk büyük bir fakru zaruret içerisindeydi. Buna bağlı olarak dini hizmetlerin ifasında büyük sıkıntılar ortaya çıktı. İşte yazımıza konu olan cami ve mescitlerimiz, yani dini yaşantımızın merkezi olan mabetlerimiz de bu olumsuz şartlardan fazlasıyla nasibini almıştı. İki yönden perişanlıkları söz konusuydu: Fiziki yönden binalarının harap oluşu, yıkık dökük vaziyetleri, diğer yandan buralarda din hizmeti verecek görevlilerin bulunamayıp
Savaşlar nedeniyle cami ve mescitlerin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı bakımsızlıktan harabe haline gelmişti. Yine savaşlar nedeniyle dinî eğitim kurumları olan medreselerin bir çoğunun tabii olarak eğitim faaliyetlerini tatil etmesi, hoca ve talebelerin çoğunun savaş için cephelere gitmesi mabedlerdeki görevli yokluğunu had safhaya çıkarmıştı. Ayakta kalan camilerde böylece minareler müezzin-siz, mihraplar imamsız, minber ve kürsüler hatipsiz kalmıştı. Öyle ki, cenazeleri kaldıracak kişi bulmakta bile yer yer zorluk çekiliyordu.
Diyanet İşleri Başkanlığı, işte bu durumdaki cami ve mescitlerin idaresini üzerine aldı. 1920’de TBMM açıldığı sıralarda ve 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı kurulduğu günlerde özetle camilerin durumu bu idi. Devrin yetkililerinin tasviriyle; kapı, duvar ve pençelerini örümcekler kaplamış, her tarafı toz ve kir içinde, avlusunda hayvanların yuva yaptığı, yıkık virane binalar...
Bizim burada birkaç cümle ile özetlemeye çalıştığımız durumu, dönemin yetkilileri, yani hadiseyi bizzat yaşayanlar, bu iç sızlatan manzarayı bizzat müşahede edenler durumu nasıl değerlendirmişler, meselelerin çözümü için ne gibi tekliflerde bulunmuşlar ve neler yapmışlardır? Örneklerle kısaca bu hususu izaha çalışalım.
Türkiye’de din hizmetlerini deruhte etmek üzere TBMM hükümetlerinde bakanlık olarak kabinede yer alan Şer’iye ve Evkaf Vekâleti (ŞEV), varlığını sürdürdüğü 1920-1924 yılları arasında cami ve mescitlerin imarı, bakımı ve daha geniş anlamda ülkede din hizmetlerinin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması için oldukça samimi ve yoğun bir gayret içinde oldu. Bir yandan dini eğitimi ıslah için kısa ve uzun vadeli tedbirler alıp projeler üretirken diğer yandan harabe haline gelmiş cami ve mescidlerin bakımı, görevlilerinin niteliklerinin artırılması hususunda gayretler gösterdi.
Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kapatılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kurulduğu 1924 yılında adı geçen vekaletin tasarladığı çalışmaların semeresi henüz yeni alınmaya başlanmıştı. Özellikle din eğitimi ve dini yayın alanında önemli mesafeler alınmıştı. Medreselerin ıslahı için alınan tedbirler uygulamaya konulmuş, kitaplar yayınlanmaya başlamıştı. Ancak cami ve mescitlerin harabe vaziyeti, bakımsızlık durumları devam ediyordu. Bu yüzden Diyanetin ilk yıllarında gerek hükümet ve gerekse Diyanet yetkililerinin üzerinde çokça durdukları konulardan biri, cami ve mescidlerin bakımı ve temizliği konusu olmuştur.
Meselâ, ülkemizde dini hayatın, din hizmetlerinin, din görevlilerinin, dini yayın konusunun çok geniş bir şekilde ele alındığı, 1925 yılı Diyanet İşleri Başkanlığı Bütçesi’nin TBMM ’inde müzakereleri sırasında cami ve mescitlerin o yıllardaki genel durumları da ele alınmış, buraların harabe vaziyetten kurtarılması, görevlilerinin kalitesinin yükseltilmesi için görüşler ortaya konmuş, teklifler ileri sürülmüştür. Burada biz tarihe mal olmuş bu tekliflerin tenkidini yapmak yerine, çözüm için farklı görüşlerin ortaya koyulmasının ve daha önemlisi bu doğrultuda gayret sarfedilişinin altını çizmek istiyoruz. Dönemin yetkililerinin bu tür teklif ve görüşlerini bu amaçla aşağıya alıyoruz.
Önce görevlilerin maddi yönden tatmini konusunda bir görüşe yer verelim:
Cami görevlilerinin vazifelerini hakkıyla yerine getirebilmesi için maddi ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği, yoksa o görevlinin görevinin şerefiyle bağdaşmayacak başka işlere yönelebileceği düşüncesinin ta 19201i yıllarda vurgulanması orijinal bir tesbittir ve kanaatimizce bütün devirler için geçerlidir. Meclis kürsüsünden bir mebus şöyle diyordu:
"Ümmete imam olabilecek ve ön safta duracak bir zatın cübbesinin eteklerinde hayvan tersi görülmemelidir. Aldığı maaş ile karnını doyur-malı, nezafete dikkat et meli; aklı, dimağı yalnız huzur-u Hak’da olduğu nu düşünmeli." (TBMM( Zabıt Ceridesi, Dönem: 2, Yıl: 2, c.14, s. 254; 21.2.1925)
Diyanet’in 1925 yılı bütçesinin müzakeresi sırasında, camilerin temizliği hususuna temas eden bir mebus ise şöyle konuş muştur. "Duvarda, caminin^ duvarında ’ennezafetü minel-iman yazılıdır. Sinek tersinden okunmaz. Camiye girersiniz, örümceklerden girilmez. Pencereler ışık veremez bir hale gelmiş. Bunun neresinde nezafet, neresinde iman? (Başkaları) neden zevahirine bakıp da, bunları görüp de İslamiyet budur’ zannetsin? Binaenaleyh Diyanet işleri canlansın ve işine baksın!.." (Zabıt Ceridesi, Dönem: 2, Yıl: 2, c.14, s. 255)
Camilerin böyle olmaması gerektiği, ancak bu durumun en başta gelen nedenin de maddi imkansızlıklar olduğu şöyle dile getirildi:
"Bugün camilerin hali acınacak bir durumdadır. İster gidip orada namaz kılalım ister kılmayalım, cami ve mescitler hepimize aittir. Bakınız bizim dindeki nezaket ve inceliğe: Malumunuz, Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki, soğan ve sarımsak yediğinizde camiye girmeyiniz. Niçin? Orada namaz kılan müslümanlara eza etmemek için. Soğan, sarımsak yiyene böyle denirken, camilerin bugünkü hali nerede kalır? Şimdi şu mahzurları saymaya lüzum yok. Neden oluyor? Bunun sebebini düşünelim.
"Ben zannetmiyorum ki Diyanet Işleri’nde bulunan zevat camilerin, mescitlerin şöyle mezbele halinde bulunmasını arzu etsinler. Yine katiyyen zannetmem ki, imamlarımızın meselesidir. Geçende İstanbul’da iken Sultanahmet Cami-i Şerifini süpüren bir hademeye sordum. Yanımda bir yabancı da vardı. Onun yanından kaçmaya mecbur oldum. Hademe dedi ki, yüzelli kuruşa ben buraya kendimi bağlayamam. Bu kadar olur. Efendiler! Hiç olmazsa büyük camilerin olsun temizliğini istiyorsak, oradaki hizmetlilerin karnını doyurmak lâzımdır." (Zabıt Ceridesi, Adı geçen yer)
1927 yılında Diyanetle ilgili başka bir müzakere sırasında Kastamonu Mebusu Hasan Fehmi Bey de bu temizlik konusunu şöyle dile getirdi: "...Camilerimizde İslamiyet’in öngördüğü nezafet ve tahareti göremiyoruz... Diyanet İşleri Reisliğine lazım olan müzahareti yapalım. Halkı tenvir ve irşad edelim... Bugünkü halin devamı bütün meabid ve mesacidin harabisine badi olacaktır." (Zabıt Ceridesi, Dönem: 2, Yıl: 4, c. 31, s. 218-219, S.17.4.1927)
Biraz da içinde bulunulan durumun verdiği panikle, alınacak tedbirler arasında harabe haline gelmiş bazı mescit e camilerin satılarak akara dönüştürülmesi fikri ilk kez 1925 yılı Diyanet İşleri Rei bütçesinin görüşülmesi vesilesiyle dile getirildi. Bu istek değişik şekilde yorumlanabilir. Biraz önce de belirttiğimiz gibi durumu döneminin şartları içinde değerlendirmek gerekir.
Nitekim cami ve mescit satışıyla ilgili teklifleri değerlendiren dönemin Başvekili Ali Fethi Bey, harabe mescit, cami ve medreselerin satılarak akara tahvili fikrini tamamen benimsediğini ve bunun temini için 1925 yılı Evkaf Umum Müdürlüğü bütçesine bir kanun maddesi konulduğunu belirtmiştir." (Zabıt Ceridesi, Dönem: 2, Yıl: 2, c.14, s. 259)
Alınacak tedbirler arasında harabe halindeki cami ve mescitlerin akara tahviline gerekçe olarak dönemin yetkilileri özetle şunları da göstermişlerdir:
"Ülkede çok sayıda bakımsız, mezbele halinde cami ve mescit var; buna karşılık büyük cami sayısı azdır. Halbuki mabetler sanat değeri taşıyan, görkemli yadlar olmalıdır. Böylece, ibadet İçin gelenler orada manevi bir haz duyabilmeli-dirler...
"Cami ve mescit sayısının çokluğu, daha çok görevliye ihtiyaç göstermekte, ülkenin maddi imkanları bütün camilerde maaşlı görevli bulundurma imkanı vermemektedir.
"Çok görevli bulundurup az bir ücret vermek yerine, az görevli-dolgun ücret" prensibi daha kaliteli hizmet üretilmelidir.
"Cami ve mescitlerin sınıflandırılması ve cami görevlerinden birleştirilebilecek olanların birleştirilmesi doğrultusundaki çabalar bilahere bir kanun maddesi haline getirildi. Nihayet 1927 yılı "Varidat Bütçesi Kanununa 14. madde olarak girdi.
Madde hakkında, yani camilerin tasnifi, görevlerin birleştirilmesi ve tasnif dışı kalarak cami ve mescitlerin akara tahvili konusunda şüphesiz değişik görüşler ortaya kondu. Birkaç örnek verelim:
Musa Kazım Bey, söz konusu maddeye temas ederek şöyle soruyordu:
"Maddenin ruhu doğrudan doğruya cami ve mescit görevlilerinin kadrolarının tesbiti, görevli ve hizmetli erbabının mümkün olduğu kadar tevhid edilmek suretiyle maaşlarının kendilerini idare edebilecek bir hale ifrağıdır. Muvazene-i Encümeni bu kısmı alakadar edebilir. Bundan sonra bir de camilerin ihtiyaca göre tasnifi’ diye bir şey var. Yani, şu kısmının şu kadar camiye ihtiyacı vardır, şu kısmı yıkalım’; böyle mi?"
Kanun mazbatasının muharriri G. Antep Mebusu A. Remzi Bey olayın gelişim sürecini anlatarak bu soruyu cevapladı. Onun verdiği bilgilere göre 1925’den beri Maliye Vekaleti cami görevlilerinin kadro ve maaş durumlarını Diyanet İşleri Reisligin’den istemiş ancak 1927’ye kadar Diyanet İşleri Reisligin’den hademe-i hayrat (din görevlileröın kimlerden oluştuğu ve ne kadar maaş aldıkları, sayılarının ne kadar olduğu hakkında bilgi alınamamıştır. Çünkü bu görevlilerle ilgili bir yönetmelik bulunmuyordu. Sayıları ve görevleri dağınıktı. İmam, hatip, müezzin, vaiz gibi görevler yanında salâcılar, buhurdancılar, tesbihciler, muvakkitler ve benzeri görevler ve görevlileri vardı ve bunlar çok cüzi maaş alıyorlardı. Çok değişik adda görevler sayıp da bunlara gülünç denecek kadar az miktarda ücret ödemek makul bir olay değildi. Halbuki ihtiyaç duyulan görevlerde istihdam edilen personelin maaşları yükseltilmeliydi. Ancak sayıları bu kadar geniş alanda ve görevleri itibariyle çok değişik olan bütün görev erbabının maaşlarını artırmak bütçe açısından imkansızdı. O halde, bunlar temelli bir tasfiyeye tabi tutulmalı idi. Geçen üç sene içinde Diyanet İşleri Reisliği bu tasfiyeyi yapsaydı bu kanuna bu maddeyi eklemeye ihtiyaç kalmayacaktı. Bununla birlikte Diyanet İşleri Reisliği, de kendiliğinden tasfiyeye teşebbüs edemezdi. Çünkü kanunu gerektiren bazı hükümlere ihtiyaç vardı. Son olarak tasfiye için 1927 yılında Diyanet İşleri Reisliğine sorulmuş Diyanet İşleri Reisliği de "Tevcih-i Cihat Nizamnamesinin tadilatı diye bir nizamname göndermişti. Bu nizamnamenin hükümlerinin bir an önce uygulanması ve kimlere maaş verildiğinin bir an önce tesbit edilmesi için "Muvazene-i Umumiye" kanununa camilerin tasnifi ve cami görevlerinin birleştirilmesiyle ilgili madde kondu.
Cami ve mescit görevlilerinin kadrolarının tesbiti, görevlerin mümkün olduğu kadar birleştirilerek maaşların yükseltilmesinin makul bir olay olduğu, ancak aynı madde ile camilerin ihtiyaca göre tasnifini anlamanın mümkün olmadığı itirazına karşı da A.Remzi Bey şu açıklamayı getirdi:
"Kadro demek cami demektir. Camilerin adetleri, sınıfları, her camide kaç görevli istihdam olunacaktır? Bütün bunları tesbit edebilmek için tasnif lazım gelebilir. Sonra esasen Tevcih-i Cihat Nizamnamesinde dahi Diyanet İşleri Riyaseti bu ciheti nazarı itibara almış ve Tasfiye Mazbatası’ diye eskiden beri düşünülmüş zannederim merhum Hayri Efendi zamanından kalmış- bir mazbata vardır. O mazbata dahi bu esasları derpiş etmektedir. Binaenaleyh, Hayri Efendi zamanından kalmış olan ve o zamandan beri düşünülen tasfiyenin bugün Muvazene-i Maliye Kanunuyla bir an evvel yapılması, hademe-i hayratın adetleri tesbit olunarak onlara layık olduğu maaşın verilebilmesi için Encümenimiz bu vesile ile bu maddeyi koymuştur. Şayet bu hüküm kabul edilecek olursa hademe-i hayrat layık olduğu vazifelerde çalışacaktır. Memleketimizin, camilerimizin dini vezaifin hakiki ihtiyacı ne ise ona göre hademe-i hayrat tavzif edilecek ve onlar da maaşlarını dolgun bir şekilde alacaklardır. 25 kuruş maaş tevziatını temadi ettirmeyi zannedersem hiçbir akıl kabul etmez. 25 kuruş maaş alanların maaşlarını 500 kuruş olarak tesbit edersek bu milyonlara baliğ olur. Binaenaleyh, ne yapmak lazımdır? 25 kuruş maaş alanları tasfiye ederek maaşlarının münhalat vuku buldukça berideki asıl vazife erbabına, bugün vazifesinin temadisi lazım gelen kimselere ilave edilmesi ve bu suretle tedricen bir tasfiye yaparak maaşatın haddi la-yıkına iblağı cihetini düşündük. Madde bu nokta-i nazarı istihdaf etmektedir.." (Zabıt Ceridesi, Dönem: 2, Yıl: 2, a 31, s. 215217)
Cami görevlilerinin belirlenmesi ve zaman ve mekan itibariyle birleştirilebilecek görevlerin birleştirilmesi fikri şu şekilde de savunulmuştur (Antalya Mebusu Rasih Bey’in düşüncesi):
"Camilerdeki vezaif erbabının o vazifelere devam edebilmesi için, o vazifelere ehil olanları getirebilmemiz için hakikaten onlara idare edebilecekleri kadar maaş verilmelidir. Binaenaleyh, ehil olanları getirebilmek ve hem de onlara iyi maaş verebilmek için camilerimizi vüs’at ve cemaatinin çokluğu itibariyle tasnif etmek vardır ve hakikaten lâzımdır." (Zabıt Ceridesi, aynı yer).
Konuya başka bir mebus (Aydın Mebusu Tahsin Bey) da şöyle yaklaşmıştır:
"Malumu aliniz, İstanbul’da ve bazı büyük şehirlerde, yanı-başında muazzam, muhteşem bir cami olduğu halde sokağın diğer tarafında da bir mescit vardır; fakat, cemaati yok, içinde namaz kılanı yok. Müezzinleri, imamları vardır, vazife sa-
hibidirler, maaşlarını muntazam alırlar. (...) Maksadım; birçok ahali, muhacirin Anadolu’ya geliyor, Türkiye’de iskan ediliyor; oralarda da cemaat var, cami yoktur. Zamanla o yerlerde lüzumu kalmamış olan bu mescitlerin müezzin ve imamlarını oralara nakledip, aynı müessis namına orada inşa edilse ve eski mescitler de lağvedilse münasip olmaz mı?.. (Bu istek vakıf açısından değerlendirilmelidir. M.B.) Bir caminin müeddeb, muazzam, parlak olmasını arzu ederiz.,." (Aynı yer).
1927 yılında camilerin tasnifi ile ilgili bu madde Mecliste kabul edildi. Bu maddeye göre söz konusu mali yılın sonuna, yani 31 Mayıs 1928 tarihine kadar bütün camilerin ihtiyaçları incelenecek ve cami görevlilerinin ücretleri yeniden belirlenecekti. Ayrıca zaman ve yer bakımından birleştirilmesi mümkün olan cami hizmetleri birleştirilecekti. Bu maddenin hükümlerinin uygulanması için Diyanet İşleri Reisi Rifat Efendi başkanlığında bir komisyon, bir nizamname hazırladı. Bu nizamname 8 Ocak 1928de kabul edildi. 25 Aralık 1932’de de bunun yerine, "Cami ve Mescitlerin Sınıflandırılması Hakkında Nizamname" yayınlandı.
Cami ve mescitlerin tasnifi ve tasnif dışı kalan cami ve mescitlerin akara tahvili ile ilgili kanunî düzenlemelerin sonucu nedir? Kısaca cevap vermek gerekirse bu kararlar uygulanmış, uygulamada, biraz önce ifade ettiğimiz gibi bazen ifrata kaçılmıştır. Özellikle cami ve mescitlerin idaresinin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olduğu yıllarda (camilerin idaresi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne 1931 yılından itibaren verilmişti. 1950’ye kadar bu Müdürlükte kaldı), ülke çapında birtakım cami ve mescitler satılmış, kiraya verilmiş, veya başka amaçlarla kullanılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararları gözden geçirilirse bu durum açıkça görülecektir.
Günümüze gelince:
Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş yıllarındaki durumuyla günümüzdeki durumunu mukayese ve gelinen sevindirici nokta için fazla söze gerek olmadığı kanaatindeyiz. Ülke çapında her yıl mevcutlara ilâveten- ortalama binden fazla cami yapıldığını ve 80 binden fazla Diyanet İşleri Başkanlığı personeline muntazaman maaş ödendiğini hatırlatmak bile yetecektir. Camilerle birlikte yapılan Kur’an kursları, lokaller, meşrutalar, İş yerleri vs. de göz önünde tutulmalıdır. Yapılan camilerin binaları estetik ve çevre yönleriyle, tezyin ve tefrişatıyla tenkit edilebilir. Cami görevlilerinin yeterlilikleri ve hizmetteki verimlilikleri tartışılabilir. Ancak halkın mabet yapma ve yaşatma konusunda bir yarış içerisinde olduğu ve bu hizmetlerin bugün ülke sınırları dışına taştığı rahatlıkla söylenebilir. ♦