Makale

başyazı - YÖNETİM ÜZERİNE...

başyazı

YÖNETİM ÜZERİNE...

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet işleri Başkanı

Fıtraten medeni ve içtimai bir varlık olan insan, Hz. Adem (A.S.)’den itibaren sosyal bir hayat yaşamaya başlamıştır, ilk insan olan Hz. Adem’in aynı zamanda ilk peygamber olması; insanların tevhid dinine davet edilmesinin tarihi geçmişiyle ilgili olduğu gibi, başlangıçtan itibaren sosyal bir hayatla içiçe olduklarının da isbatıdır. İnsanların fıtri ve tabii yaratılışlarının gereği olan bu "içtimailik", toplumların yönetimi ve insanlararası hukuki-içtimai ilişkiler konusunu da gündeme getirmiştir. Tevhid dininin bildiricileri ve öğreticileri olan peygamberler, toplumlarını putperestlikten ve batıl inançlardan uzaklaşmaya çağırırken, insanlararası ilişkilerle ilgili fazilet ve meziyetleri de telkin ediyorlar; insanları adaletli olmaya, hakka riayete ve doğruluğa çağırıyorlardı. Peygamberlerin tebliğ ve davetlerinin kendi dönemlerindeki müstebit ve despot hükümdarlar tarafından tepki görmesi ve tevhid dininin müntesiplerine çeşitli zulüm ve baskılar yapılması, ilahi-semavi dinlerin özünde mevcut olan hürriyetçi ve adaletçi unsurların despot düzenlerle çeliştiğinin bir kanıtı olarak yorumlanmaktadır. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve Hz. Muhammed’in (selam hepsinin üzerine olsun) örnek hayatlarında, kendi devirlerindeki baskıcı-istibdatçı yöneticilere karşı verdikleri mücadeleler Kur’an-ı Kerim’de ve Kısas-ı Enbiya ile ilgili kaynaklarda ayrıntılarıyla nakledilmiştir.
Tevhidçi ve bütüncül bir din olan İslam, gerek tebligcisi olan Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın siyret-i seniyyelerinde ve gerekse son ilahi vahiy olan Kur’an-ı Kerim’in talimatında en üstün insani ve içtimai faziletleri öngörmüş ve bununla ilgili temel ölçüleri vaz etmiştir. Şura, istişare, meşveret, biat, icma-i ümmet, örf vb. kavramlar, İslam’ın toplumsal meselelerle İlgili olarak insanlığa kazandırdığı yeni ve önemli unsurlardır. Bu kavramlar sadece teori veya ütopya olarak kalmamıştır. Bizzat Hz. Peygamber (S.A.S.) devr-i saadetlerinde ve Hulefa-yı Raşidin devrinde yaşanarak uygulanmış ve toplum fertlerince benimsenmiştir. Üst yönetim mekanizmasının saltanata dönüşmesinden itibaren, sistemde yozlaşma başlamışsa da İslam bilginleri ve İslam toplumu- nun kamuoyu, dinin özünü ve örnek modelini korumuşlardır. Hükümdarlara karşı dini ve ilmi gerçekleri söylemekten çekinmeyen, cesaret sahibi gerçek bilginler topluluğu her zaman var olmuştur. Çoğu fıkıh bilgini olan bu zatlar, özellikle insanların haklarının korunması, Müslümanların ortak hâzinesi konumunda olan beytül- malın gözetilmesi konusunda cesur çıkışlar yapmışlar; örnek-me- deni mücadeleler vermişlerdir. Said Ibn Cübeyr, İmam-ı Azam Ebu Hanife, Ahmed ibn Hanbel, izz İbn Abdisselam, İbn Teymiyye, Süf- yan-ı Sevri ve diğer yüzlerce bilgini bu konuda zikredebiliriz. Toplum hukukunun korunması hususunda, mücadele vermiş olan bu bilginlere insanlık tarihinin şeref sayfaları arasında yer verilmeli; demokrasi tarihinin gelişimi hususunda İslam bilginlerinin katkıları ihmal edilmemelidir. Bir Türk kurumu olan Ahilik, bu açıdan da incelenmelidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra Ankara ve çevresinde Ahiler, demokratik usullere benzeyen bir yönetim oluşturmuşlardı.
Batılı bilginler; genellikle insanlığın eriştiği uygarlığın temelini ilkçağda eski Yunan ve Roma medeniyetinde aramak eğilimindedir. Son beş asırdan beri Batılı bilginleri etkileyen bu nostaljik hayranlık, bazı gerçeklerin abartılmasına yol açarken, bazı gerçeklerin de görülmemesine sebep olmuştur. İslam Medeniyeti de yeterince takdir edilemeyen birikimlerdendir.
Monarşi, Oligarşi ve Teorkrasi (ruhban sınıfı hakimiyeti) gibi sistemleri reddeden İslam, gerek ihtiva ettiği talimatı ve gerekse tebliğ ve uygulanma dönemindeki müesseseleriyle insanlığın şerefine ve kerametine en uygun olan ideal modelleri sunmuş; bunun ayrıntılarını müctehid düzeyindeki bilginlere ve dinin özüne zıt düşmeyen örf ve teamüllere bırakmıştır. Diğer içtimai konularda da aynı durum söz konusudur.
Yirmibirinci asra iyice yaklaştığımız şu dönemde, bütün toplumlarda; insan hakları, yönetime katılma, eşitlik, adalet, kamuoyu, fikir hürriyeti vb. konularda daha hızlı gelişmeler olması beklenmektedir. Aşırı bireyciliğe, yozlaşmaya, egoizme dönüşmemek şartıyla, bu gibi gelişmelerden endişe etmeye gerek yoktur. Zira Yüce Dinimiz; bundan 15 asır önce bu evrensel değerleri va’z etmiş ve adil müslüman idarecilerin pek çoğu bu konuda engin örnekler sergilemişlerdir. İslam bilginlerinin asırlarca önce yazdıkları; Nasihatü’l Mülük, Siyasetname ve Hısbe başlıklı eserleri objektif bir gözle incelendiği zaman, bu gerçek açık bir şekilde görülecektir.
İlim adamlarımızı, aydınlarımızı bu eserleri incelemeye, ülkemiz meselelerine çözümler aranırken kendi öz milli ve dini kaynaklarımıza da başvurmaya çağırıyorum. Kendi değerlerimizi hor ve küçük görerek bir yere varmamız mümkün değildir. ♦