Makale

BİR TANITIM

BİR TANITIM


Ahmet KURUCAN
D.İ.B. Mehmet GEBİZLİ
Eğitim Merkezi

1961 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Tavşanlı’da tamamladı. 1980 yılında Ankara İlahiyat Fakültesine girdi. 1985 yılında mezun olup askerlik görevini ifa ettikten sonra 1988 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vazife aldı. Şu anda Manisa’nın Ahmetli ilçesinde vaiz olarak göreve devam etmektedir.

Bu yazımızda tanıtacağımız kitabın adı "i’laüs-sünen” Kitabın müellifi Zafer Ahmet el-Osmâni et-Tehanüvî (1310-1394).

MÜELLİFİN KISACA HAYATI

Müellif 13 Rebiü’l-evvel 1319 senesinde, Hindistan’da ilim merkezlerinin en büyüğü sayılan “Duyubend” şehrinde doğmuştur. 3 yaşında iken annesini kaybeden müellif, ninesinin terbiyesi altında büyümüştür.

15 yaşına geldiğinde Kur’an kıraati ile ilgili dersler almaya başlamış ve bu hususta Duyubend’deM Dâru’l- Ulûm medresesi müderrislerinden Hafız Namdar, Hafız Gulâm
Rasul ve Nezir Ahmed gibi meşhur kişilerden kıraat ilmi tahsil etmiştir. Bu tahsilini tamamladıktan sonra Urduca ve Farsça Öğrenip, Mevlana Muhammed Yasin (*) ’in yanında Riyazî ilimler okumuştur.

Daha sonra Duyuben’den Tehâne’ye intikal ederek, Muhammed Eşref Ali’nin ders halkasına katılıp sarf-nahiv okumuştur. Bir müddet sonra Kenbur şehrine giderek, “Câmiu’l-ulum” medresesinde Muhammed İshak ve Muhammedi Reşid’den hadis ilmine ait Buhari, Müslim, Ebu Davudi, Nesâi, Tirmizi, İbn-i Mace, Mişkâtü’I mesâbih gibi kitaplarla birlikte usul-u hadis, fıkıh, tefsir okumuştur. Buradaki tahsilini de tamamladıktan sonra Seheranfur’a giderek "Bezlü’l Mechud fi halli ebi Davud” isimli eserin müellifi muhaddis Halil Ahmed’in hadis derslerine iştirak etmiştir. Ve Halil Ahmed’den hadis vesair ilimlere ait icazet alan müellifimiz, 1328 senesinde 18 yaşında iken tahsilini tamamlamıştır. Bu arada yine aynı medresede Abdullatif Nazım ve Abdülkâdir Bencâmi’ den mantık, hendese ve yüksek matematik dersleri okumuştur.

7 sene bu medresede usul-u fıkh, mantık ve felsefe dersleri okutan müellifimiz "Tehane”deki ’‘İmdâdu’l- ulûm” medresesine geçerek burada hadis, fıkıh, tefsir dersleri vermiştir. Buradan da “Muhammediyye" medresesine giden Zafer Ahmed, orada 2 sene kadar tebliğ, va’z, irşad ile meşgul olduktan sonra tekrar Tehane’ye dönmüş, ama burada da fazla kalmayarak şimdi Pakistan’ın doğusunda kalan Dakka şehrine gidip usul-u hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. 8 sene burada kalan müellif bu müddet içerisinde halen Pakistan’ın usul, fıkıh, hadis, tefsir ilimlerinde en güzel ve en büyük olan medresesini tesis etmiştir.

Daha sonraları, Pakistan’ın batısında olan Haydarâbâd’a bağlı Tendvilahyar şehrine yerleşen ve ölümüne kadar burada ikamet eden Zafer Ahmed, ulumu’l-İslâmiyye medresesinde hadis dersleri vermiş ve ifta vazifesini yürütmüştür.

Ve müellifimiz 1394 senesinde vefat etmiştir.

Allah rahmet eylesin.

ESERLERİ

1) Î’lâ’üs-sünen. 18 cilt olan bu eser 20 sene de tamamlanmıştır. Aşağıda bunun üzerinde duracağız.
2) Mukaddimetü i’la’üs-sünen: İ’lâüssünene mukaddime olarak yazılan aslında 3 cilt ve ayrı ayrı konuları muhtevi olan bu kitap tek mücelled halinde basılmıştır.

Birinci cilt: Usul-u hadis hakkındadır.

İkinci cilt: Taklit ve telfik ile başlayıp, icma ve kıyasın hüccet olması, mezhepten mezhebe geçme vb. konularda olmak üzere, gerçekte her biri ayrı bir makale sayılabilecek olan yazıların toplanması ile oluşmuştur.

Üçüncü cilt: İmam-ı Âzam’ın hayatı, mezhebinde kullandığı istinbat metotları, muasırı olan âlimlerle münasebetleri, talebeleri ve meşhur muhaddislerin kısa tarihçe-i hayatlarını içine alıyor.

3) Cessas’ın "Ahkâmu’l- Kur’ân” ı usulünde yazılmış “Delâil-î Kur’ân alâ mesâil-i Nu’man” adındaki eseridir. 2 büyük cilt halinde olup, Nisa suresine kadar olan ayetlerin tefsiridir. Karaçi’de basılmıştır.

Müellifin Urduca telifleri de vardır. Meselâ:

4) el-kavlü’l-metin fi’l- ihfa-i biâmin.
5) Şakku’l gayn an hakki refil yedeyn.
6) Rahmetu’l kuddus fi tercümeti behçeti’n nüfûs.
7) Fatihatu’l kitab fi kıraati halfe’i imam.
8) Keşfü’d düca an vechi’r-riba (Arapça).
9) El-fetâvây-ı imdâdîyye (**).

İ’LAÜS-SÜNEN

Hindistan’ın meşhur âlimi ve “Hakimü’l ümme” lakabıyla anılan Eşref Ali, bazı kişilerin İmam-ı Azam’ın mezhebini tesis ederken hadisleri genellikle terk edip daha çok kıyas ve re’y ile amel ettiğini iddia etmelerine karşılık, bir cevap olmak üzere Hanefi Fıkhını baştan sona yani taharetten mirasa kadar bütün hükümlerini tek tek ele alıp bu hükümlerin istihracında kullanılan metodu gözler önüne sererek bu fikirleri çürütmek istemiştir. Ve bu gayeye matuf başladığı çalışmalarını tamamlayarak telif ettiği kitaba “İhyaü’s- Sünen” adını vermiştir. Ama maalesef basılmadan önce yanmıştır. Uzun bir aradan sonra, aynı gaye ile tekrar başladığı çalışmalarında ise ancak namaz bahsine kadar gelebilmiştir. Sonra ilerleyen yaşından dolayı yapamayacağı veya tamamlayamayacağı endişesiyle bu çalışmayı Ahmed Hasan’a havale etmiş, fakat Eşref Ali’nin bazı düzeltmelerine Ahmed Hasan karşı çıkınca, bu sefer vazife Zafer Ahmed’e verilmiştir. Ve yazarımız da tamamı daha önce söylediğimiz gibi 18 cilt olan ve 20 yıllık uzun ve sabırlı bir çalışma sonucu meydana gelen ve İla’üs-sünen adını verdiği bu eseri Eşref Ali’nin kontrolörlüğü altında tamamlamıştır.

KİTABIN ÖZELLİKLERİ

1) Fıkıh kitaplarındaki tertip üzerine yazılmıştır.

2) Ele almış olduğu hadisleri metin ve senet yönünden incelemiştir. Yani önce, hadisin ravilerini tek tek ele alıp kısaca tarihçe-i hayatlarını belirttikten sonra, Rical ilminde kullanılan istilahlara göre durumlarını anlatmıştır. Ta ki bu râvilerin rivayet ettikleri hadislere ne derece güvenebileceğini belirtmek için.

Eğer hadisin metninde bir illet varsa, onu da tetkik ve tahkik ederek, hadis kriterlerine göre hükmünü belirtmiştir.

3) Hadislerin hangi hadis kitaplarında geçtiğini dipnotlar halinde bildirmiştir.

4) Hadisi, başka hadislerle açıklamak veya karşılaştırmak gereğini duyduğunda o hadislerin de kaynaklarını vermiştir.

5) Hüküm istinbatında dayanılan usul kaidelerini zikretmiştir.

6) Sair mezhep imamlarının görüşlerini yerine göre bazen tafsili, bazen icmali olarak belirtmiştir.

7) Gerektiğinde sahabe, tabiin ve meşhur hadis şarihlerinin görüşlerini aktarmıştır.

8) Sair mezheplerle çok farklı olan görüş ayrılıklarında onların delillerini de tek tek zikredip tahkik etmiştir. Mesela: Fatihasız namazın olup olmayacağı vb. gibi. Bu yüzden bu gibi bahisler sayfalarca sürmüştür.

Neticede, kitaba baştan sona bir bütün halinde bakıldığında şu görülür. “Hanefi mezhebi re’y ekoldür. Kıyası nasslardan daha çok kullanmış ve hadislere gereğince kıymet vermemiştir” iddiasının mesnetsiz bir görüş olduğunu ve Hanefilerin hadisleri kıyas ve re’y’den daha çok kul-landığını ispat etmiş, daha doğru bir tabirle hakikati gözler önüne sermiştir.

Kaldı ki meseleye akli veriler muvacehesinde yaklaştığımızda biz de aynı neticeye varabiliriz. Şöyle ki: İmam-ı Azam H. 80-150 yılları arasında yaşamıştır. En son sahabinin —ihtilaf olmakla birlikte— 110 yılında vefat ettiğini göz önüne alacak olursak imamın hayatta kalan birçok sahabeyi görmüş olabileceği akla ve mantığa daha yakındır. Zira tarih bunu doğrulamaktadır, Bir -de imam, 13 yaşında iken babası ile birlikte Hac için Mekke’ye gittiğinde birçok sahabe ile görüştüğünü söylemektedir. Hâlbuki başta İmam-i Şafi olmak üzere diğer mezhep imamları o dünyadan ayrıldıktan sonra dünyaya gelmişlerdir. Dolayısıyla İmam-ı Azam tabiinden olmakla be-raber diğerleri değildir. İş bu minval üzerine olunca, sahabeyi gören, yaşadığı devir itibariyle onlara daha yakın olan kimsenin hadisleri daha arızasız telakki etmesi ve hüküm istinbatında onları kullanmasından daha mantıki ne olabilir?

Yalnız, hep yapılagelen bir itiraz vardır. O da İmam-ı Azam, Kufe’de neşet etmiş ve sahabenin asıl mekânı olan Mekke ve Medine’den uzak yaşamıştır. Bununla denilmek istenen şeyi herhalde anladınız. Ama biz yine tarihi gerçeklere baktığımızda sahabe-i kiramın cihad imaret vb. gibi ulvi gayeler ve vazifelerle Medine’den ayrıldığını hassaten Hz. Ömer’in vefatından sonra çoklarının başka yerlere yerleştiğini biliyoruz. Bilindiği gibi Hz. Ömer çeşitli mülahazalardan dolayı İslam’ın hidayetinde o çileli halka içinde yer alanların Medine’den uzun süreli ayrılmasına izin vermiyordu. Böyle olunca İmam-ı Azam’ ın çeşitli İslâm beldelerine dağılan sahabeden istifade etmesi niye mümkün olmasın. Kaldı ki İbn-i Mes’ud’un ikamet ettiği yer Kufe değil miydi?

Son olarak, ilim dünyasının çok uzun seneler haberdar olmayıp, sonradan vâkıf oldukları ve çok yakın bir zaman diyebileceğimiz bir süre önce Türkiye’de de basılan ve tercümesi yapılan “Mesned-i İmam-ı A’zam” adlı hadis kitabında görüyoruz ki, sülasi hadisler o kadar çoktur ki, sülasi olmayanlar elle sayılacak kadar azdır. Hâlbuki Kur’an’dan sonra İslâm dininin ana kaynak kitabı denilen Buhari’de 13 tane sülasi hadis vardır.

Bu da bize gösteriyor ki, İmam’ ın topladığı hadisler, elbette sıhhat yönünden arızasızdır. Pekâlâ, bu arızasız hadisler ışığında varılan hükümler arızalı mıdır? Hâşâ.

Hulasa: Yaşadığı devir, hadise ve ricale vukufiyeti, hükm istinbatında kullandığı hadisler apaçık meydanda iken halen daha "Küfe ekolu ashab-ı re’ydir, kıyasa ehemmiyet verip, hadisleri terk etmiştir" demek cehalet veya mezhep taassubundan başka bir şey değildir.

İşte kısaca tanıtmaya çalıştığımız bu kitap bu gerçeği gözler önüne sermek gayesiyle meydana getirilmiştir.


DİPNOTLAR

(*) Muhammed Yâsin, Pakistan’daki Dâr’ul ulum-ul-islâmiyye medresesinin kurucusu ve aynı zamanda Karaçi müftüsü olan Muhammed Şafi ed-duyubendi’nin babasıdır.
(**) Hakim-ül ümme Eşref Ali bu kitaba “İmdâdü’l-ahkâm fi mesaili’l halal ve’l haram” ismini verdiği için bu isimle de bilinir.