Makale

TÜRKİYE AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞUNA GİRERSE

TÜRKİYE AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞUNA GİRERSE...

Abdullah SEVİNÇ (1)
Dini Yay. Da. Başkanı

1945 yılında Şarkışla’da doğan Sevinç, ilkokuldan sonra Kayseri İmam-Hatip Okulu’nu, 1968 yılında da Konya Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdi. Kastamonu İmam-Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmeni olarak göreve başladı. 1970 yılında Kırklareli İmam -Hatip Lisesi Müdürlüğü, 1976’da da Millî Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdür­lüğü Personel Şube Müdürlüğü yaptı.

1979’da Diyanet İşleri Başkanlığı An­kara Eğitim Merkezi Müdürlüğüne atandı. Aynı yıl din dersi öğ­retmeni olarak Belçika’ya gitti. 1985 yılında Hollanda Lahey Din Hizmetleri Müşavirliği Sosyal Yardımcılığı’nda bulunan Sevinç, 1988’ de yurda dönerek Diyanet işleri Başkanlığı Din Eğitimi Dairesi Baş­kanlığı Eğitim Uzmanı olarak göreve başladı. 30.1.1989 tarihinde Dinî Yayınlar Dairesi Başkanlığına atanan Sevinç’in yayınlanmış çeşitli eserleri vardır.

I. BÖLÜM

Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğuna tam üye olarak girer­se inanç ve kültür bakımından etkileşim ne olacaktır? Bugünden alınması gereken tedbirler var mıdır?

Bu ve benzeri sorular Müslümanların kafasını meşgul etmek­te ve konu, kendilerini yakından ilgilendiren bürokratların gündemin­de yer almaktadır.

AKLA GELEN BİRKAÇ SORU:

1. Mevzuatımız müsaade etmediği halde, zaman zaman broşür­leri elimize geçen Yahova’nın Şahitlerinin çalışmaları nasıl bir bo­yut alacak?

2. Bugün bile, bir yılbaşı bahanesiyle devlet televizyonunda Noel babanın ve Hıristiyanlığın propagandasını bütün etkinliği ile yaptı­ran Katolik misyonerlerin çalışmaları hangi safhaya ulaşacak?

3. Budistler, Hindular inançlarını nasıl lanseye çalışacaklar?

4. Ve bütün bunların karşısında İslam’ın ve Müslümanların durumu ne olacak? Tüm mukaddes değerlerimizi emanet ettiğimiz neslimiz, yoğun propagandalara nasıl dayanacak?

Avrupa Ekonomik Topluluğuna girilsin mi, girilmesin mi tar­tışmalarının dışındayız. Ayrıca girilirse yukarıdaki soruların cevabı olarak nasıl bir sonuç ortaya çıkabilir? Bunu da tam olarak bilemi­yoruz. Bu konuda herhangi bir tahminde bulunmak da bizi aşar.

Ancak, Avrupa Ekonomik Topluluğu üyelerinden Hollanda ve Belçika’daki çeşitli dinlere mensup ülke insanlarının (cemaatlerinin) yaptıkları çalışmaları özetlemek suretiyle gelecek için alınacak tedbirler konusunda ilgililere ışık tutmuş olabiliriz.

KARMA KÜLTÜR ORTAMI

Topluluğun içinden veya dışından gelen ülke insanlarının bir arada yaşamasıyla Hollanda. Kültür ortamında tabii olarak bir de­ğişiklik olmuştur. Bu kaçınılmaz değişiklik üç kelime ile ifade edil­mektedir : “Karma Kültür Ortamı”. Çok çeşitli ülkelerin kültürle­rinin konuşulduğu, tartışıldığı ve yaşandığı karışık bir kültür or­tamı.

KAKMA KÜLTÜR ORTAMINI MEYDANA GETİREN ÜLKE İNSANLARININ ÇALIŞMALARI

Karma Kültür Ortamında Hollandalılar dâhil, tüm yabancılar öncelikle kendi kültürlerini nasıl koruyabileceği endişesine kapıl­mışlardır. Bunun için çareler aramaya başlamış ve çeşitli aktivitelere girişmişlerdir.

Söz konusu çalışmaların iki ana hedefe yönelik olduğu dikkat çekmektedir.

A. Kendi İnanç ve Kültürünü Korumak.

B. Kendi İnancını Başkalarına Aşılamak ve Başkalarını Kendi Kültüründe Asimile Etmek.

A. KENDİ İNANÇ VE KÜLTÜRÜNÜ KORUMAK İÇİN YAPILAN ÇALIŞMALAR:

Bu ana hedefle ilgili, yani çeşitli ülke insanlarının kendi kültü­rünü kaybetmemek için, yaptıkları çalışmalardan vereceğimiz bir­kaç örnek ile konu daha iyi anlaşılabilecektir. Ancak, örneklerde de dikkatimizi çekeceği gibi, bu alanda çalışma gösteren devlet değil, cemaatlerdir. Devlet sadece onların bu faaliyetlerine maddi yar­dımda bulunmakta ve faaliyetlerini sürdürmeleri için, demokratik bir anlayış içerisinde serbestlik tanımaktadır.

1. Hollandalıların Çalışmaları:

Hollandalılar kendi kültürlerini korumak üzere nasıl bir ça­lışma yapmaktadır? Sorunun cevabını aşağıdaki örneklerde bulmak mümkündür.

a. Kendi aralarına yabancıları sokmamak. Bilhassa ilkokul­larda kendi çocukları arasına fazla yabancı çocuğun girmemesini sağlamak. Şayet yabancı çocuk fazlalaşırsa o okuldan kendi çocu­ğunu uzaklaştırmak.

Bu anlayışı, Hollanda’nın Leerdam şehrinde cami açılışı ile ilgili olarak katıldığım, Belediye yetkilileri, çevre sakinleri ve Türk­lerle yapılan müşterek toplantıda itiraflarından anladım.

Vatandaşımızın kendi paralarıyla satın aldıkları binanın ca­mi olarak açılmasına çevre halkı itiraz ediyor. Belediye binasının satışına cami yapılacak diye müsaade ettiği için Türklere karşı ha­yır diyemiyor, fakat kendi vatandaşını da koruyor. Bu toplantıda Türklerle Hollandalıları karşı karşıya getirmiş; kendiniz anlaşın, halledin diyor. Hollandalıların görünüşteki itirazları: Ramazanda gürültü olacağı, gece geç saatlere kadar rahatsız edilecekleri ve park problemi üzerinde toplanıyordu. Biz kendilerine bunların prob­lem olmayacağını, rahatsız edilmeyeceklerini söylüyor, iknaya ça­lışıyorduk. Toplantı; rahatsız edersiniz etmeyeceğiz iddia ve iknalarıyla uzayıp giderken mahallenin muhtarı durumundaki temsilci­leri: “Buraya cami açılırsa Türkler camiye yakın olabilmek için çevredeki evlere taşınacaklar (ve camiin karşısındaki ilkokulu işa­ret ederek) çocuklarınız da bu okula gelecek. Gördüğünüz bu okul Müslüman öğrencilerle dolacak ve açık söylüyorum biz, bunun sonu­cu olarak kendi kültürümüzün kaybolacağından korkuyoruz.” diye­rek çocukları ve kendi kültürleri açısından duydukları endişeyi açık­lıkla itiraf etti.

b. Bu anlayış içerisinde olan Hollandalılar ve Belçikalılar ya­bancı öğrencilerin çoğaldıkları okullardan kendi çocuklarını derhal almakta ve çevreden uzaklaşmaktadırlar. Bu suretle Belçika’nın Brüksel, Anvers gibi, Hollanda’nın Amsterdam, Rotterdam, Lahey, Utrecht gibi büyük şehirlerinde sırf yabancılardan oluşan mahalle­ler meydana gelmiş ve öğrencisinin tamamı Türk veya tamamı Türk-Faslı olan Kilise veya Devlet okulları kendiliğinden oluşmuştur

c. Okullarında, özellikle kilise okullarında dinî havanın et­kisini öğretim yılı boyunca devam ettirmek suretiyle nesillerini inanç ve kültürleriyle yoğurarak yetiştirmek.

Bir Avrupa ülkesinin okullarında bu nasıl olabilir? diyenler çı­kabilir. Çünkü böyle bir durumun varlığı pek nakledilmiş değildir. Aslında müfredat programlarında madde madde yer almamıştır. Fakat dini havanın baskınlığını devam ettiren vesileler vardır.

Mesela Belçika’da, bir öğretim yılı içinde normalde 41 gün­lük ara tatilleri vardır. Bu tatil günlerinin sadece 1 günü 2. Dün­ya Harbi’nin sona ermesinin yıl dönümü münasebetiyle yapılır. Ge­riye kalan 40 günlük tatillerin sebebi tamamen dinîdir. Sinter Klaas, Noel, Drie Koningen, Hemelvaartsdag, Paasfeest gibi dinî olaylar ve bayramlar dolayısıyladır.

Dinî hava yalnız tatillerle hissettirilmez. O olayın kutlanışı önemlidir, iki hafta, bazen bir ay önce hazırlıklara başlanır. Fiş­ler, boyamalar, sınıfın süslenmesi, yumurtaların saklanması, çam ağaçlarının rengârenk ışıklandırılıp dallar arasına hediyelerin yer­leştirilmesi... Bütün bu ön hazırlıklarla çocuklar direkt olarak değil, dolaylı olarak oyun ve kutlama sırasında dinî havayı içine sindirir.

İşte eğitimin temelinde bulunan bu sistemli çalışma ile çocuk­larının kendi din ve kültürünü kaybetmemeleri sağlanır.

  1. İtalyanların Çalışmaları:

İtalyanların kendi inanç ve kültürünü kaybetmemeleri için gös­terdikleri çabalar da dikkate değer biçimdedir.

Belçika’da çeşitli ülkelere mensup 28 papazın bulunduğu İtalyanlarca organize edilen bir toplantıya katıldım. Toplantı yeri İtalyanlılara aitti. Burada gördüklerim beni şaşırttı. İçinde yaşadıkla­rı Belçika toplumu ve diğer birçok toplumlarla aynı dine mensup oldukları halde, kendilerine ait Özel bir kilise yapmışlar. Durumu sorduğumda, oranın idaresiyle bizzat ilgilenen bir öğretmen ile bir papaz beni kilise ile iç içe yapılmış olan diğer bölümleri gezdirdi­ler. Gördüklerimden, özellikle dikkatimi çeken çocuklarla ilgili bö­lümler, mutfak ve kütüphanesi idi. Bunlar tamamen millî ve dinî değerleri koruma maksadıyla yapılmış tesislerdi. Beni gezdiren öğ­retmenin anlayışı dikkatimi çekti. Öğretmen aynen şöyle söylemişti: “Biz bu ülkelere ilk gelenlerdeniz, şimdiye kadar halen İtalyan olarak kalabildiysek, aldığımız bu tedbirlerin sonucudur. Bizim ço­cuklarımız burada inançlarını, millî örf ve adetlerini tamamen yaşa­yarak öğrenirler. Birbirine bağlanır, kenetlenirler. Duvarlarda çiz­giler halinde gördüğünüz bu figürler, çocukları eğlendiren basit re­simler değil, bizim kültürümüzdür. Dışarıda gördüğünüz futbol sa­hası bile bu amaçla yapılmıştır.”

İtalyanlar bu çalışmalarının sonucunu almış, dış ülkelerde (kül­türlerini muhafaza edebilen bir millet olarak ayakta kalabilmişler­dir. Hatta Belçika’da bir lobi de oluşturabilmişlerdir. Bu, onların birbirlerine bağlılıkları ve çeşitli olaylar karşısında bir güç oluş­turmalarında açıkça görülebilmektedir.

3. Yunanlıların Çalışmaları:

Yunanlılar da Belçika da, kendi mezheplerine ait kiliselerini yapmış, çocuklarını pazar ayinlerine muntazaman devam ettirmek­tedirler. Yunan öğretmenleri okuldaki çocuklarına kültürlerini öğ­retmek üzere çok etkili programlar yapmakta, müstakil folklor ekiplerine ağırlık vermek suretiyle kültürlerini korumaktadırlar.

4. Yahudilerin Çalışmaları:

Yahudilerin Hollanda’da dikkat çekici ölçüde etkinlikleri var­dır.

O günlerde (1987) Dünya Hayvanları Koruma Derneği’nin bü­yükbaş hayvanların kapan usulü ile kesimi hakkında almış olduğu kararla ilgili tartışmalar Hollanda’da devam ediyordu. Bir hanım Parlamenter’in meclis binasındaki kendi odasında 4 kişi ile yapmış olduğu bir toplantıya Hollanda Diyanet Vakfı’nı temsilen katılmış­tım. Ben, başlangıçta kendisini yabancıların haklarını savunan bir Parlamenter sanmıştım. Konuşmanın devamı sırasında anladım ki hanım Parlementer bir Yahudi imiş. Konuyu dinî açıdan değerlen­direrek, inançları doğrultusunda hayvan kesimini savunma içerisin­dedir.

Yahudiler bu tür çalışmalarını, birçok yabancının sahip olama­dığı etkinlikle sürdürebilmektedirler.

Daha sonra bir Yahudi kuruluşu Hollanda Diyanet Vakfı’na gön­derdiği bir yazıda “Müslümanlar isterse bizim mezbahanelerimizde İslâmî usullerle hayvan kesebilirler.” teklifinde bulunmuşlardı.

Bu olayda görüldüğü gibi Yahudiler, inanç ve kültürlerini ko­ruma açısından, her kademede etkinliklerini kurmuşlardır ve iste­dikleri sonucu alabilmektedirler.

Çocuklarını dindar yetiştirmek için “Yahudi Okulu” açmışlar­dır. Sırf Yahudi çocuklarını almaktadırlar. Hatta Yahudi bir baba, Yahudi olmayan bir anneden doğan çocuğunu bu okula vermek istediğinde, okul bu Yahudi değildir diye almamış, konu mahkemeye intikal etmiştir. Mahkeme de inançlarına göre bu çocuk Yahudi de­ğildir kararını vermişti.

Yahudiler, cumartesi günleri ellerinden tuttuğu çocuklarını ba­şındaki alamet-i farikaları olan bereleriyle, Havra’dan gelişleri ile zaten dinî eğitime verdikleri önemi apaçık sergilenmektedir.

Görüldüğü gibi Yahudiler de kendi çocuklarına inanç ve kül­türlerini vermekte oldukça metotlu ve tavizsiz bir şekilde çalış­malarını sürdürmektedirler.

5. Sürnamelilerin Çalışmaları:

Sürnamelilerin etkili bir çalışmalarını bilemiyorum. Zaten ken­dileri bir koloni olarak Hollandalıların içerisinde erimişler, sadece renkleri ve fizikî yapılarıyla fark edilebiliyorlar.

Ancak Sürnamelilerden Müslüman olanların camileri var, çocuklarına İslâm’ı öğretmek için camilerinde eğitimlerini devam et­tirmektedirler.

6. Müslümanların Çalışmaları:

Müslümanların inanç ve kültürlerini kaybetmemeleri için bu ülkelerdeki çalışmaları da dikkat çekicidir.

  1. Faslı Müslümanların Çalışmaları:

Faslı Müslümanlar, çocuklarının Müslüman kalabilmesi için büyük gayret göstermektedir. Tam bir sonuç aldıkları kanaatinde değilim. Zira su yüzüne çıkan birçok olayda Faslı çocuklar görül­mektedir.

Faslıların yaptıkları çalışmalar, cami açmak, camilerde Kur’an okutmak türündendir. Küçük bir grup da olsa bulundukları yerde hemen bir cami açmaktadırlar.

Kitap dağıtımına önem vermekteler. Çocuklarının dil, din ve yazılarını kaybetmemelerine çaba göstermektedirler. Bunun için zen­gin neşriyatları vardır denebilir. Ancak, metotlu bir çalışmaları olmadığından, bir de aralarında katı gruplaşmalar bulunduğundan istenilen sonuca tam olarak ulaşamamaktadırlar.

Faslı Müslümanlar, cami eğitiminin dışında, çocuklarına dinî hava içerisinde eğitim yaptırmak üzere, Yahudilerin yaptığı gibi, Hollanda’nın Eindhoven şehrinde bir İslâm okulu açmışlardır. O bölgenin Müslüman çocuklarını bu okulda inançlarıyla yetiştirme gayreti içindedirler.

Faslı Müslümanların evden kaçan çocuklarını yeniden ailele­rine kazandırmak için yaptıkları örnek bir çalışmaları da vardır.

Türk çocukları arasında görüldüğü gibi, Faslı çocuklar arasın­da daha çok görülen bir olay; evden kaçma olayı. Bu konu nesil­lerinin kaybolmaması için Faslıları özel bir gayrete itmiştir. Faslılar evden kaçan çocuklarını yeniden ailelerine kazandırmak için Amsterdam’ da bir yurt açmışlar, problemin halli için kendi çap­larında bir çalışma göstermektedirler.

  1. Türk Müslümanlarının Çalışmaları:

Türk Müslümanlarının, neslin kaybolmaması için, Hollanda ve Belçika’da gösterdikleri güzel çalışma ve fedakârlıkları gerçekten övgüye değer.

Geç de olsa güzel bir organizeye girilmiştir. Yüzde yüz başarılı sonuç alındığını söylemek mümkün değildir. Yazımızın ikinci bölü­münde temas edeceğimiz sebeplerle neslin kaybolmamasının önüne tam olarak geçilememekte ve maalesef az da olsa neslimizde bir erozyon görülmektedir. Ancak bizim bu bölümde işlediğimiz konu, ülke insanlarının karma kültür ortamında nesillerini kaybetmemek için gösterdikleri çalışmalar ki, bu meyanda Türklerin çalışmaları takdire değer diyorum.

Türklerin bulunduğu en küçük yerleşim yerlerinde bile ibadet edecek, çocuklarımıza Kur’dan ve dinî bilgiler öğretilecek yer veya cami açılmıştır. Bu, vatandaşlarımızın gayret ve fedakârlıklarıyla olmaktadır. Hollanda’daki mülkiyeti derneklere ait olan 70’ in üze­rinde cami vardır. 50’ nin üzerinde de kirayla kullanılan küçük iba­det yerleri açmışlardır.

1985 yılından itibaren, devletimizin maaşını vermek suretiyle resmî din görevlilerini yurt dışına göndermesi vatandaşlarımızın söz konusu gayretlerine takdirlerin üzerinde bir destek olmuştur.

Böylece camilerde Kur’an ve dinî bilgiler öğrenmek üzere her yıl 4000’ in üzerinde çocuğumuz inancını korumak ve onu takviye edecek bilgilere sahip olmak için gayret göstermektedir.

Türklerin inanç ve kültürlerini korumak üzere çalışmalarını yürüten derneklerin yanında bu derneklerin 70-80’ ini bünyesine almış, aynı amaçlı Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu var­dır. Federasyon hükümetler ve mahallî idareler üzerinde zaman za­man etkinlikler gösterebilmektedir. Bu türden yapmış olduğu ça­lışma sonucu, olağanüstü güzellikte bir yayın imkânına kavuşmuş­tur. Hollanda Parlamentosu’nda kabul edilen kanunla İslâm Radyo Televizyonu, kısa adı IOS, müstakil bir Genel Müdürlük olarak ku­rulmuştur. Böylece Müslümanlar, haftada belli bir süre Hollanda Radyo ve TV’ dan İslâm’ı tanıtma imkânına kavuşmuşlardır.

IOS personelinin yayın alanında kendisini Avrupa standartları­na göre yetiştirmesiyle bu imkân, neslin inanç ve kültürünü koru­ması açısından daha güzel bir şekilde değerlendirilebilecektir.

Hollanda’daki Müslümanların inançlarını devam ettirmelerinde kendilerine yardımcı olmak üzere, 1982 Aralık’ ında, tamamen Hol­landa mevzuatına göre kurulmuş bulunan Hollanda Diyanet Vakfı vardır.

Söz konusu Vakıf, Hollandalılar tarafından da İslâm hakkında bilgi veren bir kuruluş olarak kabul edilmiştir. İslam hakkında bilgi almak isteyenlere PTT’nin 08 servisinden Hollanda Diyanet Vakfı’ nın adresi ve telefon numarası verilmektedir.

Hollanda’da yaşayan vatandaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını gider­mek amacıyla kurulan Hollanda Diyanet Vakfı, kuruluş amacı doğ­rultusunda birbirinden güzel faaliyetler göstermektedir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir.

1. Mülkiyeti vatandaşlarımıza ait olan camileri bir çatı altın­da toplamak suretiyle birlik ve beraberliği, dayanışmayı sürdürmek,

2. Her yıl açmış olduğu kitap fuarlarıyla vatandaşın ihtiyacı olan Türkçe kitapları vatandaşlarımıza ve çocuklarına intikal ettir­mek.

3. Hac ve umre seyahatlerini organize ederek vatandaşların ibadetlerinin ifasında yardımcı olmak.

4. Cami, hapishane, hastane ve belediye kitaplıklarına kitap bağışı kampanyası yoluyla yeterince kitap sağlamak.

5. Üç ayda bir Hollandaca (Flamanca)-Türkçe olarak neşret­tiği “Arayış ve İslam” isimli ilmî dergi ile İslam’ı bilenlerin kale­minden yabancılara tanıtmak.

6. Hollandaca olarak bastırdığı kitaplarla İslam hakkında bilgi isteyen Hollandalılara bilgi vermek ve Hollandacayı iyi bilen Türk çocuklarının dinî bilgi edinmelerine yardımcı olmak.

7. Video ve kaset çalışmalarıyla hizmet ulaştırmak.

8. Hollanda mevzuatından yararlanarak bir kısım okullarda din dersi okutulmasını sağlamak.

9. Yine Hollanda mevzuatının yabancı din cemaatlerine ver­diği, imkânı değerlendirerek, 1989 Ağustos’undan itibaren faaliyete geçecek olan 5 İslam okulunun açılışını sağlamak.

B. KENDİ İNANCINI BAŞKALARINA AŞILAMAK VE BAŞKALARINI KENDİ KÜLTÜRÜNDE ASİMİLE ETMEK:

a. Katoliklerin Çalışmaları:

Hollanda’daki Kilise Teşkilâtı çok yoğun olarak misyoner ça­lışmalarını sürdürmektedir. Devletin kendilerine tanıdığı büyük bir imkân vardır. Televizyonun bir kanalı tamamen kendilerinindir. Bü­tün gün çeşitli cazip programlarla propagandalarını yaparlar.

Ayrıca, çeşitli dillerle Hristiyanlık propagandasını radyoda da sürdüren Katolikler, cumartesi günleri de Türkçe yayın yapmakta­dır.

Çeşitli dinî günlerde de posta kutularına, günün anlamıyla il­gili broşür, kart, boyama kitapçıkları ve yazılar atarlar.

Bunun dışında sayısız, irili ufaklı müstakil gazeteleri vardır.

Katolikler aralarında çok iyi organize olmuşlardır. Yabancı ev hanımlarına parasız olarak Hollandaca öğretmek bahanesiyle yıl bo­yunca aile ile beraber olurlar.

Bol miktarda Hollandaca ve Türkçe müşterek lisanla kitaplar bastırmışlardır.

Kilisenin bütün bu çalışmalarında dikkati çeken taraf munis bir görünüm içinde olmalarıdır. Tenkit ve tahkir gibi bir duruma girmeyişleri ve İslâm’la Hıristiyanlığın benzer taraflarını genel­likle ele almaları propagandalarında kullandıkları metottur.

Vereceğim şu örnek ise, yabancıları kendi içlerinde eritme anlayışlarının çok açık ifadesidir.

Belçikalılar tarafından sahneye konmuş olan “De Lege Cel = Boş Hücum” adlı bir oyunu (tiyatroyu) seyrettim. Bir Belçikalı genç ile bir Türk kızının aşk ilişkilerini konu edinmiş. Türk baba­nın kızını Belçikalıya vermek istemediğini, Türkiye’ye kaçırmak, Türkiye’de yakınıyla evlendirmek istediğini, kızının buna direnişini, Belçikalı oğlana kaçışını, babanın da buna tahammül edemeyerek Belçikalı genci öldürmesini ustalıkla işlemiş. Yazarıyla ayrıca görüştüm. Oyununda Türk ailelerinin demokratik düşünceye sahip ol­madıklarına ve kabalıklarına (!) dikkat çekmek istiyormuş.

İki defa seyrettiğim bu oyunda benim dikkatimi çeken ve ko­numuzla ilgili olarak arz etmek istediğim başka tarafıdır: Yohan, ailesine bir Türk kızı ile evleneceğini söylediği zaman annesi üstün bir rol kabiliyeti ile müthiş bir reaksiyon gösterir. Bu eve bir Türk giremez, bunu düşünmek bile istemiyorum, diye feryat eder. Aile­nin diğer fertlerinin ısrarlarına rağmen bir türlü yumuşamaz. Daha sonra Ümmühan (Türk kızı) bir kuaför olarak eve gelir, kadının saçını yapar ve kadınla konuşup kaynaşırlar. Fakat kadın, onun Türk olduğunu bilmez. Zira kız, her şeyi ile bir Belçikalı olmuştur. Yemesi, içmesi, giyinişi, konuşması, her şeyi ile. Oyunun çeşitli sahnelerindeki öpüşmesi, kucaklaşması, çılgınlıkları bir Türk’ün tahammül sınırını zorlayan aşırılıktadır. Daha sonra Yohan, Ümmühan der. Başlangıçta Türk sözü ile çılgına dönen ve bu eve kesinlikle Türk giremez diyen, mimiklerindeki tiksinti ifadeleriyle direnen anne, Ümmühan’ın eriyip eriyip tamamen kendilerinden bi­ri olduğunu görünce, oğlu Yohan’ı tebrik eder, memnuniyetle, “ev­lenebilirsin” der.

Ve bu örnekte, Avrupa gündeminden inmeyen ve insancıl ka­lıplarla takdime çalışılan “entegre =uyum” nin, “asimile = erit­me” den başka bir şey olmadığı, tamamen eriyip kendilerinden biri olmadıkça kabul etmelerinin mümkün olmayacağı açıklıkla anlaşıl­mış oluyor ki, bu oyunu kral ve kraliçe de seyretti, Türkçeleştirilerek TV’ de gösterildi, Belçika’nın muhtelif yerlerinde defalarca oy­nandı ve halen de oynanmaktadır.

b. Yahova Şahitleri:

Tüm dünyada olduğu gibi Hollanda’da da bu grubun yoğun faaliyetleri vardır. Sayısız dillerde bastıkları broşürlerini her ül­kenin insanına anlayacağı lisanla sunarlar. Biz Türkler için de İs­tanbul’da adresi açık olan bir yerde bastırdıkları Türkçe İncil ve Türkçe broşürlerini kapı kapı gezip vatandaşlarımıza verirler.

Bıkmaz usanmaz bir faaliyet içerisindedir bunlar. Bir defasın­da kendilerine bu tür yoğun çalışmalara sevk eden sebep nedir, çok para alıyor musunuz? diye sorduğumda bana İncil’den “İmdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin, onları Baba ve Oğul ve Ruhülkudüs ismi ile vaftiz eyleyin, size emrettiğim her şeyi tutmalarını on­lara öğretin; ve işte, ben bütün günler, dünyanın sonuna kadar, sizinle beraberim.” babanı göstererek “bunun için” diye cevap verdi. Demek bu inançla çalışmalarını her yerde devam ettireceklerdir.

c. Hinduizm ve Budizm:

Bu grupların mensupları da gerek televizyonda olsun ve gerekse neşir yoluyla fikirlerini tanıtmaya ve aşılamaya çalışıyorlar. Budistler, aşırı hümanist felsefî görüşleriyle taraftar da toplaya­bilmektedirler.

d. Müslümanların, İslâm’ı başkalarına telkin için yeterli ve sistemli çalışmaları görülmemektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

KARMA KÜLTÜR ORTAMININ NESİLLER ÜZERİNDE MEYDANA GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİK

1. TOPLUMUN ETKİSİ İLE MEYDANA GELEN DEĞİŞİK­LİK,

2. PROGRAMLI BİR ÇALIŞMA İLE GENÇLERİN DEĞİŞ­TİRİLMESİ,

3. YABANCI EVLİLİKLERLE NESİLLERDE MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİK.

  1. Toplumun etkisiyle meydana gelen değişiklik;

Yukarıda kısaca özetlenen çok çeşitli faaliyetlerin sürdürüldüğü bir ortamdan, gençlerin etkilenmemesi mümkün değil. Çevrede görü­len teknik imkânların, gelişmelerin doğurduğu kompleksler gençler­de birtakım değişikliklere yol açmaktadır. Bazı gençlerimizin, baş­kalarına benzemek için gösterdikleri çabanın altındaki sebep bu aşa­ğılık duygusudur.

Yurtdışında çok karşılaşılan olaylardan biri olarak nakledece­ğim şu hatıra, toplumun gençler üzerindeki etkisini ve kompleksin doğurduğu sonucu anlatmaya kâfidir:

Bir gün okul bahçesinde Zedenleer öğretmeni (hiçbir dinin öğrenimini seçmeyen öğrencilerin öğretmeni) yanıma yaklaşıp; Katlen benim dersime geliyor, babasından mektup getirmesi lazım, sen babasıyla konuştun mu? vb gibi sorular sordu. Ben kendisine Katlen adında bir öğrencimin olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Fa­kat o, hâlâ ısrar ediyor, evet senin öğrencin, diyordu. Ben de yan­lışlık var, Türklerde Katlen ismi yoktur, belki İtalyan olabilir der­ken, etrafımıza toplanan Türk çocukları “hocam o Nurgül, kendi­sini Flamanlar arasında Katlen olarak tanıtır, Türk olduğunu söy­lemez, kardeşi de adını değiştirdi.” diyerek Zedenleer hocasının sorduğu öğrenciyi tanıttılar.

O günlerde Bulgaristan olayları gündemde idi. Her Müslümanı yürekten üzen inanca baskı, isim değiştirme hadiselerini düşündüm. Fert olarak, millet olarak lanetlendiğimiz; soydaşlarımıza uygulanan bu acı olaylar bu defa vatandaşlarımızın evinde kendiliğinden meydana geliyordu. Yazıktır, babasının, annesinin severek, sevinerek koyduğu Nur’Iu isim toplumun doğurduğu komplekse nasıl Katlen’e dönüşmüştü.

  1. Programlı Bir Çalışma ile Gençlerin Değiştirilmesi:

Misyoner faaliyetini dinin bir esası olarak kabul eden Hıristiyanlar, başka din mensuplarının kendi ülkelerine gelmesini Tanrı’nın bir lütfu olarak nitelendirmekte ve onları Hristiyanlaştırmak için bunu fırsat bilmektedirler.

Tercümesini nakledeceğim bir Katolik dersi öğretmeninin şu raporu konumuzu açıklayan çarpıcı bir örnektir.

Aynı zamanda Papaz olan bu öğretmen raporunda diyor ki: "Katolikle ilgili konular konuşulurken kulaklarını tıkayan, çığlık atan Türk ve Faslı çocukları görmüşümdür. Duvardan haçı alıp sı­nıfta gezdirdiğimde sıra altına giren çocuklara rastladım. Bir defa da kiliseye gideceğimizi haber verdiğimde çoğu Türk ve Faslı ço­cuklar birden bire hasta olarak okula gelmediler. Yabancı çocukları yakından tanımak, onlara bu öğretimi iyi uygulayabilmek amacıyla birçok kitap ve dergi okudum. Hatta bir konferansa bile katıldım.

Kurban Bayramında birden bire onların İbrahim’i ile bizim Abraham’ın aynı kişi olduğunu fark ettim. Böylece çocuklara eski peygamberlerle ilgili dinî hikâyeler anlatmaya başladım. Türk ve Faslı çocuklar birden bire değiştiler, gittikçe hikâyelerime daha faz­la ilgi duyuyorlardı.

Yusuf’un Mısır’daki hayatını bir misafir işçi olarak tanımla­dım. Çoyelerimde Yusuf’un temizlik işçisi olduğunu, her misafir iş­çi gibi terbiyeli, mütevazı olduğunu vurguladım. Çocukları durdur­mak artık mümkün değildi. Babaların da temizlik işinde misafir iş­çi olarak çalıştığını, terbiyeli, mütevazı olduğunu bağırıyorlardı. Yu­suf’un Firavun’un sarayına çağrılıp mükâfatlandırıldığını mutluluk içinde dinlediler. Gözlerinden okuduğum “Yusuf bizden biri” düşün­cesiydi.

Bu hikâyelerle başlayan ilişkimiz, dersler Hıristiyanlık devresi­ne gelince de devam etti. Çocukların bana olan güveni sonsuzdu. Onlara Paulus adlı havarinin gezilerinden anlattım. Birçok Türk ve Faslı çocuk artık çocuk İncili denen “kinderbijbel” ı okuyor ve beğeniyordu. Hatta Müslüman bir çocuk İncil’i yaş günü hediyesi ola­rak benden istedi.

Doğru yolun Hıristiyanlık olduğu onlara başka türlü de anlatılabilir. Bu çocukların mevcudiyetini Katolik din dersi için bir mu­cize, Tanrı’nın bize gönderdiği bir nimet olarak görmekteyim. Bu mevcudiyet çocuklara kurtuluş yolunu açan mesaj olarak Katolik din derslerinde yer almalıdır.”

Ayrıca okullarda, bilhassa Katolik okullarında başka din men­subu çocuklar da Katolik dersine girmeye mecbur tutulur ve sırf geçmek için verilen bilgileri öğrenmek zorundadır.

Bazı okullarda çocuklarımız İncil almaya zorlanmaktadır. Hol­landa’nın Den Bochs şehrinde bir velinin intikal ettirdiği şu olay enteresandır: Camilerine misafir olduğum bir cuma günü bir vatan­daşımız yanıma yaklaştı; çocuğunun Katolik dersine girmeye mecbur tutulduğunu ve bu da yetmiyormuş gibi İncil almaya zorlandığını, okul müdürüne gidip; kendisinin Müslüman olduğunu ve İncil al­mak istemediğini bildirmesine rağmen, alacaksın diye zorladığını, nihayet çocuğunu o okuldan başka okula nakletmek zorunda kal­dığını anlattı.

3. Yabancılarla. Evlilik Sonucu Nesillerde Meydana Gelen De­ğişiklik:

Çeşitli ülke insanlarının aynı ülkede yaşamalarının kaçınılmaz bir sonucu da karışık evliliktir. Bu tür evliliklerden en çok etkile­nen şüphesiz ki çocuklar olmaktadır.

Bilindiği gibi Müslüman bir erkeğin gayrimüslim kitabî bir kadınla evlenmesi dinen mümkündür. Bu konuda ruhsat verilmiştir. Ancak, Avrupa’daki vatandaşlarımızın birçoğunca bu ruhsatın uy­gulanışı çok değişik ve temelindeki amaçtan oldukça uzaktır. Zira bir defa gençlerin tanıştığı yerler, İslam’ın tamamen reddettiği, ta­bir caizse batakhanelerdir, içki masalarıdır. Gece kulüpleridir. Ge­nellikle burada gençler, kadeh tokuştururken veya hissi ilişki ha­lindeyken tanışıyorlar. Daha sonra aynı yerlerin müdavimleri ola­rak, aynı ortamda arkadaşlıklarını ilerletiyor ve içki yudumlarken verdikleri sarhoş sözüyle ilişkileri evlenmeye kadar varıyor. Sonra­sı yine bilinen bir sonuç... Ayrı dünyaların insanları olduklarının farkına vararak ayrılmaya karar veriyorlar. Olan çocuklara olu­yor. Nesil de dejenere olmaktan kurtulamıyor.

Öğrencilerimden Fatma isimli bir çocuk, bir hafta kadar der­sime (İslam Din Dersi) devam etti. Ondan sonra gelmedi. Niçin gelmediğini merak etmiştim. Bir süre sonra okul müdürü durumu anlattı. Fatma’nın annesi Belçikalı, babası da Faslı imiş. Annesi Fatma’nın Katolik dersine, babası da İslâm dersine girmesini isti­yormuş.

Bu konuda başka bir örnek de Ramiz amcanın neslinde meyda­na gelen değişiklik... Yugoslav Türklerinden bir Ramiz amca vardı. İkinci Cihan Harbi’nde Belçika’ya gelmiş. Hanımı bir Alman’dı. Ken­disi Almanca, Fransızca, Hollandaca, Türkçe ve Yugoslavca lisanlarını çok iyi konuşan biriydi. Vatandaşlarımıza, özellikle ilk za­manlarda, unutulmaz yardımları olmuş. Bu amca hasta idi. Ölü­münden tam on gün önce kendisini evinde ziyaret etmiştim. Ben­den Kur’an okumamı istedi. Okudum. Beni yanına işaret etti, her­kesten gizlercesine kulağıma yavaşça “Abdullah Bey, benim en bü­yük hatam çocuklarıma Türkçeyi öğretmedim.” dedi.

On gün sonra öldüğünde vasiyeti üzerine tekfin ve defin işle­riyle tamamen Türkler meşgul oldu ve yine vasiyeti üzerine bir ge­ce cami avlusunda bekletilmişti. Fakat bu kadar inançlı birinin üç çocuğu da bütün bu merasimleri bir yabancı gibi takip ettiler. Ve Ramiz amcanın yabancı evlilikle nesli kaybolmuştu artık. Zira çocuklarının birisi inançsız, ikisi de Hristiyan’dı.

Avrupa Ekonomik Topluluğuna üye ülkelerden Belçika ve Hol­landa’daki meydana gelen karma kültür ortamının nesilleri nasıl etkilediğini birkaç örnekle kısaca sergilemeye çalıştım. Aynı top­luluğa girme teşebbüsünün son aşamasına gelmiş ülkemizin de bu aşamada bazı hazırlıklara girmeleri ilgililerden beklenen bir çalış­madır şüphesiz. Konuyla ilgili olarak düşünebildiğimiz bazı teklifle­ri şöylece sıralamak istiyorum:

TEKLİF VE DÜŞÜNCELERİMİZ:

Yukarıdaki açıklamaların ışığında Türk toplumunun da iki ana noktada hazırlık yapması gerektiği kanaatindeyiz:

Kendi neslini büyük erozyondan korumak için, diğer din men­suplarının çalışmalarının etkisini azaltmak üzere, bir kısım ted­birlerin şimdiden alınması.

İslâm’ı diğer din mensuplarına kendi lisanlarıyla tanıtılması için gereken hazırlıkların yapılması.

Bu alandaki çalışmalar da şüphesiz ki ilk planda Mili Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığına ve Kül­tür ve Turizm Bakanlığı’na düşmektedir. Bu tedbirler neler olabilir?

1. Lisan bilen din görevlilerinin çoğaltılması. Bu görevlile­rin öncelikle doğu bölgelerinde görevlendirilmeleri. Zira böyle bir toplulukta yabancılar daha ziyade doğuya rağbet edecekler, GAP projesinin gerçekleşmesiyle bakir toprakların üstünden ve altından yararlanmak üzere doğuya akın edeceklerdir. Ayrıca misyoner ça­lışmaları için doğuyu daha müsait buldukları Türkiye’yi gezen Avrupalı turistlerin düşüncelerinden anlaşılmaktadır.

2. Okullarda geliştirilecek yeni programlarla İslâm’ın dışında­ki dinler hakkında geniş ve net bilgiler verilmesi. Böylece çocuk­larımızın yabancılardan duyacakları ilk olmamalı, cazibesini kay­betmiş tekrarlardan ibaret kalmalıdır.

3. Mümkün olduğu kadar çok din görevlisine Avrupa’yı tanı­ma imkânı verilmesi.

4. Yabancılar için, çeşitli dillerde İslâm hakkında kitap, ka­set ve bant hazırlıklarının yapılması,

5. Radyo ve TV’ de Diyanet İşleri Başkanlığına müstakil bir kanalın imkânlar ölçüsünde tahsisi.

6. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yabancı dinler hak­kında bilgi toplayan ve İslam hakkında bilgi veren Daire Başkan­lığı veya Danışma Biriminin kurulması.

7. Avrupa Ekonomik Topluluğuna dâhil birkaç ülkedeki ki­lise faaliyetlerini, personel yetiştirmesi ve diğer din mensuplarının çalışmalarını incelemek üzere lisan bilen görevliler gönderilmesi ve böylece yapılacak çalışmalara esas deneysel bilgilerin zamanında toplanması.

DİPNOTLAR

(1) Abdullah SEVİNÇ, Belçika okullarında öğretmenlik, son olarak da Hollan­da’da Sosyal Yardımcılık görevinde bulunmuştur. Özellikle yurtdışı çocuk eğitimi üzerinde çalışmaları vardır. Yurtdışındaki Türk çocukları için ha­zırladığı Din Bilgisi I. II. sınıf kitapları Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakan­lığı’nca bastırılmaktadır. “Örneklerle Öğütler” kitabında yurtdışındaki öğ­renci velilerine faydalı öğütleri örneklerle sunmuştur.

Ayrıca, De Lege Celle reaksiyon olarak yazdığı “Kaybolan Nesil" oyu­nu video haline getirilmiştir.